2013 AĞUSTOS 13 – TÜRKLÜK BİLİMİ

AAKM Makale - Hurriyet - OmerCan Banner 2013.v3

TÜRKLÜK BİLİMİ

Türkoloji, Osmanlıdaki adı ile Türkiyat yani Türklük Bilimi, Türk halkları ve özellikle Türk dili ve lehçeleriyle ilgilenen, folkloru, edebiyatı, sanatı, tarihi ve Türk toplumlarının manevi, maddi kültürünü sistematik şekilde araştırma konusu edinen bilim dalıdır. Geçmiş ve günümüz Türkçesi ve Türk toplumları, Türkoloji’nin ana konularını oluşturur. Türkoloji araştırmaları Türk millî kültürünün temellerini oluşturan unsurları ortaya çıkararak, ayrıntıları ile yakından incelemektir.

Bir müddettir Türkoloji konusunda okuyup araştırıyorum. Öğrenecek o kadar çok şey var ki! Son zamanlarda Türkologlarımızın buldukları ve Türkoloji’nin vardığı konum öyle bir safhaya gelmiş ki, bu bilim alanına Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından verilen öneminin arttırılması gerektiğini haykırıyor uzmanlarımız. Çükü son yirmi yıldır bulunanlar, özellikle son on yıldır gün ışığına çıkanlar, Dünya tarihini tekrar baştan yazdıracak değerde önemli.

Beni çok hayrete düşüren şey, dünyadaki ilk Türkoloji Kürsüsünün “École spéciale des Langues orientales” adı ile Fransız ihtilalinden sonra, resmen 30 Mart 1795’te Paris’de kurulmuş olan Oryantal Araştırmalar olarak, yani yakın ve uzak doğu toplumlarının kültürlerinin, dillerinin, insanlarının, tarih ve arkeolojilerinin incelendiği bilimsel çalışma kurumunun temelleri 1669’lara dayanmaktadır. Yani batılılar doğu medeniyetlerini araştırıp bir bilim alanı olarak incelemeye; özellikle Türk Kültürünü bilimsel bir şekilde incelemeye çok önceleri başlamışlardır.

Rusya’da 1807’de Kazan’da açılan üniversitede Türkçe öğretimi yapılmıştır. İtalya’da 1723’te Napoli’de kurulan Instito Superiore Orientale di Napoli’de başlamıştır. 1887’de Almanya (Berlin)’da Ausland-Hochschule: Seminar für orientalische Sprachen, adlı okulda, İngiltere’de ise 1906’da School of Oriental Studies’de Türkoloji çalışmaları başlamıştır. Şarkiyat ve Türkoloji ile ilgili enstitülerde batılılar çok sayıda bilimsel eserler, dergi ve bültenler yayınlamışlardır. Yani bizim bilimsel tanımlamamızı ve geçmişimizi ve bu güne nasıl geldiğimizi batılılar kayıtlara geçirmiş, bilimsel yolardan bizi bize anlatmışlar, Türklüğü öğreten ders kaynaklarını hazırlamışlardır. Batılılar bu yolla Türklere göçebe, iyi at süren, kılıç kullanan, savaş yapan, barbar bir millettir demişlerdir. Zengin Türk Kültürünü hep göz ardı edip, asırlardır kendi kültürlerinin ve dillerinin üstünlüğünü öne sürmüşler ve tüm dünyaya empoze etmişlerdir.

Aslında, Türkoloji’nin ilk eseri, Karahanlı çağında yazılmış olan dil, edebiyat, etnografya konularında verdiği bilgilerle büyük bir araştırma ürünü olan Divanü Lügati’t-Türk’tür. İlk Türkolog da bu sözlüğü düzenleyen Kaşgarlı Mahmud sayılmaktadır. Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır. Kitap için çok kısa bir tanım yapmak gerekirse; Ansiklopedik Sözlük denilmesi uygun olur. Orijinalinin nerede olduğu bilinmiyor. Bu gün elimizde bulunan Şamlı Mehmed bin Ebu Bekir’in, 1266 yılında kopya ettiği bir nüshası vardır. Bu nüsha, İstanbul Fatih’deki Millet Kütüphânesi’ndedir. Türk Dil Kurumu tarafından 1941’de, Kültür Bakanlığı tarafından 1990’da tıpkı basımı yapılmıştır.

