1938’de Tunceli’de Ne Oldu? Erdal SARIZEYBEK

1938’de Tunceli’de Ne Oldu?

1938de_tuncelide_ne_oldu_h852

Yüzyılın Gizli Dosyası…

Sıra Dışı Bir İsyan; Tunceli

1930 Ağrı Ermeni isyanı bastırılmıştı ancak Tunceli(Dersim) için için kaynıyordu…

Gözler Seyid Rıza’ya çevrilmişti. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, yöreden gelen bütün istihbarat raporlarını tek tek okumuş ve Doğu iğlerine yaptığı bir geziden sonra başbakanlığa 18 Aralık 1931 günü verdiği raporda, Seyit Rıza ile birlikte iki isim daha vermişti; Hayderanlı Aşireti reisleri Hıdır ve Kamer ağalar…

Seyid Rıza, Abasuşağı, Yusufan, Demenan, Kureyşen ve Bahtiyar aşiretlerini de örgütlemişti. Şeyh Sait ayaklanmasına katılmayan ve 1925 baharında hükümet kuvvetlerinden yana tavır alan Dersim aşiretleri bu kez ayaklanıyordu’… [1]

İsyanın asıl nedeni ne idi?

25 Haziran 1937 günlü, İstanbul’daki Amerikan Büyükelçisi G. Howland Shaw’ın, ABD Dışişleri Bakanlığına gönderdiği rapora göre, isyanın nedeni Cumhuriyet devrimlerine bir karşı koymadır;

‘Bölge halkının geri kalmışlığı problemin temel hatlarını oluşturmaktadır. Yöre halkı, yollar, köprüler, okullar vs. yapılmasına karşı koyuyor. En son ayaklanma, hükümetin bölgenin sosyal ve ekonomik koşullarını iyileştirmek üzere geliştirdiği reform programının daha önce elde edilmiş haklara tecavüz şeklinde gören liderleri tarafından başlatıldı.

General Alpdoğan, aşiret reislerini Erzurum’da toplayarak onlara hükümetin bölgede yol ve diğer şekillerde girişeceği iyileştirme programını tanıtmıştı. Aşiret reisleri bu görüşme sırasında dostane ve anlayışlı göründüler.

Fakat toplantıdan sonra bölgede sahip oldukları egemenliğin elden gitmesi tehdidi karşısında dönüş yolları üzerinde yer alan bütün köprüleri havaya uçurdular ve hükümete bir kesin uyarı gönderdiler:

Bölgede jandarma bulundurulmaması, yeni köprülerin yapılmaması, bölgenin devlet kurumlarıyla donatılmaması, silahların ellerinden alınmaması, vergilerin karşılıklı görüşmelerle belirlenmesi koşuluyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile anlaşabileceklerini bildirdiler.

Aşiret reislerinin bu ültimatomu üzerine bölgeye askerler gönderildi ve aşiret reislerine karşı savaş başlatıldı…’ [2]

Komünist Enternasyonel’in yayın organı ‘Rundschau’nun 29 Temmuz 1937 günlü sayısında yapılan açıklamaya göre, isyanın nedeni feodal ağaların Cumhuriyet rejimine karşı bir direnişidir;

‘İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara Hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor.

Ağalar, kendi yönetim ve yargı yetkileri altında bulunan ahaliden işlerine geldiği gibi vergi alıyor. Bölge gençlerinin büyük bir kısmı askere gidecek yerde, aşiret reislerinin muhafız birliklerine fedai olarak giriyor.

Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişiyle karşı karşıya bulunuyoruz. İsyanın arifesinde tapu kadastro idaresi, aşiret reislerinin elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet önlemlerini uygulamaya başlamıştı.

Bu durumda feodalizm, kendi yasadışı egemenliğinin iktisadi temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti. İşte, özellikle bu önlem, isyana yol açan neden olmuştur’. [3]

İngilizler ise ABD ve Rusya’dan farklı olarak isyanın ardında bir Hatay meselesinden söz etmektedir;

‘Türk hükümetinin ve Genelkurmayının şu sırada iki kaygısı var: Biri Suriye sınırı, diğeri Dersim. Mardin yöresinde eşkıyalık baş göstermiştir. Eşkıyanın Suriye ve Irak’tan geldiği sanılıyor. Bu çeteleri Suriye kışkırtmış olabilir. Hatay sorunu halledilince bu eşkıyalık biter. Dersim’de ise büyük çapta bir ayaklanma var. Askeri makamlar harekat için hazırlık yapıyor…

