Category: AKM Belleten
AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 5 Mayıs * ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ
Atatürk Orman Çiftliği, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kendi adına 20 bin dekar civarında bir arazinin satın alınmasıyla Gazi Orman Çiftliği adıyla kurulmuş, aynı yıl içinde çevreden alınan arazilerle birlikte toplam arazi büyüklüğü 102 bin dekara ulaşmıştır. Daha sonra ülke çapında yaygınlaştırılan bu örnek çiftlikler diğer çiftliklerle birlikte 11 Haziran 1937 tarihinde Atatürk tarafından Hazine’ye bağışlanmıştır. Atatürk’ün bu bağışının altında, o dönemin toprak reformu çözümlerine karşı olanlarla, devlet yöneticilerine bir özveri dersi verme isteği yatıyordu. Hazineye bağışlandığı tarihte, Çiftlik’in Ankara dışındaki arazileriyle birlikte toplam 154 bin dekar arazisi bulunmaktaydı. Ülke tarımına katkı sağlaması amacıyla kurulan çiftlik günümüzde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliğe sahip bir kuruluştur.
Kurulma Amacı
Ankara ve çevresini ağaçlandırmak, yeşillendirmek, modern tarım ve işletmecilik tekniklerini uygulayarak çiftçilere önderlik etmesi ve Ankara’nın tek piknik alanı olan Kazan Vadisi’ne alternatif olması amacıyla kurulmuştur.
İç Kısım
102.000 hektarlık alanı kaplayan ve Ankara’nın en büyük yeşil alanı üzerine kurulmuş olan çiftliğin içinde, Atatürk Evi, Gazi Orman Çiftliği Parkı, Piknik Alanı, Atatürk Orman Çiftliği Müze ve Sergi Salonu, Devlet Mezarlığı ve Hayvanat Bahçesi gibi ziyaret edilecek yerler mevcuttur.
Tarihten Günümüze
11.06.1937 tarihine kadar Atatürk’ün şahsına ait olarak işletilen çiftlik bu tarihte Atatürk tarafından Hazineye bağışlanmıştır. Atatürk’ün bağış mektubunda da belirtildiği gibi, Çiftliğin kuruluş yılından Hazineye intikaline kadar geçen süre zarfında, ıslahı çok zor olarak nitelenen arazide çok önemli ve olumlu çalışmalar yapılmış, tarım ve hayvancılık ürünleri, ziraat sanatları ürünleri üretiminde en yeni tarım ve işletmecilik teknikleri uygulanmış, örnek tesislerde çevre çiftçileri eğitilmiş ve ayrıca geniş bir alan ağaçlandırılıp düzenlenerek herkesin yararlanabileceği bir mesire yeri durumuna getirilmiştir.
13.01.1938 tarihinde, 3308 sayılı kanunla kurulan Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumuna bağlanmıştır. 28.02.1950 tarihine kadar 12 yıla yakın bir süre zarfında adı geçen kurum tarafından işletilen Çiftlik 01.03.1950 tarihinde, Devlet Üretme Çiftlikleri bünyesine alınmış ise de kısa bir süre sonra 24.03.1950 tarih ve 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanunu ile yeni bir statüye kavuşturulmuş, taşıdığı önem ve özellik göz önüne alınarak “Atatürk Orman Çiftliği” adı altında, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliği olan kuruluş haline getirilmiştir. Kuruluş halen bu statüde çalışmalarını sürdürmektedir.
2013 yılında Atatürk Orman Çiftliği sınırları içerisinde, Beştepe mevkiinde günümüzde kullanımda olan Cumhurbaşkanlığı Sarayının inşasına başlandı.
Beraberinde birçok tartışma ve davaları getiren inşaat için Danıştay tarafından 4 Mart 2014’te durdurulma kararı verildiyse de zaten büyük bir bölümü tamamlanmış olan inşaata devam edildi. Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından 29 Ekim’de resmen kullanıma açıldı. Çankaya Köşkü ise Başbakanlığın kullanımına tahsis edildi.
Günümüzde Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi olmasının yanı sıra, burası toplantılar, balolar, ziyafetler, açılışlar gibi çeşitli birçok etkinliğe de ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca kompleks içerisinde 2015 yılında açılışı yapılan Millet Camii bulunmaktadır.
AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 3 Mayıs * Türkkuşu Uçuş Okulu
Ulu Önderimiz Atatürk’ün adını verdiği Türkkuşu Uçuş Okulu 3 Mayıs 1935’de açılarak, sivil havacı gençliğin hizmetine sunuldu.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türkiye, Birinci Dünya Savaşı’ndan perişan halde çıkmış, 15 milyonluk yoksul bir ülkeydi. Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, o zor koşullar altında havacılığa önemli destekler verdi.
Sadece Türk milletinin değil, bütün dünyanın sevgisini ve saygısını kazanmış bir lider, başarıları, eserleri ve geleceğe dönük eşsiz öngörüleriyle Türk milletinin yazgısını ve tarihin akışını değiştiren, insanlığın yetiştirdiği büyük kişilikler arasında yer alan Atatürk,
havacılığın hızla gelişeceğini sezinlemiş ve yetkilileri bu konuda uyarmıştı.