Türkolojinin tarihi, Türklerin Avrupalılarla ilk temasına kadar uzanır. Avrupalılar, Hunların Avrupa’ya ayak basmasıyla bu yeni tanıdıkları halkın dilini, kültürünü öğrenmek amacıyla IV. Yüzyıldan itibaren bu alanda çalışmalar yapmışlardır. Özellikle Osmanlılar zamanındaki savaşlarda esir düşen askerler Türk dili ile ilgili ilk eserleri yazmışlardır. Bunlardan ilki Niğbolu muharebesinde Yıldırım Beyazıt’a esir düşen Alman Hans Schiltberger’in yazdığı Reisebuch 1396 (Seyahatname) adlı eserdir (yayınlanışı 1460). Burada, birtakım Hristiyan dualarının Türkçeleri verilmiştir. Bu Codex Cumanicus’tan sonra Avrupa’da basılan ilk Türkçe eserdir. Daha sonra Filippo Argentini’nin 1533’te yazdığı Regola del Parlara Turcho adlı eseri de batıda Türkçe üzerine yazılmış ilk eserler arasında yer alır. 1612’de Alman hümanist bilgini Hieronymus Megiserus (veya tanınmış adıyla Megiser), Institutiones Lingvae turcicae libri quatuor adlı Türkçe grameri yayımlamıştır. Daha sonra, F. Meninski (1623-1698)’nin Thesaurus Linguarum Orientalium Turcicae, Arabicae, Persicae adlı grameri ve Lexicon Turcico-Arabico-Persicum.. et Grammaticam Turcicam adlı sözlük ve grameri Türkoloji alanında önemli bir dönüm noktası sayılır.

1709’da Poltava Savaşı’da Ruslara esir düşen İsveçli Teğmen J. Von Strahlenberg, Sibirya’ya sürülmüş ve orada kaldığı süre içinde, buradaki Türk lehçelerini öğrenmiş ve incelemiş, Türkçe ile diğer Altay dilleri arasındaki yakınlıklara işaret etmiştir.

Türkçenin Fin ve Macar dilleriyle akraba olduğunun tespit edilmesiyle bu uluslardan araştırmacıları Türkoloji alanına yöneltmiştir.

Daha sonra Rus arkeolog N.M.Yadrintsev, Orhun Yazıtlarını bulmuş ve tanıtmış; Danimarkalı filolog Vilhelm Thomsen bu yazıtları 1893’de okumuş, böylece Türkçenin ilk yazılı belgelerinin gün ışığına çıkmasıyla Türkoloji çalışmaları daha da hızlanmıştır.

Diğer taraftan bu yüzyılın başında Doğu Türkistan’daki Turfan bölgesinde yapılan kazı çalışmaları sonucunda batılı bilim adamları O. Donner, Klementz, A. Stein, Albert von Le Coq, P. Pelliot tarafından Uygur Türklerine ait çok önemli sayıda belge bulunmuştur. Böylece Türk dilinin hem Köktürk hem de Uygur dönemine ait bilgi ve belgelerinin bulunmasıyla Türkoloji, Altayistikin en zengin belgelere dayalı dili olarak Altayistlerin gündemine girmiştir.

Diğer yandan, Orta Asya ve Orta Doğu’yla ekonomik ve siyasi ilişkileri olan batılı devletler, bu bölgeleri ve bu bölge halklarını tanıyabilmek için Türkoloji araştırmalarına destek vermişlerdir.

Rusya’daki Türk asıllı topluluklardan özellikle Kazan Tatarları ve Azerbaycan Türklerinden yetişen bilim adamları Türkoloji’yle ilgili önemli çalışmalar yapmışlardır. Bunların bir kısmı daha sonra Avrupa’da ve Türkiye’de çalışmalarını sürdürmüşlerdir (Z. Velidi Togan, Reşit Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu, Sadri Maksudi Arsal, Ahmet Ağaoğlu…)

Türkiye’de de Mehmet Fuad Köprülü, 1924 yılında Türkiyat Enstitüsü’nü kurmuş, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde bu bölümün kurulmasıyla birlikte Türkoloji araştırmalarının merkezi Türkiye olmuştur. Daha sonra Türkiye’de bu alanda Ahmet Cafeoğlu, Reşit Rahmeti Arat, Sadettin Buluç, Tahsin Banguoğlu, Mecdut Mansuroğlu, Saadet Çağatay, Hasan Eren, Ahmet Temir, Zeynep Korkmaz, Necmettin Hacıeminoğlu, Faruk Kadri Timurtaş, Muharrem Ergin, Şinasi Tekin, Talat Tekin, Mustafa Canpolat, Ahmet Bican Ercilasun, Osman Nedim Tuna, Osman Fikri Sertkaya, Kemal Eraslan, Nuri Yüce, Mertol Tulum, Emine Naskali-Gürsoy… çalışmalar yapmışlardır.