Suriye-Irak sınırında ortaya çıkan eşkıyalığın Dersim ayaklanmasıyla bağlantısı olabilir. Dersimliler sanırım Hatay sorunu halledilmeden ayaklanmaya karar vermişler. Sayıları 1.500 kadar olan asiler 8 Mayıs’ta hükümet kuvvetlerine ciddi zayiat verdirmişler ve ayaklanma bu saldırıyla başlamıştır… Dersim’e karşı operasyonlar Erzincan’dan yönetilecek. Erzincan 9’ncu Kolordu’ya bağlı 3’ncü Piyade Tümeni’nin karargahıdır. Bu tümen takviye edildi ve Diyarbakır’daki hava birliğinin uçaklarıyla desteklenecek…’ [4]

İsyan biliniyordu…

İsyan öncesinde Tunceli hakkında hazırlanmış raporlar vardı…

2 Şubat 1926’da, Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey Tunceli bölgesinde incelemelerde bulunmuş, yazdığı raporda yakın ya da uzak gelecekte, Tunceli’de bir isyanının başlayabileceğini bildirmişti;

‘Bölgedeki halk cehaletin, geçim darlığının, iç ve dış aldatmanın olumsuz etkileri altındadır. 1925 Şeyh Said ayaklanmasına karşı yapılmış olan askeri harekat bölgedeki irtica unsurlarında intikam hisleri uyandırmıştır.

Cumhuriyetin dini ve sosyal devrimleri bu unsurlarca ‘din elden gidiyor’ şeklinde propagandaya dönüştürmüş ve halk, bu dini duyguların etkisi altına alınmıştır. Bu şekliyle halk, bölgedeki reis, şeyh, bey ve ağaların oyuncağı haline düşürülmüştür. Eşkıyalık da bunların kışkırtması ile olmaktadır’.

Hamdi Bey, tüm bunlara karşı alınması gereken tedbirleri şöyle sıralıyordu;

‘Bölgedeki silahları toplamak; sonra reis, şeyh, bey, ağa namlı şahıs ve mütegallibeyi derhal uzak vilayetlere nakil ve iskan etmek; halka toprak vermek, sermaye ve tohumluk dağıtmak yoluyla onları üretici yapmak;

Her kazada kredi verecek Ziraat Bankası şubeleri açmak; madenleri işleterek halka para bulmak;

Devlet yolları ile diğer yolları iki yıl içinde yapmak; bu ıslahatı yaptıktan sonra, 25 yıl süreyle bölgeye idealist insanları memur olarak göndermek ve bunlara misyonerlik yaptırarak yöredeki Kürtleri Türkleştirmek;

Ahaliye Türklük his ve terbiyesi verdikten sonra okullar açmak ve halkı okutmak…’ [5]

Tunceli Valisi Cemal(Bardakçı) Bey, Hamdi Bey kadar sert değildi. Tunceli’yi kışkırtanların hocalar(şeyhler ve halifeler, Halid-i Nakşibendi Şeyh Said, Şeyh Rıza gibi…) olduğunu düşünüyordu;

‘Alevi ve halis Türk olan Türkmenler, Yavuz zamanından beri müthiş baskılara maruz kalmış ve on binlercesi merhametsizce öldürülmüşlerdi.

Dersim kargaşalıkları, büyük-küçük memur ve mutaassıp hocaların tahrik ve teşviki ile cahil Sünni ahali tarafından haklarında görülen muamelelerden doğmaktadır.

Baskılar son bulur ve şuurlu bir şekilde hareket edilirse, Cumhuriyet’in sadık ve fedakar hadimleri olabilirler…

Dört yüzyıldan beri Dersim’e hükümet girmiş değildir. Her Dersimli, hayatını, malını muhafaza kaygısıyla silah bulundurmak zorunda kalmıştır.’ [6]

Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali Bey, 1928 yılı Temmuz ayında Dersim’i gezmiş ve 1930 yılında da bu geziden elde ettiği izlenimleri İçişleri Bakanlığı’na bir raporla bildirmişti.

Raporda sert ve kalıcı tedbirlerin alınması isteniyordu;

‘Seyyid, reis ve halifeleri Dersim’den çıkarıp vatanın batı bölgelerine gönderilmeli, toprakları köylülere verilmeli, tekmil silahları alınmalı, adliye aranan suçlular tutulmalı, gasbedilen mallar kurtarılmalı, eski yeni vergiler aranmalı, topraksız ve şuna buna kul olmuş yoksul halk da batıya taşınmalı ve iskan edilmeli, dağ başlarındaki tek başına evler ve köyler yıkılmalı, ahalisi batıya taşınmalı ve dağlık olmayan yerlerde iskan olunmalıdır’… [7]

18 Kasım 1931’de, İçişleri bakanı Şükrü Kaya tarafından başbakanlığa bir rapor sunulmuş ve Dersim’in genel asayiş tablosu şöyle çizilmişti;

