Balkan Muharebeleri Sırasında Mustafa Kemal’in Çanakkale Bölgesindeki Faaliyetleri

 

Balkan Muharebeleri Sırasında Mustafa Kemal’in Çanakkale Bölgesindeki Faaliyetleri (Yrd. Doç. Dr. Mithat Atabay)

Balkan Savaşı başladığında Trablusgarp’tan bulunan Mustafa Kemal, 24 Ekim 1912 tarihinde oradan hareketle Mısır’a, daha sonra da Trieste ve Romanya üzerinden İstanbul’a ulaştı. Daha yolda iken hemen hemen bütün Rumeli’nin elden çıktığını ve Bulgarların Çatalca önlerine kadar geldiklerini öğrendi. İstanbul’a gelen Mustafa Kemal,  21 Kasım’da Harbiye Nezareti’nde görevlendirildi. Harbiye Nezareti’ndeki kısa görev süresi içerisinde Bolayır berzahının önemi üzerinde duran Mustafa Kemal’e göre; “Bolayır berzahı, Karadeniz’den Akdeniz’e geliş-gidişleri denetleyebilecek olan bölgenin kapısı”ydı. Aynı zamanda bu bölgede bulunan herhangi bir birlik Çatalca karşısında bulunan Bulgar Ordusu’nun gerisine saldırabilirdi. Osmanlı Harbiye Nezareti, Bolayır berzahının gerisinde “Mürettep” adı altında bir “Kolordu” kurmuştu[1]. İsmi de “Bahr-ı Sefid Boğazı (Akdeniz Boğazı) Kuva-yı Mürettebe Kumandanlığı”[2] idi. Bahr-ı Sefid Kuva-yı Mürettebe Kumandanı Fahri Paşa[3], Erkânı Harbiye Reisi(Kurmay Başkanı) Binbaşı Ali Fethi(Okyar) Bey[4], Harekât Şube Müdürü Binbaşı Mustafa Kemal (Atatürk) Bey’di[5]. Mustafa Kemal’in bu göreve tayin tarihi 25 Kasım 1912’dir[6]. Bu Kolordunun görevi, denizden ve karadan Bolayır üzerinden yapılacak düşman saldırılarına karşı Çanakkale Boğazı ve Gelibolu bölgesini savunmaktı[7]. Bu Kolordunun karargâhı bugünkü Haşmet Bey Çiftliği binası idi. Mustafa Kemal, 27 Ekim 1913 tarihine kadar toplam onbir ay iki gün burada görev yaptı.

Ataturk-Ali-Fethi

Mustafa Kemal, Gelibolu’ya gelmeden evvel arkadaşı ve İttihatçıların ileri gelenlerinden biri olan Dr. Tevfik Rüştü (Aras) Bey’le İstanbul’da görüştü. Mustafa Kemal, O’na da, Çanakkale’de görev almasını önerdi. Bu sırada “Meclis-i Umur-u Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-yi Umumiye” üyesi olan Dr. Tevfik Rüştü (Aras) Bey de Çanakkale’de kurulan Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Hastanesi Başhekimliğine atandı[8]. Ülkenin geleceği konusunda düşünce birliğine sahip üç arkadaş –Fethi Bey, Mustafa Kemal Bey ve Dr. Tevfik Rüştü Bey- böylece Çanakkale’de bir arada bulunabilecekler ve gelişecek olaylara birlikte çözüm arayabileceklerdi.

Mustafa Kemal, Gelibolu’ya atandığında top sesleri İstanbul’dan duyuluyordu. Bulgarlar Terkos üzerine doğru sarkmışlardı[9]. Balkanlardan sürekli muhacirler geliyordu. Ve her tarafı doldurmuşlardı. Cephede hastalık baş göstermişti. Tifüs her tarafa yayılmıştı. İstanbul’da tüm hastaneler hasta ve yaralılarla dolmuş ancak hastalar iyi tedavi edilemiyordu. Kâmil Paşa, Sadrazam olarak sorunları çözecek gerekli çabayı gösterebilecek durumda değildi. Sadece Harbiye Nazırı Nazım Paşa Çatalca’da bir savunma hattı oluşturabilmek için çaba sarf ediyordu. Böyle bir ortamda Osmanlı devleti Yunanistan hariç diğer Balkan Devletleri ile 3 Aralık 1912 tarihinde Çatalca Mütarekesi’ni imzaladı[10]. Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasında Londra’da 13 Aralık’ta barış görüşmeleri başladı. Ayrıca yine Londra’da büyük devletlerin elçileri 17 Aralık’ta bir araya gelerek Balkan sorununu ele aldılar.

Barış görüşmeleri başlamasına rağmen, halen Yunanlılarla savaş devam ediyordu. Yunanlılar, Osmanlı donanmasının Çanakkale Boğazını geçmesini engellemek amacıyla boğazı abluka altına aldılar. Sıra ile 22 Ekim’de Limni, 31 Ekim’de İmroz ve Taşoz, 4 Kasım’da Sakız, 7 Kasım’da Bozcaada Yunanlıların eline geçti. Bulgarların Trakya’da ilerlemeleri üzerine Barbaros zırhlısı, Yarhisar muhribi ve Demirhisar torpidobotu Silivri’ye, Numune-i Hamiyyet muhribi Midye’ye, Asar-ı Tevfik zırhlısı da Tekirdağ’a gönderildi [11].

Yunanlıların Ege’deki başarıları üzerine 11 Kasım 1912’de Başkomutanlık Vekâleti Donanma Komutanlığı’na “Ana kuvveti teşkil eden gemilerden bir tanesinin bile Marmara veya Karadeniz’de bırakılması doğru değildir. Ordunun kanatlarını muharebe kıymeti az olan gemiler korusun. Hemen Ege Denizi’ne hareket edin”[12] emrini verdi. Yunanlılar 23 Kasım’da Ayvalık’a girdi, 24 Kasım’da Sisam, 25 Kasım’da da Sakız adası Yunan kuvvetlerinin işgaline uğradı[13].

30 Kasımda Başkomutanlık Vekâleti Kuva-yı Mürettebe Komutanlığı’nın isteği doğrultusunda savaş gemilerinden oluşan bir filoyu Çanakkale’ye gönderdi[14]. Osmanlı donanması Nara önlerinde demirledi. Komutanlığını Hüseyin Rauf Bey’in yaptığı Hamidiye kruvazörü de gelen gemiler arasında idi. Rauf Bey, hatıralarında bu konuda şunları anlatmaktadır: “Bu Kolordunun Kurmay Başkanlığına Trablus’tan dönen Ali Fethi Bey, Harekât Şubesi Müdürlüğü’ne de Derne’den dönen Mustafa Kemal Bey tayin edilmişti. Kolordu karargâhı Maydos’ta idi. Donanma da Maydos karşısında bulunuyordu. Vakit buldukça Maydos’a gider ikisini de ziyaret ederdim. Bazen Donanma Kumandanlığı adına onlarla askeri görüşmeler yapardım. Bu arada bir defa donanma koruması altında denizden asker çıkararak yapılacak bir saldırıya karşı yarımadanın nasıl savunulabileceğini inceleyen Kolordu Kurmay Heyeti görüşmelerinde hazır bulundum. Yarımadanın batı kıyısında asker çıkarmaya elverişli kumsallar istihkâmlanırsa çıkarmaya engel olacaklarını ileri sürenlere Mustafa Kemal Bey’in karşı koyduğunu iyiden iyiye hatırlıyorum. Mustafa Kemal Bey, düşmanın donanma ateşi altında karaya çıkabileceğini kabul etmek gerektiğini, savunma tertiplerinin ancak bundan sonra alınması(nın) doğru olacağını söylüyor ve bu fikrine karşı olanlara sinirlenerek; ‘istediğiniz kadar tel örgü engelleri koyunuz. Parçalar çıkarım. Karada ilerlemekliğimi önleyecek üstün kuvvet yoksa yarımadayı pekâlâ ele geçiririm’ diyordu.”[15]

Rauf Bey, Hamidiye kruvazörü ile Gelibolu limanına geldiğinde Mustafa Kemal Bey, O’nu karşılamış, halk da büyük sevgi gösterilerinde bulunmuştur. Askeri durum hakkında görüşmeler yaptıktan sonra birlikte Çanakkale’ye giden Mustafa Kemal ve Ali Fethi Bey, ülkenin içinde bulunduğu durumu, batılı büyük devletlerin Osmanlı hakkındaki politikalarını tartışmışlardı. Mustafa Kemal, Çimenlik Kalesi’ni daha sonra da Boğaz Komutanını ziyaret etti. Mustafa Kemal Bey, ertesi gün de Anadolu Hamidiyesi Tabyasını ve Dardanos Bataryasını inceledi. O sırada Çanakkale’de bulunan İttihat ve Terakki’nin önde gelen şahsiyetlerinden Atıf Bey’le de görüşme imkânı buldu[16]. Mustafa Kemal, Atıf Bey’le yaptığı görüşmede İttihat ve Terakki’nin siyasal açıdan yapmak istediği şeyleri öğrenmeye çalışmış, hem de savaşın gidişatı konusundaki düşüncelerini ona aktarmıştı.

