2013 KASIM 19 – TÜRKİYE – DÜNYADA EKONOMİSİ EN ÇOK TEHLİKEDE OLAN ÜLKE
TÜRKİYE – DÜNYADA EKONOMİSİ EN ÇOK TEHLİKEDE OLAN ÜLKE
The Economist dergisinin 7 Eylül tarihinde yayınlanan “Sermaye-donma indeksi Dur işaretleri” adındaki ekonomik araştırma raporu hakkında sizlere bilgi vermek istiyorum. Kullanılan verilerin hatalı olmasından dolayı, gelen itirazlar sonucu düzeltilerek 19 Eylül’de yeniden yayınlanan raporda Türkiye, dünya sıralamasında, ekonomisi en çok tehlikede olan ülke.
Bu yazıyı yazmak için, Avustralya’nın dört büyük bankasının birisinde çalışan, çok saygı duyduğum ve dünya ekonomisi üzerinde yüksek bilgi sahibi bir Türk arkadaşımdan, profesyonel bir analize ve açıklama yardımı aldım. Bankanın “Treasury” denilen, hazine ve maliye bölümünde görevli arkadaşım ve beraber çalıştığı profesyonel banka yetkilileri, bankanın kazandığı parayı dünyanın neresinde ve hangi alanda yatırım yapacağına karar veren, bankanın kar yapmasından sorumlu insanlar.
Raporun başlığından da anlaşılacağı gibi, Sermaye-donma indeksi, yurtdışı kaynaklı sermaye girişlerinin ani bir duruşu sonucu, ülke ekonomisinin ne kadar sağlam olduğunu yada başka bir deyişle dış kaynaklı sıcak para akışı durduğunda, ekonominin ne kadar riskte olup kendi ayakları üzerinde durup duramayacağını gösterir.
Özellikle gelişen ülkelerde görülen; dış kaynaklı sıcak paranın yabancı hükümetler, yatırımcılar ve diğer kamu veya özel kurumlar tarafından hızla ekonomiye girmesi olumlu karşılanır. Savaş yada dünya ekonomik krizi gibi herhangi bir sebepten dolayı, sıcak paranın, yine aynı hızla ülkeyi terk etmesi ve kesilmesi, gelişmekte olan bir ekonominin ve bu ülke hükümetinin istemediği bir şeydir. Kendi paraları yeterli olmadığı için yabancı sermayeye ihtiyaç duyan ülkeler, gelişebilmeleri için ya kendileri üretime geçip diğer ülkelere ürettiklerini ve emeklerini satacaklardır yada faiz karşılığı diş kaynaklı borçlarla boyun eğeceklerdir.
Az gelişmiş ülkelerde, küreselleşmenin bir parçası olarak, yatırım yada spekülatif nedenlerle yabancı sermaye akışının artması, bireylerin kontrolünde olmayıp, hükümetlerin politikaları ile ülkeyi yabancı sermaye sahiplerine çekici hale getirmesi ile olur. Bir ekonomiye sermaye girişi (bunun bir saniye için sıcak para olmadığını varsayalım) yatırım anlamına gelir. Yatırım ekonomik büyüme sağlar. Ekonomik büyüme, istihdam, yani işçiler için iş alanlarının yaratılması anlamına gelir. İşsizlik oranı azalan bu ülkede, işçinin kazancının, zamanla ilerleyen ekonomi ile artması ve yaşam standartlarının yükselmesi demektir. Bu da genelde işçilerden alınan verimin artması ile geri döner ve ülke zamanla refaha kavuşur.
Gelişen ülkelerdeki yabancı sermaye girişinin ne kadarının uzun vadeli altyapı veya yatırım projeleri için, yani yerel ekonomide ne kadar kalıcı olarak bırakacağı, yatırım ve nakit para miktarının ne kadar olduğu çok önemli bir konudur. Yani hükümetlerin, ülkeye giren sermaye akışını yakından takip etmeleri şarttır. Gelen sermaye sadece sıcak para ise, aynı hızla geri yurt dışına dönme ihtimali ülke yöneticilerin kontrolünde değildir. Raporda ele alınan konulardan birincisi bu. Ülkenin böyle bir durumda, yarımda kalan işlerini, kendi imkanları ile yürütüp yürütemeyeceği.
Yakın zamandan bir örnek verelim, üçüncü İstanbul köprüsü. Hükümet projeyi yabancı sermayeye cazibeli göstermek için çok çabaladı, 18 yerli ve yabancı şirket proje ile ilgilendi ama Ocak 2012’de hiç biri ihaleye girmedi ve ihale iptal edilmek zorunda kaldı. Uzun süre sermaye arayan hükümet, 3 Eylül 2013’de yedi bankanın ortaklaşa 2.3 Milyar dolarlık krediyi vereceği, 9 yıllık bir sözleşmeye imza attı. Finansı sağlayan bankaların üçü kamu bankası ve kredinin ağırlıklı bölümünü finanse ediyorlar. Üstelik projeye hükümet Hazine garantisi verildiği için kredinin batması durumunda ödemeyi de devlet yapacak.
