Category: Çalışmalarımız

 

17 Mayıs 2015 – Serkan Koç Belgeseli Ermeni Belgeleriyle 1915

Serkan Koç Belgeseli Ermeni Belgeleriyle 1915 Avustralya’nın Sydney ve Melbourne şehirlerine büyük ilgi gördü

Talat Paşa Komitesi Avustralya Temsilciliği ve Avustralya Atatürk Kültür Merkezi ortak katkıları ile Avustralya’nın Sydney ve Melbourne kentlerinde aynı zamanda gösterimi yapılan, yönetmenliğini Serkan Koç’un yaptığı Ermeni Belgeleri ile 1915 belgeseli toplum tarafından büyük ilgi gördü.

Belgesel gösteriminin NSW Türk Dayanışma Derneğinde yapılan Sydney açılış konuşmasını yapan Talat Paşa Komitesi Avustralya Temsilcisi Volkan Ermiş ‘’Avustralya’da Ermeni Soykırımı yalanları ile mücadele etmemiz için gösterimini yaptığımız Serkan Koç belgeseli, Avustralya’da federal ve eyalet hükümetleri ve tüm platformlarda referans olarak kullanabileceğimiz çok değerli bir yapıt. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Avustralya makamlarından belgesel tanıtımı ve gösterimi için destek talebimiz her ne kadar destek görmemiş olsa bile, Talat Paşa Komitesi yılmadan usanmadan Sözde Ermeni soykırımı yalanlarının üzerine gitmeye devam edecektir.’’ sözleri ile açılış konuşmasını yaptığı belgesel sunumu, ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve terörizmiden hayatlarını kaybeden tüm şehitlerimiz için saygı duruşunda bulunuldu ve yüksek sesle İstiklal Marşımız okundu.

Melbourne şehrinde de aynı heyecan, ilgi ve alaka gösteren vatandaşlarımız, belgeselin DVDlerini temin edip Avustralyalı arkadaşları ve çevresinde bu konuya ilgi duyanlar ile paylaşacaklarını ve evlerinde çocuklarını eğitmek için İngilizce ve birçok dilde hazırlanan bu eserin temel bir kaynak olarak çok makbule geçtiğini dile getirdiler.

‘’Sözde soykırım yalanlarına cevaben Türk perspektifini çok etkili bir dille anlatan Ermeni Belgeleriyle 1915 belgeselini, Avustralya’nın NSW ve Victoria Eyalet parlementoları ile Canberra Federal Ulusal parlamentosu milletvekillerine ulaştırıp, yetkili resmi makamlarla yüzyüze görüşmeler yaparak Türk diasporasını temsil edeceğiz’’ diyen Talat Paşa Komitesi Avustralya temsilcisi Volkan Ermiş, ‘’Avustralya daki Türk dernek ve kurumların desteği ile haklı davamızda sesimizi duyuracağımızı buradan duyuruyoruz’’ dedi.

1915_belgeseli_avustralya_da_h70345_a6501

Ermeni Belgeleriyle 1915 Belgesel Gösterimi

Ermeni-Belgeleriyle-1915-Belgesel-Kapak
Ermeni Belgeleriyle 1915 Belgesel Gösterimi

Cumhuriyet Türkiye’sini, “Ermeni Soykırımı” yalanıyla mahkûm etmeye çalışanlara, belgeler ve gerçek tanıklarla yanıt veriyoruz!

DÜNYAYI AYDINLATIYORUZ!,
SOYKIRIM YALANLARINA SON VERİYORUZ!
Şimdiden Türkiye’de ve Dünya’da büyük ilgi gören, yönetmenliğini Serkan Koç’un yaptığı, 
Ermeni Belgeleriyle 1915 Belgeseli
17 Mayıs 2015, Pazar günü
SYDNEY ve MELBOURNE’de
ücretsiz gösterilecek.

Sydney:
Türk Dayanışma Derneği 
33 Gelibolu Parade, Auburn NSW 2144
Tarih: 17 Mayıs 2015, Pazar
Saat: 15.00
 
Melbourne:
Avustralya Batı Trakya Türkleri   Derneği 
103-109 Union Street, Windsor VIC 3181
Tarih: 17 Mayıs 2015, Pazar
Saat: 15.00
 
 
Avustralya Türk toplumunun değerli bireyleri,
 
100 yıl sonra yine vatan savunmasındayız!
 
Ermeni soykırımı yalanı bitmiştir. Bizzat Avrupa’nın en yüksek mahkemesi olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2013 yılında karar almıştır. Buna göre:
·         Soykırım  hukuki bir kavramdır, insanların ölümleri  soykırım kanıtı değildir.
·         1915 olaylarında tartışmasız olan, katliamlar ve tehcirdir.
·         Soykırım tanımı, uluslararası düzeyde 190’dan sadece 20 ülkede tanınmıştır. Üstelik tanıyan  ülkelerin bazıları kendi içlerinde çelişiyor.
·         1915 olayları ve tartışması, Yahudi Soykırımı’ndan açıkça farklıdır.
·         İsviçre’de “Ermeni soykırımı uluslararası bir yalandır” diyen Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in mahkumiyeti geçersizdir.
AİHM bu kararla, Ortaçağ’a karşı Batı’nın aydınlıkçı geleneğini, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi en kutsal değerlerini savunmuştur.
Bunun yanında Lahey Uluslararası Adalet Divanı da yalanı bitirmiştir. Divana göre 1948 BM Soykırım Sözleşmesi geriye dönük uygulanamaz, üstelik tehcir soykırım değildir.
 