“İSTİKBAL GÖKLERDEDİR”
Türk havacılığının gelişmesini güçlendirilmesini sağlamak amacıyla zaman geçirilmeden gerekli girişimler başlatıldı. 16 Şubat 1925’te Türk Tayyare Cemiyeti kuruldu ve yurt düzeyinde hizmete başladı. 1935’te adı Türk Hava Kurumu (THK) biçiminde değiştirildi.
Atatürk, Türk gençlerinin uçuşu, planör kullanmayı, paraşütle atlamayı, kısacası havacılıkla ilgili herşeyi bilimsel bir şekilde en iyi öğretmenlerden, deneyler yaparak öğrenmelerini istiyordu. Bunun için 3 Mayıs 1935 tarihinde Ankara’da Türkkuşu Uçuş Okulu kuruldu. Önce planör okulu, ardından paraşüt okulu faaliyete geçti. Adını bizzat kendisinin koyduğu Türkkuşu, artık sivil havacı gençliğin emrinde olacaktı.
Paraşüt okulunun ilk müdürü Rusya’da paraşütçülük eğitimi alan Abdurrahman Türkkuşu oldu.
Türkkuşu öğretmenlerinden pilot Emrullah Ali Yıldız, 12 Haziran 1938 günü 14 saat 20 dakika süren bir planör uçuşuyla dünya rekorunu kırdı. Öğrencisi Ziya Aydoğan, THK İnönü Eğitim Merkezi’nden Kayseri’ye kadar, 466 km.lik bir mesafeyi planörle uçtu.
1936 yılında Tayyare Okulu adı ile motorlu uçak okulu açıldı ve Türk Silahlı Kuvvetleri için pilot yetiştirmeye başladı. Dünyanın ilk kadın savaş pilotu, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen Tayyare Okulu’nun ilk öğrencilerindendi.
“İstikbal göklerdedir” sözüyle havacılığa verdiği önemi perçinleyen Atatürk,Türkkuşu’nun yurt hizmetine açılışı dolayısı ile hava alanında yaptığı gurur dolu konuşmasında, “Cumhuriyet Hükümeti, havacılığı bütün ulusun işlevi yapmak kararındadır” der.
Ulu Önder Atatürk’ün 3 Mayıs 1935 tarihinde Türkkuşu’nu kurarken yaptığı sevinç ve gurur dolu konuşmasını bugün bir kez daha paylaşalım.
İşte, Atatürk’ün 3 Mayıs 1935’de Türkkuşu’nun yurt hizmetine açılışı dolayısı ile hava alanında yaptığı o gurur dolu konuşma:
“Bayanlar, Baylar! Bizim dünyamız -bilirsiniz- topraktan, sudan ve havadan oluşmuştur. Hayatın da, esas unsurları bunlar değil midir? Bu unsurlardan birinin eksikliği, yalnız eksikliği değil, sadece bozukluğu yaşantıyı olanaksız kılar. Hayatı, hele ulusal hayatı seven, onu korumak isteyen yurdun topraklarına, denizlerine olduğu gibi, havasına da ilginliğini her gün biraz daha çoğaltmalıdır. Bu ilginlik, saydığım hayat öğelerine egemenlikle olur. Doğa insanları türetti, onları kendine taptırdı da. Ancak insanların yaşayabilmeleri için, doğaya da egemenliğini şart kıldı. Doğaya egemen olmasını bilmeyen yaratıklar, varlıklarını koruyamamışlardır. Doğa onları, kendi unsurları içinde ezmekten, boğmaktan, yok etmekten ve ettirmekten çekinmemiştir. Türk, bu gerçeği çok önceden tanımak kapasitesini göstererek, kapsal bir dölenle (azim) toprağını ve onun türlü ürünlerini, insanlığa verimli kılmıştır. Coşkun denizlerde göğüslemedik dalgalar bırakmayarak insanlığa genlik veren kültür yollarını açmıştır. Lâkin yaşadığımız bu çağda, artık insanlar, yalnız karada ve denizde kalmadılar. Doğanın hava varlığının da içine daldılar. Hayat için, yaşamak için havayı yalnız nefeslenmenin yeter olmadığı anlaşıldı. Gerek ve gerçek olan hava egemenliği, açık olarak ortaya çıktı. Bütün ulusların büyük bir önemle oluşturmaya çalıştıkları bu alanda, Türk ulusu da kuşkusuz yerini almalıydı.
Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, kara ordumuzun yanında, donanmamızı kurarken, hava filolarımızı da, en son hava araçları ile düzenlemekten geri kalmadı. Kişilikleriyle onur duyduğumuz hava subaylarımız ve komutanları da yetişmiş bulunuyorlar. Pilotlarımız, her zaman ve her halde, ulusun yüzünü ağartacak yüksek değerdedir. Lâkin arkadaşlar, bu kadarı yeter görmek doğru olmazdı. Hava işine, onun bütün dünyada aldığı önem derecesine göre genişlik vermek gereklidir. Bunu göz önünde tutan Cumhuriyet hükümeti, havacılığı, bütün ulusun işlevi yapmak kararındadır. Türk, yurdunun dağlarında, ormanlarında, ovalarında, denizlerinde, her bucağında nasıl bir bilgi ve kendine güvenle yürüyor, dolaşıyorsa vatan göklerinde de aynı surette dolaşabilmelidir. Bu ise Türk’ü, çocukluğundan vatan kuşları ile, yurt havası içinde yarışa alıştırmakla başlar. İşte bugün, burada bizi toplayan neden, o kutsal işe başlama törenidir. Havacılığın gelişimine ciddî şekilde sarılmasından dolayı hükümete, Genel Kurmay Başkanı Mareşal’a ve Türk Hava Kurumu Başkanı, değerli arkadaşımız Fuad’a (Bulca) burada, özel olarak gönül borcumu sunarım.Türk çocuğu, her işte olduğu gibi, havacılıkta da, en yüksek düzeyde, gökte seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın. Bundan, gerçek dostlarımız sevinecek, Türk ulusu mutlu olacaktır”.
AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 23 Nisan * Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmi bayramlarından biridir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından dünya çocuklarına armağan edilmiştir.
Bu bayram, TBMM’nin açılışının birinci yılında kutlanmaya başlanan 23 Nisan Millî Bayramı ve 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla, önce 1 Kasım olarak kabul edilen, sonra 1935’te 23 Nisan Millî Bayramı’yla birleştirilen Hâkimiyet-i Milliye Bayramı ile Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin 1927’de ilan ettiği ve ilki Atatürk’ün himayesinde düzenlenen 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın kendiliğinden birleşmesiyle oluştu.
1980 darbesi döneminde Milli Güvenlik Konseyi, bu bayrama resmî olarak “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adını verdi. Hakimiyet-i Milliye Bayramı (önceleri 1 Kasım, sonra 23 Nisan), saltanatın kaldırılışının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM’nin açılışının egemenliği padişahtan alıp halka vermesini kutlamak amacını taşırken, Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşımaktaydı.
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, UNESCO’nun 1979’u Çocuk Yılı olarak duyurmasının ardından, TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği’ni başlatarak, bayramı uluslararası düzeye taşımıştır. Günümüzde bayrama birçok ülkeden çocuklar katılmakta, çeşitli gösteriler hazırlanmakta, okullarda törenler ve çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Ayrıca 1933’te Atatürk’le başlayan çocukları makama kabul etme geleneği günümüzde çocukların kısa süreliğine devlet kurumlarının başındaki memurların yerine geçmesi şeklinde devam etmektedir.
Anayasamızın Egemenlik başlıklı 6. maddesi aynen şöyle demektedir: “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
Toplumda hiçbir kimse, hiçbir zümre, hiçbir sınıf ya da gurup, doğrudan üstün emretme gücüne sahip olamaz. Toplumda üstün emretme gücünün tek kaynağı ve tek sahibi milletin kendisidir.
Önemli olan, Ulusal Egemenlik fikrinin genç nesillerce, ruhunda ve anlamında gönülden benimsenmesi ve onu yaşatmasıdır.
Atatürk’e göre, toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin manasıyla milli egemenliğin kurulmuş olmasına bağlıdır. Bundan dolayı hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası milli egemenliktir. Milli egemenlik beraberinde demokrasi kavramını da getirir.
Atatürk, “Türküm” diyen her insanın vatan toprakları üstünde ayrıcalıksız ve kaynaşmış bir Türk ulusunu temsil ettiğini özellikle vurgulamıştır. “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Ulusun Olacaktır” ilkesi doğrultusunda hiç bir güç, hiç bir iç ve dış kuvvet bu hakkı ulusun elinden alamaz.
Ulusumuz, en kutsal varlığı olan bağımsızlığını koruması en büyük hayati ihtiyacıdır. Bağımsızlığın da en önemli ve ilk temel taşı ekonomik bağımsızlıktır. Ekonomik bağımsızlığımız her geçen yıl daha da zayıflamakta ve yurt dışı borçlarımız artması da içinde bulunduğumuz tehlikenin başka bir boyutunu içermektedir.
Türkiye’de, egemenlik hakkını milletin adına kullanan kuruluşa Türkiye Büyük Millet Meclisi denir. 23 Nisan 1923 de kutlanmaya başlanan bu milli bayramımızda TBMM’nin ilk kuruluş yıldönümünde başlamıştır. Bu kuruluş yüce kudretin tecelli yeridir, milletimizin biricik ve hakiki temsilcisidir. Meclis yalnızca milletimizin emrine itaat etmekle yükümlüdür. Ancak Meclis, milletten emanet aldığı egemenliği millet iradesine aykırı şekilde kullanabilir.
Atatürk bu büyük tehlikeyi şöyle haber veriyor bize, “Ey Milletim, egemenliğini geçici de olsa tevdi edeceğin meclislere bile gereğinden fazla güvenme. Çünkü meclisler de doğru yoldan sapabilir, despotluk yapabilir. Üstelik bu, şahsî despotluktan daha tehlikeli olabilir. Öyle kararları olabilir ki meclislerin, milletin hayatına giderilmesi imkânsız zararlar verebilir. Millet her olasılığa karşı egemenliğini korumaya mecburdur.
Kendilerine milletimizin kaderi emanet edilmiş insanlar, Meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet bilmeliler ki kendilerini iktidara ve yetkili makamlara getiren irade ve egemenliğin sahibi, Türk milletidir. İktidar mevkiine saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir. Milletin kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakiki ve sağlanabilir çıkarları yolunda kullanmakla yükümlüdürler.”