Kazanlı Mirza Kazem Bek, Türk lehçeleri karşılaştırmalı dilbilgisinin temelini atarak Türkoloji alanına katkı sağlamış. Kırımlı Bekir Çobanzade Türk-Tatar dillerini ve Azerbaycan Türkçesini incelemiştir. Vilhelm Thomsen, Köktürk yazısını çözerek Türkoloji’nin Köktürk döneminin aydınlatılmasına önayak olmuştur. Alman Albert von Le Coq, Friedrich Wilhelm Karl Müller, Wilhelm Bang-Kaup Uygur belgelerinin okunuşu ve tasnifini yapmışlardır. Annamaria von Gabain, Eski Türkçenin ve Özbekçenin gramerini yazarak bu alandaki dilbilgisi boşluğunu tamamlamıştır. Alman asıllı Rus Türkolog Wilhelm Radloff, Rusya’daki Türk lehçelerinin karşılaştırmalı incelemesini yapmış ve Türkçenin genel bir sözlüğünü hazırlamıştır. Versuch eines Wörterbuches der Türk-Dialecte adlı sözlük Türklük biliminin hala vazgeçilmez eserleri arasındadır. Danimarkalı Vilhelm Grønbech Türk dilinin tarihi sesbilgisinin temelini atmış. Fransız Türkolog Jean Deny, Osmanlı Türkçesinin, Rus Andrey N. Kononov Eski Türkçe ve Özbekçenin, Macar Türkoloj János Eckmann Çağatayca’nın gramerini yazmışlardır.

Türk Kültürünün üstünlüğü ve öncülüğü, Türk medeniyetinin ne denli sağlam temeller üzerine atıldığı; gerçekler ne kadar da saptırılmış ve gizlenmiştir bizlerden. Tarihteki bir çok örnekleri gibi, batılıların bu düzmece yalanları, çok değerli Türkologlarımız sayesinde gün ışığına çıkmaya başlamıştır.

Türkoloji uzmanları arasında en önemlilerinden birisi olan Profesör Doktor Kazım Mirşan, 4 Temmuz 1919 doğumlu, 94 yaşında ve halen aktif bir şekilde bilgi birikimini paylaşmaya devam etmektedir. Facebook sayfasından onu takip ediyorum. Mükemmel bir adam, tam bir cevher, keşke öğrencisi olabilsem.

Mirşan İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu ve yurt dışında ihtisas görmüş. Almanca, Rusça, İngilizce ve Türk lehçeleri (Tatarca, Özbekçe, Başkurtça, Tarançıca, Kaşkarlıkça (yani Uygurca), Kazakça, Kırgızca, Azerbaycanca, Türkiye Türkçesi ile kendi ana lehçesi olan, Tümenlikçe) dışında Yunanca, Latince, İtalyancayı meslek araştırmalarına yarayacak kadar bilen Mirşan, hayatının büyük bir kısmını Ön-Türk tarihi ile ilgili araştırmalara adamış.

Türk tarihinin Milattan Önce (MÖ) 16,000 li yıllara dayandığını savunan Mirşan’ın tezi, ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün teşvikleri ile 1930 yıllarında oluşturulan Güneş Dil Teorisi‘ni ve Türk Tarih Tezi’ni desteklemektedir. Türk Kültürünün ve dilinin ne denli eski ve diğer tüm kültürlerin kurucusu olduğuna dair Mirşan ve Haluk Tarcan gibi bir çok araştırmacı Türkolog bu konuda sayısız kanıtlar bulmuşlardır.

Tüm dünya alfabelerinin kökeninin Türk alfabesi yani Orhun alfabesi olduğunu savunur Mirşan. Moğolistan’daki Orhun Yazıtları, Göktürk Yazıtları ya da Köktürk Yazıtları olarak da bilinir, Türklerin bilinen ilk alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlardır. Bu yapıtlarda kullanılan dile Ön-Türkçe denilmektedir. Türk tarihinin çok eskilere dayandığını gösteren en büyük delil Orhun Yazıtları ve kullanılan Ön-Türkçe dilidir. Çünkü Orhun Yazıtları’nda kullanılan dil ve noktalama işaretleri bu dilin en gelişmiş hali olduğu sonucuna götürmektedir. Böyle bir dilin oluşabilmesi için en az 3000 yıl geriye gidilmesi gerekir. Kazakistan’da, Bu tezi destekleyen ve M.Ö 600’lere tarihlenen bazı yazıtlar da bulunmuştur.

Anadolu’da da Ön-Türkçe yazıtlar bulunmaktadır. Kürtçe; Ön Türkçe’den sözcükler barındırdığı gibi bu sözcükleri Arapça ve Farsça’ya da taşımıştır. İskandinavya dahil, tüm Avrupa’da 5000’den fazla Ön-Türkçe yazıt bulunmaktadır.