1915’te Vatan Savunması
 
1915 olaylarının sorumlusu, Türkiye’yi parçalamak isteyen emperyalizmdir.
19. Yüzyıl’dan itibaren Avrupalı emperyalistler ve Çarlık Rusya’sı Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak istediler. Ermenileri bunun için silahlandırdı ve ayaklanmaya sevk ettiler. Bunu bizzat Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovannes Kaçaznuni söylemektedir. Tehcir kararı 1. Dünya Savaşı’nda bu planlara karşı alınmıştır, Vatan Savunmasıdır. Kayıp ve katliamların sorumlusu, Anadolu’nun insanlarını birbirine karşı kışkırtan emperyalist devletlerdir.
 
Avustralya vatandaşlarına soruyoruz: 25 Nisan’da Çanakkale’de gördüğünüz Türkler, soykırım mı yapıyordu? ANZAK kuvvetlerinin karşısına Çanakkale’de dikilenlerin arasında neden Anadolu Ermenileri de vardı?
 
2015’te Vatan Savunması
Türkiye’yi bölmek isteyen güçler, o zaman yaptıkları gibi bugün de yine yalana sarılmaktadır. Hedef, Türk Milleti’ni soykırımcı ilan etmek ve Cumhuriyet’in soykırıma dayandığını öne sürmektir.
Ancak, yedi düvele karşı Kurtuluş Savaşı vermiş ve tüm dünyaya örnek olmuş bir Cumhuriyet Devrimi yapmış bir milletle karşı karşıyalar! Ve tarihinden gurur duyan, güç alan Türk MilletI, bugün Avustralya’dan ABD’ye, Rusya’dan Çin’e tüm dünyaya haykırmaktadır:
 
SOYKIRIM YAPMADIK, VATAN SAVUNDUK.
AİHM  KARARINA SAYGI, HUKUKA SAYGI.
ERMENİ SOYKIRIMI EMPERYALİST BİR YALANDIR.
TÜRKİYE’Yİ BÖLDÜRTMEYECEK, CUMHURİYETİ YIKTIRMAYACAĞIZ.

TALAT PAŞA KOMİTESİ AVUSTRALYA TEMSİLCİLİĞİ

adına
Avustralya Atatürk Kültür Merkezi
Ermeni-Belgeleriyle-1915-Belgesel

AAKM OBERON SATURDAY 25 APRIL 2015 ANZAC DAY

Ata-Eceabat


ANZAC-2015-ac_logo


ANZAC-2015-Oberon



ANZAC-2015-Community-logo


ANZAC Centenary Day Address by Australian Atatürk Cultural Centre Inc Vice-President Ömer Can ŞİRİKÇİ

Today I am honoured to address you representing the Australian Turkish Community on be half of Australian Atatürk Cultural Centre, my name is Omer Can Sirikci, Vice President of Australian Ataturk Cultural Centre.

The centenary of ANZAC Day allows us to reflect on the cost of war, and the ongoing need for peace, reconciliation and justice.

This day marks the centenary anniversary of the landing at Gallipoli Canakkale in Turkish. Like hundreds of thousands of our fellow citizens, who gather at memorials in cities, suburbs and towns across Australia, we have come here to commemorate one of the most significant events in our national calendar.

In recent years some commentators have expressed amazement at the fact that the observance of ANZAC day continues to draw record crowds. This increasing interest and involvement reflects our national character and the way in which it comes to affect all who settle in this country, even those who have lived here for just a short while.

Being the Australian born first generation of Turkish migrants, I am proud and honoured to uphold, live and pass on the the heritage of ANZACs and Mehmetcik the name for Turkish Soldiers. The exemplary mate ship between Turkish people and Australians is one of a kind in fact unheard of for 20th century and beyond.

Before the Gallipoli Battle Turks and Anzacs had never been in contact with each other neither in political or economical issues and for the first time they faced each other for at the Gallipoli battle. During the Battle, restrained form of friendship took place between the two sides with Anzac and Turkish soldiers exchanging token gifts of photographs and cigarettes. They shared food and sometimes communicated each other. Even on the field of the war the spirit of human kind is maintained above everything. A friendly attitude developed between Turks and Anzacs during the gentlemanly war. Since the end of the Gallipoli Battle, Australians, New Zealanders and Turks have given the message that fraternity and peace are the most important and valuable things on the world.

Today Turks, Australians and New Zealanders stand beside each other. They have a strong and friendly relationship. For a peaceful, secure and prosperous world they work together. I am proud to be able to represent this great mate ship between the two nations.

I like to conclude my words by a quote from the founder of modern Turkish Republic, Also the first president and Commander of Turkish Army at Gallipoli Mustafa Kemal Ataturk ” Peace at home, peace in the world.” which goes hand in hand with our saying “Lest we forget” meaning not to forget the past and sacrifices made that have brought us here today.

Thank You


ANZAC-day-gallipoli-2015


Çanakkale 100. Yıl


100. Yılda Gençliğin Çanakkale Destanı 2015


Asırlık Ortak Mirasımız – Çanakkale 100. Yıl


Çanakkale İçinde – Çanakkale Türküsü


Ata-Eceabat


ANZAC-2015-ac_logo


ANZAC-2015-Oberon


PHOTO BLOG AAKM OBERON SATURDAY 25 APRIL 2015 ANZAC DAY COMMEMORATION PARTICIPATION


ANZAC-2015-Community-logo


ANZAC Centenary Day Address by Australian Atatürk Cultural Centre Inc Vice-President Ömer Can ŞİRİKÇİ

Today I am honoured to address you representing the Australian Turkish Community on be half of Australian Atatürk Cultural Centre, my name is Omer Can Sirikci, Vice President of Australian Ataturk Cultural Centre.