Saygılarla,
Ömer Can Şirikçi
omercan.sirikci@ataturk.org.au
https://youtu.be/oiwnRa8h498
AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 20 Nisan * T.C. İkinci Anayasa (Teşkilatı Esasiye Kanunu) TBMM Kabulü
T.C. İkinci Anayasa (Teşkilatı Esasiye Kanunu) TBMM Kabulü
20 NİSAN 1924 Anayasası
20 Ocak 1921 tarihli Anayasa (Teşkilatı Esasiye Kanunu) olağanüstü devrin, olağanüstü şartları içinde çıkarılmış dinamik bir dönemin anayasası idi. Daha sonra, şartlar değişmiş, Cumhuriyet ilan olunmuş, Türk devrimi aksiyon evresinden yeniden düzenleme, reformlar evresine yönelmişti. Yeni Türkiye’nin yeni bir Anayasaya ihtiyacı vardı. TBMM’nde çalışmalar ve müzakereler sonunda, 20 Nisan 1924’te 105 maddeden oluşan yeni Anayasa kabul edildi.
20 Nisan 1924’te kabul edilen yeni devletin ikinci Anayasası, Milli Mücadelenin kazanılmasından ve Cumhuriyetin ilanından sonra, demokrasi ilkesine değer veren bir anayasa olarak düzenlendi.
1924 Anayasası, dayandığı ilkeler bakımından, 1789 Fransız İhtilali’nden itibaren gelişen ferdiyetçi ve hürriyetçi hukuki ve siyasi ideolojiyi temsil etmekte ve aynı zamanda siyasi fikir akımlarının tarihi gelişmesinden de faydalanmaktadır. Bu Anayasa hazırlanırken, 1921 tarihli Anayasanın dayandığı temel esaslardan esinlenilmiştir. Milli egemenlik, tek meclis ve kuvvetler birliği ve meclisin üstünlüğü prensipleri, 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndan alınmış ve geliştirilmiştir.
1924 Anayasası, egemenliğin yalnızca millete ait olduğu ve ancak TBMM tarafından kullanılacağı esasına uygun olarak hazırlanmıştır. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması, ona bir diğer ilahi veya beşeri otorite ve makamın ortak olamayacağını kabul etmek demektir. Bu ilkeyle egemenliğin milli niteliği 1924 Anayasasında daha belirli bir şekilde ortaya çıkmıştır. Kayıtsız ve şartsız millet egemenliği düşüncesinden hareket eden Anayasanın siyasal sistemi, böylece devlet içinde Büyük Millet Meclisi tarafından temsil olunan; tek kuvvet, tek meclis ilkesine dayanmaktadır. 1924 Anayasası meclis hükümeti ile parlamenter hükümet sistemi arasında bir köprü görevi görmüştür. 1924 Anayasası, 1921 Anayasasından daha yumuşak bir kuvvetler ayrımına yer vermiştir. Milli egemenlik ve meclisin üstünlüğü sistemini geliştirmiş, Anayasa alanını daha geniş ve yaygın bir şekilde düzenlemiş, kamu özgürlüklerine geniş yer vermiştir.
AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 19 Nisan * Türkiye Şeker Fabrikaları
Türkiye Şeker Fabrikaları Kuruluş ve Tarihçesi
Türkiye’de Şeker Fabrikaları kurulması amacıyla Osmanlı İmparatorluğu zamanında (1840-1899) ve ondan sonraki yıllarda bazı teşebbüsler olmuştur. Ancak bu teşebbüslerden hiçbirisi uygulama alanına konulamamış ve bir istek olmaktan ileri gidememiştir.
Şeker Fabrikaları kurma teşebbüslerinin gerçekleşebilmesi ancak, Büyük Önderimiz ATATÜRK’ün kurduğu Cumhuriyet döneminin sağladığı geniş imkanlar sayesinde olabilmiştir. Bu istikametteki ilk ciddi teşebbüs Uşak’lı Molla Ömeroğlu Nuri (Şeker) adında bir çiftçi tarafından başlatılmıştır.
Uşak’ta mahalli birçok müteşebbisin iştiraki ile 19.4.1923 tarihinde 600.000 TL sermaye ile kurulan “Uşak Terakki Ziraat T.A.Ş.” 6.11.1925 tarihinde ilk Şeker Fabrikası’nın temelini atmış ve fabrika 17.12.1926 tarihinde işletmeye açılmıştır.
Uşak’ta Şeker Fabrikası kurma çalışmaları devam ederken yine aynı yıllarda İstanbul’da da özel şahısların ve bazı milli bankaların iştiraki ile 14.6.1925 ‘de 500.000 TL sermayeli “İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları T.A.Ş.” kurulmuştur. 22 Aralık 1925 tarihinde Alpullu Şeker Fabrikasının temeli atılarak onbir ayda fabrikanın montajı bitirilmiş ve 26.11.1926 tarihinde fabrika işletmeye açılarak ilk Türk şekerini üretmiştir.
1933 yılına kadar ülkemizin şeker ihtiyacı bu iki fabrikanın üretimi ile kısmen karşılanmıştır. Bu iki fabrika ile pancar tarımında ve şeker fabrikası işletmesinde hayli tecrübeler edinilmiş olduğundan yeni şeker fabrikaları kurulması gerekli görülmüştür.
Milli bankalarımızdan bazılarının ortaklığı ile iki şirket teşekkül ettirilmiş ve bunlardan “Anadolu Şeker Fabrikaları T.A.Ş.” 5.12.1933 tarihinde Eskişehir Şeker Fabrikasını işletmeye açmıştır.