Romalılardan önce İtalya Yarımadası’nda yaşayan Etrüsklerin konuştuğu dil olan Etrüskçe, Ön-Türkçe kökenlidir. Roma’nın küllerinden kurulan medeniyet olan Etrüskler Türk’tür. Etrüsk yazıtları ilk defa 1970 senesinde Kazım Mirşan tarafından okunmuştur. Bu zamana kadar batılılar Latince dilinin ve alfabesinin Etrüskler tarafından kendilerine miras kaldığını ve tüm Avrupa dillerinin Latinceden türediğini ve bu medeniyetin de kaybolduğunu savunmuşlar. Mirşan Etrüsklerden kalma yazıların nasıl okunacağını ve alfabenin Orhun alfabesi olduğu şifresini çözünce batılılar, tarihi tekrar yazdıracak olan bu büyük gelişmeyi örtbas edip bir daha gündeme getirmemişlerdir.

Mirşan; Norveç, İsveç, Portekiz ve Fransa’daki mağaralardaki yazıların Türk damgaları (harfleri) ile okunduğunda anlamlaştığı ve İskitlerin yani Sakalar’ın Türk kökenli oldukları ileri sürülmektedir. Etrüskler, Truvalılar, Sümerler, Hititler ve Friglerin dip kültüründe Türk uygarlığı olduğu, bu kavimler Ön-Türk olmasa bile dip kültüründe Türk etkisi vardır demektedir.

İlk Türk devletinin Hun İmparatorluğu olmadığı, ilk Türk devletinin ‘Bir Oy Bil’ olduğu görüşündedirler. Ardından ‘At Oy Bil’, ‘Türükbil’ (karşılığı:Göktürk) gelir. Bugün Çin sınırları içerisinde 300 metre boyunda piramitler bulunduğu ve bu piramitlerin Mısır’dan çok önce inşa edildiği tespit edilmiştir. Mısır’ın dip kültüründe de Türkler olduğu iddia edilmektedir.

Japon ve Çin medeniyetinin de dip kültüründe MÖ 4000 yıllarında Orta Asya’dan Çin’e ve Japonya’ya göçen Türkler vardır.

Türkler Anadolu’ya 1071’de değil, MÖ 7000’li yıllarda gelmişlerdir. Çevresi denizle çevrili Anadolu’yu sürekli besleyen Türk göçleri buraya sıkışmışlar ve Türk varlığını tesis etmişlerdir. Oğuzlar Anadolu’ya geldiklerinde karşılarında aynı dili konuşan pek çok Türk grubu ile karşılaşmışlardır.

MÖ 10,000 yıllarında ılıman iklim ve büyük göllerin olduğu anlaşılan Orta Asya’nın kuruması ve çölleşmesiyle Türk gruplarının çevre ülkelere yayıldığı ve diğer kültürlere etki yaptıkları ileri sürülmektedir. Bering Boğazı’ndan geçerek Kızılderili ve Güney Amerika kültürlerinin diplerinde de Türk etkileşimi olduğu ileri sürülmektedir.

Yunanistan’ın Ön-Türkçe adının İç-Üy-Ök olduğu ileri sürülmektedir. Aynı zamanda Yunan kitabelerinde de Anadolu’dan gelen ve demiri çok iyi işleyen bir topluluk olduğu yazılmaktadır. Ancak bu toplumun mevsimlik geldiği bilinmektedir. Bu toplumun Ön-Türkler olabileceği ileri sürülmüştür.

Kazım Mirşan Mısır-Sina’da piramitlerdeki yazıtlarda Ön-Türkçe kartuşlar bulmuştur.

Kazım Mirşan Bizans’ın ilk kurulduğu dönemlerde Ön-Türkçe konuştuğunu ileri sürmektedir. Kanıtı ise; Trabzon’daki Rum Kilisesi’nde sadece Ön-Türkçe okunabilen yazılardır. Kazım Mirşan, daha sonraları başka kültürlerden etkilenerek Bizansın Ön-Türk dilini kullanmamaya başladığını ileri sürmektedir.

Türkoloji’ye son on yıldır çok büyük katkılarda bulunan diğer bir isim de geçen hafta 6 Ağustos 2013 de çok genç yaşta hayata gözlerini kapayan Servet Somuncuoğlu’dur. Maalesef, yaşarken kıymeti bilinmeyenlerden diyeceğimiz eşi benzeri az bulunan zeki, çalışkan ve gönlünü Türkoloji sevdası ile doldurmuştu. Genç Türkologlar için ilhan kaynağı idi.