Bu arada, 7 Aralık’ta Donanma Komutan Vekili Albay Tahir Bey görevinden alınarak yerine yardımcısı Albay Ramiz Bey atandı[17]. Yeni göreve atanan Albay Ramiz Bey, 14 Aralık’ta Yunanlılara karşı Ege’de bir muharebe yapılması hususunda komodor ve gemi komutanlarından oluşan Harp Meclisi’ni toplayarak muharebenin esaslarını belirledi[18].

Osmanlı donanması 16 Aralık’ta Yunan donanmasına karşı Gökçeada (İmroz adası) civarında harekete geçti. Gökçeada (İmroz) Deniz Muharebesi Barbaros Hayrettin zırhlısının 09.39’da ateşi ile başlamış, üç dakika sonra da Averoff buna karşılık vermiş ve savaş 10.55’de iki donanmanın birbirinden oldukça fazla uzaklaşması ile sona ermişti. Yunan donanmasının hızı Osmanlı donanmasına göre daha fazla olması dolayısıyla Yunan donanması daha evvel ateş kesmiş ve savaş alanından ayrılmıştı. İmroz Deniz Muharebesi’ni gerek Osmanlı İmparatorluğu gerekse Yunanistan kazandığını ilân etti[19]. Bu savaş her iki taraf içinde sonuçsuz kalmıştı. Osmanlı Devleti’nin Yunan donanmasını imha için yakaladığı fırsatı değerlendirememiş, Yunan donanması da savaş alanını terk etmişti. Ancak Osmanlı Devleti Ege’deki tüm adaları kaybetmiş ve Londra Konferansı’nda büyük devletler Ege adalarını Yunanistan’a vermişlerdi.

Bu devletler Balkanlarda oluşan yeni durum konusunda kendi aralarındaki anlaşmazlığı ve çıkar çatışmalarına çözüm arıyorlardı. Bu arada Arnavutluk’un bağımsızlığı kabul edildi. 6 Ocak 1913’te ise Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasında devam eden barış görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlandı[20].

Bu sırada Mustafa Kemal, yeniden ve istemeyerek siyasal hareketler içerisine sürüklendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Sadrazam Kâmil Paşa Hükümetini işbaşından uzaklaştırmak için bir takım tertipler içerisine girdi[21]. İttihat ve Terakki Cemiyeti Harbiye Nazırı Nazım Paşa ile anlaştı[22]. Talât Bey (Paşa), ordu içerisinde bulunan İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi subayların düşüncelerini öğrenmek için onları İstanbul’a davet etti. Davet edilenler arasında Binbaşı Ali Fethi (Okyar) Bey de vardı[23].

İzlenecek yolu belirlemek üzere Binbaşı Mustafa Kemal (Atatürk) Bey, Dr. Tevfik Rüştü (Aras) Bey ve Binbaşı Ali Fethi (Okyar) Bey Çanakkale’de bir araya gelerek şu konularda fikir birliğine vardılar ve Fethi Bey’in bu ortak düşünceleri İstanbul’da savunmasını kararlaştırdılar. Onlara göre; savaş kaybedilmişti ve onun kaderini değiştirmek artık olanaksızdı. İktidarı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ele alması ağır şartlar içeren bir barış antlaşmasının imzalaması demekti. Bundan halk hoşnut olmayacak ve bu hoşnutsuzluk İttihat ve Terakki’nin hesabına kaydedilecekti. İttihat ve Terakki Cemiyeti, hükümeti devirerek iktidara gelmek yerine seçime hazırlanmalıydı. Şayet hükümet, yapılacak barış antlaşmasından sonra seçim yapmazsa, o zaman hükümete karşı ayaklanma tertip edilmeliydi[24]. Bu düşünceleri dile getirmek üzere İstanbul’a giden Binbaşı Ali Fethi (Okyar) Bey, toplantıya katılanların da aynı düşüncede olduklarını gördü. Toplantıdan sonra Gelibolu’ya dönüşünde durumu Mustafa Kemal ve Dr. Tevfik Rüştü Bey’e anlattı. Mustafa Kemal, “Fakat düşündüklerini yapacaklar” dedi[25]. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelenleri düşüncelerini değiştirerek[26] barış antlaşması imzalanmadan Bâb-ı Ali’yi basarak iktidarı ele geçirdiler[27]. Mustafa Kemal haklı çıktı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Padişahtan Mahmut Şevket Paşa’nın Sadrazamlığa atanmasına dair iradesini (göreve atama belgesi) aldı[28]. Ahmet İzzet Paşa, Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı ve Başkumandan Vekilliğine atandı. Cemal Paşa da İstanbul Muhafızı oldu. Bundan sonra Osmanlı hükümeti tam değilse de, büyük ölçüde İttihat ve Terakki’nin kontrolünde bir hükümet haline geldi.

Bab-ı Ali Baskınını Mustafa Kemal ve Fethi Bey duyduklarında şaşırdılar, hem de kızdılar. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin genel merkezine telgraf çekerek İstanbul’da neler olduğunu ve yapılan baskının gerekçesini anlamaya çalıştılar[29].

Bâb-ı Ali Baskınından sonra Balkan Devletleri de ateşkesi sona erdirerek 26 Ocak 1913’te saldırıya giriştiler. Bulgar Ordusunun öncü birlikleri Korudağı’nı aşmaya başladılar. Bunun üzerine Mustafa Kemal ve Ali Fethi Bey gerekli tedbirleri aldılar. Bu arada Enver Bey, bizzat kendisinin de katılacağı bir plan hazırladı. Yapılan plana göre; 8 Şubat 1913 sabahı erkenden Bolayır’da bulunan Mürettep Kolordu (Komutanı Fahri Paşa, Kurmay Başkanı Ali Fethi Bey ve Harekat Şube Müdürü Mustafa Kemal Bey) saldırıya başlayarak karşısında bulunan Bulgar birliklerini tespit edecekti. Aynı sabah 10 ncu Kolordu (Komutanı Hurşit Paşa, Kurmay Başkanı Enver Bey) birlikleri de gemilerle gelip Şarköy’ün biraz batısında ve Bulgarların gerisinden karaya çıkarak Bulgarlar baskına uğratılacaktı. Böylece iki ateş arasında kalacağı umulan Bulgar Ordusu ezilecek ve Çatalca’dan çekilmeleri sağlanacaktı. Ancak 10 ncu Kolordu birliklerini İstanbul’dan Şarköy’e getirecek gemiler zamanında toplanıp yola çıkamadılar. Bu durum Bolayır’daki Mürettep Kolordu Komutanlığı’na da bildirilmedi. Mürettep Kolordu planlandığı gibi saldırıya başladı ve saat 14.00’e kadar başarılar elde ederek ilerledi. Bu saatten sonra 10 ncu Kolordu savaş meydanında olmadığı için Mürettep Kolordu cephede yalnız kaldı ve yeni bir saldırı yapamayacak duruma düştü. 10 ncu Kolordu 8 Şubat günü akşamı sadece iki bölük karaya çıkarabildi. Asıl birliklerini 9 Şubatta bölgeye getirebildi. Bu sırada Mürettep Kolordu bir Bulgar saldırısı karşısında yok olmamak için geri çekilmişti. Enver Bey ise 10 ncu Kolordu’yu bölgeden çekmek istemedi ve Mürettep Kolordu’dan yardım istedi. Enver Bey’in planlarını gerçekçi bulmayan Osmanlı Genelkurmayı 10 ncu Kolordu’nun birliklerini gemilere geri almasını emretti. Bu emri birkaç kez de tekrarlamak zorunda kaldı. Ortaya çıkan bu durum karşısında 10 ncu Kolordu Komutanı Hurşit Paşa ile Mürettep Kolordu Komutanı Fahri Paşa arasında iğneleyici yazışmalar yapıldı. Bu çatışma gerçekte, Ali Fethi Bey ile Enver Bey’in arasında idi. Mustafa Kemal Bey de Ali Fethi Bey’le birlikte bu çatışmanın içinde bulunuyordu. Talât Bey (Paşa) ise Enver Bey’i tutuyordu. Zira Talât Bey, Enver Bey aracılığıyla Osmanlı Ordusunu elinde bulundurmak istiyordu.