‘Dersimliler süre gelen tecavüzlerden gittikçe daha çok mutazarrır olmaktadırlar. Dersim’e yakın olan muhitlerin kazanç ve hayatları Dersimlilerin ayakları altında çiğnenmektedir. Toplu büyük çetelerin köy basması, sürüleri götürmesi, mukavemet edenlerin öldürülmesi, yol kesmesi, son aylarda adi vakalar sırasına geçmiştir…

Devlete asker ve vergi veren bu halk, canını ve malini korumak için kuzey ve güney aşiretlerine vergi vermek mecburiyetinde oldukları gibi, her gün de soyulmak ve öldürülmek tehlikesindedirler. Soygunlar pek çoktur. Öldürülenler de vardır. Köyden tarlasına gidemeyen veyahut şehre iltica eden köylüler de pek çoktur…

Dersim’in içi, muntazam hükümet teşkilatına rağmen tamamıyla anarşiktir; dış görünüşünde silahlı, teşkilatlı hırsızlar ocağı olmasıdır. Bu ocak gün geçtikçe kızışmakta ve etrafını yakmaktadır. Acil ve kati tedbir olarak bu ocak kati surette söndürülmezse ateş günden güne sirayetini artırmaktadır.

Yakın zamanda doğacak sonuç, etraftaki halkın gasp ve istismar sahalarına tabi oldukları ağaların hükmü nüfuzlarına girerek köle olmakta veyahut birçoklarının hazırladığı gibi evlerini, barklarını terk etmekle Dersimlilerin nüfuz ve tecavüz hudutlarının artması veyahut silah sağlayarak gerilerdeki silahsız ve itaatkar halka musallat olarak Dersim sisteminin genişlemesi olacaktır.’ [8]

Tedbirler alınıyordu…

1932’de İskan Kanunu hazırlanmıştı. Bu kanuna göre ağaların ayrıcalıkları kaldırılıyor ve ellerindeki topraklara el konuluyordu, şöyle ki;

‘Kanun, aşiretlere hükmi şahsiyet tanımaz. Bu hususta herhangi bir hüküm, vesika ve ilam müstenit de olsa tanınmış haklar kaldırılmıştır. Aşiret reisliği, beyliği, ağalığı ve şeyhliği ve bunların herhangi bir vesikaya veya gördü ve göreneğe müstenit her türlü teşkilat ve taazzufları kaldırılmıştır;

Bu kanunun yayınından önce herhangi bir hüküm veya vesika ile veya örf ve adet ile aşiretlerin şahsiyetlerin ve onlara izafetle reis, bey, ağa ve şeyhlerine ait olarak tanınmış, kayıtlı, kayıtsız bütün gayrimenkuller devlete geçer;

Bu kanun hükümlerine ve Devlet’çe tutulan usullere göre bu gayrimenkuller muhacirlere, mültecilere, göçebelere, naklonulanlara, topraksız ve az topraklı çiftçilere dağıtılıp tapuya bağlanır.’ [9]

Celal Bayar, 1936 tarihli Şark Raporu’nda toprak reformunun önemine değiniyordu;

‘Şark(doğu) vilayetlerinde toprak tevzi etmenin, halk toprak sahibi kılmanın ehemmiyeti aşikardır. Gayemiz bunları sadece toprak sahibi yapmakla iktifa(yetinmek) etmek değildir. Mümkün olduğu kadar kredi vasıtalarını, istihsal imkanlarını da aynı zamanda vermek lazımdır…

Köylüyü toprak sahibi yapmak, köylüyü hükümete bağlayacak çok müessir bir tedbirdir. Bu tedbirin tam semere verebilmesi için de ikinci bir şart vardır; o da, muhitteki nüfuz sahibi mütegallibenin aileleriyle birlikte iç vatana nakledilmesi keyfiyetidir…’ [10]

Başbakan İsmet İnönü tarafından 7 Kasım 1935’te TBMM’ne sunulan Tunceli Kanunu’nun gerekçelerinin bir kısmı yukarıda açıklanmış raporlara dayanıyordu;

‘Kendilerini birtakım ağaların, mütegallibelerin nüfuz ve tesirinden kurtarmaya muktedir olmayan, hatta cehaletleri yüzünden bu gibi kimselerin içlerinde meydana gelmesinde bilmeyerek, istemeyerek dolaylı olarak sebep olan bu zavallı halkı hükümet daha yakından vesayeti altına almaya ve olgun vatandaşların kanunları anlayarak, onlara mütekabilen riayet ederek kendileri koruyabildikleri haklarını buralarda hükümet cihazlarıyla kesin, kati ve yakından koruyacak tedbirleri almaya lüzum vardır’. [11]

Bu değişik dönemlerde yazılmış olan raporlar doğrultusunda, bölgede ekonomik, sosyal, kültürel tedbirler alınmaya başlamıştı.