Sibirya’da başlayıp İzmir Konaklı’da sonra eren yüzlerce yıllık geçmişe sahip olan Türklerin izlerini taşlarda sürerek, Türkoloji’ye büyük araştırma kaynağı olacak, çok önemli görsel kayıtlar bıraktı ardından. Servet Somuncuoğlu, 2004 yılından bu yana 6 ülkeyi dağ, tepe, bayır demeden dolaştı. Dört yıllık zaman dilimi içinde 150 bin kilometre yol kat etti. 138 gün, 65 ayrı alanda saha çalışması yaptı. Moğolistan, Rusya, Kırgızistan, Azerbaycan ve Anadolu’nun taşlarından ulaşabildiklerini inceledi. Kimi zaman Orhun Vadisi’nde gün doğumuna tanıklık etti, kimi zaman Baykal Gölü kenarında soluklandı, Moğolistan’ın kıraç topraklarında geceledi. Aslında onunkisi bir merak yolculuğuydu. Sonu gelmeyen bir merak desek daha doğru olur. Çünkü onu bu yolculuğa çıkaran neden, binlerce yıllık bir kültüre sahip olan Türklerin geçmişini taşların üzerindeki kaya resimlerinde aramaktı. Amacına büyük ölçüde ulaştı, tüm gördüklerini kayıt altına aldı, fotoğrafladı ve ortaya 550 sayfalık “Sibirya’dan Anadolu’ya Taşlardaki Türkler” adını taşıyan bir çalışma çıktı.

Somuncuoğlu’nun amacı elbette ırka dayalı bir milliyetçilik yapmak değil. Tam aksine Türk milliyetçiliğinin esasının tamamen kültür olduğunu ortaya koymak. Kitabın Türk ve dünya tarihinde yeni ufukların açılmasını sağlayacağını düşünüyordu. Ona göre kaya resimleri insanlığın ortak kültür mirası, ortak bilinçaltı ve bilginin ilk izlerini taşıyordu: “İlk insan da bizimki gibi düşünüyor ve bir şekilde bunu ifade ediyordu. Bu ifade edişler, yani insan düşüncesinin ilk izleri kaya resimlerinde saklıdır.” şeklinde açıklıyordu amacını. Fotoğraf albümü niteliği taşıyan çalışmanın en önemli özelliği bilim adamlarına veri sağlayacak olmasıdır. Somuncuoğlu’nun üzerinde önemle durduğu konu, gezdiği 6 ülkede de resimler arasında ciddi bir benzerliğin olmasıdır. Dağ keçileri, geyikler, koç heykelleri ve süvari figürleri her bölgedeki kaya resimlerinin ortak simgeleridır. Mesela Erzurum Karayazı Cunni Mağarası’ndaki yön damgası Ordu Mesudiye Esatlı köyünde de vardır. Bu resim alanında görülen ‘uçan at’ figürü ise Altay dağlarındaki Kalbaktaş bölgesinde de görülmektedir. Somuncuoğlu çok zor olan bu çizimin 8 bin kilometrede de olmasını manidar buluyordu.

Bu kısaca bahsedilen konuların sağlam temellere dayanan ispatlarının yapılması, bilimsel araştırmaların devam ettirilmesi, gelecek yeni nesil Türkologların vazifesidir. Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’un dediği gibi “Türkolog gönlü Türklük bilimi ile dolu, Türk’ün tarihini, dilini, (musiki, resim, heykel, mimarî vb.) sanatını, eski, yeni, halk edebiyatını, folklorunu, etnografyasını, mitolojisini, destanlarını, masallarını inceleyen, yorumlayan ve yayımlayan bilim adamı ya da araştırıcısıdır. Türkolog olabilmek için mutlaka Türkoloji bilim dalında öğrenim görmek, bu bilim dalının bibliyografyasına hâkim olmak; Türkoloji’ye emek vermiş ve hâla emek veren Türkologlar hakkında bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Tabiî, iş metot sorununa gelince daha derine inmek gerekecektir. İyi bir Türkolog neleri bilmelidir? Bu sorunun cevabını şöyle açabiliriz:

1) Türk Dili Tarihini çok iyi bilmelidir.

a) Türkçenin ‘temel eserleri’ nelerdir?

b) Türkçenin ‘kaynak eserleri’ nelerdir?

2) Türk Dili Tarihinin dönemleri nelerdir?

a) Eski Türkçe:

aa) Köktürkçe dönemi,

ab) Eski Uygur Türkçesi dönemi.

b) Orta Türkçe:

ba) Karahanlı Türkçesi dönemi,

bb) Hârezim Türkçesi dönemi.

c) Yeni Türkçe:

a) Selçuklu Türkçesi dönemi (XI-XII. Yüzyıllar)

b) Eski Anadolu Türkçesi dönemi (XII-XIV. Yüzyıllar)

c) Klâsik Osmanlı Türkçesi dönemi (XV-XVII. Yüzyıllar)

d) Yeni Osmanlıca dönemi (XVIII-XIX. Yüzyıllar)

e) Cumhuriyet dönemi (XX-XXI. Yüzyıllar)

3) Bu dönemlerde yazılmış eserler nelerdir? Yazarları kimlerdir?