Ali Fethi Bey ve Mustafa Kemal Bey bu gelişmeler karşısında şu mektubu gönderdiler:

“HUZUR-I SAMİ NEZARETPENAHİYE

Bolayır Merkez Tabyası

4/5 Şubat 328 (17/18 Şubat 1913)

Tarafeyn ordularının vaz’iyet-i harbiyeleri sevkul-ceyş nokta-i nazarından münakaşa ve tetkik edilmiş, bu münakaşa-i ilmiye neticesinde Osmanlı Ordusuna terettüb eden hatt-ı hareket elyevm takip edilen hatt-ı harekete münafi zuhur etmiştir. Böyle bir zamanda hakayık-ı fenniyyeyi ortaya koymak vazifesine binaen bervech-i zir serd-i mutalâata ictisar ve bu babdaki cesaretin müsamaha edilmesine intizar olunur:

10 Kânunısâni 328 Tarihinde Vaz’iyet-i Siyasiye

Osmanlı ve Bulgar orduları hâl-i mütarekededirler.  Osmanlı kabinesi Edirne’nin  Bulgar eline geçmesine muvafakat ve adaların tâliini düvel-i muazzamaya havale etmiş ve bu kararını tebliğ eylemek üzere bulunmuş iken Bâb-ı Ali’ye tecemmü’ eden bir cemaat tarafından nümâyiş yapılarak Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili katil ve Hey’et-i Vükelâ esnay-ı vazifede ike tehdid ve makam-ı iktidardan iskat edilmiştir. Zât-ı Hazret-i Padişahi yeni bir kabinenin teşkilini taraf-ı âsafânelerine tevdi’ buyurmuş ve bu vazife kabul buyurularak tamim kılınan beyannamede milletin iade-i namusuna kabinece gayretolunacağı gibi umum evlâd-ı vatan bu maksada hizmete davet olunmuştur.

Yani kabinenin sâkıt kabine ile hem-fikir olmadığı ve Edirne’yi Bulgarlara terk etmek tarafdarı bulunmadığı tanzim ve düvel-i muazzamaya tevdi ve bir sureti matbuat ile neşrolunan cevabi notadan anlaşılmıştır.

10 Kânunısâni 328 Tarihinde Vaz’iyet-i Askeriye

Osmanlı Ordusu biri Çatalca’da diğeri Gelibolu şibh-i ceziresinde olmak üzere ikiye inkısam etmiştir. Kısm-ı külli Çatalca hatt-ı müdafaasında ve sekül-ceyş ihtiyatları Ayastefanos’da ve İzmit ve Bandırma cihetlerinde bulunmaktadır.

Gelibolu şibh-i ceziresindeki kısm-ı cüz’i bir kısım kuvvetini hâl-i harbde olan Yunan Ordusunun Boğaz aleyhine yapması muhtemel ihraç hareketine karşı koymaya tahsis eylemiştir.

Mütarekenin tarih-i akdinden 10 Kânunısâni 328 tarihine kadar gerek Çatalca ve gerek Gelibolu kuvvetlerinin iade-i intizamına ve kabiliyet-i hareket ve Harbiyelerinin tezayüdüne çalışılmaktadır.

Bulgar Ordusu kısm-ı külliyesiyle Çatalca karşısında ve bir fırkasıyla Gelibolu şibh-i ceziresi şimalinde bulunmaktadır. Edirne’nin muhasarası eskisi gibi devam etmektedir. Adetce faikıyetin Bulgar Ordusunda olduğuna Osmanlı Ordusu Erkân-ı Harbiyesince kanaat vardır.

22 Kânunısâni 328 Tarihinde Vaz’iyet-i Siyasiye

Muhasımin Edirne’yi vermemek iddiasında bulunan Osmanlı notasına karşı muhasamayı ilân eylemekle cevap vermiştir. Osmanlılar cihetinde 10 Kânunısâni 328 darbe-i hükümetini ika’ edenler tecziye edilmedikten başka mühim memuriyetlere geçirilmesinden Osmanlı kabinesinin darbe-i mezkureyi vücuda getiren hareket-i fikriye-yi takdir eylediği ve nümayişcilerle tevhid-i fikir ve mesai eyleyeceğini işrab ediyor.

Osmanlı efkâr-ı umumiyesi sakıt kabinenin iltizam-ı meskenetle Edirne’yi düşmana vermeğe razı olduğuna ve yeni kabinenin nâmus-ı milli ve askeriyi iade ederek henüz düşman elinde bulunan Edirne’nin Osmanlı Ordusunun hareket-i taarruziyesiyle tahlis olunacağına mutmaindir. Vilâyatta hükümetin teşvikatiyle harbin idamesi lehinde tezahurat uyandırılmışdır.

10 Kânunısâni 328 den beri vaz’iyyet-i askeriyece bir tebeddül-i mühim yoktur. İzmit ve Bandırma cihetlerindeki sevkül-ceyş ihtiyatının vapurlara irkâbı hazırlıkları yapılıyor. Anadolu’dan başka celb edilecek kuvvet yoktur. Efrad-ı milletten eli silâh tutan yüzbinlerce kişiden istifade edileceğine dair bir hareket meşhud değildir.

Vaz’iyet-i Mezkurenin Münakaşası ve Elde Edilen Netice

Milletin ve efkâr-ı umumiyenin aldatılmaması ve kabinenin kendi iddiasını tekzib eylememesi için düşman ordusunun faikıyet-i adediyyeye sevkul-ceyşiyesini kat’i ve azimkârane bir hareket-i taarruziye ile telâfiye karar verildiğine hükmetmek lâzım gelir. Filvaki bundan başka türlü karar verilemez.

Edirne, Çatalca ordusundan 300 kilometre uzakta ve çatalca karşısındaki Bulgar küvve-i külliyesinden mâada ayrıca muhasara ordusiyle Osmanlı Ordusundan ayrı bulunmaktadır. Binaenaleyh, Edirne’ye varmak için evvel emirde Çatalca’daki Bulgar kuvve-i külliyesini duçar-ı inhizam eylemek, saniyen muhasrayı cebren ref’ etmek, salisen dört aydan beri mahsurinin tahribatını izale için külliyetli erzakı serian şehre yetiştirmek lâzımdır. Bunun için hareket ve taarruz iktiza eder. Bu taarruz ya doğrudan doğruya Çatalca’dan karadan veyahut hem karadan ve hem de Bulgar kısm-ı küllisi gerilerini ihraç hareketiyle tahdit edecek surette denizden veyahut aynı zamanda Gelibolu şibh-i ceziresinden yapılmalıdır.

Hareket-i taarruziyenin bir an dahi tehiri câiz değildir. Edirne günden güne kuvvetini zayi’ etmekte ve sukuta takarrüp eylemektedir. Sukutdan sonra muhasırin düşmanın kuvve-i külliyesi bil-cümle esleha ve techizatiyle inzimam edecek ve faikıyet-i adediyenin taarruz-ı azimkârane ile telâfisi kesb-i müşkilât edecektir.

Binaenaleyh Gelibolu limanında bulunan kuvvetler, serian Çatalca cihetine celb edilmeli ve Gelibolu’da kalacak askere Çatalca Ordusuyla beraber düşmana şiddetle taarruz emri verilmelidir. Aksi halde kabinenin sâkıt kabineden inhiraf eylediği cihetler taayyün edemiyecek ve 10 Kânunısâni 328 darbe-i hükümetini ika’ edenlerin esbâb-ı takdir ve sitayişi gayr-ı kabil-i izah bulunacak ve kimbilir daha neler olacaktır. Ol babda emir ve ferman hazret-i menlehü’l emrindir.