Hükümet’in devlet otoritesini bölgede güçlendirmesi, feodal yapının yerine demokratik, sosyal bir hukuk nizamının tesis edilmeye başlaması, çıkarları zedelenen ağaları ve şeyhleri rahatsız etmişti; Seyid Rıza liderliğinde devlete karşı isyan için örgütleniyorlardı…

İsyan önlenemiyor…

Birinci Tunceli İsyanı; 21 Mart 1937’de, Demanan ve Haydaranlılar tarafından Pah Bucağı’nı Kahmut’a bağlayan köprünün yıkılması; Pah’taki karakolun Demenan Aşireti Reisi Cebrail’in oğlu Keko tarafından basılması; Seyid Rıza’nın talimatıyla Sin karakolunun basılması, Türk tarihine Dersin İsyanı olarak geçen Tunceli olaylarını başlattı…

4 Mayıs 1937’de, tüm bölge büyük bir askeri harekat kapsamına alınıyordu.

Seyid Rıza’nın diğer asilerle görüşüp direnme kararı alması, bölgedeki çatışmaların şiddetlenmesine yol açtı. Hükümet güçlerine diremeyen ve giderek güçlerini kaybeden asiler Kutu Deresi, Kızıldağ ve Sultanbaba dağlarına kaçarak saklanmaya çalışırken, Roznak, Demenan, Yusufan, Kureyşan, Bahtiyar aşiretlerinden isyana liderlik yapanlar yakalanmış, Elazığ’da mahkemeye sevk edilmişti. Seyid Rıza’nın sağ kolu durumundaki Koçgirili Alişir, 9 Temmuz’da öldürülmüş, Seyit Rıza’nın umut bağladığı dış destek irtibatı da böylece aradan çıkmıştı.

17 Ağustos’ta, isyanın elebaşlarından olan Seyid Rıza’nın oğlu Hasan, Bahtiyar aşiretti reisi Şahin ile amcası çıkan çatışmalarda hayatını kaybedince, Seyid Rıza artık yalnız kalmıştı; Erzincan jandarmasına gidip teslim oldu. [12]

Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada 11 kişi idama mahkum edildi; bunlardan dördünün infazı yapılmadı, cezaları 30’ar yıl hapse çevrildi. Kalanların idam cezaları infaz edildi, aralarında Seyid Rıza da vardı.

21 Mart 1937’de başlayan isyan, 10 Eylül’de bastırılmıştı…

Resmi kayıtlara göre, 4 Ekim 1937 tarihine kadar Tunceli’den 4076 tüfek toplanmıştı. Millet Meclisi’nin 7 Temmuz 1939 tarihli toplantısında İçişleri Bakanı Faik Öztrak, ‘Dersim mıntıkasından şimdiye kadar toplanan silahların adedi 14.593’tür. Bu silahların hepsi son sistemdir’ diyecekti. [13]

İkinci Tunceli İsyanı…

İsyan sırasında kaçıp dağlarda saklananların, 2 Ocak 1938’de, asker kaçaklarını aramakla görevli bir jandarma birliğini Kalan mıntıkası Marsunuşağı köyünde pusuya düşürmeleri, olayın akabinde Mercan karakolunu baskın düzenleyip iki askeri şehit etmeleri, 1938 Tunceli harekatının başlatılmasına yol açtı.

Harekat 31 Ağustos 1938’de başlatıldı, 16 Eylül’de son buldu. [14]

Bu isyan da bastırılmıştı.

Dersim’in anlamı…

1937 ve 1938’te yapılan iki harekatla bastırılmış olan Tunceli isyanı üzerine tarihçi yazar Sinan Meydan’ın Rıza Zelyut’u kaynak göstererek okurlarına taşıdığı şu bilgiler, isyanın bastırılması sırasında yaşanılanlar ve sonucu üzerine bizi bir fikir sahibi yapabiliyor;

‘Dersim’de acılar yaşanmıştır, bu doğrudur.

Dersin halkının Alevi olması, bazı bürokratların ve bazı subayların burada zulüm derecesinde işler yapmasına yol açmış görünmektedir. Bunun belgesi yoksa da, o zamandan kalan anı kırıntılarında bu gerçeği yakalamak mümkündür.

Bu hatıraların; tıpkı öldürülen insan sayısı gibi abartılarla dolu olduğu kabul edilebilir. Lakin bazı mağaralardaki insanların öldürüldüğü, isyancı aşiretlere ait köylerde ele geçirilen bazı sivillerin de kurşuna dizildiği bir gerçektir.

