Category: Makale
Afrin Harekatı ve Türkiye’yi bekleyenler.. * Prof.Dr.Sait Yılmaz
Afrin bölgesinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından başlatılan Zeytin Dalı Harekâtı 11’inci gününü tamamlarken, bölgedeki siyasi ve askeri dengelerin değişme emareleri göstermesi yeni senaryoları da gündeme taşıyor. Afrin bölgesindeki gelişmeleri, İdlib bölgesindeki bazı gelişmeler ile birlikte paralel izleme gereği ortaya çıkıyor. Suriye’deki taraflar sürekli politikalarını gözden geçiriyor, yeni ittifak olasılıkları ortaya çıkarken çatışmaların sürpriz bir şekilde tırmanarak, büyüme ihtimali de var. Bu nedenle, içinde bulunulan resmi iyi okumak, sonraki adımları görerek, tedbir almak zorundayız. Bu makalede de konu ile ilgili öngörülerde bulunmaya çalışacağız.
Rusya Federasyonu (RF) ve Suriye (Esat) Rejimi;
Rusya’nın Afrin için hava sahasını açması ve askerlerini Tel-Rifat’a çekmesi, harekâtın
daha elverişli şartlarda yapılmasına imkân sağlamıştır. Rusya’nın Afrin harekâtı için Türkiye’ye verdiği desteğin arkasında üç beklenti var;
(1) ABD’ye yanaşan Kürtleri terbiye etmek,
(2) Türkiye’yi ABD’den daha fazla uzaklaştırmak,
(3) İdlib’in temizlenmesi için Türkiye’nin daha çok gayret etmesi.
Rusya ve Suriye hükümeti iki konuda sıkıntıdadır;
(1) Kürtler; RF, Kürt kartını ABD’nin elinde almak istiyor. RF’nin Kürtlere yönelik Soçi’deki görüşmelere çağırma ve “otonomi için Türkiye’yi ikna ettim” sözleri YPG/PKK için yeterli olmadı. YPG/PKK, “otonomi alana kadar ABD askeri var olmaya devam etsin” düşüncesinde.
(2) Türkiye; Astana Süreci ile Türkiye’ye ateşkesi sağlama garantörlüğü verilmiş olsa da asıl beklenti, İdlib bölgesini Sünni cihatçılardan temizlemesi idi. Ruslara göre; Türkiye, İdlib ile ilgili verdiği sözleri yerine getirmedi, hızlı adımlar atmadı, Sünni İslamcı gruplar ile işbirliğine devam ediyor.
Rusya ve Esat rejimi, ABD ile arasını bozacağından Türkiye’nin Fırat’ın batısındaki Münbiç’e harekât yapmasını destekliyor. Ama bu bölgelerin nihayetinde Suriye rejimine devrini de bekliyor. Aksi takdirde yani RF ve Esat rejimi ile İdlib’te yaşanan çelişkili durum Afrin’de de devam ederse Esat rejimi ile sıcak çatışmalar gündeme gelebilir. Rusya’da bu sene başkanlık seçimleri olduğunda seçimlere kadar Türkiye’yi yanlarında tutmak, Suriye’de sağladıkları hâkim konumu sürdürmek istiyorlar.
Ancak, Ruslar beklentileri ile ilgili şu üç konuda Türkiye’ye baskı yapıyorlar;
(1) ÖSO ve diğer Sünni cihatçılar ile yolların ayrılması,
(2) İdlib’in temizlenmesi,
(3) Barış Süreci kapsamında Kürtlerin de tatmin edilmesi.
İdlib’te neler oluyor?
Türkiye, başta Heyeti Tahriri Şam (HTŞ; Eski El Nusra) ve ÖSO olmak üzere Sünni cihatçılar ile flörte devam ediyor. Türkiye’nin İdlib’te yaptıkları ciddi şüpheler uyandırıyor. Bir yandan Ruslar ve Esat bölgeyi temizlemek için gayret ederken, Türk tankları HTŞ ile birlikte Halep yakınlarında durduruluyor.
Sünni Grupların temsilcisi Suriye Müzakere Grubu (SNC[1]) Soçi’de 29-30 Ocak 2018’de yapılan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi görüşmelere katılmadı. Bu durum, SNC üzerinde Türkiye’nin etkisinin kalmadığı ve bu etkinin ABD ve Suudi Arabistan’a geçtiği şeklinde değerlendiriliyor. Özetle barış görüşmeleri için çok önemli olan SNC çatı grubu Türkiye’yi dinlemiyor. Türkiye, Soçi’de sadece kendine yakın grupları temsil etti.
Suriye rejimi, RF ve İran; İdlib’te inisiyatif almak, bölgeyi Sünni cihatçılardan temizlemek, kısaca ülke bütünlüğü istiyor. Türkiye ise bölgeyi temizlemediği gibi bu örgütlerle işbirliği yapıyor. Bu durumda, “Türkiye’nin İdlib ve dolayısı ile Afrin’de niyeti ne?” sorusu ortaya çıkıyor.
Türkiye, Afrin harekâtının hedefini YPG/PKK varlığını yok etmek ve Suriyeli göçmenlerin dönüşünü sağlamak olarak açıklamıştı. Arap dünyası, Türkiye’nin İdlib’ten Fırat’a bir Sünni kuşak oluşturarak, 3.5 milyon Suriyeli göçmeni buraya doldurmayı planladığını düşünüyor[2].
Bazı kaynaklar, Türkiye’nin kimlik politikasının yarı bağımsız devletlerin bir araya geldiği bir federalizmi ve müteakiben Bosna modelini içerdiğini öngörüyor[3].
Afrin’deki harekatın geleceği..
Türkiye, bölgede 30 Km. derinliğinde bir tampon bölge oluşturulacağını açıklamıştı. Kuzeydeki cepheye ilaveten, doğu ve batı cepheleri de açılmış (Harita), Afrin şehri kuşatılmıştır. Bölgede terörist temizliği devam etmektedir.