Bahr-ı Sefid Kuvâ-yı                                     Bahr-ı Sefid Buğazı Kuvâyı

Mürettebesi Erkân-ı Harbiyesi                  Mürettebesi Erkân-ı Harbiyesi

Me’mur Binbaşı                                             Re’isi Binbaşı

M. KEMAL                                                      ALİ FETHİ

Hamiş: Bir nüshası Başkumandanlık Vekâlet-i celilesine takdim olunmuştur.”[30]

Mustafa Kemal Bey ve Ali Fethi Bey bu gelişmeler üzerine görevlerinden istifa etmek istediler. Bunun üzerine Sadrazam Mahmut Şevket Paşa Gelibolu’ya gitmeye karar verdi[31]. Padişahın Ertuğrul yatı ile Dahiliye Nazırı Adil Bey’i de alarak 20 Şubat 1913 tarihinde Gelibolu’ya gitti. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’yı Gelibolu limanında 10 ncu Kolordu Komutanı Hurşit Paşa ve Kurmay Başkanı Enver Bey karşıladı. Mürettep Kolordu Komutanı Fahri Paşa ile 10 ncu Kolordu Komutanı Hurşit Paşa Sadrazamın yanında münakaşa ettiler. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Ali Fethi Bey’le görüştükten sonra Enver Bey’le de görüştü. Enver Bey, Sadrazam’dan kendisini İstanbul’a Harbiye Nezareti Harekât Şube Müdürlüğü’ne almasını, Ali Fethi Bey’i de kendisinden boşalan 10 ncu Kolordu’nun kurmay başkanlığına getirmesini, Mustafa Kemal’in de Mürettep Kolordu Komutanlığı Kurmay Başkanlığına tayin edilmesini talep etti[32]. Enver Bey’in bu teklifini beğenen Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Mustafa Kemal Bey’i de çağırarak O’nunla da görüşerek nasihatta bulundu. Daha sonra Maydos’a ve Çanakkale’ye uğrayan Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Gelibolu’ya tekrar dönerek Başkomutan Vekili Ahmet İzzet Paşa’ya bir telgraf çekerek Fahri Paşa’nın yerine Mehmet Ali Paşa’nın tayin edilmesini emretti[33]. 21 Şubat 1913’te İstanbul’a hareket eden Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, 10 ncu Kolordu Komutanlığı’nın İstanbul’a getirilmesine, Hurşit Paşa ve Enver Bey’in Gelibolu’dan alınmasına karar verdi. Ancak Fahri Paşa, Ali Fethi Bey ve Mustafa Kemal Bey’in İstanbul’a geldiklerinde muhalif bir tavır takınacaklarını ve bundan da onların muhaliflerinin yararlanacağını düşünüyordu. Mustafa Kemal Bey ve Ali Fethi Bey, Sadrazama birer mektup yazarak Enver Bey’in İstanbul’a alınmamasını istiyorlar ve şayet alınırsa bu durumun subaylar arasında rekabete sebep olacağını dile getiriyorlardı[34].

Son gelişmeler karşısında Mustafa Kemal Bey ve Ali Fethi Bey istifa etme kararı aldılar ve bu kararlarını Başkumandan Vekili Ahmet İzzet Paşa’ya bildirdiler. Ahmet İzzet Paşa bu konuda şu mütalâada bulundu:

“Osmanlı Ordu-yı Hümayunu Başkumandanlığı Vekâleti Erkân-ı Harbiyesi

Aded Mahrem

“Ma’ruz –ı çâker-i kemineleridir ki:

Bahr-ı Sefid Boğazı Kuvâ-yı  mürettebesi Erkân-ı Harbiye Reisi Fethi Bey ile refiki Mustafa Kemal Bey’in imzalarını havi bugün bir takrir ve bunu müteâkib her ikisinin Hurşid Paşa kumandasındaki Boğaz Kuvâ-yı umumiyesinde hizmet edemiyeceklerini mutazammın ayrı ayrı isti’fâlarını aldım. Takririn bir sureti zat-ı sami-yi sadâret-penahilerine de takdim edilmiş. Muhteviyâtı 10 Kânunsâni 1328 vak’asına ve bunu yapanlara karşı ba’zı ta’rizât-ı zımniyyeyi ihtiva ediyor. Askerliğin mâbihü’l-kıvâmı olan itâat ve inkıyad gibi havassın, ordumuzda derecesine bir mi’yar ve ibret-i ahlâf içün tarihe kıymetli bir yâdigâr olan bu vesika ve Gelibolu cihetinde bir haftadan beri Fethi ve Enver Beyler ve bunların tarafdarları arasında cereyan etmekte olan ahvâl-i müessife ile iki hey’et beyninde yek-diğere karşı hâsıl olan hiss-i infi’al ve husumeti pek vâzıh olarak göstermektedir. Düşman karşısında ve vatanın başına çöken bunca felâketlerin önünde, yek-dil ve yek-cihet olması icâb edenlerin tevhid-i âmâl ve harekâta bedel bir takım meş’um hiziblere ayrılmaları ve nefislerini nifak ve muhâsedeye kapdırmaları ordunun a’zam esbâb-ı za’fından add olunmağa sezâdır. Fethi ve Kemal Beylerin darbe-i hükümetin icrâsındaki maksad husul bulmak içün ordu-yı hümayunun Edirne’yi harben tahlis etmek mecburiyetinde bulunduğunu ve bunun içün Çatalca’dan, Marmara sahilinden ve Gelibolu cihetinden umumi ve müşterek bir ta’arruz icrâsı ve Gelibolu limanındaki kuvvetlerin yâni anlaşıldığına göre Hurşid Paşa kolordusunun Çatalca cihetine alınması icâb ettiğini beyân ediyorlar. Bu mütâla’a nazari olarak, daha doğrusu tarafeyn kuvvetleri nazar-ı dikkate alınmadığı suretde gerçi musib görülür. Fakat saha-i fi’liyatda bu hareketin adem-i imkânını Fethi Bey, kendi takririnde epeyi bir sarahat ile iymâ ve işâret ettiği hâlde böyle bir teklif dermiyan etmesinin 10 Kânunsâni vak’asının mürettiblerine ta’riz ve tahrik maksadına mübteni olduğu pek âşikârdır.

Fakat bu sözler hizb-i diğeri müdâfa’a-i nefs içün fi’liyata sevk ve tahrik edebilir. Şimdiye kadar mükerreren ve müdellelen arz ve izah ettiğim vechile sulh olsun, harb devam etsin elimizde istinad edebileceğimiz kuvve-i yegâne bu ordudur. Bundan böyle Müdâfa’a-i Milliye Cem’iyâtının himemâatı ile isticlâb ve istihsâli ümid edilebilen kâffe-i kuvânın teşekkülüne de ancak bu ordu bir esâs ve temel teşkil edecektir. Evham ve hayâlâta, bir takım fırka münâfesâtına ve ihtirâsat ve agrâz-ı şahsiyeye kapılarak elde kalan bu orduyu da tehlikeye düçâr etmek vatanı mevt-i muhakkaka sürümek demektir. Fethi ve kemal Beylerin isti’fâsının vüs’ati bilinemez ise de, bunların ve Fahri Paşa’nın oradan kaldırılması ile de şimdiye kadar müttehaz tertibatı bozmak, böyle bir zamanda or(du) ahvâline vâkıf olmayanlara kumandayı tevdi’ etmek gibi ciddi mahzurlara meydan verilmiş olur. Diğer cihetden, bunların başı-boş bırakılmaları ile de istedikleri gibi tehyic-i ezhân etmeleri teshil edilmiş olur. Cidden dünyada hiçbir ordu mes’uliyet-i resmiyeyi deruhde etmeyen şubban ile idâre edilmemiştir ve içerisinde bu kadar anarşi ve nifak ve fitne hüküm süren bir ordunun muhârebe meydanında düşmanlarına galebe ettiği tarihde görülmemiştir. Eğer vatanın mukadderâtı ile bu derece lâübâliyâne oynayan bu zevât-ı gayr-i mes’ulenin kanunen itâ’at-ı askeriyeye alınmaları hükümetçe kat’iyen mümkün değilse, hiç olmazsa bunlar üzerinde hâiz-i nüfuz ve te’sir olan dostlarını tavsit ederek, nefisleri içün biraz fedakârlığa ve şu zavallı vatan içün biraz insaf ve merhamete, hülâsa kavânin ve nizâmata riâyet ve itâate da’vet olunmaları münâsib olur i’tikadı ile keyfiyyeti makam-ı sâmiy-i  âsaf-ı efhamilerine ruk’a-i müsâra’at ediyorum. Ol-bâbda  emr ü fermân hazret-i veliyü’l-emrindir.