Bu yanlıştır, insaf dışı bir kırımdır. Dersim’deki bazı Osmanlıcı subaylar, geçmişin intikamını almak, bunları bir daha ayağa kaldırmamak gibi bir niyetle hareket etmiş gibi görünüyorlar.

Olayın bir de devlet tarafından görülen yüzü vardır. II. Dünya Savaşı’na giden bir dünyada Hatay Sorunu ve Boğazlar konusuyla uğraşan Türkiye Cumhuriyeti, yeni düzeni Dersim bölgesinde de egemen kılacaktı. Ülkenin diğer yerlerinde olduğu gibi burada da eskiyle yeninin savaşı yaşanmıştı.

Buralarda öldürülen sivil halkın sayısının 100.000 olmasını bırakın 100 tane olması bile onaylanamaz. Fakat yapılan askeri çarpışmadır. Bu çarpışmanın düzenli iki ordu olmadığı, gerilla savaşı veren tarafın bastırılması sırasında böyle zayiatların ortaya çıktığı bir gerçektir.

Ve kırılan Dersim’in suçsuz insanları olmuş, bu kırımı hazırlayanlardan, tarih önünde Dersimliler hesap sormayı düşünmemişlerdir.

İşin tek olumlu yanı şudur: Bu operasyon, Dersim bölgesindeki katı aşiret reisliğini ve ağalık sistemini çökertmiş, bölge insanını özgürleştirmiştir.

Bugün, Tunceli insanının en çağdaş değerlere açık olmasının, aklı ve bilimi savunan bireyler haline gelmesinin sebeplerinden birisi, Tunceli’nin devlet eliyle derebeylerden temizlenmesidir.’.[15]

Uğur Mumcu; Türkiye Yeniden Oluşuyor…

Uğur Mumcu, isyan öncesinde çıkarılan Tunceli Kanunu için ‘Türkiye yeniden oluşuyor ve biçimleniyordu’ diyor;

‘Tunceli ıslahı ile ilgili ilk adımlardan biri ‘Gizli Nüfusların Sayımları Hakkında Kanun ile atıldı. 5 Temmuz 1934 Gün ve 2576 Sayılı Yasa, nüfusa kaydedilmemiş kişilerin nüfusa yazılmaları, ölüm, doğum ve boşanma gibi olayların aile reislerince muhtarlıklara ve belediyelere bildirilmesi yükümlülüğü getirmekteydi.

2 Temmuz 1934 tarihinde ‘Soyadı Kanunu’, 29 Kasım 1934 günü ‘Efendi, Bey, Paşa Gibi Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun’, 13 Aralık 1934 günü de ‘Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun yürürlüğe konmuştu. Efendi, Bey, Paşa Gibi Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun şu lakap ve unvanları kaldırmıştı; Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri.’ [16]

Uğur Mumcu’ya göre, aşiret ağalarının ellerinden topraklarını alıp yoksul köylülere dağıtmak tam bir toprak devrimiydi;

‘1930’lu yıllardan beri gündem olan bu konu, sürekli olarak toprak ağalarının direnci ile karşılaşmıştır. 1934 yılında hazırlatılmış olan bu yasa taslağı da hayata geçirilememiş, hem Tarım Bakanlığı hem de Danıştay tarafından geri çevrilmiştir.

Atatürk, 1936 yılında TBMM açılış konuşmasında toprak reformu yapılması gereğine değinmiş, Atatürk’ün bu isteğine karşın bu konuda bir yasa hazırlanıp sunulmamıştır. Aynı yıllarda İsmet İnönü ‘batakçı toprak ağalarının köklerini kazıyacağım’ demiş ancak yine de yoksul köylere toprak dağıtan bir yasa çıkmamıştır’. [17]

Uğur Mumcu, İskan Kanunu ile Türkiye’ye gelen ve Doğu illerinde yerleştirilen nüfus hakkında detaylı bir araştırma yapmıştı.

Buna göre; 1923-1934 yılları arasında 380.243 mübadil, 247.295 göçmen ve mülteci, 1934-1937 yılları arasında göçmen ve mülteci 144.073 kişi olmak üzere toplam 771.611 kişi Türkiye’ye yerleştirilmiş, bunlardan ancak 8.017’si Doğu illerine gönderilmişti.

Uğur Mumcu, ‘bu göçmenlere(Rumeli) toprak verildi ama tapu verilmedi, verilenler de 20-25 yıl sonra Batı Anadolu’ya göç ettiler’, [18]  diyor ve göçün sayısal tablosunu çıkarıyor;

‘İsyan öncesinde, İçişleri Bakanlığı’nca Tunceli’deki ağaların Batı illerine gönderilmesi talep edilmiş ve bu amaçla 347 ağa ailesi tespit edilmişti.