IC İÇTAŞ Astaldi Konsorsiyumu tarafından yapılacak Kuzey Marmara Otoyolu Projesi kapsamındaki Yavuz Sultan Selim Köprüsü projesi Yap-İşlet-Devret (YİD) modeliyle gerçekleştirilecek. YİD modelinin özelliği kamunun finansman bulamadığı projelere özel sektör finansmanı sağlanmasıdır. Normalde kamunun borçlanarak yapacağı projeler özel sektör finansmanı ile yaptırılır. Özel sektörde proje konusu yatırımı pazarlayarak gelir elde eder. Şimdi bu projeyi Hazine garanti veriyor ve ağırlıklı kamu bankaları finanse ediyor. Kamu bankalarının Hazine’ye ait olduğu düşünülürse borcu verende kefil olanda Hazine. Yani öyle yada böyle üçüncü köprünün kredisi vatandaşın cebinden çıkacak. Devletin borç açığı zaten tavanlara vurmuş ve eni sonu yapacağı şey tekrar faizle borç para almak.
İşin daha ilginç yanı ise, madem borcu da ve borcun garantisini de Hazine verecekti. Neden bu projeler Yap-İşlet-Devret modeliyle yapılıyor? Parasını da kefaletini de Hazine veriyorsa neden 10 yıl boyunca bu projeleri özel sektör işletiyor?
Ekonomik ve finans saçmalıklarının yaşandığı bir ülke olan Türkiye, hükümetin hatalı yönetimi ve kararları ile uluslararası düzeyde itibarımızı sarsıyor. Gelişmekte olan Türkiye, büyük insan ve beyin gücünü değerlendiremiyor. Doğal kaynaklarımız heder ediliyor ve halk her gün daha kötü ekonomik şartlarla karşı karşıya kalıyor ve kalmak zorunda bırakılıyor.
Köprü için binlerce ağaç yok edildi ve proje başladı ama, süreceği ve biteceği çok kuşkulu. Financial Times gazetesinde yayınlanan bir haberde Türkiye’deki büyük altyapı projelerinin karşı karşıya olduğu finansal zorluklara dikkat çekildi yakınlarda. BBC Türkçe ‘ye göre, Daniel Dombey’in imzasını taşıyan haberde, finansal belirsizliklerin Türkiye’deki büyük altyapı projelerini tehdit ettiği belirtiliyor. Haberde ilk olarak dünyanın en büyük havaalanı olacağı söylenen yeni İstanbul havaalanıyla ilgili projenin büyüklüğüne dikkat çekiliyor. Ancak bununla beraber yeni havaalanı projesiyle ilgili finansal belirsizlikler nedeniyle Atatürk havaalanının kapasitesinin genişletilmesi için çalışmalara başlandığı aktarılıyor. Gazete bu durumun, ülkenin çok büyük altyapı projelerinin ertelenmesi veya ölçeklerinin düşürülmesi ihtimalini gösteren son işaret olduğunu söylüyor. Haberde ülkedeki diğer büyük altyapı projelerinin de sorunlarla karşı karşıya olduğu da belirtiliyor.
2002 yılında AKP hükümeti iş başına geldiğinde Türkiye’nin cari durumu, yani geliri ve gideri birbirine çok yakındı. Bahsedilen raporda 2012 yılı verileri incelendiğinde gelir ve gider arasındaki fark çok büyük ve sıralamada sondan üçüncü. Bu da Türkiye’nin ticaret açığının ne kadar fazla olduğunu gösterir.
Sonuç olarak, bu raporun neden 5 yada 10 yıl önce yayınlanmadığı sorulmalı. Türkiye’nin ekonomik ve finansal durumu zaten bilinen bir konu idi. Son iki üç aydır bu gibi hassas konuların dünya basınında yer alması ve durumun bu kadar kötü olduğunun gösterilmesi, kapitalizmi bir araç olarak kullanan emperyalist güçlerin AKP’ye verdikleri desteği geri çekmeye başlaması mıdır diye de sormaktan alı koyamıyor insan kendini. AKP’nin sonu geldi mi?
Saygılarla,
Ömer Can Şirikçi
omercan.sirikci@ataturk.org.au
Avustralya Atatürk Kültür Merkezi
Bu Makale Hürriyet Avustralya Gazetesi
45. Sayısında 19 Kasım 2013
tarihinde bir dize olarak yayınlanmıştır.
Comments are Closed