The centenary of ANZAC Day allows us to reflect on the cost of war, and the ongoing need for peace, reconciliation and justice.

This day marks the centenary anniversary of the landing at Gallipoli Canakkale in Turkish. Like hundreds of thousands of our fellow citizens, who gather at memorials in cities, suburbs and towns across Australia, we have come here to commemorate one of the most significant events in our national calendar.

In recent years some commentators have expressed amazement at the fact that the observance of ANZAC day continues to draw record crowds. This increasing interest and involvement reflects our national character and the way in which it comes to affect all who settle in this country, even those who have lived here for just a short while.

Being the Australian born first generation of Turkish migrants, I am proud and honoured to uphold, live and pass on the the heritage of ANZACs and Mehmetcik the name for Turkish Soldiers. The exemplary mate ship between Turkish people and Australians is one of a kind in fact unheard of for 20th century and beyond.

Before the Gallipoli Battle Turks and Anzacs had never been in contact with each other neither in political or economical issues and for the first time they faced each other for at the Gallipoli battle. During the Battle, restrained form of friendship took place between the two sides with Anzac and Turkish soldiers exchanging token gifts of photographs and cigarettes. They shared food and sometimes communicated each other. Even on the field of the war the spirit of human kind is maintained above everything. A friendly attitude developed between Turks and Anzacs during the gentlemanly war. Since the end of the Gallipoli Battle, Australians, New Zealanders and Turks have given the message that fraternity and peace are the most important and valuable things on the world.

Today Turks, Australians and New Zealanders stand beside each other. They have a strong and friendly relationship. For a peaceful, secure and prosperous world they work together. I am proud to be able to represent this great mate ship between the two nations.

I like to conclude my words by a quote from the founder of modern Turkish Republic, Also the first president and Commander of Turkish Army at Gallipoli Mustafa Kemal Ataturk ” Peace at home, peace in the world.” which goes hand in hand with our saying “Lest we forget” meaning not to forget the past and sacrifices made that have brought us here today.

Thank You


ANZAC-day-gallipoli-2015


AAKM-CIS-Footer

Ataturk-Conkbayiri


AAKM OBERON SATURDAY 11 APRIL 2015 ANZAC STREET PARADE

Ata-Eceabat


ANZAC-2015-ac_logo


ANZAC-2015-Oberon



ANZAC-2015-Community-logo


ANZAC-day-gallipoli-2015


8 Nisan 2015 – Ali Ulutaş – Dostlara Yeniden Merhaba

Ali-Ulutas-Makale-Header

Bu ara NSW’de yapılan Milletvekili genel seçimlerini referans alarak biraz Avustralya gündemiyle ilgilenmek istedim. Ama bazı olaylar, tavırlar Türkiye gündemine dönmemi zorunlu hale getirdi. Şöyle ki, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Romanya’nın Başkenti Bülkreş’e yaptığı gezi dönüşünde uçakta iken kendi yalaka basınına yaptığı açıklamada “İstanbul, Çağlayan Adliyesinde yapılan saldırı mezhep ağırlıklıdır. DHKP-C Aleviliğe dayanmaktadır, oralarda beslenmektedir” şeklinde açıklamalar bulunmuştur. Yalaka basın da Alevileri hedef tahtası haline getirmek ve mezhep kışkırtıcılığın her türlüsünü sergileyerek Alevilere veryansın yayınlar yapmaktadırlar.

Şimdi olaya vijdani ölçüler içerisinde daha geniş bir çerçevede bakalım. Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları Şunun ispatıdır. Derlerki “Dünyayı nasıl bilirsin, kişinin kalbindeki gibi bilirim”. Çünkü Cumhurbaşkanı Suriye’de Devlet Başkanı Alevi olduğu için Sünni bir Başkan oraya dikmek için olmadık oyunlar tezgahladı. İslami inancı Hz. Muhammet aleyhiselamın ilkelerini yok eden, Ehlibeyt’ini yok eden, Muaviye anlayışını hakim hale getirerek İslamiyet’i bölen Emevilerin camisi olan Emeviye camisinde namaz kılmayı amaçlamakta iken, amacı gerçekleşmeyince bir Sünni fanatiği gibi durmadan Alevilere saldırmaktadır. El Kaide ve IŞİD gibi Sünni kökenli terör örgütlerine yardım ettiği iddia edilirken bir fanatik gibi hareket etmektedir. Irak’taki Türkmen’lerin ezilmelerine seyirci kalırken onların Şii olmaları Türkmen’liklerini göz ardı edilmelerinin nedeni sayılmaktadır. 25 milyon Aleviye bu tür asılsız suçlamalarda bulunması onun fanatikliğinin, dünyaya fanatik Sünni gözüyle baktığının ispatıdır. Yoksa 80 milyonun Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan bir kişi kendi Cumhurunun içerisinde böyle bölücü, kışkırtıcı, çatışmalara zemin hazırlayıcı, tahrikçi açıklamalarda bulunurmu idi?