Harita: Afrin Harekâtı (25 Ocak 2018)
Zeytin Dalı Harekâtı’nın 11. gününde harekâtın başlangıcından itibaren Afrin’in 5 beldesinde toplam 18 köy, 1 köy altı yerleşim yeri, 5 stratejik dağ ve tepe olmak üzere toplamda 24 nokta terör örgütünden temizlenmiş oldu.
Rus uzmanlar, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeybatısında yürüttüğü Zeytin Dalı Harekâtı’na iyi hazırlanmadığını, bu yüzden sahada sıkıştığını ileri sürüyor. BDT Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve askeri uzman Vladimir Yevseyev, bölgede taarruz etmeye yetecek sayıda Türk birliğinin olmadığını, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçlerinin ise savaşacak durumda olmadıklarını savundu. Yevseyev, ÖSO’nun değil de TSK’nın Afrin’e ilerleyebilmesi için en az 2,5 katı kadar daha askere sahip olması gerektiğini, fakat böyle bir birliğin oluşturulmadığını iddia etmektedir[4].
Türkiye’nin Afrin’de yanına çektiği 25 bin kadar sivil savaşçı; eski El Kaidecileri, Selefi cihatçılar, Müslüman Kardeşler gibi bazı İslamcı gruplar, paralı askerler ve gönüllülerden oluşuyor. Afrin harekâtına Türkiye yanında katılan vekil savaşçılar şunlar[5]; (1) Feylak el-Şam, (2) Ceyş el-Nasr, (3) Cebhat el-Şamiya, (4) Nureddin Zengi Tugayları, (5) El Caber grubu, (6) Sultan Murat Tugayı, (7) Semerkand Tugayı, (8) Muntasir Billah Tugayı, (9) Fatih Sultan Mehmet Tugayı, (10) Hamza Bölüğü, (11) Kuzey Fırtınası, (12) Türkistan İslamcı Partisi, (13) Selahaddin Tugayı.
Türkiye, Suriye’den başka Libya’da kendine yakın Sünni grupları destekliyor. Katar ve Sudan üzerindeki etkisi ile de Ortadoğu’da etkin bir aktör olmaya çalışıyor. Yani genel kanaate göre; Sünni İslami hedefler Türk dış politikasına yön vermeye devam ediyor[6].
ABD, Suriye’de konumunu güçlendiriyor..
ABD Dışişleri Bakanlığı Suriye’de IŞİD tehlikesi ortadan kalkmış olmasına rağmen askeri varlık bulundurmaya devam etmelerinin gerekçelerini şöyle açıklıyor[7];
(1) Esat’ın gitmesi gerektiği.
(2) İran’ın Suriye ve Irak’taki faaliyetlerinin önlenmesi.
(3) İsrail’in güvenliği.
ABD Dışişleri, bu hedeflerinin Türkiye ile vekilli savaşçılar arasında da olsa bir askeri çatışmaya yol açabileceğini kabul ediyor ama hala Suriye’nin geleceği için işbirliğinden bahsediyor.
YPG/PKK içinde adam başına 350 dolar veren ABD, Kürtlerden sonra Suudi Arabistan’ın desteği ile Sünni grupları da yanına çekiyor. Fırat Kalkanı’na katılan bazı ÖSO liderleri ABD ile de görüşüyor.
Türkiye ile ABD’nin arasının düzelmesi Trump yönetiminin Kürt kartını oynamaktan vazgeçmesine bağlı. Ancak, bu kolay değil. ABD’nin Suriyeli Kürtleri destekleme nedenleri şu şekilde değerlendiriliyor[8];
– Eylül 2014’den itibaren eğit-donat faaliyetleri ile kendine çalışacak muhalif grup yetiştirmek için para harcayan ABD, kendine sahada Kürtlerden başka müttefik bulamadı.
– YPG/PKK’nın kendileri için seçtiği kuzey bölgeyi IŞİD’a karşı savunmakta dirençli olmaları ve ABD tarafından güvenilir ortak olarak görülmeleri.
– Türkiye’nin Sünni radikal İslamcı gruplarla ilişkileri nedeni ile yolların ayrılması.
– YPG/PKK’nın IŞİD ile savaşta gönüllü olmaları ve ABD desteği istemeleri.
– Arap Baharı ile birlikte Türkiye’nin Ortadoğu’da Sünni hamiliğine soyunması, Müslüman Kardeşler ve benzeri örgütlerle ilişkilerinin ABD’de yarattığı şüpheler.
– Rusya’nın Suriye’ye gelmesi ile ABD’nin barış masasında etkili olabilmek için kendine sahada müttefik arayışı.
– Kürtlerle, Ortadoğu ülkelerine örnek olacak çeşitli etnik grupların içinde yer aldığı mezhepçi olmayan, laik, eşitlikçi bir model hükümet kurmak.
Sonuç; Türkiye ne yapmalı?
Türkiye’nin Afrin ve İdlib’teki askeri harekâtı Rusya, İran ve Esat rejimi ile Fırat’ın doğusuna yönelik harekâtı ise ABD ile ilişkilerini test edecektir.
Rusya, Kürt piyonu ile Türkiye’ye istediklerini yaptırıyor, Kürtler üzerinden Türkiye’nin hamleleri kontrol ediliyor.
ABD ise Türkiye’nin Münbiç’e gelmemesi için tehdit ederken Esat ve Rusya ile başının belaya girmesini bekliyor.
Türkiye ise RF üzerinden ABD’ye, Sünni Gruplar üzerinden Esat’a cephe alıyor. Atılması gereken iki acil adım var;
(1) Esat ile barışmak, aracısız görüşmek.
(2) Sünni gruplar ile ilişkiyi kesip, rejim ordusu ile hareket etmek.