4) Bu eserler üzerinde çalışan bilim adamları kimlerdir, eserleri nelerdir?

5)Türk Dili tarihi süresince Türklerin kullandığı alfabeler nelerdir? (Bu alfabelerden ‘Köktürk, Uygur, Mani, Brahmi, Arap, Süryani, Grek, Ermeni, Arap, Kril’ ile yazılmış olanlardan bazıları üzerine uzmanlaşmış olmak gerekir. Ayrıca, Köktürk, Uygur, Arap ve Kril harfleriyle yazılmış Türkçe metinleri okuyabilmek önemlidir. Köktürk yazıtları, eski Uygur yazmaları, Arap alfabesi ile yazılmış ‘Kutadgu Bilig, Atabetü’l-hakâyık, Nehcü’l-ferâdis, Dede Korkut Kitabı, Kıssa-i Yûsuf …vb. gibi eserler’, Azerî, Türkmen, Kazak, Kırgız, Özbek, Kazan Tatar, Başkurt vb. Türkçelerinin Kril harfleriyle basılmış binlerce eserleri yüzeyden okunabilmedir.)

6) Köktürkçeden günümüze Türk dilinin geçirmiş olduğu ses ve biçim değişimleri nelerdir?

7) Köktürkçeden günümüze Türk lehçe ve şivelerinin kelime hazinesinin durumu nedir.(6. sorunun cevabını biliyorsak, bu soruyu kolay çözümleyebiliriz.)

8) Anadolu (= Türkiye Türkçesi) ağızlarının oluşumunda rol oynayan 24 Oğuz boyunun özellikleri nelerdir? Türkiye Türkçesi ağızlarının ses ve biçim bilgisi özellikleri nelerdir? Bu konuda çalışan Türkologlar ve eserleri nelerdir?

9) Altayistik nedir? Altayist kime denir? Türk ve yabancı altayistler ile eserleri nelerdir?

10) Mongolistik nedir? Mongolist kime denir? Türk ve yabancı mongolistler ile eserleri nelerdir?

11) Türkçenin grameri (ses ve biçim bilgisi, cümle bilgisi, anlam bilgisi) üzerine yapılan çalışmalar nelerdir?

12) Karşılaştırmalı Türk şiveleri (/lehçeleri) gramerinin birleştiği ve ayrıştığı yerler nelerdir? [11 ve 12. soruların cevapları içinde, Türkçe sözlerin köken bilgisi ile ilgili bilgiler de yer almalıdır.]

13) Türk Mitolojisi, destanları, masalları hakkında bilginiz var mı? [Bir Türkolog olarak B. Ögel’in ‘Türk Mitolojisi I-II’, A. İnan’ın ‘Tarihte ve Bugün Şamanizm’ adlı eserlerini okudunuz mu?]

14) Türk kültür tarihi ile ilgili olarak neler biliyorsunuz? [ B. Ögel’in ‘Türk Kültür Tarihine Giriş, IX cilt’, ‘Türk Kültürünün Gelişme Çağları’; İ. Kafesoğlu’nun ‘Türk Bozkır Kültürü’; O. Turan’ın ‘Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti’ adlı eserlerini okudunuz mu?]

Görüldüğü gibi iyi bir Türkolog olabilmek için yalnız bir kısmını yazabildiğim bu soruların cevaplarını iyi düzeyde vermek gerekir. Artık, eski yazma bir eserin transkripsiyonunu yaparak belirli kalıplar üzerinde dil özelliklerini tespit etmekle Türkolog olunmuyor. Ya da Anadolu’nun herhangi bir bölgesinin ağız özelliklerini derleyerek transkripsiyonunu yapıp yayınlamakla da Türkolog unvanı kazanılmıyor. Eğer, yukarıdaki sorulara tam cevap veremiyorsanız, daha çok çalışmanız, eskilerin deyimiyle ‘daha kırk fırın ekmek yemeniz gerekecek’ demektir.

Türkoloji bir bütündür. Bu bütünün yalnız bir parçası üzerinde çalışmakla da Türkolog olunmaz. Türkolog dilci olduğu kadar, tarihçi, kültür ve sanat tarihçisi, folklorcu, halk edebiyatçısı, etnograf da olacaktır. Kendi milletinin siyasî ve kültür tarihini bilmeyen; kendi halkının folklorunu, etnografyasını anlayamayan bir kişi Türkolog olamaz.