Tekirdağ iline 76, Edirne iline 38, Kırklareli’ne 56, Balıkesir’e 65, Manisa’ya 73, İzmir’e 34 aile olmak üzere 347 aile için sürgün kararı alınmıştı. Bu 347 aile 3.470 kişiden oluşuyordu’. [19]

Başbakan İsmet Paşa da, 1935’te Doğu Anadolu illerini gezmiş, bu feodaliteyi yerinde görmüş ve Atatürk’e bir rapor halinde sunmuştu;

‘Bu reis haydutlar(ağalar-şeyhler), sınır üzerinde otururlar ve bir-iki yılda bizaat [20]  girmeye gerek görerek köylerinden hakları saydıkları alacak ve gelirleri toplayarak geri dönerler. Addurrahman Mihi’nin takip olunduğu sabit olmuş bir söylentiye göre altı bin mecidiye toplamıştır.

Bu olayı ileride olaylarla da kanıtlayacağım üzere, idaremizin Arap ve Kürt mıntıkasındaki köylere ve halka nüfuz etmediğinin, bizim kabuğun üstünde ve halktan ayrı olarak yalnız kuvvetle idare etmeye çalıştığımızın kanıtlarından biri olarak belirtiyorum’. [21]

Dönemin Ekonomi Bakanı Celal Bayar, 10 Aralık 1936 tarihli Şark Raporu’nda günümüze kadar gelen feodal yapıyı da işaret etmişti;

‘Doğu illeri bizim rejimimize(cumhuriyet) gelinceye kadar kafi tarzda hakimiyetimiz altına girmemiştir. Geçmiş hükümetler, halk üzerindeki hakimiyetini ağalar ve şeyhler vasıtasıyla yürütmek istemişlerdir.

Ağalar ve aşiretler soyduklarının bir kısmını hükümet erkanına vermek suretiyle müşterek idare-i maslahat devri yaşanmıştır’. [22]

Demokrat Parti’yi devirerek iktidara el koyan 1960 İhtilali’ndeki askeri yönetim;

‘Sosyal bakımdan feodal sistemin izlerini sürdüren ve teokratik geriliğin zararlı karakterini temsil eden ortaçağ temsilcileri, ağa, bey, şeyh adları altındaki mütegallibenin doğu illerinden batı illerine sürüldükleri ancak bu bey, şeyh ve ağaların yasada yapılan değişikliklerle eski yerlerine döndükleri’ gerekçesiyle 55 Ağa Operasyonu’nu başlatacaktır.

Önce ‘2510 Sayılı İskan Kanunu’na Ek 105 Sayılı Kanun kabul edilecek, ardından, 1 Haziran 1960 günü yapılan bu operasyonla 485 ağa gözaltına alınacaktır, aralarında Şeyh Said’in oğulları Ali Rıza, Gıyasettin, Selahattin ve Ahmet Fırat da vardır. [23]

Beş ay Sivas’ta bir kampta tutulan bu ağalar, önce ülkenin değişik yerlerine gönderilecek ama daha sonra çıkarılan bir yasa ile eski yerlerine geri dönüp feodal hakimiyetlerine yarım bıraktıkları yerden devam edeceklerdir.

Sinan Meydan; Dersim kirli ittifakların nihai sonucu…

Tunceli isyanı ile öncesinde çıkarılmış olan isyanlar arasında küresel siyasi bir bağ varsa eğer, Büyük Suikast’ın güncel yüzünün görülebilmesi için açığa çıkarılması gerekiyor.

Aralarında bir bağ yoksa eğer, Tunceli sıra dışı bir isyan; feodal yapının kırılması ve cumhuriyet rejiminin tüm eserleriyle hayata geçirilmesine karşı yapılmış olan bir isyan olarak görülebilir. Ama küresel siyasi bir bağ varsa, o zaman 1908’te Bedirhaniler ve Seyit Abdulkadir tarafından başlatılmış olan siyasi Kürt hareket içerisindeki yeri aydınlatılmalıdır.

Bu nokta önemlidir çünkü Büyük Suikast olarak nitelendirdiğimiz bu siyasi hareketin hedefinde Türk Milleti ve Devleti’nin varlığı ve bekası vardır…

Sinan Meydan, Tunceli isyanının Büyük Suikast’ın bir parçası olduğunu şöyle açıklıyor;

“Jandarma Genel Komutanlığı da ‘Dersim’ adlı raporunda bazı Dersim aşiretlerinin Ağrı İsyanı’nı desteklediğini doğrulamıştır. Rapora göre, ayaklanan Pülümür aşiretleri Batı Dersim aşiretlerini isyana katamamıştır.