Şimdi olayı biraz daha genişletelim. Üç-Beş bin cahil sürüsünün IŞİD’a ve El Kaide’ye bilmem şu veya bu dinci terör örgütüne katılmaları ile biz tüm Sünniler teröristtirler terbiyesizliğini sergilemeyiz. Ya da öldürülen savcının makamını basan teröristler Alevi değil, Sünni ailelerin çocukları idiler. Şimdi biz tüm Sünniler DHKPC’i dirler mi diyelim? Hayır, böyle bir suçlama da en büyük terbiyesizliktir. Böyle açıklamalar topluma karşı, insanlığa karşı işlenmekte olan suçların tahrik temelleridir. Biz Aleviler böyle basit, insan kanına susamışlığı her dönemde red ettik. İnsanlık var oldukça da red ederiz.

Bay Erdoğan ve yardakçıları ne kadar tahrik ederlerse etsinler, biz biliyoruz ki Anadolu’da yaşıyan, Anadolu’nun derin kültüründen beslenerek bu günlere gelen Anadolu insanı üç-beş tane fanatik yobaza rağmen birlikte barış içerisinde, kardeşçe yaşamayı ilke edinmişlerdir. Böyle bölücülüğe ve bölücülere lanet okumaktadırlar. Bu tür yukarıdan üç-beş oy alabilirmiyiz basit mantığıyla yapılan ve yapılmaya çalışılan kışkırtıcı tavırlar toplum katmanlarınca kabul görmemektedir. Alevinin Sünniyle, Sünninin Aleviyle lokmalarını bölüşmekten öte hiç bir sorunları yoktur, olamaz da. Bin yıldır o topraklarda her iyi ve kötü günde beraber olduk, olmaya da devam edeceğiz. Bu güne kadar beraber ağladık, beraber güldük. Kimse bizi oyuna getiremez.

Son olarak diyorum ki, Sayın Erdoğan, sen böyle Açıklamalar yaparken, bir Alevi olarak diyorum ki, ben senin şahsına değil sadece Mustafa Kemal Atatürk’ün hediyesi olan o kutsal Cumhurbaşkanlığı makamına saygı duyarım. Senin o makamı işgal etmen de sadece bir talihsizliktir. Gün gelir, devran döner her şey ortaya serilir. Bekleyip görelim.

Saygılarımla
Ali Ulutaş
8 Nisan 2015

Ali-Ulutas-Makale-Header

19 Mart 2015 – Ali Ulutaş – Dostlara Yeniden Merhaba

Ali-Ulutas-Makale-Header

28 Mart 2015 Cumartesi günü NSW eyaleti genelinde milletvekili seçimleri yapılacaktır. Avustralya’da iktidar olma şansını bazen Avustralya İşçi Partisi, bazen Liberal – Ulusal Koalisyon Partileri yakalayabiliyorlar. Küçük Partilerin iktidar olma şansları olmamıştır. Gelecekte de olacağa benzemiyor. Ancak Yeşiller Partisinin durmadan artan oyları böyle devam ederse ilerde Koalisyon ortakları olabilme imkanını yakalayabilirler. Bu da onların toplumla kaynaşabilme kabiliyetlerine bağlıdır.

Şeçim dedik, yaşamakta olduğumuz Auburn seçim bölgemizde seçilme şansı olan iki aday yarışmaktadır. Başka adaylar da var ancak onların seçilme şansları çok zayıf göründüğünden o adaylardan bahsetmiyeceğim. İki seçilme şansına sahip adaylardan Liberal Partisinin Ada’yı Türk toplumu ile toplantı düzenledi. Türk toplum üyeleri ağırlıklı olarak seçilmesi durumunda NSW Parlementosunda alınan Ermeni Soykırımı ile ilgili kararın yanlışlığı, taraflılığı üzerinde durdular. Çeşitli örneklerle bunun düzeltilmesini, devletin taraf tutmaması gerekliliğinin önemini belirttiler. Aynı toplantıyı daha sonra İşçi Partisinin Auburn bölgesi adayı da düzenledi. Aynı endişe ve eleştiriler ona da söylendi. O da İşçi Partisinin lideri olması hesabıyla iktidara gelmeleri halinde parlementonun böyle işlerde, olaylarda tarafsız kalması için bir karar alınmasını sağlamaya çalışacağını açıklıkla samimi bir şekilde açıkladı. Hatta sorulan ek bir soruya karşı bu düşüncesinin basına da bildirilebileceğinin hiç bir mahzurunun olmadığını belirtti. Yakında bu toplantının içeriğini Türk yerel basınından izlenebilinecektir. Seçim yarışı böyle devam ederken, Liberal Parti taraftarlarının bazıları, İşçi Partisi adayının resimlerini asılı oldukları yerlerde geceleri söküp attıkları görüldü. Bu durumun Avustralya’nın demokratik yapısının bozulması , ilerde nahoş hareketlerin olabileceğinin endişe ve eleştirileri Liberallere söylendi. Umarım herkes kendi çevresini uyararak böyle yanlışların önüne geçerler.

Şimdi biraz Partileri irdeliyelim. İşçi Partisi Federal ve eyaletlerde iktidara geldikçe daima devlet hastanelerine, devlet okullarına daha çok ödenekler ayırmıştır. Avustralya yerlilerinin her türlü haklarını tanımışlar. Kayıp nesillerinden dolayı da Kevin Rudd’ın Başbakanlığı döneminde yerlilerden devlet adına özür de dilediler. O günden bu yana tam yeterli olmamakla birlikte yerlilere daha çok olanaklar sağlanmaya başlandı. İşçi, işsiz, emekli, göçmenlere, sığınmacılara daha iyi koşullar yaratılmaya çalışılmakta. Yatırımlar daha adil yapılmaktadır. Ama Liberaller iktidara gelince ilk işleri devlet okul ve hastanelerinin ödeneklerinde kısıtlamalar yapmakta ve yoksul kesimin her türlü haklarını gözardı ekmektedirler. Daha da ileri giderek Medicare, yani genel sağlık sigortasını rafa kaldırmaya çalışmaktadırlar. Fakirin çocuklarının okumamaları için üniversite sistemlerini zorlaştırmaya çalışmaktadırlar. Kısaca Liberaller yapıları gereği zengin burjuva sınıfının partisidirler. Ama ne hikmetse yoksulların oyları ile de iktidar olabiliyorlar. Bu da İşçi Partisine bir uyarı olsun. Daha çok işçilere, yoksullara eğilirlerse kayıp oylarını toplayabilirler.