Suriye’nin kuzeyinin tümü yani Fırat’ın doğusu da terörden arındırılmalıdır. Batıdaki başarı, Türkiye’yi doğuda diplomasiyle sonuca götürebilir. Ancak, ABD’nin sıkışması için dolaylı yöntemlere de ihtiyaç var.
Sincar ve Irak’ın kuzeyinin temizlenmesi için de Irak’la işbirliği yapılmalıdır. Irak’ın kuzeyindeki Erbil yönetimi, Bağdat’ın yaptırımlarından kurtulmak için Türkiye’den aracılık istedi. Türkiye’nin aklında gene Erbil’i yanına çekerek Irak’taki İran etkisini azaltmak var. Bu ise Irak’ın kuzeyinde 15 yıldır devam eden hataların, Türkmenlerin ihmal edilmesinin devamı demek..
[1] SNC: Syria Negotiation Commission.
[2] Al Monitor, Is US bailing on Syrian Kurds? (January 28, 2018).
[3] Andrew Korybko, The Syrian Kurds Think They Can Play Damascus Like a Fiddle, Oriental Review, (January, 26, 2018).
[4] Sputnik News, Rus Askeri Uzmanın İddiası: Türk Ordusunun Muharebe Kabiliyeti Düşük, (26.01.2018).
[5] Al Monitor, Is US bailing on Syrian Kurds? (January 28, 2018).
[6] Samuel Ramani, How Turkey’s Geopolitical Ambitions Could Change the Middle East, The Diplomat, (January 24, 2018).
[7] Paul Pillar, A New Decision to Go War in Syria, (January 20, 2018).
[8] Sherko Kirman, 8 Reasons Why America Supports the Syrian Kurds, (September 13, 2017).
ÖNCE KİN, SONRA KAN!
Dünyada Ruanda diye bir yer var.
Orta Afrika’da; etrafı Uganda, Kongo, Burundi ve Tanzanya ile çevrilmiş garip bir toprak parçası… 12 milyon nüfusa ve 26.338 kilometrekare toprağa sahip, bizim Konya ilinden bile küçük garip bir devlet.
Önce Alman, sonra da Belçika sömürgesi olan bu küçük ülke; engebeli arazi yapısı nedeniyle “Bin Tepeli Ülke” diye de anılır. Aslında “Bin Tepeli Ülke”den daha çok, “Bin Dertli Ülke” denilse daha doğru olur.
Fakat Ruanda önemli. Çünkü dün Ruanda’da yaşananları ve Ruanda’yı anlamadan, bugün ülkemizde bizlere yaşatılmak istenenleri anlayamayız.
Esasen Belçika sömürgesiydi.
Derken baktılar ki, bu Ruandalılar “Ruanda’nın Ruandalılara ait olduğunu” savunmaya başlıyorlar ve sömürüye karşı başkaldırmaya niyetleniyorlar. Belçikalılar durur mu? Hemen harekete geçtiler.
Dışarıdan bakıldığında, aslında çok masumane gibi görülen bir şeyler yapıyorlardı.
Ne mi yaptılar? Ruandalılara sözde hangi ırktan olduklarını gösteren kimlikler dağıtmaya başladılar.
“E ne varmış bunda?” demeyin. Çünkü Belçikalılar; Ruandalıların ırklarını belirlerken öyle akla zarar yöntemler kullandılar ki, şaşmamak imkânsız.
Öyle DNA testi, şecere, tarih, kültür, akrabalık bağı araştırması falan değil. Yöntemleri çok daha basitti. Basit, ama şeytanca! Ruandalıların daha ince yapılı ve daha narin bir görünüşe sahip olanlarını, ince burunlularını, uzun boylularını, güzel ve yakışıklı olanlarını ve daha zengin olanlarını nüfusa “TUTSİ” olarak kaydettiler. Şaka falan değil, şimdi sıkı durun. Ruanda’da sahip olduğunuz inek sayısı sizin ırkınızı belirleyen bir kıstas idi. Yani 10 inekten fazlasına sahipseniz “Tutsi”, 9 ve daha az ineğiniz varsa hoop oluveriyordunuz “HUTU”… Yani dün 10 ineğiniz vardı ve geceleyin birisi hastalanıp öldüyse, sabaha ırkınız değişmiş olarak kalkıyordunuz.
Yukarıda belirtilen Tutsi ölçütlerin dışında kalan halkın tamamı nüfusa Hutu olarak kaydedilmişti.
Alın size iki ayrı ırk!
Ne hazindir ki, yüzlerce yıldır aynı dili konuşan ve aynı kültürü paylaşan bu insanlar, yapay da olsa ayrılmışlar ve iki ayrı ırka bölünmüşlerdi. Yaşadıkları ilerde yaşayacaklarının yanında bir hiçti ve bu durum sadece bir başlangıçtı.
Çarklar işlemeye devam ediyordu. Nüfusa Tutsi olarak kaydedilenlerin genel nüfusa oranı %10, Hutu’larınki ise %90 idi.
Halkın %10’unu oluşturan Tutsi’leri üst sınıf olarak belirleyip Ruanda’yı rahatça yönetebilmek için iktidara getirdiler. İktidara getirilen Tutsi’lere sağlık ve eğitim hizmetleri başta olmak üzere her konuda öncelik ve ayrıcalık verdiler. Hutu’lar ise; artık azınlık bir üst sınıf tarafından yönetilen çoğunluk bir alt sınıftan ibaretti.
Alt sınıf olmak kimin hoşuna gider ki?
Tabi bu durum Hutu’ların da hoşuna gitmedi. Doğal olarak iktidarı azınlığa bırakmak istemediler. Bir yandan da, dışlanmışlık, horlanmışlık ve ezilmişlik duygularının etkisiyle içlerinde büyük bir kin biriktirmeye başladılar. Lakin bu kini Belçikalı efendilerine karşı değil, Tutsi’lere karşı biriktirdiler.