Rapordaki şu cümle dikkat çekicidir;

‘Zeylan tedibatı sırasında bulunan bir Hoybun tamiminde Dersim’in altıncı bir Hoybun mıntıkası olarak gösterilmesi bu mütalaaya kuvvet vermektedir’.

Vali Ali Kemali tarafından, 9 Ekim 1931 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na gönderilen bir raporda ‘Biri Fransız diğeri Arap olmak üzere iki kişinin Seyit Rıza’nın yanına geldikleri ve Seyit Rıza’nın kardeşi Seyit Ağa ile Mazgirt, Palu ve Kigi kazasını dolaştıkları’ bildirilmiştir.

Aynı dönemde Seyit Rıza’nın Kürt-Ermeni ortak örgütlenmesi olan Hoybun Cemiyeti’yle de ilişkide olduğu anlaşılmaktadır.

18 Aralık 1930 tarihli yazıda İçişleri Bakanlığı ‘Ermeni Taşnak müfettişlerinden Uzanyan, hariçte bulunan ajanımıza Ermenilerin Dersim’e el attıklarını kapalı cümlelerle ihdas etmiştir’ demiştir.

12 Aralık 1934 tarihli İçişleri Bakanlığı raporunda ise, biri Ermeni diğeri Kürt Bogos ve Mehmet adlı iki Hoybuncu’nun Dersim’e gelerek Seyit Rıza ile görüştükleri, ondan çok yardım gördükleri hatta Seyit Rıza’nın Hoybun’a üye olduğu ve Hoybun’a ayda 50 lira vermeyi kabul ettiği bildirilmiştir. Rapora göre Hoybuncular bu faaliyetlerinden sonra Halep’e dönmüşlerdir.

Görüldüğü gibi 1937 Dersim İsyanı’ndan önce Fransa-Taşnak-Hoybun ekseni ile Seyit Rıza arasında çok dikkate değer ilişkiler vardır.

Hoybun Cemiyeti, Ağrı İsyanı’nın bastırılmasından sonra gücünü büyük oranda kaybetmesine rağmen Türkiye karşıtı faaliyetlerine devam etmiştir.

Özellikle Fransa, Hatay sorunundan dolayı Hoybun Cemiyeti’nin faaliyetlerini desteklemeye devam etmiş ve 1930’ların sonlarında cemiyetin çalışmaları Suriye’de yoğunlaşmıştır.

Siyasi Kürtçülüğe zemin hazırlamak amacıyla Şam’da 1932 yılında Hawar dergisi çıkarılmaya başlanmıştır. Celadet Ali Bedirhan ve Kamuran Bedirhan tarafından Hoybun Cemiyeti’nin yayın organı olarak 15 günde bir Kürtçe ve Fransızca olarak yayınlanan bu dergi, 1943 yılına kadar çıkarılmıştır.

1936 yılı başlarından itibaren Hoybun lideri Celadet Ali Bedirhan İskenderun, Halep ve Beyrut’taki Taşnak önderleriyle görüşmeler yaparak Cezire üzerinden Türkiye’ye karşı bir hareket yapmayı planlamıştır.

Ayrıca Taşnak-Hoybun işbirliğine Türkiye’ye karşı düşmanca duygular besleyen Şam’daki ‘Çerkez Cemiyeti’ de dahil edilmiştir. Bu konuda Celadet Ali ile Çerkez Cemiyeti Başkanı Abdullah Bey arasında bir ittifak yapılarak Türkiye’ye karşı bu üç cemiyetin birlikte hareket etmesi kararlaştırılmıştır. Bu ittifakın yapılmasında sonra Türkiye’ye karşı 1937 yılı başlarında veya ilkbaharda harekete geçilmesi uygun bulunmuş ve Türkiye içindeki bazı aşiretlere isyana hazırlık yapmaları için talimat verilmiştir.

Nitekim 1936 yılı sonlarında Türkiye’nin güney sınırında bir takım çete saldırıları görülmeye başlamış, 1937 başlarından itibaren bu saldırılar daha da artmıştır. Bu sırada Fransa, İngiltere’nin Musul sorununu çözmek için kullandığı modeli kullanarak Türkiye’ye yönelik ‘bölücü’ hareketleri kışkırtma yoluna gitmiştir.

Türkiye açısından Hatay’ın ön plana çıktığı 1937 yılında Fransa, gizli yollarla Dersim İsyanı’nı teşvik etmiştir. Bunun üzerine Türkiye, 8 Temmuz 1937 tarihinde Afganistan, Irak ve İran ile Sadabat Paktı’nı kurarak bölgeden yönelebilecek bölücü hareketleri önleme yoluna girmiştir.