Son olarak Türkiye’li toplum üyeleri oturup tercihlerini ya zenginleri düşünen yada genelde her kesime eşit davranmaya çalışan, yoksulların haklarını göz ardı etmeyen Partilere mi destek vermeleri gerektiğinin hesabının iyi yapmaları gerekir. Her imkanı kalıcı olarak topluma sunan İşçi Partisine destek vermezlerse, kendi sonlarını hazırlamış olurlar. Seçimler birer fırsattır. Bu fırsatları akıllı değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.

Saygılarımla
Ali Ulutaş
19 Mart 2015

Ali-Ulutas-Makale-Header

29 Ekim 2014 – Türkiye Cumhuriyeti 91. Cumhuriyet Bayramı – Kutlama Programı

Avustralya Atatürk Kültür Merkezi (AAKM) Türkiye Cumhuriyeti 91. Cumhuriyet Bayramını büyük bir coşku ve toplumdan gelen büyük bir alaka ve iştirakle kutladı.

29 Ekim 2014 Çarşamba akşamı halka açık ücretsiz sunulan Cumhuriyet Bayramı Auburn Belediyesi Town Hall Auditorium da yer aldı.

Kutlama programına AAKM’nin hazırladığı resim sergisi damgasını vurdu. Atatürkün yüze yakın özel seçilmiş fotografları halka sergilendi.

Avustralya Atatürk Kültür Merkezi tarafından hazırlanan Cumhuriyet Bayramı Kutlama Programına Sydney Başkonsolos Yardımcısı Sayın Seçkin Şahın ve eşi Elif hanımefendi, ekonomi ateşesi Selçuk Saçcı beyefendi resmen Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsilen katıldılar. Kutlama program akışı şöyle idi:

  • Açılış – Ömer Can Şirikçi – Başkan Yardımcısı
  • Saygı Duruşu
  • Türkiye Cumhuriyeti İstiklal Marşı
  • Avustralya Milli Marşı
  • Andımız – NSW Türk Eğitim ve Kültür Derneği Cumartesi İlkokul Öğrencisi Su Arslan
  • Açılış Konuşması- Başkan Fevzi Özdemir
  • Açılış Konuşması – Ömer Can Şirikçi Başkan Yardımcısı
  • Sydney Başkonsolos Yardımcısı Sayın Seçkin Şahin Cumhuriyet Bayramı mesajı
  • Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi – Ömer Can Şirikçi – Başkan Yardımcısı
    Gençliğin Ata’ya Cevabı – Nazlı Şendurgut – Gençlik Kolu, Avustralya Atatürk Kültür Merkezi
  • NSW Türk Eğitim ve Kültür Derneği Cumartesi İlkokul Öğrencileri Marşlar ve Şiirler dinletisi
    • İrem Onur ve Arzu Muratoğlu şiirler
  • Konuk Konuşmacı – Avustralya Atatürk Kültür Merkezi kurucu kadro ve şeref üyesi Muammer Toprakçı
  • Sydney İncesaz Müzik Grubu – Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği Konseri


Cumhuriyet Bayramı kutlama programına katkıları olan dernek, kuruluş ve müzisyenler;

  • NSW Türk Eğitim ve Kültür Derneği Cumartesi İlkokulları – Fatma Yücel
    • Lidcombe Cumartesi Türk Okulu
    • Seven Hills Cumartesi Türk Okulu
    • Hurstville Cumartesi Türk Okulu
  • Marrickville West Bağımsız Cumartesi Türk Okulu
  • Australian Turkish Mutual Alliance ATMA – Mehmet Ali Çetin, Ercan Er, Bayram Özdemir
  • Sydney İncesaz Müzik Grubu
    • Hasret Akın – Solist
    • Bekir Sağın – Ud
    • Kerem Kaner – Klarnet
    • Nushet Kurtönal – Kanun
    • Özkan Dinçer – Ritim Sazlar

AAKM 28 Eylül 2014 Pazar – Hunter Valley Gezi ve Piknik

Avustralya Atatürk Kültür Merkezi’nin Üyelerimiz ve toplum için hazırladığı Hunter Valley Gezi ve Piknik 28 Eylül 2014 Pazar günü başarılı bir şekilde gerçekleştirildi.

Yolculuk esnasında şarkılar ve türkilerle müzik eşliğinde bir otobüs dolusu üye ve toplum bireylerinden oluşan topluluk güzel anlar yaşadı.

Facebook sayfamızda daha gezi ve pikniğimizden hatıra daha fazla fotoğraf görebilirisiniz.

Avustralya Atatürk Kültür Merkezi olarak tüm katılanlara tekrar teşekkür ederiz.