Fi.16 Rebi’ül-evvel. Sene 1331                Orduy-ı Hümâyun

Fi. 9 Şubat sene 1328                               Başkumandan Vekili

(23 Şubat 1913)                                          Ahmed İzzet”[35]

Mustafa Kemal Bey ve Fethi Bey’in bu konudaki dirençlerini kırmak ve onların muhalefetlerine son vermek üzere habersiz biçimde Talât Bey (Paşa) Gelibolu’ya geldi. Bu sırada Mustafa Kemal Bey ve Ali Fethi Bey Eksamil’de bulunuyordu. Talât Bey, Mustafa Kemal Bey’e gelişmelerin tamamından haberi olduğunu belirttikten sonra gönderilen raporu okuduğunu ve raporun çok ağır olduğunu dile getirdi. Daha sonra da Mustafa Kemal Bey’in açık görüşlülüğünün partide sıkıntı yarattığını ancak bunu son gelişmelerden meydana gelen üzüntünün bir sonucu olduğunu dile getirdi ve bu kırgınlığın sona ermesini istedi.  Talat Bey, kendilerine yine birlikte çalışmayı teklif etti. Mustafa Kemal bir ara; “Siz partinin başından çekilecek misiniz?” diye sordu. Talât Bey; “Niçin? Beni öldürmek mi istiyordunuz?” dedi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, “Hayır, biz size lâyık olduğunuz yeri vereceğiz” diye cevap verdi[36]. Talât Bey, Ali Fethi Bey’e İttihat ve Terakki Partisi’nin genel sekreterliğini teklif etti[37] ve İstanbul’a döndü. Mustafa Kemal Bey ile Dr. Tevfik Rüştü Bey önce bu teklifi yadırgamışlarsa da daha sonra Ali Fethi Bey’in bu yeni makama geçmesini beğendiler. Zira İttihat ve Terakki Partisi’nin 1913 Kongresi’nde düşüncelerini yeniden açıklayabilecekler ve uygulayabilmek için de bir fırsat yaratılmış olacaktı. Rauf (Orbay) Bey bu durumu şöyle anlatmaktadır:

“İttihatçılar Ali Fethi Bey’i ve Mustafa Kemal’i artık yadırgıyorlardı. Enver Bey’in Harbiye Nazırlığı’nı orduda içine sindiremeyecekler arasında Ali Fethi Bey’in bulunacağı şüphesizdi. Onu askerlikten alarak İttihat ve Terakki Partisi’nin Umum Sekreteri yapmaya karar verdiler. Fethi Bey’in evine yerleşen Mustafa Kemal belki bu yoldan bir şeyler yapılabileceği umuduna kapılarak kabul etmesinde ısrar etti.”[38]

Mustafa Kemal Bey, Ali Fethi Bey’in bu görevi kabul etmesi ile şu düşüncelerin gerçekleştirilebileceğini umuyordu:

“1.Ordu kesin olarak ve gerçekten siyasadan ayrılmalıdır.

2.Devlet siyasasını partini merkez-i umumisi değil, meclis grubu yapmalıdır ve denetlemelidir. Ona göre gerekli kimseler mebus seçtirilmelidirler.

3.Merkez-i Umumi İstanbul ve taşralardaki teşkilât işleriyle uğraşmalıdır.”[39]

Bu arada Mürettep Kolordu Komutanlığı’nın ismi “Bolayır Kolordusu” oldu. Mustafa Kemal de bu Kolordunun Kurmay Başkanlığına getirildi. Bolayır Kolordusunun ayrıca komutanı olmadığı için komutanlık görevini de bizzat Mustafa Kemal Bey yürüttü.

Bu olaylar olurken sadece Edirne Kalesi Bulgarlara karşı direnişini sürdürüyordu. Tüm Trakya işgal altında idi. Sadece Gelibolu yarımadası Osmanlı’nın elinde kalmıştı. Mustafa Kemal Gelibolu Yarımadasına karadan ve denizden yapılacak genel bir saldırı için Martın 26 sında askeri inceleme gezisine çıktı. Bolayır’dan hareket eden Mustafa Kemal ve yaveri Ortaköy, Tayfur üzerinden Karainebeyli, Kumköy, Yalova, Akbaş ve Sestos’a geldi.  Güzergah üzerinde Kserkes’in Ordusunu 674 parça gemiyle(salla) Anadolu’ya geçirdiği yer olan Sestos-Abidos bölgesini inceledi ve notlar aldı. Bigalı Kalesi’nde öğle yemeğini yedi. Kilya Koyu ve Maydos’a geçti. Kilitbahir, Namazgah Tabyası, Hamidiye Tabyasının durumunu inceledi. Daha sonra Kirte(Alçıtepe)’ye geldi ve akşam orada kaldı. Ertesi gün Seddülbahir Kalesi’ne geldi. Bir tekne ile Anadolu yakasına geçti. Büyük İskender’in karaya ayak bastığı yerden çıktı. Orhaniye tabyasına uğradı. Yeldeğirmenlerini geçerek Yenişehir’e geldi. Aşil’in mezarı olarak bilinen yere baktı. Mustafa Kemal Troia’ya geldi. Mustafa Kemal Troia’ya harabelerinin tamamını gezdi ve küçük not defterine krokiler çizdi.

Mustafa Kemal’in bu inceleme gezisi sırasında Büyük İskender’in savaşı nasıl gerçekleştirdiğini ve başarıya ulaştığını coğrafi açıdan yerinde görerek olası bir saldırı karşısında Gelibolu’da bulunan Kolordusunun harekat tarzı ve planlamasını yapmak istediği görülmektedir.

Mustafa Kemal, Akdeniz Boğazı Kuva-yı Mürettebesi Erkân-ı Harbiye Reisi Binbaşı Fethi (Okyar) Bey’le birlikte Başkomutanlığa ve Harbiye Nezareti’ne başvurarak Edirne’nin kurtarılması için yapılması gereken işleri bildirdiler. Bu başvuru Mustafa Kemal Bey tarafından kaleme alındı ancak uygulanmadı. İkinci Balkan Savaşı,  Balkan devletlerinin birbirleri ile toprak konusunda anlaşmazlığa düşmesinden çıktı. Bulgaristan’ın yenilmesi ve çaresiz durumundan yararlanan Osmanlı Devleti Edirne’yi geri almaya karar verdi. Çatalca ve Bolayır’da bulunun Kolordular hızla harekete geçti. İstanbul’dan gelen kuvvetlerin başında Enver Bey bulunuyordu. Bolayır Kolordusunun Kurmay Başkanı da Mustafa Kemal’di. 21 Temmuz 1913 tarihinde Osmanlı kuvvetleri Edirne şehrine girdi. Şehre ilk giren kıtalar Bolayır Kolordusu’nun yani Mustafa Kemal’in emrindeki birliklerdi. Fakat Edirne’nin kurtarılışı şerefini İttihat ve Terakki Cemiyeti, Enver Bey’e mal etmekte gecikmedi. Mustafa Kemal Bey, bu işin öncüsü olduğu halde, yine İttihatçılar tarafından geri planda bırakıldı. Halbuki Edirne’nin kurtarılması için “Çatalca’dan, Marmara sahilinden ve Gelibolu yönünden genel ve ortak bir taarruz yapılması” gerektiğini ilk düşünen ve planlayan Mustafa Kemal Bey’di. Enver Bey, İttihatçıların propagandası ile Mustafa Kemal Bey’in önüne geçti ve Edirne’ye girme şerefi de O’na verildi[40].

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1913 yılı kongresi yaklaşmıştı[41]. Ali Fethi Bey İttihat ve Terakki’nin genel sekreter olunca ilk iş olarak İttihatçı fedailerin maaşlarını kesti. Bütün fedai takımı ve onları tutanlar Ali Fethi Bey aleyhine birleştiler. Kongre yaklaştığında Fethi Bey ve Mustafa Kemal Bey bir nutuk hazırladılar. Mustafa Kemal Bey ve Dr. Tevfik Rüştü Bey yapılabilecek bazı olumsuz dedikoduları önlemek için birlikte İzmir’e gittiler.  Kongrede nutkun parti genel sekreteri tarafından söylenmesi doğaldı. Fethi Bey’in neler söyleyeceğinden şüphelenenler bir oyun tertip ettiler. Bu çerçevede Şükrü Bey, tarafından da söylenmek üzere bir nutuk hazırlandı. Kongre başlayınca daha Ali Fethi Bey yerinden kalkmadan Şükrü Bey kürsüye çıkarak Merkezi Umuminin resmi nutkunu söyledi[42]. Bu olaydan sonra Talât Bey ve onun gibi düşünenler Fethi Bey’i İttihat ve Terakki’nin genel sekreterliğinde tutamazlardı.

Bulgaristan’la 29 Eylül 1913’te barış anlaşması yapılınca İttihat ve Terakki ileri gelenlerince, Osmanlı Devleti için en önemli makamın Sofya elçiliği olduğu söylenmeye başlandı. Bir gün Ali Fethi Bey ve Mustafa Kemal Bey otururken Talât Bey odadan Ali Fethi Bey’i konuşmak üzere çıkardı. Fethi Bey geri döndüğünde Sofya elçiliği teklif ettiklerini söyledi ve bu teklifi kabul ettiğini belirtti. Ali Fethi Bey’le Mustafa Kemal Bey Cemal Bey’e (Paşa) gittiler. Cemal Bey, “Çok önemli, hatta sen de git. Ataşemiliter olursun. Hem hizmet edersin, hem de faydasız didişmelerden yıpranmazsın” dedi. Kendini ortaya atmayı, türlü hırslar arasında bunalıp kalmamayı iyi bilen Mustafa Kemal, geriye çekilmeyi bildi ve bu görevi 27 Ekim 1913 tarihinde kabul etti. Böylece Mustafa Kemal Bey’in Balkan Savaşları sırasında Çanakkale çevresinde onbir ay iki gün devam eden görevi sona erdi.