Sonunda Belçika’lılar bölgeden ayrılmaya karar verince, bu sefer de yönetimi yıllardır ezilmelerine ve horlanmalarına göz yumdukları Hutu’lara bıraktılar.
Ruanda artık özgürdü. Ama bu özgürlük; yapay olarak ırklara bölünmüş ve birbirine düşman edilmiş cahil bir halkın sahip olduğu sözde bir özgürlüktü!
Daha önce emperyalistlerce desteklenen Tutsi’ler, kendilerine verilen iktidar erkini tekrar kazanabilmek için, 1990 yılından itibaren iktidardaki Hutu’lara saldırmaya başladılar. Hutu’lar ise yıllarca süren ezilmişlik ve dışlanmışlık hisleriyle intikam almaya hazırlanıyorlardı.
Yani plan ikinci aşamaya geçmiş ve iki halkın arasına sokulan kinden sonra kan da girmeye başlamıştı!
1994 yılına kadarki çatışmalarda, binlerce insan yok yere öldürülmüş ve yüz binlerce insan da mülteci konumuna düşerek ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlardı.
Fakat yetmezdi.
1994 yılında Cumhurbaşkanı Habyyarimana’yı taşıyan uçağın düşürülmesi ve bu olaydan Tutsi’lerin sorumlu tutulması, bugün “Ruanda Soykırımı” diye anılan olayların işaret fişeği oldu. Bu olay üzerine şiddetlenen çatışmalarda; Nisan Ayı’ndan Temmuz Ayı ortalarına kadar, yani SADECE 100 GÜNLÜK BİR ZAMAN DİLİMİNDE TAM BİR MİLYON KİŞİ ÖLDÜRÜLDÜ!
Yalnızca bu kadar mı? Ne yazık ki, hayır!
Dehşetin boyutu o kadar büyüktü ki, ölümlerin çoğu satırla doğrama yoluyla gerçekleşti. Hatta parası olan Tutsi’ler katillerine para vererek ateşli silahla öldürülmeyi bile seçebiliyorlardı. 1994 yılında nüfusu 7 milyon olan ülke insanlarının 1 milyonu satırlarla parçalanarak can verirken, 3 milyonu da mülteci oldu. Tam 500.000 kadına tecavüz edildi. Bunlar yalnızca resmi kayıtlara girdiği için bilinenleri, ya bilinmeyenleri? Şaşırmayın, çünkü aylık gelirin sadece 8-9 dolar olduğu, garip bir ülkeden bahsediyoruz.
İşte bir halk, bağımsızlığını kazansa bile; millet olmayı başaramaz ve Tutsi ve Hutu gibi alt kimliklere bölünürse, ne yazık ki sonuç büyük bir facia olabiliyor!
Unutmayalım ki, dünyanın her yerindeki emperyalistler, her zaman ulusal kimliğin karşısında olmuşlardır. Aynı soydan olan insanları bile, yapay olarak farklı etnik kimliklere bölmüşler ve daima “BÖL – PARÇALA – YUT” taktiğini uygulamışlardır.
Rusya’nın Türkistan’da yaptığı da buydu. Orta Asya’da Türklerin yaşadığı bölgenin adı Türkistan’dı. Çin’e yakın olanı Doğu Türkistan, Rusya ve Anadolu’ya yakın olan tarafı da Batı Türkistan…
Ve bu coğrafyada yaşayanların hepsinin ortak adı da TÜRK idi.
Onlara yeni ırk isimleri uydurdular, yeni lehçeler ihdas edip farklı farklı alfabeler dayattılar. Türk boylarının aslında ayrı birer millet oldukları yönünde, çok yönlü bir psikolojik harekât ve etkili bir propaganda yürüttüler.
Bugün ne durumdadır?
Özbek, Tatar, Kırgız, Kazak, Türkmen, Azeri… Ve bunların içinde bize en yakın olanı da Azerbaycan Türkleri değil mi?
Ama gelin görün ki, tarih bilincinden yoksun ve milli şuurdan uzak kalmış bir Azerbaycanlı kardeşimize bile diyorsun ki; “Sen de, ben de ikimiz de Türk’üz”. Adam diyor ki, “Hayır ben Azeri’yim”.
Emperyalistlerin, bu farklı ırklar ortaya çıkararak böl parçala ve yut projesi öyle başarılı olmuş ki; dininiz bir, diliniz bir, kültürünüz bir, tarihiniz bir, hatta kanınız ve geniniz bir ama buna rağmen “biz biriz” dedirtemiyorsunuz. Oysa gerçekleri bilenler ne de güzel biliyor. Azerbaycan Türklerinin Halk Şairi Bahtiyar Vahapzade bakın ne diyordu:
“Kurtlar olur çobanların koyunu,
İtten öğrenirse, kendi soyunu,
Azerilik komünizmin oyunu,
Azeri değiliz, Türkoğlu Türk’üz!”
Maalesef bu strateji uygulandığı her ülkede başarılı oldu.
Arap coğrafyasındakilerin neredeyse hepsi Arap ırkından değil mi? O zaman bu sınırları cetvelle çizilmiş Irak’ı, Suriye’si, Ürdün’ü, Lübnan’ı, Mısır’ı ve Arabistan’ı ne oluyor? Körfez savaşında Suudi Arap pilotları Amerikalılarla birlikte Irak’taki hem ırkdaşı hem de dindaşı olan insanları bombalamadılar mı?
Bir milletin parçalanmasının en kolay yolu içine tefrikayı sokmaktır. Yani ayrımcılığı ve kutuplaşmayı hortlatmak ve birbirine düşman edip araya kan sokmaktır!
Araya bir kez kan girdi miydi, artık orası en az bir asır iflah olmaz! Siz de istediğiniz gibi rahat rahat sömürürsünüz.