Diğer bir şirket olan “Turhal Şeker Fabrikası T.A.Ş.” de 19.10.1934 tarihinde Turhal Şeker Fabrikası’nı işletmeye açmıştır.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, tarımı dayanak alan bir kalkınma hamlesi ile işe başlanmış, devlet eliyle yaratılmaya çalışılan burjuvazi kanalıyla da tarımsal hammaddeye dayalı sanayi kurulması için çaba gösterilmiştir. 1929 yılına kadar bu politikaları esas alan Cumhuriyet, yaşanan 1929 dünya bunalımının etkisi ve özel sektörün bu yükü kaldıramayacağının anlaşılmasından sonra devletçiliği benimseyen politikaları merkezine alıp uygulamaya başlamıştır.
1929 yılına kadar uygulanan ekonomi-politikaların karşılığı olan 8 Nisan 1925 gün ve 601 sayılı “Şeker Fabrikalarına Bahşolunan İmtiyaz ve Muafiyet Hakkında Kanun”u çıkararak özel kesimi sanayi yatırımlarına yönlendirmeyi hedeflemiştir.
Bu yasayla özel kesime oldukça önemli olanaklar sağlanmıştır. Kanunla;
- Birbirine komşu beş ilin sınırını aşmamak ve bölge gereksinimini karşılayacak şekerpancarının sürekli yetişmesine elverişli büyüklükte bir alanı kapsamak üzere, Ticaret bakanlığının saptayacağı bölgeler içinde, 25 yıl süreyle şeker fabrikaları kurma ve işletme hakkı veriliyordu.
- Bu fabrikalar belirtilen süre içerisinde 1913 tarihli Teşviki Sanayi Kanununun sağladığı kolaylıklardan yararlandırılacaktı.
- Üretilen şekerden 8 yıl süre ile istihlak vergisi alınmayacak, üretilen pancarın şeker fabrikalarına satılması koşuluyla, pancar ekim alanları arazi vergisinden bağışık tutulacaktı.
- Fabrikalara kömür ve kireç sağlayan ocaklardan herhangi bir resim alınmayacak, fabrika kuracaklara hazine topraklarından bedelsiz olarak 1-5 ha’lık alan tahsis edilecek, fabrikalara gelen hammaddeler ya da üretilen ürünler kamu taşıtlarınca 1/3 oranında indirimli taşınacak, fabrikada çalışanlardan 10 yıl süreyle “temettü vergisi” alınmayacaktı.
- Yalnız bu yasadan yararlanmak isteyen kişi ve kuruluşlar, şeker fabrikası kurabilecek ve işletebilecek sermayesi ve personeli olduğunu kanıtlamak zorunda olacaklardı.
Bu yasanın sağladığı olanaklar sonucunda öncelikle Uşak ve Alpullu fabrikalarının, ardından Eskişehir ve Turhal fabrikalarının temeli atılmış, ilk şeker 26 Kasım 1926 yılında Alpullu’da üretilmiştir.
Uşak Şeker Fabrikası: Sanayi ve Maadin Bankası, Çekoslovak Skoda Şirketi ve özel kişiler tarafından 600 bin lira sermaye ile oluşturulan” Uşak Terakki Ziraat Türk Anonim Şirketi”nce kurulmuştur. Yapımı Çekoslovak Skoda Şirketi tarafından üstlenen fabrikanın temeli 6 Kasım 1925 tarihinde atılmış,ilk üretim 17 Aralık 1926 gerçekleşmiştir. Uşak Şeker Fabrikası’nda dikkati çeken iki durum vardır. Birincisi fabrika ortaklarından birisi başka bir ülke şirketinin olması diğeri ise sektördeki deneyimsizlik nedeniyle kurak bir alana fabrikanın kurulmasıdır. Bu yanlış, sektörde kurak yere fabrikanın kurulmamasını pratikte gösterdiğinden yapılan yanlıştan doğru bulunmuştur.
Alpullu Şeker Fabrikası: 500 bin lira sermayeyle oluşturulan “İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları Türk AŞ. tarafından kurulmuştur. Türkiye’de ilk şeker üreten fabrikamızdır. Hisse dağılımı yüzde 68 T. İş Bankası T.C. Ziraat Bankası ve Trakya illerinin Özel İdareleri yüzde 10 ve Trakya köylülerinin dahil olduğu özel şahıslar ise yüzde 22 oranındadır. Fabrika, Almanya kökenli Maschinenfabrik Buckau R. Wolf Şirketi tarafından kurulmuştur. 22 Aralık 1925 yılında temeli atılmış 26 Kasım 1926 yılında işletmeye açılmıştır.
20 Aralık 1930’da Atatürk fabrikayı ziyaret etmiştir. Büyük kurtarıcı Cumhuriyetin ilk fabrikası kabul edilen Alpullu Şeker Fabrikası’nı zevk ve gururla gezdikten sonra Şeker sanayi hakkındaki düşüncelerini anı defterine şöyle yazmıştır:
“Alpullu Şeker Fabrikası’nı gezdim. Gördüğüm vaziyetten çok memnun kaldım. Müessesenin daha tevsii etmesini ve şimdiye kadar olduğundan fazla muvaffak olmasını dilerim. Memleketimizin her müsait mıntıkasında şeker fabrikalarının çoğalması ve bu suretle memleketin şeker ihtiyacının temini mühim hedeflerimiz arasında tanınmalıdır.”