Mustafa Kemal Bey, Balkan Savaşları sırasında Çanakkale çevresinde sadece askerlik konularıyla ilgilenmemiş, bölgede karşılaşılan her türlü soruna çareler aramaya ve bunları çözmeye çalışmıştı. Bu konulardan biri Balkan Savaşları’nın başlarında karşılaşılan göç meselesidir. 1912’de Balkan Savaşları başladığında başta Bulgaristan olmak üzere büyük bir göç dalgası ortaya çıktı. Bulgar ilerleyişi ve yerli gayrimüslim çetelerin yaptıkları zulüm karşısında Müslüman halk göç etmek zorunda kaldı. Bulgar kuvvetlerinin Çatalca’ya doğru ilerlemeye başlaması sonucu Dimetoka, Havza, Lüleburgaz ve Pavlu ahalisi Keşan’a göç etmeye başladı. Ancak bu büyük göç dalgası karşısında paniğe kapılan Keşan halkı da gelen göçmenler ile birlikte Gelibolu’ya doğru harekete geçti[43].

Bulgar ilerleyişi karşısında, birçok Rum ailesi de Türklerle birlikte Gelibolu’ya geldi. 19121913 Kış mevsimi oldukça şiddetli geçiyordu. Gelen muhacirler Gelibolu’da bulunan boş evlere ve binalara yerleştirildi. Bu sırada Gelibolu yarımadası hem savaş bölgesi idi hem de 10-11 Ağustos 1912 tarihinde Edirne ve İstanbul’u da etkileyen büyük bir depremden etkilenmişti. Bu depremde Gelibolu yarımadasında pek çok ev ve bina yıkılmıştı. Evleri yıkılan halkın önemli bir kısmı da Gelibolu yarımadasını terk etmişti. O nedenle muhacirleri iskân etme olanakları sınırlıydı. Mustafa Kemal Bey, Gelibolu Müftüsü ve Mevlevihane şeyhiyle de görüşerek gelen göçmenlerin geçici de olsa camilerde ve Gelibolu Mevlevihanesi’nde kalmalarını temin etti. Ayrıca depremden zarar gören evlerden tamir edilebilecek durumda olanlarını da tamir ettirerek muhacirlere tahsis etti. Gelen muhacirlerin bir kısmı daha sonra Bandırma, Çanakkale ve İstanbul’a gönderildi[44]. Bu kapsamda çoğu Rumlardan oluşan 75 aile, Osmanlı Devleti’ne ait Trigalya vapuru ile İstanbul’a nakledildi[45].

Balkan Savaşları’nın neden olduğu göç dalgası sonucunda, çoğunluğu Bulgaristan göçmenlerinin oluşturduğu, 65 hanelik 503 kişi, Gelibolu’da iskân edildi. Bulgaristan’dan gelen bu göçmenler Bolayır, Bayramiç ve Adilhan’da ikâmet ettirildi. Buna göre; 137 kişinin içinde bulunduğu 16 hane Bolayır’a, 44 hanelik 242 kişi Bayramiç’e ve 4 haneden oluşan 19 kişi Adilhan’da iskân edildi. Sırbistan’dan gelen 5 kişilik bir göçmen ailesi de Bayramiç’e yerleştirildi[46].

Balkan Savaşları muhacirlerinin ihtiyaçlarını tespit etmek, yapılacak yardımları düzenli bir şekilde sağlayabilmek ve onları iskân etmek için Dahiliye Nezareti’ne bağlı Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi kuruldu[47]. Bu amaçla Merkez-i Umumi azası Dr. Adnan (Adıvar) Bey, Gelibolu’ya gönderildi. Dr. Adnan Bey, 200 çuval peksimet, 20 çuval patates gibi pek çok erzakla beraber 1000 adet battaniye, 3000 çift çorap ve yardım maksadıyla 200 Osmanlı lirasının da Gelibolu’da bulunan muhacirlere dağıtılmasını sağladı. Ayrıca Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nce Gelibolu, Selânik ve Dedeağaç’ta toplanan ve Anadolu’ya geçen muhacirlere çeşitli yardımlar yapıldı[48].

Sonuç

İlk kez Çanakkale bölgesinde Balkan Savaşları nedeniyle bulunan Mustafa Kemal’in o sırada yaptığı işler ve yaşadığı olaylar, gelecekte parlayacak olan dehasının bütün belirtilerini bu dönemde açıkça gösterdi. Mustafa Kemal, askerlik ve siyaset bakımından doğru ve başarılı yolların neler olduğunu isabetle gördü ve üzerine çektiği düşmanlıklara aldırmadan çalışmalarını sürdürdü.

Kendisine ileride “Anafartalar Kahramanı” unvanı kazandıracak olan ve olası bir saldırı karşısında Gelibolu yarımadasının savunulması planlarını hazırladı.

Balkan Savaşları’nın başlaması ile büyük devletler İstanbul’da bulunan gayrimüslimlere ait yerlere olası saldırıları gerekçe göstererek koruma altına almak bahanesiyle asker çıkardılar ve fiilen İstanbul’u işgal ettiler Haliç’te de büyük devletlerin gemileri vardı. Mustafa Kemal bu davranışları hiç içine sindiremedi ve bu sırada gerekirse başkentin Anadolu’ya taşınması fikrini dile getirdi.

Balkan Savaşları gerekçe gösterilerek Osmanlı yöneticilerinin Ordunun ıslahı projesini daha da ileri götürerek orduda yabancı komutanlara üst düzey görevler verilmesini eleştirdi.

Mustafa Kemal, bölgedeki sosyal ve toplumsal sorunlarla da ilgilendi. Muhacirlerin iskânları için gerekli çalışmaları yürüttü. Bu konuda Çanakkale ve Gelibolu’daki yerel yöneticilerle iyi ilişkiler kurdu.

Mustafa Kemal savaş ortamı olmasına rağmen, her konudaki çalışmalarını bir ekip çalışması biçiminde yürütmeye gayret etti. Bu sırada birlikte çalıştığı pek çok kişi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve daha sonra devlette önemli görevler üstlendi. Ali Fethi Bey cumhuriyet döneminde ilk TBMM Başkanı, Dr. Tevfik Rüştü Aras tam ondört yıl Dışişleri Bakanlığı yaptı. O’nun bu süresine henüz hiçbir Dışişleri Bakanı ulaşamadı. Muhacirlerin iskân edilmesi için daha sonra Edirne ve Gelibolu’ya gelen Osmanlı Aşair ve Muhacirin (Aşiretler ve Göçmenler) Genel Müdürü Şükrü Kaya ise Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün değişmez İçişleri Bakanı oldu.

Mustafa Kemal, Çanakkale’de bulunduğu sırada bölgedeki tarihi yerlere de yakın alaka gösterdi. Bu sırada bölgede yaptığı gezilerde Çanakkale çevresinde kurulan önemli uygarlıkları ve yerleşim birimlerini inceledi. Örneğin; Büyük İskender’in Boğazı geçişi O’nun en çok ilgi gösterdiği konu oldu. Bugüne kadar pek fazla üzerinde durulmamış olmasına rağmen Mustafa Kemal’in Balkan Savaşları sırasında Çanakkale bölgesinde bulunduğu sırada dile getirdiği görüşleri ve nasihatleri İttihat ve Terakki ileri gelenleri dikkate alsaydı, yine İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri ve yöneticileri Mustafa Kemal’in değerini ve düşüncelerini anlayabilselerdi ve  kıskançlıklarını bir tarafa bırakabilselerdi, hem Osmanlı Devleti’nin hem de kendilerinin gelecekleri çok farklı olabilirdi.

Yrd. Doç. Dr. Mithat Atabay, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve  Rektörlük Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı, Atatürk ve Çanakkale savaşlarını Araştırma Merkezi Müdürüdür.


[1]Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Balkan Harbi Şark Ordusu II nci cilt 1 nci Kitap Birinci Çatalca Muharebesi, İkinci Baskı, ATASE Yayınları, Ankara 1993,s,102.