Bakın ne diyordu Mehmet Akif;
“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
Emperyalist Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin BOP, genel hedefi de bölge jeopolitiğinin değiştirilmesi ve Balkanlaştırılmasıdır.
Balkanlaştırma derken, Yugoslavya’da öyle bir oyun oynandı ki, uzun yıllar boyunca yan yana ve barış içinde yaşayan farklı din ve etnik kökenden insanlar; önce dış güçler ve içeride de partiler tarafından kutuplaştırıldılar. Daha sonra bir futbol maçında fitili ateşlenen olaylardan sonra, her fırsatta birbirlerini boğazlar hale geldiler. Şimdi ortada bir Yugoslavya yok. Ama ABD’ye biat etmiş ve bir tür modern sömürge haline gelmiş tam yedi tane devletçik var.
Bugün Irak’ta ve Suriye’de oynanan oyunları PKK/PYD ve IŞİD gibi unsurların silahlandırılmasını ve pohpohlanmasını bu proje kapsamında değerlendirmek gerekmektedir.
Bölgemizde BOP’un işlemeye başlaması ile birlikte, ne yazık ki bu plan ülkemizde de uygulamaya konulmuştur. Lütfen gözlerinizi kapayın, 10 yıl öncesine dönün ve olanları bir düşünün…
• Türkiye’de etnik kimlik çalışmaları neden bir anda popüler oldu?
• Alt kimlik, üst kimlik tartışmaları neden en üst perdeden seslendirilir oldu?
• Ülkeyi yönetenler dahi, her fırsatta neden hep alt kimliklere vurgu yapar hale geldi ve neden bütün alt kimlikleri bir papağan gibi dile getirir oldu?
• Ülkenin her yerinde Kürtçe dil kursları, üniversitelerde Kürdoloji bölümleri ve Kürtçe televizyonlar neden art arda açılmaya başladı?
• Neden herkes “Ben Kürdüm, Çerkez’im, Arnavut’um, Ermeni’yim, Pomak’ım” demeye başladı?
• Türklüğe neden düşman olundu?
• T.C. ve Andımız neden kaldırıldı?
• Türk ordusuna neden kumpaslar kuruldu?
• Türk milliyetçiliği neden ayaklar altına alındı?
• Türkçülük aşağılanarak bölücülükle bir tutulurken, Kürtçülük neden yükselen bir değer haline getirildi?
• Türkçülükle İslam neden karşı karşıya getirildi?
• Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlardan neden ölesiye nefret edildi ve neden hatıralardan bile silinmek istendi?
• Neden ısrarla bölücü ve kutuplaştırıcı Rabia işaretleri kullanılır oldu?
• Dicle ile Fırat’ın arası; Blackwater, Global ve Black Hawk gibi isimler taşıyan karanlığın hayalet ordularıyla neden dolduruldu? Ordu derken, sayıları 25.000 – 30.000 bulan ve 10.000 – 15.000 dolar arası maaş alan, her türlü gelişmiş silah ve teçhizata sahip, tamamen profesyonellerden oluşan azılı bir yapıdan söz ediyoruz.
• Bir de tabi “Başkanlık Sistemi” olayı var. Durup dururken bu millete, Başkanlık Sistemi adı altında neden tek adamlık dayatıldı?
• Neden partili Cumhurbaşkanlığı gibi taraflı, ayırmacı ve kayırmacı bir sistem garabetine girildi?
Evet, bu başkanlık olayı önemli. Neden mi? Bakın CIA Eski Türkiye İstasyon Şefi Paul Bernard Henze, 2006 yılında Beyaz Saray’a sunduğu bir raporda ne diyor:
“Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde, ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor. EĞER AMERİKA’NIN ÇIKARI TÜRKİYE’DE BİR FEDERAL DEVLET KURULMASI İSE mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan BAŞKANLIK REJİMİNE GEÇİLMELİDİR. BİR KİŞİYİ İKNA ETMEK, BİRBİRİNİ DENETLEYEN YAPIYI İKNA ETMEKTEN ÇOK DAHA KOLAY OLACAKTIR. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarını yardım etmek konusunda tereddüt ederse, BİR KİŞİ ÜZERİNE KURULMUŞ YAPIYI YIKMAK, AMERİKA İÇİN SORUN OLMAZ.”
Ülkemizde BOP’un değirmenine su taşıyan birileri, bütün bunları ne yazık ki bilinçli olarak yaparken, her devrin adamı olanlar ise bu rüzgâra kolayca kapıldılar. En üzücü olanı da, bazı akademisyen ve aydınlarımızın, hiç farkında olmadan bu değirmene su taşımış olmalarıdır.
Önce kin, sonra kan; önce kutuplaştır, sonra savaştır projesi de diyebileceğimiz bu kanlı proje; maalesef ki, (kısmen de olsa) bizde de başarılı olmuştur!
Türkiye’deki giderek artan ve keskinleşen kutuplaşmayı da bu gözle okumak lazımdır. Yoksa halkın bir karpuz gibi ikiye bölünmüş olmasını nasıl açıklayacaksınız?
Evet, ülkemizin bölücü terörle ilgili gerçekten hayati sorunları vardır. Ancak milletimizi hiç olmadığı kadar kutuplaştıran ve neredeyse birbirine düşman eden asıl etken terör sorunu değil, kutuplaştırıcı siyaset iklimidir. Bu noktayı da dikkatlerden kaçırmadan düşünmeli ve olayları doğru okumalıyız.
Ne yazık ki, bu kinli ve kanlı proje; uygulayıcılarını biraz fazlaca uğraştırsa da, yavaş ilerlese de, kabul edelim ki bizde de başarılı olmuştur!
Lakin bizim için, HALA BİR ÇIKIŞ YOLU VARDIR ve bu emperyalist tuzağı kuranların başına geçirebilmek için hala daha bir şansımız bulunmaktadır.
Evet kutuplaştık!
Evet, aramıza kin girdi!