2014-09-28-Hunter-Valley-Gezi-ve-Piknik

2014 HAZİRAN 16 – Atatürk, Atatürkçülük ve Cumhuriyet Düşmanlığı

AAKM Makale - Hurriyet - OmerCan Banner 2013.v3

Atatürk, Atatürkçülük ve Cumhuriyet Düşmanlığı

Dış güçlerin dışarıdan, iç güçlerin içeriden yıkmaya çalışıp yıkamadıkları; Cumhuriyetimize ve onun kurucusu Büyük Kurtarıcı Atatürk ile veAtatürkçülük ile alıp veremekleri nedir?

Bu Atatürk düşmanlığı nereden geliyor?

Bu konuda okuduklarımı bir araya getirdim bu yazıda.

“Atatürk” ismi Cumhuriyet harcının suyudur; Çanakkale’dir, Kurtuluş Savaşı‟dır; şehit ve gazilerdir; özgürlük ve bağımsızlıktır; millî ruhtur; önder gücü “örgütlü halk ordusudur”.

Bu düşmanlığı anlamak için Osmanlı tarihine bakmak gerekir. Atatürk ve Atatürkçülük düşmanlarının atalarını Osmanlı tarihinde bulabilriz. Bu düşmanlığın ataları, her türlü yenilik ve gelişmeye karşı olan, şeyhülislam ve medrese kurumu, yeniçeri ve ilmiye (uluma) sınıfı, ahi loncaları, arasta esnafı ve buna benzerleri, her zaman ayaklanma ve isyan çıkarmışlardır. Patrona Halil, Kabakçı Kul Mustafa… 31 Mart… Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Ahrar Fırkası, İkinci Grup… Bunların aslında Atatürk düşmanlığı Cumhuriyet düşmanlığıdır. Cumhuriyet, gericilik yuvası olan medreseleri, tekke ve zaviyeleri kapattığı, ilmiye sınıfını tasfiye ettiği için bunlar Cumhuriyet düşmanıdırlar. Şimdi bunlar Cumhuriyeti ve onu ayakta tutan tüm temelleri yıkmaya ve teker teker tasfiye etmeye çalışmaktadırlar.

Temel bir sosyolojik kavram olarak, her devrimin kendi karşı devrimini yarattığı bilinmektedir. Türkiye’de uzun zamandan beri yaşanan çelişki, Atatürk Devrimleri ile Karşıdevrim arasındadır. AKP yönetiminin atalarıda işte bu Osmanlı köklerinden gelen, Osmanlıyı tekrar mezardan kaldırıp hortlatmaya çabalamakta ve karşıdevrimin partisi olduğu için bu yaptıklarını yapmaktadır. Atatürk Devrimi, yeni bir Sevr’den korunmak için Türkiye’yi orta çağdan yeni çağa yani çağcıllığa (modernliğe) geçirmeye; Karşıdevrim ise, onu orta çağda tutmaya çalışıyor. Devrim şıklık ya da hoşluk olsun diye yapılmadı.

Türkiye Cumhuriyeti tarihi iki dönemden oluşuyor: Bilinen Atatürk Devrimi dönemi (1919 – 1950) ve Karşıdevrim dönemi (1950‟den bugüne kadar). Karşıdevrim şu temeller üzerinde kuruldu: Halkevleri ve Köy Enstitülerinin kapatılması, İmam Hatip okullarının açılması, öğretmenliğin 2. sınıf meslek haline getirilmesi. 1950‟den sonra CHP hiç iktidar olamadı, hatta daha doğrusu tek başına iktidar olamadı. Yaptığı muhalefet ise, zayıf ve şaşkın oldu. Atatürk Devrimini savunacak yerde, onu ayraç içine alıp Avrupa’dan sosyal demokrasi ideolojisini ithal ettiler. Partiler ve önderler değişse bile 1950‟den bu yana Karşıdevrimin “tek-parti” dönemini yaşıyoruz. AKP’nin karşıdevriminin hedefi şeriat diktatörlüğü, yani Türkiye‟yi İran‟a benzetmektir ki, gidişhatta bakıldığı zaman bu istikamette doğru hızlı adımlarla gittiğimizi götürülüyoruz ve epeyce de yol almışız bence. Batı emperyalizmi bu tip gelişmeleri zaten hep çok sevdi, hep alkışladı, hala da alkışlıyor ve destek oluyor. Kısacası Sevr Antlaşması ardından Rumeli’den kovulan Türklerin bu sefer Anadolu’dan da kovulmalarının planıdır yapılanlar.

Atatürk ve Atatürkçü çizgi, laikliği temel ilke olarak benimsediği için, onlara göre, dine karşı bir tutum içindedir. Oysa, çok bilinen şeyleri söyleyip geçmek bile, laikliğin aslında din(ler)in özgür bireyler tarafından seçilme ve benimsenme hakkının korunması; devletin görevinin herhangi bir dinin üstünlüğünü dayatmasını engellemek demek olduğunu; herkesin kendi inancını, kendi vicdanında, deruni bir biçimde yaşaması için hepsine eşit uzaklıkta ya da yakınlıkta durarak, her birinin (hepsinin) güvencesi olarak, hukuksal varlığıyla garantörlük görevini üstlendiğini herkese anlatabilir. Tabii, anlamak isteyene! Onlar dini temel alan bir sistem istiyorlar; Atatürk ve onun düşüncesinde olanlar ise Devlet‟i, herkesi kucaklayan, herkesin özgürlüğünü, inancını ve düşüncesini garanti altında tutmak isteyen, ulusal, (yani tüm ulusu diğer bir deyimle tabiiyeti, uyruğu kapsayan) uygulamalarla dünyaya, uluslararası ölçütlere uyumlu, çağdaş bir kimlik ve düzen peşindedir.