[2]Genelkurmay Başkanlığı, a.g.e., s.24.

[3]Genelkurmay Başkanlığı, Balkan Savaşı’na Katılan Komutanların Yaşam Öyküleri (Alay ve Daha Üst Birlik Komutanları), ATASE Yayınları, Ankara 2004, s.453.

[4]Ali Fethi (Okyar)Bey, 17 Kasım 1912 tarihinde Trablusgarp’tan dönmüş ve 20 Kasım 1912 tarihinde 2 nci Kolordu kurmaylığına atanmış daha sonra da 27 Kasım 1912 tarihinde Bahr-ı Sefid Boğazı (Akdeniz Boğazı) Kuva-yı Mürettebe Komutanlığı diğer adıyla Çanakkale Mürettep Kolordu Kurmay Başkanlığına getirilmiştir. Bkz.,   Genelkurmay Başkanlığı, Balkan Savaşı’na Katılan Komutanların Yaşam Öyküleri (Alay ve Daha Üst Birlik Komutanları), s.360.

[5]Mustafa Kemal’in askeri görevlerinin ayrıntısı için bkz., Genelkurmay Başkanlığı, Balkan Savaşı’na Katılan Komutanların Yaşam Öyküleri (Alay ve Daha Üst Birlik Komutanları), s.366-367.

[6]Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri Doğumundan Samsuna Çıkışına Kadar, 2.baskı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1997, s.53; ayrıca bkz., Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Bateş Yayınları, İstanbul 1984, s.68; Şevket Süreyya Aydemir, Mustafa Kemal’in atanma tarihini 11 Kasım 1912 olarak vermektedir. Bu konuda bkz., Tek Adam Mustafa Kemal (1881-1919),  c.I, İstanbul 1963, s.182.

[7]Celâl Erikan, Komutan Atatürk, 3.Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2001, s.93.

[8]Tevfik Rüştü Aras, 1920-1938 yılları arasında 5 dönem milletvekilliği, 1925-1939 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı yapmış, İttihat ve Terakki’nin önemli isimlerinden biri olmuş, sonrasında da gazete yazıları yazarak hayatını sürdürmüş, 1883 yılında Çanakkale’de doğan bir siyaset adamıdır. Tevfik Rüştü Bey, Beyrut Tıbbiyesi’ni bitirdi ve doktor olarak İzmir, Selanik ve İstanbul’da çeşitli görevlerde bulundu. İttihat ve Terakki’ye girdi. Selanik’te Mustafa Kemal ile yakın arkadaş oldu. Meclis-i Umur-u Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-yi Umumiye (Yüksek Sağlık Kurulu) üyesi oldu. Bu arada İzmir’in önde gelen ailelerinden Evliyazade ailesinin reisi Evliyazade Hacı Mehmet Efendi’nin kızı ve dönemin kadın gazete yazarlarından Evliyazade Makbule Hanım ile evlendi.  4 Mart 1925’te Takriri Sükun Kanunu’ndan sonra kurulan 4 ncü Hükümetinde (3 ncü İsmet İnönü Hükümeti) Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) oldu. Atatürk’ün ölümüne kadar kurulan bütün hükümetlerde bu görevini sürdürdü. Atatürk’ün komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurulmasına dayalı dış politikasının savunucusu oldu. Sovyet Dışişleri Komiseri Litvinov’un davetlisi olarak üç kere Rusya’ya gitti. 1926’da Odessa’da, 1930’da ve 1937’de Moskova’da Sovyet ileri gelenleriyle görüşmeler yaptı. 1939’da Londra Büyükelçiliğine atandı ve üç buçuk yıl İngiltere’de kaldı. 1943’te emekli oldu. Savaşın sonlarında İstanbul basınında (özellikle de Tan gazetesinde) yazılar yazdı. Demokrat Parti’nin kuruluşunu destekledi. Kızı Fatin Rüştü Zorlu ile evlendi. 1952-1959 yıllarında İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinde bulundu. Dr. Tevfik Rüştü Aras’ın Dışişleri Bakanlığı sırasında verdiği söylevleri Numan Menemencioğlu tarafından toplanarak “Lozan’ın İzlerinde On Yıl” (1937) adı altında kitap haline getirildi. Günlük basında çıkan yazılarının güncel olmayanlarını “Görüşlerim” (1945 ve 1963) adlı iki cilt kitapta toplayan Dr. Tevfik Rüştü Aras, 1972 yılında İstanbul’da hayatını kaybetti. Naaşı Rumelihisarı’nda toprağa verildi.

[9]Bu sırada Korudağı’ndaki orman yanmış. Süleyman Paşa’nın mezarı da atılan bir top mermisinden dolayı hasara uğramıştı.

[10]Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Balkan Harbi Şark Ordusu Birinci Çatalca Muharebesi, s.243.

[11]Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Balkan Harbi Şark Ordusu Birinci Çatalca Muharebesi, s. 102.

[12]Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Balkan Harbi Şark Ordusu Birinci Çatalca Muharebesi, s. 89.

[13]Afif Büyüktuğrul, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Balkan Harbi Osmanlı Deniz Harekatı 19121913, c. VII, 2. Baskı, Ankara 1993, s. 80.

[14]Büyüktuğrul, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Balkan Harbi Osmanlı Deniz Harekatı 19121913, s. 127.

[15]Rauf Orbay’dan aktaran Atay, Çankaya, s.68.

[16]Çanakkale’de 1882’de doğan Atıf Kamçıl, İttihat ve terakki Cemiyeti’nin silahşorlarındandı. 1908’de İttihat ve Terakki’nin fedaisi olarak Şemsi Paşa’yı gündüz vakti öldürmüştü. Meşrutiyetin ilânından sonra 1 nci ve 2 nci dönem Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Çanakkale’den milletvekili seçildi. 3 ncü dönem ise Ankara milletvekili oldu. Cumhuriyet döneminde Kadıköy İnhisar Deposu Müdürlüğü yaptı. TBMM’nin 6 ncı ve 7 nci dönemlerinde Çanakkale’den milletvekili oldu. 22 Ocak 1947 tarihinde hayatını kaybeden Atıf Kamçıl, diğer İttihatçı arkadaşları gibi Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ne gömüldü. Bkz., Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü 1920-1973, Haz.Kazım Öztürk, Ankara 1973, s.173.

[17]Büyüktuğrul, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Balkan Harbi Osmanlı Deniz Harekatı 19121913, s.129.

[18]Büyüktuğrul, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Balkan Harbi Osmanlı Deniz Harekatı 19121913, s. 138.

[19]Yunanlılar Averoff’u 33 günde onarabildiler. Osmanlılar ise savaş sonunda gemileri bakıma aldılar ve Ocak ayının 18’inde Ege’de Mondros Deniz Muharebesi’ne giriştiler. Bkz.,Hilmi Bayur, “Balkan Savaşı’nda Türk Filosunun Durumu”, Belleten, c. XLII, S. 165 (Ocak 1978), s. 100-101.

[20]Barış görüşmelerinin kesilmesinin sebebi şudur: Osmanlı Devleti Makedonya’ya özerklik verilmesini, Doğu Trakya ve Edirne’nin Osmanlı Devleti’ne bırakılmasını istiyordu. Buna karşılık Balkan Devletleri Tekirdağ’ın kuzeyinden Karadeniz’e kadar uzatılacak olan bir hattın doğusunun Osmanlılara bırakılmasını teklif ediyorlardı. Osmanlılar 1 Ocak’ta Edirne’nin batısındaki bütün toprakları bırakmaya razı oldu fakat bu defa da Bulgaristan Edirne’nin kendisine verilmesini şart koştu. Büyük Devletlerin büyükelçileri 2 Ocak’ta bütün Ege adalarını Yunanistan’a bıraktı.Bu konuda geniş bilgi için bkz., Necdet Hayta, Balkan Savaşlarının Diplomatik Boyutu ve Londra Büyükelçiler Konferansı (17 Aralık 1912-11 Ağustos 1913), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2008.

[21]Bu konuda geniş bilgi için bkz., Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâp Tarihi, c.II, kısım IV, 3.Baskı, TTK Yayınları, Ankara 1991, s.271.