Ama HENÜZ ARAMAZA KAN GİRMEDİ…
Yani köprüden önce son çıkıştayız!
Bu çıkış ise en şanlı, en namlı ve en kutsal olan TÜRK kimliğine sarılmaktır.
Tek adamlığa değil parlamenter sisteme sarılmaktır.
Paçavralardan medet ummak değil, ay yıldızlı al bayrağa sarılmaktır.
Demokrasiye sarılmaktır.
Yandaşlığı ve kandaşlığı bir kenara bırakarak, daha onurlu olan eşit vatandaşlığa sarılmaktır.
Mezhepçiliği ve tarikatçılığı terk ederek yalnızca Allah’ın ipine sarılmaktır, kardeşliğimize sarılmaktır.
Binlerce yıldır bizi bir arada tutan kültürümüze, tarihimize, örfümüze ve dilimize sarılmaktır.
Atatürk’e ve onun kurduğu çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sarılmaktır.
Ve gerekirse bu uğurda çocuklarımız ve torunlarımız için, kefen niyetine al bayrağa sarılmayı göze almaktır!
Yoksa maazallah kin giren araya bir de kan girerse!
Onun için, Partili Cumhurbaşkanlığı ve başkanlık gibi tek adamlığa çıkan saçmalıklardan vaz geçilmeli, parti devleti ve parti egemenliği değil, milli egemenlik ihya edilmelidir.
Milli bilince sahip millet evlatları çok daha fazla çalışmalı ve toplumu bölenleri değil, birleştirenleri iktidara getirmelidir.
Unutulmamalıdır ki, eğer aramıza bir kan girerse… Ruanda örneğinde yaşananlar, yaşanacakların yanında hiç kalır! Semeresini de emperyalistler alır.
Son sözüm ise; bizi de adeta Tutsi ve Hutu olarak ayırmaya çalışan dış düşmanlarımız ile içerideki işbirlikçi hainlere olacaktır.
Bizi de Tutsi ve Hutu olarak ayırmaya çalışan sizlere lanet olsun. Ama bilin ki, bizler asla sizin istediğiniz gibi Tutsi ve Hutu olmayacağız.
Ve bizler, ne modernleşmiş Yezitlere ne de çağın Nemrutlarına asla geçit vermeyeceğiz.
Çünkü bizler;
muhtaç olduğumuz kudreti damarlarımızdaki asil kandan alan Büyük Türk Milleti’yiz.
SAVAŞAN ORDUNUN HASTANELERİNİ GERİ VERİN!!.
Asker PKK ile hem içeride, hem dışarıda mücadele ediyor. Yaralanıyor. Şehit düşüyor. Fakat ordunun kendine ait hastanesi yok. 15 Temmuz kalkışmasını bahane edip, Ordunun hastanelerini elinden aldılar. Sonra; AKP’nin ileri gelenlerinden birçok ismin çocuklarının ve yakınlarının çürük raporu aldığı sosyal medyada paylaşıldı. Hem de isim isim… Eski Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan bu konuyu Ulusal Kanal’da dile getirdi. İnkar eden de olmadı.
Askeri hastaneler olsa, o çürük raporları alınabilir miydi?
Birilerinin çocukları çürük raporu alabilsin diye, çocuklarımızın, savaşan ordumuzun hastanelerinin elinden alınmasına göz yumulamaz!!.
Şimdi,
ASKERLERİMİZİN HAYATI SÖZ KONUSUDUR!!.
Askerimiz yaralanıyor. Yüzü parçalanıyor. Bedeni darmadağın oluyor. Uzun süre ölümle yaşam arasında gidip geliyor. Askeri hastanelerin asker doktorları sadece Mehmetçiğimizin bedenini tedavi etmiyor. Aynı zamanda ruhunu da tedavi ediyor. Askeri hastaneler ve doktorlar savaş koşullarına göre şekillendirilmiştir. AKP bu doktorları dağıttı. Askeri doktorlar resmen kıyıma uğradı. Şimdi sivil doktorların Sahra Hastanelerine gitmekten çekindiklerini öğreniyoruz.
Eskiden Güneydoğu’da ağır yaralı askerlerimiz için; “ASKERİ HASTANEYE veya SAHRA HASTANESİNE yetişirse kurtulur” dendiğini biliyor musunuz?
Yıllarca Ordu’ya operasyon yapmaktan, yapılmasına el vermekten, Türk Ordusu’nu tanımaya vakti olmayan AKP, Askeri Hastanelerin ve askeri doktorların önemini kavrayamamış, kavramak gibi bir sorunu da olmamış olabilir. O zaman;
Ordunun başında bulunanların, Askeri Hastanelerin önemini anlatması gerekir.
Millet olarak da bizlere düşen, Askeri Hastaneler geri verilene kadar, ilgili kuruluşlara ileti göndermek, talebimizi sürekli gündemde tutmaktır.
İlgililere:
“ASKERİN HASTANELERİNİ GERİ VERİN!!”
“ÇOCUKLARIMIZIN HASTANELERİNİ GERİ VERİN!!”
Laf değil, icraat istiyoruz!!
Zahide UÇAR (11.02.2018)
YABANCI ÜLKELERDEKİ TÜRK ÇOCUKLARI ASİMİLE OLMA TEHLİKESİNDE
“Belgelere Göre Türk – Ermeni İlişkilerinde Katliam ve Soykırım İddiaları”, Ömer Lütfi TAŞÇIOĞLU
“Belgelere Göre Türk – Ermeni İlişkilerinde Katliam ve Soykırım İddiaları”
Ömer Lütfi TAŞÇIOĞLU, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 24 Haziran 2014
TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNDEKİ TARİHSEL GERÇEKLER – Ömer Lütfi TAŞÇIOĞLU
ERMENİLERİN SELÇUKLU VE OSMANLI DÖNEMİNDEKİ YAŞAMLARI
Türklerin Ermenilerle irtibatı 1026 yılında Çağrı Bey’in Anadolu topraklarına girişiyle başlamıştır. Selçuklular Bizans’ı yenerek Anadolu’ya hakim olduğunda Ermeniler Bizanslılara bağımlı prenslikler halinde varlıklarını sürdürmekteydi. Türkler bu topraklara egemen olunca Ermeniler Selçuklulara bağımlı hale gelmiştir.