Ancak Türkiye’nin çabalarına rağmen 1937 yılında Dersim İsyanı’nın çıkması önlenememiştir.

1920-1921 yılında Koçgiri isyanında Türkiye’yi bölüp, özerk veya bağımsız Kürdistan kurmaya çalışan Baytar Nuri(Dersimi), Alişer Bey, ve Seyit Rıza, 1926,1927 ve 1930 tarihli Ağrı isyanlarında da sahne almıştır. Tesadüfe bakın ki aynı isimler 1937-38 yıllarında ki Dersim İsyanı’nda da sahne alacaklardır.

Görüldüğü gibi Dersim İsyanı, asla sadece Dersim İsyanı değildir!

Dersim İsyanı, 1920-1936 arasındaki ‘emperyalist’ destekli Kürtçü isyanların, bu süredeki yeni isyan hazırlıklarının, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kurulan ‘kirli ittifakların’ nihai sonucudur.

Özetlemek gerekirse;

1924’teki Nasturi isyanını İngiltere desteklemiştir.

1925’teki Şeyh Sait İsyanı’nı İngiltere desteklemiştir.

1925’teki Şeyh Sait İsyanı sonrasında yurt dışına kaçan isyancıların bazıları 1927 yılında Ermenilerle birlikte Türkiye Cumhuriyeti karşıtı Hoybun Cemiyeti’ni kurmuştur.

Hoybun Cemiyeti’ni İngiltere, Fransa ve ABD desteklemiştir.

1927 ve 1930’daki Ağrı isyanı Hoybun Cemiyeti’nce desteklenmiştir.

1937’de Kürtçü Hoybun Cemiyeti, ayrılıkçı Ermenilerle, Çerkezlerle Türkiye’ye karşı bir ittifak yapıp İskenderun, Halep ve Beyrut’ta isyan hazırlıklarına başlamıştır.

Sonuç olarak 1937-38’deki Dersim İsyanı’nın alt yapısı 1920-1936 arasında hazırlanmıştır. [24]

Bu noktada şu sonucu görebiliriz;

Kurtuluş savaşı, cumhuriyetin kuruluşu ve devamında, Bedirhanlar, Seyit Abdulkadir ve Barzaniler tarafından, İngiltere ve Rusya’nın dış desteği, Ermeni, Rum ve diğer etnik unsurların iç desteğiyle tertiplenmiş ve çıkarılmış olan bu isyanlar günümüzde Türk Milleti ve Devleti’ne karşı sürdürülen Büyük Suikast’ın tarihimize yazılmış karanlık sayfalarıdır…

 

BAŞVURU İÇİN BAKINIZ: BÜYÜK SUİKAST

 

Dipçe:

[1]  Mumcu, ‘Kürt Dosyası’, s. 25.

[2]  Sinan Meydan, ‘Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Tarih Tezlerine El-Cevap’, s. 438. İnkılap Yayınları, 2013.

[3]  Age, s. 438.

[4]  Age, s. 437.

[5]  Şimşir, ‘Kürtçülük’, cilt II, s. 377.

[6]  Mumcu, ‘Kürt Dosyası’, s. 30.

[7]  Şimşir, ‘Kürtçülük’, cilt II, s. 382.

[8]  Mumcu, ‘Kürt Dosyası’, s. 42.

[9]  Age, s. 57.

[10]  Şimşir, ‘Kürtçülük’, cilt II, s. 374.

[11]  Age, s. 390.

[12]  Çay, ‘Her Yönüyle Kürt Dosyası’, s. 420.

[13]  Meydan, ‘Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Tarih Tezlerine El-Cevap’, s. 422.

[14]  Çay, ‘Her Yönüyle Kürt Dosyası’, s. 421.

[15]  Meydan, ‘Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Tarih Tezlerine El-Cevap’, s. 426.

[16]  Mumcu, ‘Kürt Dosyası’, s. 83.

[17]  Age, s. 58.

[18]  Age, s. 73.

[19]  Age, s. 47.

[20]  Bizaat; eski bir hukuk terimi; bir kimseye borç olarak verilen sermaye.

[21]  Mumcu, ‘Kürt Dosyası’, s. 74.

[22]  Şimşir, ‘Kürtçülük’, cilt II, s. 373.

[23]  Mumcu, ‘Kürt Dosyası’, s. 69.

[24]  Meydan, ‘Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Tarih Tezlerine El-Cevap’, s. 456.

 

Erdal SARIZEYBEK, 19 Kasım 2014

Kaynak: http://www.sarizeybekhaber.com.tr/m/?id=852

Leave a Reply