Türkolog olabilmek için bunlar da yetmiyor. Karşılaştırmalı ‘Altayistik’ yapamayan; Türkçeye en yakın akraba dil Moğolcanın ses ve biçim bilgisi özelliklerini bilmeyen, Moğolca yazılmış ‘Moğolların Gizli Tarihi/ Mongol-un Niguça Topçiyan’, ‘Altan Topçi’ gibi eserleri okumamış; ‘Cengiznâme’, ‘Defter-i Çinggiz’ gibi Çağatayca yazılmış eserlerden haberi olmayan bir Türkolog henüz kendisini iyi yetiştirememiş demektir. Çünkü, Avrupa ve ABD’de yetişmiş pek çok Türkolog, Altayist ve Mongolist artık bu konularda uzmanlaşmış kişidir. Her yıl farklı bir ülkede yapılan ‘Permenant International Altaistic Conference (PIAC)’ toplantılarına katılan Türk ya da yabancı bilim adamları ile boy ölçüşebilmek için bu konulara hâkim olmak gerekmektedir.

Yeni yetişen genç Türkolog adaylarımız bizim yaşadığımız 40-50 sene önceki dönemlere göre çok daha şanslıdırlar. Çünkü, bizim gençliğimizde kapalı bir kutu olan eski Sovyetler Birliği ile o zamanlar ‘dış Türkler’ adı verilen Türk Cumhuriyetleri ve öteki Türk ülkeleri şimdi herkese açıktır. 20 sene önce ancak 5 Türk bilim adamının (N. Diyarbekirli, T. Tekin, B. Ögel, O. F. Sertkaya, T. Gülensoy) gidebildiği Moğolistan’da bugün Türkoloji bölümü bulunmakta, Moğol gençleri Türkçe öğrenmektedirler. Orhun yazıtları artık didik didik edilmiş, Cengiz Alyılmaz gibi genç Türk Türkologları bu işin de en iyi uzmanı olabilmişlerdir. Genellikle Almanların yayımladığı ‘Türkisch Turfan Text ve Berliner Turfan Text’ adlı Eski Uygur yazmaları R. R. Arat, Ş. Tekin, S. Tezcan ve F. S. Barutçu’dan sonra da Melek Özyetkin, Ceval Kaya gibi bazı Türk Türkologlar tarafından okunup yayımlanmıştır. Sanırım, bazı gençlerimiz 1-2 yıllığına Moğolistan’a giderek Moğolca öğrenmek imkânına sahip olmuşlardır. Klâsik ve modern Moğolcayı yerinde öğrenerek ‘Köke Debter’, ‘Atlan Debter’ vb. gibi Moğolca eserler ile Türk-Moğol tarihlerini yakından ilgilendiren pek çok tarihî yazmayı Türkoloji ve Altayistike kazandırmak bu gençlerimize nasip olacaktır.

Bütün Türk dünyasında basılmış eserler artık Türkoloji bölümlerinin kütüphânelerinden başka Türkolog gençlerimizin kütüphânelerinde de yer almaktadır. Son 20 yıl içerisinde pek çok Türk lehçesi (şivesi)nin sözlükleri basılmış, gramerleri Türk bilim adamları tarafından yeniden yazılmıştır. Tanıdığım pek çok genç Türkolog en az bir Türk lehçesi (şivesi)ni konuşabilmektedir. Bu da Türkiye Türkoloji’si için çok büyük bir kazançtır.

Yukarıda değindiğim gibi yeni nesil Türkologların önünde çok büyük imkânlar bulunmaktadır. Yeter ki sabır, metot ve bilgi ile Türkoloji’nin bütün konularına eğilebilsinler. Türkoloji o kadar engin bir deniz ki daha binlerce Türkoloğu içinde barındırır.”

İşte durum böyle iken Türkiye Cumhuriyeti Devletine çok büyük bir iş düşüyor; yeni nesil Türkologları teşvik etmek ve onlara yeterli imkanları sunmak.

Ve işte şimdi çok daha iyi anlıyorum ki neden ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!!!” demiş.

TÜRKSOY (www.turksoy.org.tr) öncülüğünde Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kongreleri; Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri ve akraba topluluklar arasındaki kültürel bağları kuvvetlendirmek, Türk dünyasında üretilen Türkoloji bilgilerini paylaşmak gayesi ile yapılmaktadır.

Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan’ın Kültür Bakanları, 1992 yılında İstanbul ve Bakü’de bir araya gelerek kültürel işbirliği yapmayı kararlaştırdılar. 12 Temmuz 1993 tarihinde Almatı’da yaptıkları toplantıda da “TÜRKSOY’un Kuruluşu ve Faaliyet İlkeleri Hakkında Anlaşma”yı imzalamak suretiyle Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi’ni (TÜRKSOY) kurdular.