Din, bir inançtır. Hangisi olursa olsun, dinler kurallarını dayatır. Onlara karşı durmak demek, o dinle bağlarını koparmaya varabilecek bir yalnızlaştırmayla karşı karşıya kalmak demektir. Bunun için, kilise ile çatışmaları ve aforozu düşünmek bile yeter. Oysa, hukuk çerçevesinde işleyen bir devlet, bütün organlarıyla, yurttaşlarının her anlamda ve bağlamda özgürlüklerini öbür yurttaşların özgürlüklerinin sınırlarına kadar kullanmalarını sağlamakla yükümlüdür. Dinde “bağlanmak” ve onun tüm kurallarına uymak bir zorunluluktur. Devlet ise belli kurallar çerçevesinde işler ve bunun için anayasası, yasaları, kurum ve kuruluşları vardır. Dinde erk, kutsal olan Allah, peygamber ve onlar adına davrandıklarını savlayan kişilerdedir. Devlet’te ise bir aygıt söz konusudur. Bu aygıtı demokrasi kuralları içinde şu veya bu yönetebilir. Bazen de, gücü herhangi bir biçimde elinde bulunduran kişi ya da gruplar ya da şahıslar da bu aygıtı ele geçirip, laik kurallar içinde yürümesini sağlayabilirler. Çatışma bunun içindir.
Ancak, bizdeki dinciler açıkça din düzeni yanlısı görünmek istemezler ve ikiyüzlü davranarak demokrasi içinde din kurallarını egemen kılmak yolunda çaba harcarlar. Oysa bu, eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Dinsel ya da dinci yönetim, varoluşu gereği, kendi kurallarını koyarak yürüyeceği için, yasalar zamanla geçersizleşir ya da değiştirilerek dinsel güdüme sokulur. Dinci anlayışla demokrasiyi uygulamak olanaksızdır. İşte sorun buradadır. Çağdaş ve hukuksal olan mı; dinin kurallarını yeniden dayatan, tutucu, bağnaz ve tapınma kurallarının sınırladığı bir çerçeve mi?

Dikkat edilmeyen ve fazla konuşulmayan birşey de, Cumhuriyet devrimi gerçekleşirken karşı devrimin zaten Meclis’in içinde olmasıydı. Atatürk Devrimlerinin daha adı bile konmamışken, temelleri atılan devrimlerin karşı devrimleri ta o zamanda mevcut idi. Tarih henüz 30 Ağustos 1922’de, Büyük Savaş’ın hazırlıkları yapılırken, Keçiören’de, Refet Paşa’nın evinde, Rauf Bey (Orbay) “Saltanat ve hilafet makamına vicdanımla ve duygularımla bağlıyım… Bizde ulusu ve kamuoyunu elde tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam sağlayabilir. O da, saltanat ve hilafet makamıdır.‟ dememiş miydi? Zafer kazanıldıktan sonra, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması kararı Meclis‟in özel komisyonunda görüşülürken, komisyon üyesi hocalar, hilafetin saltanattan ayrılamayacağını, din kurallarına dayanarak iddia etmiyorlar mıydı? Bunun üzerine, Mustafa Kemal söz alarak, “Efendiler, egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye bilim gereğidir diye, görüşme ve tartışma ile verilmez. Egemenlik, saltanat, kuvvetle, kudretle, zorla alınır…” de-medi mi? Komisyon Başkanı Hoca Mustafa Efendi bu sözler üzerine, “Af edersiniz efendim, biz konuyu başka bakımdan ele alıyorduk, açıklamalarınızla aydınlandık” dedikten sonra, bu önemli devrim Meclis‟in karma komisyonunda kabul edilmedi mi? 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilince, Mustafa Kemal’in kimi en yakın arkadaşı sanılanlar, İstanbul gazetelerine, ”beklenmedik bir durum, konuyu Cumhuriyet kelimesi bakımından ele almak doğru değildir. Erken ilan edildi” diyerek karşı çıkmadılar mı? Daha sonra, Cumhuriyet rejimine karşı durup, çalışmadılar mı? Saltanatın kaldırılmasından birkaç ay sonra, bu kararı içine sindiremeyen Millet Meclisi üyesi Şükrü Efendi “İslam Halifeliği ve Büyük Millet Meclisi” adıyla yayınladığı kitapta, ”Halife Meclis’in, Meclis halifenindir.” diyerek TBMM’nin halifenin bir danışma Meclisi olduğunu ve yeni seçilen halifenin de Devlet Başkanı olduğunu belirtmemiş miydi?

1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, ilk hükümet programında, “halk tarafından kabul edilen ve halk tarafından kabul edilmeyen devrimler” diyerek Atatürk devrimlerini resmen ikiye bölmedi mi? Daha sonra gelen sağcı iktidarlar, daha fazla oy toplayabilmek için, daha fazla “imam hatip ortaokulu ve lisesi”, daha fazla “Kuran kursu” olmalıdır diyerek bunların sayısını binlere ve on binlere çıkarmadılar mı? Atatürk, “Yaşamda en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir.” derken; çağdaş bir toplum, laik bir Cumhuriyet yaratmak isterken; gerçekler din kurallarındadır diyenler giderek etkinleşmedi mi? Köy enstitüleri kapatılmadı mı? Halkevlerinin kapılarına kilit vurulmadı mı? Demokrasi, sadece sayısal çoğunluk, sadece sandık olarak kabul edilmiyor mu? Eleştirel akıl yerine, dinsel doğmalar giderek ön plana çıkarılmadı mı? Bu koşullarda Atatürk düşmanlığı nereden geliyor sorusu, böylece tarihsel ve sosyolojik açılardan yanıtlanmış oluyor. Burada sorulması gereken soru da şudur: Bu koşullarda daha başka nasıl olabilirdi ki?