Gazi Mustafa Kemal
Eskişehir Şeker Fabrikası: 1933 yılında Anadolu şeker fabrikaları T.A.Ş tarafından 3 milyon sermaye ile kurulmuştur. Sermaye dağılımı şöyle oluşmuştur. Yüzde 51’i T. İş Bankası, yüzde 24.5’i T.C. Ziraat Bankası,yüzde 24.5’i Sanayi ve Maadin Bankası koymuştur. Fabrikayı Alpullu Şeker Fabrikası’nı kuran,daha sonra Turhal Şeker Fabrikası’nı da kuracak olan Alman şirketi tarafından kurulmuştur. Fabrikanın temeli 1 Şubat 1933’te atılmış aynı yıl 5 Aralık 1933 yılında işletmeye açılmıştır.
Turhal Şeker Fabrikası: Daha önce Sivas’ta kurulması kararlaştırılmış olan fabrikanın, Uşak Şeker Fabrikası’ndaki kazanılan deney sonucunda Turhal’da kurulması kararlaştırıldı. Fabrikayı Türkiye İş Bankası ve Ziraat Bankası toplam 3 Milyon sermaye ve eşit hisseyle kurmuşlardır. Fabrikanın temeli 7 Ekim 1933 yılında atılmıştır.
Uşak fabrikası dört özel şirket tarafından kurulmuştu. Yanlış yer seçimi nedeniyle sürekli zarar ettiğinden, 11 Temmuz 1933 yılında Sümerbank’a devredildi.
1929 yılında yaşanan dünya bunalımına kadar 70 bin tona ulaşan şeker tüketimi bunalımla birlikte 50 bin tona kadar geriledi. Dünyanın içinde bulunduğu durum gereği dış satım olanağı da olmadığından tüketimdeki daralma mevcut şeker fabrikalarını sıkıntıya sokmuştur.
1929 dünya bunalımın şeker sektörüne yaptığı olumsuzluğu ortadan kaldırmak üzere “Şeker Rasyonalizasyon Komitesi” oluşturulmuş, araştırmalarını,
- Şeker fabrikalarının birleştirilmesi ve yeni şirketin tesisi ile bu koşullarının saptanması,
- Ülkenin her tarafında şekerin aynı fiyatla satılmasının sağlanması,
- Şeker üretiminin rasyonelleştirilmesi, üzerine yapmıştır.
Yapılan araştırmaların sonucunda şeker fabrikalarının birleştirilmesine karar verilmiş; 6 Temmuz 1935 yılında, Sümerbank, Türkiye İş bankası ve T.C. Ziraat Bankası tarafından eşit hisselerle 22 milyon TL sermayeli “Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi” kurulmuştur.
Tarımsal, teknik ve idari çalışmaların koordine edilmesi, sermaye kaynaklarının birleştirilmesi amacıyla ayrı şirketler halindeki dört şeker fabrikası, üç milli bankamızın eşit paylarla ortak oldukları tek bir şirket çatısı altında toplanmıştır. 22 milyon TL sermayeli TÜRKİYE ŞEKER FABRİKALARI A.Ş. olarak dört ayrı fabrika bu şirket tarafından devralınmıştır.
Şeker üretim faaliyetleri 1950 yılına kadar zaman zaman tevsi edilen dört şeker fabrikası ile yürütülmüştür . Her yıl artan şeker ihtiyacının tamamen yerli üretimle karşılanabilmesi için 1951 yılında hazırlanan ” Şeker Sanayii’nin Tevsi Programı” ile yeni şeker fabrikaları kurulması dönemine girilmiştir. Diğer taraftan da pancar ekicilerinin teşkilatlandırılması amacı ile tarım kesiminde toplumsal dayanışmanın bir örneği olan kooperatifleşme hareketi başlatılmıştır.
1951-1956 yıllarını kapsayan dönemde toplam onbir yeni şeker fabrikasıinşa edilerek , 1956 yılında fabrika sayısı onbeşe ulaşmıştır. 1962 yılında Ankara Şeker Fabrikası ve 1963 yılında da Kastamonu Şeker Fabrikası, sanayiimizin geliştirilen bir makina fabrikası ile iki atölyede %65’i imal edilerek işletmeye alınmışlardır. Ülkemizin nüfus artışına paralel olarak artan şeker ihtiyacını temin etmek amacıyla yeni şeker fabrikaları kurulması öngörülerek 1977’de Afyon, 1982’de Muş ve Ilgın , 1983’de Bor, 1984’de Ağrı ve 1985 yılında da Elbistan Şeker Fabrikalarının %95’e varan makina ve tesisleri mevcut beş makina fabrikasında imal edilerek işletmeye alınmışlardır.
Daha sonra sırasıyla 1989 yılında Erciş, Ereğli ve Çarşamba Şeker Fabrikaları, 1991 yılında Çorum, 1993 yılnda Kars, 1998 yılında Yozgat ve 2001 yılında ise Kırşehir Şeker Fabrikaları işletmeye açılmıştır.
Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi kurulduktan sonra önce şeker üretim ve tüketiminde 1939 yılında denge sağlandıktan sonra, Adapazarı, Amasya, Konya, Kütahya, Burdur, Kayseri, Susurluk, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Malatya, Ankara, Kastamonu, Afyon, Muş, Ilgın, Bor, Ağrı, Elbistan, Erciş, Ereğli, Çarşamba, Çorum, Kars, Kırşehir ve Yozgat Şeker fabrikaları olmak üzere toplam 30 fabrikayı işletmeye almıştır. Bu fabrikalardan Amasya, Kayseri ve Konya fabrikaları özelleştirildi. Fabrika sayısı şu anda 27’dir.
Rakamlarla türkiye Şeker Fabrikaları
- Türkiye’deki 500 büyük firma içerisinde ilk 10’da
- Çalışan sayısında 3.
- Öz sermayede 5.
- Üretimden satışlarda 6.
- Satış hasılatında 7.
- İhracatta 9.
- Fabrika sayısı 27
- Alkol fabrika sayısı 4 (Yıllık 57.6 milyon litre üretim kapasite)
- Sahip olduğu makine fabrika sayısı 6(Toplam imalat kapasitesi 15 bin ton/yıldır.)
- Sahip olduğu tohum işleme fabrikası sayısı 1(Yıllık işlenmiş tohum üretim kapasitesi 1200 tondur.)
- Sahip olduğu tarımsal işletme sayısı 2 (Toplam arazi 2100 ha)
- Sahip olduğu araştırma enstitüsü sayısı 1
Kaynak:
- www.turkseker.gov.tr
- Şeker Kanunu Tasarısı ve Gökhan Günaydın, T. Şeker Sektörü Analizi Sayfa:17’ den derlenmiştir.
AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 19 Nisan * Sanayi ve Maadin Bankası Kuruluşu
19 Nisan 1925 tarihli 633 sayılı kanunla, kurulan banka, 1 Mayıs 1925 tarihinde çalışmalarına başlamıştır. Sanayi ve Maadin Bankası, devletin sanayi ve maden üretiminin geliştirilmesinde ve doğrudan doğruya görev almasına olanak veren ilk kuruluş olmuştu. Kalkınma bankası tipinin ilk örmeklerinden olan bu bankanın kurulması ile devlet, Türk bankacılığında işletmecilik yönü ağır basan, bir banka türü oluşturmuş bulunuyordu.
Sanayi ve Maadin Bankası yeni gelişmeye başlayan sanayi teşebbüslerine kredi vermek ve bu teşebbüslere karşı düzenleyici rol oynamak gibi önemli görevleri bulunmaktaydı.
Bankanın 1926 yılının başında, sermayesi 6.147.137.-TL’dir. Sermayenin 2.000.000.-TL nakit, geri kalan kısmı taşınmaz mallardan oluşmaktadır. 1930 yılında sermayenin tamamı ödenmiş durumdaydı.1
Sanayi ve Maadin Bankası, Hereke, Feshane, Bakırköy Mensucat Fabrikalarını ve Tosya Çeltik Fabrikasını kontrolü altında tutmuştu. Ayrıca Bünyan ve Isparta iplik fabrikalarına, Maraş Çeltik Fabrikasına, Malatya ve Aksaray Değirmen ve Elektrik Şirketlerine, Kütahya Çini Fabrikasına ve Yalvaç Sanayi-Ticaret Şirketine ortak olmuştu.2
Bu banka faaliyetlerini daha çok kendi işletmelerinde yoğunlaştırdığı ve öz kaynakların sınırlı olması, yabancı kaynaklarda da önemli bir gelişme olmaması sonucu, kuruluş anında devraldığı işletmeler ve sermayesine katılan iştirakler dışında özel kuruluşlara sanayi kredisi sağlamakta bir etkinlik gösterememiştir.3
Sanayi ve Maadin Bankası 1932 yılında elinde bulunan fabrikaları Sanayi Ofisine devretmiş olup, sadece sanayi kredisi verme işlemleri yapabilmek içinde, 7 Temmuz 1932 tarih, 2064 sayılı kanunla kurulan Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası’na devredilmiştir. 1933 yılında Sümerbank’ın kurulmasıyla birlikte Sanayi Ofisi’nin elinde bulunan fabrikalar bu yeni kurulan fabrikaya devredilmiştir.
- A. Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Tarihi Semineri, “1900-1930 tarihleri arasında A.Ş. olarak Kurulan Bankalar,” s. 442.
- F. Ergin, a.g.e., s. 51.
- Ö. Akgüç, a.g.e.,s. 158.
Kaynak: Atatürk Döneminde Bankacılık Sistemine ve Gelişimine Genel Bir Bakış, Derya Bozoklu, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 55, Cilt: XIX, Mart 2003
AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 15 Nisan * Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti
Türk tarihini bilimin en yeni verilerine dayanarak yeniden incelemek ve Türkiye’nin dünya medeniyetine olan katkısını meydana çıkarmak amacıyla, Nisan 1931’de Atatürk’ün teşvikiyle Ankara’da Türk ocakları Merkez heyetine bağlı olarak kuruldu. Kurum tüzüğünün amaç maddesi şöyledir “Kurumun amacı Türk Tarihi ile Türkiye Tarihi’ni ve bunlarla ilgili konuları inceleme ve elde edilen sonuçları her türlü yolla yaymaktır”. Kurum belli başlı dünya bilim kurumlarına üyedir ve 220’den fazla akademi, üniversite ve bilim kuruluşuyla kitap ve dergi değişimi yapar. Atatürk, Türk Tarih Kurumunun daha çok bir akademi niteliği taşımasını, üye sayısının sınırlı tutulmasını istemiştir. Kurum 16 üye ile kuruldu. Daha sonra üye sayısı 41 ile sınırlandırıldı. Kurum üyeleri Eskiçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ adları altında üç uzmanlık koluna ayrılarak çalışmaktadır.