 

Bu anlaşmayla oluşturulan TÜRKSOY teşkilatına daha sonra gözlemci üye ülke statüsüyle Rusya Federasyonu’na bağlı Altay Cumhuriyeti, Başkurdistan Cumhuriyeti, Hakas Cumhuriyeti, Saha (Yakut) Cumhuriyeti, Tataristan Cumhuriyeti, Tıva Cumhuriyeti ile Moldova Cumhuriyetine bağlı Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti katıldı.

TÜRKSOY, Türk dili konuşan ülkelerin kültür ve sanat alanlarında işbirliğini sağlayan, üye ülkelerin yönetimine, iç ve dış politikalarına karışmayan uluslararası bir teşkilattır.

TÜRKSOY teşkilatının ev sahibi ülkesi Türkiye Cumhuriyeti’dir. Resmi dili Türkçe, yönetim merkezi Ankara’da yerleşiktir.

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de 16-17 Ekim 2009 tarihlerinde düzenlenen 26. Dönem Toplantısında TÜRKSOY’un açılımı “Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı” olarak değiştirilmiştir.

Üye ve gözlemci üyeler çalışmalarda eşit haklara sahiptir. Teşkilatın uluslararası ilişkileri sadece Türk dilinin konuşulduğu coğrafyayla sınırlı değildir. TÜRKSOY, faaliyetlerinde ve uluslararası ilişkilerinde temel insan hak ve özgürlüklerinin korunmasını esas alan bütün resmi ve gayri resmi kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmaktadır. Amaçları, görevleri ve çalışma alanları itibarıyla UNESCO ile örtüşen TÜRKSOY, kendi coğrafi alanında UNESCO işlevini yürütmektedir. Bu durum Türk dili konuşan ülkelerin milli dirilişine, devlet yapılanmasına ve demokratikleşme sürecine olanak vermektedir.

Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kongresi, Türkoloji’nin bilgi paylaşımı bakımından son derece önem taşımaktadır. Türk kültürü, tarihi, folkloru, dili ve edebiyatı ile gerek tarihî derinliği bakımından, gerekse sahip olduğu jeo-strateji ve jeo-politik açılardan büyük önem taşımaktadır.

Türklüğün 21. yüzyılda varlığını ve varoluşunu sürdürmesi, Türk kültür birliğinin yeniden tesis edilmesine bağlıdır. Tabii olarak bilinmelidir ki kültürel “çıktı”lar, siyasî iradeler tarafından hayata geçirilmedikçe bir değer ifade etmez. Bu noktada, bilim ve kültür adına yapılacakları Kongrede bilim insanları ortaya koymuşlardır. Gerisi, devletin kültür politikalarını şekillendirmesi için siyasî iradeye kalmıştır. Bu cümleden kültür politikalarında Türk dünyası gerçekliğinin öncelik görmesi, Türkçe konuşan dünyanın her alanda birliğinin sağlanması, ‘siyasîlerin ağızlarından düşürmedikleri’ Türkiye’nin bölgesinde lider ülke olmasının ilk şartıdır.

Bir başka önemli kongre serisi de Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (www.akmb.gov.tr), Atatürk Kültür Merkezince, dört yılda bir düzenlenen Uluslararası Türk Kültürü Kongreleridir. Sekizincisi bu yıl 24-27 Ekim 2013 tarihlerinde “2013 Türk Dünyası” ve “Somut Olmayan Kültürel Miras Başkenti” ilan edilen Eskişehir’de yapılacaktır ve “Kültürel Miras” konusu olacaktır.

Atatürk Kültür Merkezi’nin ülküsü; Türk Kültürü araştırmalarında ulusal ve uluslararası düzeyde en yetkin kurum olmak; kültürümüzün temel değerlerini yaşatarak millî kültürü çağdaş medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmaktır.

Türklük Bilimi önemini ve faydalarını göz önünde bulundurursak, geleceğimiz için ne denli önemli olduğunu anlamak çok kolay olduğu gibi; bu konu ile ilgilenmek ve kendimizi eğitmek de o denli zevk vermektedir. Umarım sizlerle paylaştığım bu özet birikimi faydalı ve teşvik edici bulmuşsunuzdur.

Saygılarla,

Ömer Can Şirikçi

omercan.sirikci@ataturk.org.au

Avustralya Atatürk Kültür Merkezi

Bu Makale  Hürriyet Avustralya Gazetesi

32. Sayısında 13 Ağustos 2013

33. Sayısında 20 Ağustos 2013

34. Sayısında 27 Ağustos 2013 

35. Sayısında 3 Eylül 2013

36. Sayısında 10 Eylül 2013

tarihinde bir dize olarak yayınlanmıştır.

Leave a Reply