Sorun “isim” değil, ismin yaptıklarından “öncesi ve sonrasıdır”, iktidar partisi “buz dağının” görünen kısmıdır…

Öncesinde, padişahlık döneminde hükümdar, Müslüman toplum gözünde, şeriat yasalarını uygulayan, Yaradan’ın imparatorluk sınırları içerisindeki temsilcisidir. Bu yasalar, “O’nun” son elçisiyle gönderdiği kutsal kitabın bizden istedikleri demektir. Bu yasaların uygulanmasında, tarikat, mezhep, cemaat liderleri ve kadılar etkindirler.
Sonrasında, cumhuriyetin yasaları geçerlidir; “insan”, “Yaradan’la”, kendi vicdanında buluşur. Bu bir devrimdir; padişah, şeyhülislam, kadı, hacı, hoca, şeyh, şıh yoktur; kutsal kitap kişisel ihtiras ve çıkarlar adına yorumlanamayacaktır; bu, bir güç kaybıdır ve kabul edilemez.

Bu, kişiye yönelik bir “düşmanlık” değildir; kaybedilmiş olan gücün yeniden kazanılması, cehalet aracılığıyla teslimiyetin yeniden egemen olmasıdır. Seçilen isim, temsil ettiği değerler bütünü doğrultusunda “hedefin adıdır”; bunun gerçekleşmesi için maddi ve manevi alanlarda cihat gereklidir. Bunun adı da gericiliktir.

Benzer durum “bölücü feodal zihniyet” için de geçerlidir. Kan emici bin yıllık feodal zulüm “özgür ve eşit yurttaş” kabul edemez. Aşiret egemenliğinin sona ermesi ve sömürünün bitmesi, toprak reformu, bu zalimlerin sıradan yurttaş olmaları sonucunu doğuracaktır; zulmün adı “töredir”, cezası ölümdür, baskıya dayanamayıp kaçan ana da olsa, kardeş de olsa, gittiği yerde bulunur, öldürülür; köyler basılır, kadınlar, yaşlılar, bebeler öldürülür; sonra da “böyle yapmasaydık bizi ciddiye almazlardı” denir. Bu çağ dışı zihniyetin de son yıllarda aynı“hedefi” seçmesi ve saldırması bu nedenledir. “Feodalizm ve Gericilik”, “şer ve savaşın” adlarıdır, geçmişte de aynı zaman dilimleri içerisinde harekete geçmişlerdir, aynen bugün olduğu gibi, aynı kaptan “şer içerler”. Bu kap bugün BOP kabıdır, bu tarihî bir fırsattır, bir daha ele geçmez ve bu fırsat değerlendirilmelidir.

Tümur Selçuk’un dile getirdiği gibi; “BOP emperyalizmdir, sömürüdür. Dünyada birkaç ailenin başı çektiği Güç ve Para Tarikatının (GPT) ve ona salkımlanmış bir takım asalak tüccar ve politikacının oluşturduğu, sıkıntılı ülkelerin siyasî ve ekonomik özgürlüklerini kısıtlayan ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiren bir “şer ve savaş” yapılanmasının Orta Doğu planıdır.

(GPT) kendisine hizmet edecekleri seçer. Genelde kendi bünyesinde yetişmiş olanları ya da toplumun bir biçimde peşine takıldığı, yahut takılabileceği isimleri belirler, bunların zayıflıklarını kullanarak sömürü hedefine ulaşmaya çalışır. Güney Amerika ülkelerinde böyle olmuştur, ülkemizde de böyle olmuştur ve olmaktadır. Bunun için, din, etnik köken ve siyasi görüş alanları, kullanılabilirlikleri ölçüsünde makbuldürler. En geçerli kavram slogan “DEMOKRASİ”dir! Medyamızda “demokrasiden” bolca söz edenleri yakından izlemek ve ana maksatlarını sezmek gerekir.”

Toplumsal hareketler boşluk kabul etmez. Cumhuriyet devrimlerine “özünde” sahip çıkamayıp bunu hayata geçirememiş toplumlarda, aydın da, cahil de aynı ölçüde pay sahibidir, hadi cahil bir ölçüde bağışlanabilir, ama aydın asla. Özel günlerde bayrak sallayıp şiirler okuyarak ya da “andımızı”, “çarpık” bir eğitim sistemini süslemek için ezberletmekle laik cumhuriyet korunamaz ve gelişemez. Maddî ve manevî yoksulluklara sahip çıkarak, dertlinin ayağına kadar giderek derdine planlı, programlı ve örgütlü bir biçimde el atmasını bilememiş ve çağdaş anlamda aydınlatamamış olan “ göstermelik” bir cumhuriyet anlayışı ve uygulamalarının oluşturduğu büyük boşluğu “şer ve savaş erbabı” kurnaz ve hazırlıklı bir biçimde doldurmuştur. Kredi kartı denen “çağdaş kelepçelerimize” olan aşkımızı, hayallerimizi satın almaya yarayan sevdamızı terk edecek gücü bulmadan, “onurumuzdan başka kaybedecek bir şeyimiz kalmadı” deyip “dik durmadan” bu belaları aşmak mümkün değildir.

Saygılarla,

Ömer Can Şirikçi

omercan.sirikci@ataturk.org.au

Avustralya Atatürk Kültür Merkezi