Ortaçağ Ermeni tarih yazarlarının Bizans İmparatorluğu ve Haçlılar için yergi dolu ifadeler kullandıkları fakat Türk hükümdarlarından hep övgüyle söz ettikleri görülmektedir. Ermeni tarihçi Urfalı Mateos, Melikşah’tan bahsederken: “Sultanın yüreği, Hristiyanlara karşı şefkatle dolu idi. O, geçtiği memleketlerin halkına bir baba gözü ile bakıyordu. Böylelikle hiç muharebe yapmadan birçok eyalet ve şehirlere hakim oldu” [1] sözlerini kullanmaktadır.
Osmanlı Devleti kurulduktan sonra Ermeniler Osmanlı Devleti’ne bağlanmışlar, Ermeni dini reisliği önce Kütahya’ya, 1324’te Bursa’ya, İstanbul’un fethinden sonra ise İstanbul’a nakledilmiş ve Ermeni Patrikhanesi Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş döneminde Ermeniler devletin sadık bir tebaası olmuşlardır. Gerileme döneminde ise emperyalist devletlerin de kışkırtması ile Osmanlı Devleti’nden koparacakları topraklar üzerinde bağımsız bir Ermenistan kurma hayaline kapılmışlardır.
Osmanlı Devleti, Ermenileri her dönemde kendi iç işlerinde ve dinlerinde serbest bırakmış, onlara kendi okullarında eğitim yapmaları, kendi aralarındaki davaları kendilerinin çözmesi, askerlikten muaf olmaları gibi haklar tanımış ve bu kapsamda 1863 yılında Ermeni Milleti Nizamnamesi’ni kabul etmiştir.
Osmanlı Devletinde Ermenilerden 22 bakan, 33 milletvekilli, 29 paşa, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 üst düzey memur işbaşına gelmiştir[2]. Bu kapsamda 1. Meclis’te 10, 2. Meclis’te 11 Ermeni milletvekili görev almıştır[3].
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi öncesinde Ermeniler Osmanlı Devleti’nden önce özerklik, uzun vadede ise bağımsızlık kazanmak için harekete geçmiştir. Bu durum İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi Henry Elliot’un aşağıda yer alan raporunda [4] açıkça görülmektedir:
ERMENİ İSYANLARI
1. Dünya Harbi döneminde Osmanlı Devleti 8 ayrı cephede savaşırken Ermenilerin çıkardığı isyanlar devleti zayıf düşürmüştür. Osmanlı orduları bir yandan bu cephelerde savaşırken, diğer yandan cephe gerisine de asayiş için kuvvet ayırmak zorunda kalmıştır.
Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde silahaltında olan Ermeniler silahlarıyla birlikte ordudan firar ederek Rus ordusuna katılmışlar, bir bölümü de silahlı çeteler kurmuş ve Türk köylerinde katliama başlamıştır. 1. Dünya Harbi başlamadan hemen önce Ermeni Komiteleri tarafından yayımlanan talimatlar[5] aşağıdadır:
Osmanlı Ermenileri 1890’lardan itibaren Anadolu’nun her köşesinde çok sayıda isyan çıkarmışlardır. Ermenilerin 1. Dünya Savaşı sırasında isyan çıkardıkları bölgeler aşağıda görülmektedir:
ERMENİLERİN ZORUNLU GÖÇ ÖNCESİ TÜRK KATLİAMLARI
Ermeniler isyan çıkardıkları bölgelerde çeteler oluşturarak erkekleri askerde olan kadınları, yaşlıları ve çocukları ağır işkencelerle katletmişlerdir. Katliamın gerçekleştiği bölgelerde Türklere ait çok sayıda toplu mezar bulunmuştur. Ermeniler katliamın yanı sıra Osmanlı Ordusu’na zarar verecek pek çok girişimde bulunmuşlardır. Silahaltında olanlar silahları ile birlikte Osmanlı Ordusu’ndan firar ederek düşman ordularının saflarına katılmış, düşman orduları lehine casusluk yapmışlar ve Ermeni fırıncılar yaptıkları ekmeklerle Osmanlı askerlerini zehirlemişlerdir[6].
Kars’ın Subatan İlçesinde Ermeniler tarafından öldürülen Türk çocuklar, kadınlar ve karınları deşilerek bebekleri çıkarılan anneler
Bitlis’in Mutki ilçesine bağlı Kavakbaşı köyünde 20 bin civarında Türk’ün bulunduğu toplu mezar
Osmanlı Devleti, tüm ikazlara rağmen Ermenilerin masum sivil halkı katletmeye devam etmesi üzerine 24 Nisan 1915’te Ermeni Komite Merkezlerinin kapatılarak evrakına el konulması ve komite liderlerinin tutuklanması kararını almış, bu kapsamda İstanbul’da 235 Ermeni komite lideri tutuklanmıştır.
ZORUNLU GÖÇ KARARININ ALINMASI VE GÖÇTEN MUAF TUTULANLAR
Ermeni komite liderlerinin tutuklanması kararından sonra da Ermenilerin ihanet ve katliamlarını sürdürmeleri üzerine Osmanlı Devleti 27 Mayıs 1915’te Ermenilerden isyan edenlerin ve çete kurarak sivil halkı katledenlerin bulundukları bölgelerden çıkarılarak Osmanlı Devleti toprakları içinde yer alan ancak savaş bölgesinden uzakta olan Şam ve Musul gibi vilayetlere nakledilmelerini kararlaştırmıştır.