[22]Trablusgarp Savaşı sürerken 1912 yılı Temmuz ayı ortalarında Sait Paşa Sadrazamlıktan istifa etti ve 22 Temmuz 1912’de Gazi Ahmet Muhtar Paşa yeni hükümeti kurdu. Bu hükümette Kâmil Paşa, Avlonyalı Ferit Paşa, Hüseyin Hilmi Paşa gibi sabık Sadrazamlar olduğu için “Büyük Kabine” olarak da bilinir. Ayrıca yeni hükümette Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın oğlu Mahmut Muhtar Paşa Bahriye Nazırı olduğu için “BabaOğul Kabinesi” olarak da isimlendirilmiştir. Gazi Ahmet Muhtar Paşa Balkan Savaşı’nın başlaması ve kısa sürede Balkanlarda görülen başarısızlıklar ve özellikle de Kumanova’daki savaşların da Osmanlı Devleti’nin aleyhine neticelenmesi üzerine 25 Ekim 1912’de Sadaretten çekildi. Hükümeti Kâmil Paşa kurdu. Nazım Paşa bu hükümette de Harbiye Nazırlığı makamını korudu. Bu konuda ayrıntı için bkz., Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâp Tarihi, s.272-274; ayrıca bkz., Mustafa Ragıp, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi, Akşam Kitaphanesi, İstanbul 1934, s.126-130; Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Yay. Haz., Cemal Kutay, Tercüman Yayınları, İstanbul 1980, s.158.

[23]Fethi Bey,“Bu keder günlerinde, çoğu yine İstanbul’da toplanmış olan arkadaşlarımla beraberdim.” diyerek dile getirir. Bkz., Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, s.182; Bâb-ı Ali baskınını düzenlemek üzere Talât Bey, Hacı Adil Bey, Sait Halim Paşa, İsmail Hakkı Bey, Ziya Gökalp ve Fethi (Okyar) Bey ile Mithat Şükrü (Bleda) Bey ve Cemal Bey (Paşa), Doktor Nâzım, Kara Kemal ve Mustafa Necip Beyler Vefa’da Beşezade Emin Bey’in evinde toplandıkları zaman ilk sözü alan Fethi Bey, bu girişime şiddetle karşı çıktı. Daha sonra arkadaşlarının kendisini aramadıkları için Gelibolu’ya Kolordu’daki görevine geri döndü. Bkz., Celâl Bayar, Ben de Yazdım, c.IV, Sabah Kitapları, İstanbul 1997, s.18.

[24]Bkz.,  Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâp Tarihi, s.277.

[25]Bkz.,Atay, Çankaya, s.69.

[26]Fethi Bey, İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin fikir değişikliği şöyle anlatır: “19 Ocak 1913 Pazar gecesi, Talât Paşa’dan bir davet aldım. Çok kederli ve endişeli idi. Başbaşa kaldığımızda şu heyecanlı haberi verdi: “Başlarında Enver’in olduğu bir grup, Perşembe günü Bâb-ı Ali’yi basacak ve Kâmil Paşa’yı zorla istifaya zorlayacaklar.” Cidden şaşırmıştım. İleri sürdüğü sebepler neticede, Edirne’nin elden gitmesi başta, devletin istiklâl ve varlığını tehlikeye düşüren olaylara karşı müdafaa çareleri bulabilmekti. Fakat bir ittihat ve Terakki olarak iktidarda olduğumuz devrede başlayan Balkan Harbi’ni zafere götürememiş, benzer bir darbe ile çekilmiştik. İktidara aynı zor yolundan gelsek ne yapabilecektik? Düşüncelerimi sükunetle dinledi, münakaşaya girmek istemiyordu, sordu: “Sence Nazım Paşa’nın vaziyeti ne olabilir?” Kâmil Paşa Kabinesi’nde Dahiliye Nazırı olan Reşit Bey, İttihatçıların tevkifini istemiş, Nazım Paşa mâni olmuş, harbin sonuna kadar hiçbir hareket yapılmayacağı yolunda garanti vermişti. Bunu Paşa’dan dinlemiştim. Hatırlatmam Talât’ı düşündürdü. Sonra çaresiz yüzüme baktı:“Artık ben de mâni olamam. Her şey hazırlandı.” Bkz., Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, s.183-184.

[27]23 Ocak 1913 tarihinde Enver Bey(Paşa) yanına Yakup Cemil, Mümtaz, Mustafa Necip, Hilmi, Sapancalı Hakkı Beyleri alarak Sadaret Makamına çıkan merdivenlerden hızla atlayarak içeri girdi, daha sonra Talât Bey(Paşa) ve Mithat Şükrü (Bleda) Bey de geldiler. Sadrazamın yaveri Nafiz Bey gelenlerin bir hükümet darbesi yapmaya geldiklerini anladı ve tabancası ile dışarı çıktı ve açılan ateşle yaralandı ancak Mustafa Necip Bey’i de öldürdü sonra kendisi de öldü. Bu gürültüleri duyan Harbiye Nazırı Nazım Paşa dışarı çıktı ve Enver Bey’le karşılaştı. Enver Bey’i azarladı. Enver Bey, kıpkırmızı oldu ancak nezaketle Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı selamladı. Paşa’ya durumu izah etmeye çalışırken; bu sırada Yakup Cemil cebinden tabancasını çıkararak Enver Bey’in sözünü bitirmesine olanak bırakmadan Nazım Paşa’yı şakasından vurdu.  Enver Bey, “Eyvah ne yaptınız?” diye cevap verince Yakup Cemil, “Bu adama laf anlatılmaz ki!” diyerek silahın kovanındaki ikinci kurşunu da Nazım Paşa’nın vücuduna sıktı. Daha sonra Sadrazam Kâmil Paşa’nın makamına giden Enver Bey “Millet sizi istemiyor, istifanamenizi yazınız!” dedi. Kâmil Paşa, “Peki yazayım, buyurun, oturun.” dedi ve istifasını kaleme aldı. Tarihe “Bâb-ı Ali Baskını” olarak geçen olay böyle gerçekleşti. Bâb-ı Ali Baskınının ayrıntıları için bkz., Mustafa Ragıp, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi, s.255-356.

[28]Bkz.,Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğunda ve Türkiye Cumhuriyetinde İnkılap Hareketleri, İstanbul, 1959, s.586-594; ayrıca bkz., Mustafa Ragıp, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi, s.291.

[29]Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, s.54.

[30]Belge metni için bkz., Mithat Sertoğlu, “Balkan Savaşı Sonlarında Edirne’nin Kurtarılması Hususunda Edirne’nin Kurtarılması Hususunda Hemen Teşebbüse Geçilmesi İçin Atatürk’ün Harbiye Nezaretini Uyarışına Dair Bilinmeyen Bir Belge,” Belleten, c.XXXII, sayı:128(Ekim 1968), s.466-468.

[31]Bkz.,Mahmut Şevket Paşa, Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın Günlüğü, Arma Yayınları, İstanbul 1988, s.22.

[32]Bkz.,Mahmut Şevket Paşa, Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın Günlüğü, s.24-25.

[33]Bkz.,Mahmut Şevket Paşa, Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın Günlüğü, s.26.

[34]Bkz.,Mahmut Şevket Paşa, Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın Günlüğü, s.26-27.

[35]Münir Aktepe, “Atatürk’ün Sofya Ataşeliği’ne Kadar İttihat ve Terakki Cemiyeti İle Olan Münasebetleri ve Bu Husula Alâkalı Bir Belge,” Belleten, c.XXXVIII, sayı:150(Nisan 1974), s.284-285.

[36]Bkz., Atay, Çankaya, s.69.

[37]Bkz., Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, s.56.

[38]Bkz., Atay, Çankaya, s.70.

[39]Bkz., Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, s.56.

[40]Bkz., Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, s.58.

[41]İttihat ve Terakki’nin 1913 yılı kongresi öncesindeki genel hava için bkz., Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler İttihat ve Terakki Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, c.III, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1989, s.234-235.

[42]İttihat ve Terakki’nin kongreleri ve yönetici kadroları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler İttihat ve Terakki Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, s.227-246; ayrıca bkz., Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, s.57.

[43]Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912-1913), TTK Yayınları, Ankara 1995, s.48-49.

[44]Doyran’lı bir fırıncı muhacir Çanakkale’ye gelir. Önüne çıkan ilk fırına girerek hemen hamur yoğurmaya başlar ve içerideki fırıncıyı da kapı dışarı eder. Atılan fırıncının sorusuna da “Bilmem nereye istersen git şikâyet et. Çünkü oradayken biri gelip fırının içine girdi, kolumdan tutup attı. Derhal hamuru yoğurmaya başladı. Ben de buraya geldim, aynını yapıyorum” demiş. Bkz., Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, 1330, s.478.

[45]Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912-1913), s.60-65.

[46]Atabay, “1877-1950 Yılları Arasında Çanakkale’ye Türk Göçleri,” s.97.

[47]Atabay, “1877-1950 Yılları Arasında Çanakkale’ye Türk Göçleri,” s.97.

[48]Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912-1913), s.84.

 

Leave a Reply