Türk Tarih Kurumu Atatürk’ün eseridir. Türk ulusunun büyüklüğüne ve üstün uygarlık yeteneklerine içten inanmış olan Atatürk, onu en uygar milletlerin düzeyine çıkarmak için önce tarihini bilmesi ve bunun içinde onu ilk kaynaklardan kendisinin araştırarak öğrenmesi gerektiğine inanıyordu. Atatürk’ün direktifleriyle, 16 üye tarafından, 15 Nisan 1931′ de “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” adı altında kurulan Kurum’un adı 3 Ekim 1935’te Türk Tarih Kurumu’na çevrildi.
AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 12 Nisan * Türk Tarih Kurumu Kuruluşu
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” K. Atatürk
Atatürk, milletimizi ve dünyayı eski bir tarih anlayışından, yeni bir tarih görüşüne götürmek ve bu yolda araştırmalar yapmak için, 12 Nisan 1931’de Türk tarihi ile Türkiye tarihi konularında araştırmalar yapmak ve yayımlamakla yükümlü, tüzel kişiliği olan kamu kuruluşu, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ni (Türk Tarih Kurumu) kurmuştur.
Atatürk, Türk Tarih Tezi diye bir tez ortaya atılmıştır. Kültür alanında yeni bir tarih görüşünün ifadesi olan bu teze göre; Türk milletinin tarihi şimdiye kadar yazıldığı gibi yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türk’ün tarihi çok daha eskidir ve temasta bulunduğu milletlerin medeniyetleri üzerine etki etmiştir.
Osmanlı Devletinin ümmet tarihi anlayışından, Türk milletinin kendi tarihine kavuşması, millet tarihi anlayışını kabul etmesi zorunlu idi. Millet tarihi anlayışını gerekli kılan özel sebepler de vardı.
Bunlar :
- Türklerin sarı ırktan olduğuna dair dünyada yazılmış olan yanlış bilgiler.
- Türklerin sarı ırktan gösterilmesinin bir sonucu olarak medeni kabiliyet ve istidattan yoksun olduğu yolundaki hatalı görüş ve iddialar.
- Türk toprakları üzerinde yabancıların tarihi iddiaları.
Aleyhimizde kullanılan silah, hep gerçeğe aykırı şekilde yazılan, değiştirilen tarih idi. Tarihimizi gerçek yapısı ile ortaya koymak, Türklük ve ata yurdu hakkında gerçek tarihi bilgileri dünya kamuoyuna duyurmak, Türk Tarihi araştırmalarının amacı idi.
23 Nisan 1930’da Türk Ocakları VI. Kurultayımda, Türk Tarih Encümeni (1925’ten önce Tarih-i Osmani Encümeni) yerine Türk Tarihi Tetkik Heyeti adlı bir komisyonun kurulması kararlaştırıldı; komisyon 4 Haziran 1930’da çalışmaya başladı. 1931’de Türk Ocağı kapatılınca, bu komisyonun yerine tüzel kişiliği olan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti oluşturuldu (15 Nisan 1931).
Tüzüğünün 1. maddesine göre “Türkiye Cumhuriyeti Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin himayesinde ve Ankara’da çalışan ilmi bir cemiyet” olan kurumun amacı Türk tarihi ile Türkiye tarihini ve bunlarla ilgili konulan incelemek, elde edilen sonuçları da her türlü yoldan yaymaktı. Kurum Türkiye ve Türk tarihi iie ilgili ana kaynakları saptayacak ve inceleyecek, bu konularda telif ve çeviri bilimsel yapıtlarla dergiler yayımlayacaktı. Yeni buluş ve görüşlerin ortaya konması ve tartışılması için kongreler düzenlemek, kazı ve araştırmalar yoluyla yeni belgeler sağlamak da kurumun çalışma alanı içindeydi. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin adı 3 Ekim 1935’te Türk Tarih Kurumu olarak değiştirildi.
Türk Tarih Kurumu ilk tarih kongresini 1932’de topladı. Bunu her beş yılda bir toplanan kongreler izledi; bu kongrelerde çok sayıda özgün bildiriler sunuldu. Kurum 1935’ten sonra yoğun arkeolojik araştırmalar da yürüttü. Gerçekleştirilen 54 ayrı kazıyla Anadolu tarihinin erken dönemlerine ilişkin çok önemli bilgilere ulaşıldı. TTK yayıncılık alanında da 111 ayn dizi oluşturdu. 1983’e değin 400’ü aşkın kitap yayımladı. Kurum ayrıca üç ayda bir Belleteni, altı ayda bir de Belgeler adlı bilimsel araştırma ve bildiri dergileri çıkardı. Türk Tarih Kurumu Kitaplığı, Ankara’da Milli Kütüphane’den sonra en zengin kütüphane durumuna geldi.
1980’deki 12 Eylül Harekâtı’ndan sonra Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun oluşturulması (Ağustos 1983), TTK’nın da bu kuruma bağlanması kararlaştırıldı.
Kaynak: Türk Tarih Kurumu