Bununla beraber Anadolu’daki Ermenilerin tamamı göçe tabi tutulmamış, tutulanların ise daha sonra yerlerine dönmelerine izin verilmiştir. Bizzat Ermeni patriği bu konuda <I style=”mso-bidi-font-style: normal”>“İstanbul Ermenileriyle Kütahya sancağı ve Aydın vilayetindeki Ermeniler göç ettirilmemişti. Halen İzmit sancağı ile Bursa, Kastamonu, Ankara ve Konya’da bulunan Ermeniler buralardan göç ettirilmiş olup da geri dönmüş bulunanlardır. Kayseri sancağı ile Sivas, Harput, Diyarbakır ve özellikle Kilikya ve İstanbul’da göçten dönmüş, ama köylerine gidemeyen çok Ermeni vardır. Erzurum ve Bitlis Ermenilerinin bütün bakiyesi Kilikya’dadır” [7] şeklinde açıklamada bulunmuştur.
Yukarıda belirtilen illere ilave olarak Rus işgali altında bulunduğu için Kars ve Van gibi doğu vilayetlerindeki isyancı Ermeniler de göç dışında kalmış, ancak gerek işgal süresince gerekse Rus ordusu çekildikten sonra Kars ve Van Ermenileri Anadolu’daki en büyük katliamı bu iki ilde yapmıştır.
Hükümet emirleriyle memleketin müdafaasını ve asayişin teminini ihlal etmeyenler, casusluk yapmayanlar, Katolik ve Protestan olanlar, mebuslar, asker, subay, askeri doktor olanlar, amele taburlarında çalışanlar, demiryollarında çalışan memurlar, ameleler, müstahdemler ve aileleri ile Müslüman ailelerin yanında çalışıp da sadakatlerinden şüphe edilmeyenler, Müslüman olanlar ve benzer durumlarda olanlar göçe tabi tutulmamıştır[8].
GÖÇ ETTİRİLEN ERMENİLER İÇİN ALINAN TEDBİRLER
Osmanlı Devleti İçişleri Bakanlığı göçe tabi Ermenilerin haklarının korunması ve emniyetle yerlerine ulaşmalarını temin etmek üzere çeşitli tedbirler almıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Osmanlı Hükümeti zorunlu göç uygulamasına başlamadan önce bütün vilayetlere yazılar yazarak, bölgelerinden geçecek kafilelerin bütün ihtiyaçlarının karşılanması için gereken tedbirlerin alınması ve yiyecek stoklanması talimatını vermiştir[9]. İhtiyaçların tespit ve temini için İskȃn-ı Aşair ve Muhacirin Müdürü Şükrü Bey bizzat görevlendirilmiş ve sevkiyat sırasında kafilelerin ihtiyaçlarının karşılanması için sancak ve vilayetlere ödenek tahsis edilmiştir[10]. Nakledilecek Ermenilerin mal ve can güvenliğinden mahalli idareler, iskânlarına kadar iaşelerinden ve mesleklerinin icrası için gerekli ödeneğin tahsisinden ise hükümet sorumlu tutulmuştur.
Göç ettirilecek Ermenilerin geride bıraktıkları mal ve araziler kaydedilerek koruma altına alınmıştır. Taşınabilir mallardan bozulabilecekler oluşturulan heyetler tarafından müzayede ile satılmış ve bedelleri sahibi adına emaneten mal sandıklarına aktarılmıştır. Satılan malların cinsi, miktarı, değeri, kime satıldığı gibi bilgiler özel defterlere kaydedilerek heyet tarafından onaylandıktan sonra tutanak tutularak tutanağın aslı hükümete, resmi kopyası ise Geride Bırakılan Mallar Komisyonu’na verilmiştir. Geri dönen Ermenilere emval-ı menkul ve gayr-ı menkullerinin %98’i iade edilmiştir[11].
İçişleri Bakanlığı göçe tabi tutulan Ermenilerin emniyetle yerlerine ulaşmalarını temin etmek üzere de tedbirler almıştır. Göçe tabi olan Ermenilerin naklinde esas taşıma vasıtası olarak tren ve nehir yolu kullanılmıştır. Batı Anadolu’dan iskân mahalline gönderilenlerin hemen hepsi trenlerle nakledilmiştir. Cizre yolu ile sevk edilenler de trenle ve “şahtur” denilen nehir kayıklarıyla taşınmıştır. Tren ve nehir nakliyatının bulunmadığı yerlerde kafileler hayvan ve arabalarla belli merkezlere toplanmış ve buradan trenlere bindirilmiştir.
Zor şartlara ve imkânsızlıklara rağmen hükümetin, göçe tabi tutulan Ermenileri bir intizam içerisinde yeni yerleşme alanlarına sevk ettiği yabancı misyon görevlileri tarafından da doğrulanmaktadır. Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward I. Natan, 30 Ağustos 1915’te Büyükelçi Henry Morgenthau’a gönderdiği raporda: “Tarsus’tan Adana’ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu ve Adana’dan itibaren bilet alarak trenle seyahat ettiklerini, kalabalık yüzünden sefalet ve çektikleri zahmete rağmen hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare etmekte olduğunu, şiddete ve intizamsızlığa yer vermediğini, göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını, muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu” [12] belirtmiştir.
Edward I. Natan’ın, 11 Eylül 2015 tarihli raporu ise şu şekildedir:
“478 sayılı gönderimden beri (30 Ağustos 1915 tarihli rapor) yüz binlerce Ermeni daha buraya ulaştı ve Halep’ e sevk ediliyorlar. Şam’daki kampta hastalar için bir hastane oluşturulmuş ve ziyaretim sırasında 50 hasta tedavi görüyordu. Aldığım bilgilere göre kampta ölen yok ve hükümet bütün sürgünlere yiyecek dağıtıyor“ [13].
Ermenilere yeni gittikleri yerlerde tapulu ev, tarıma elverişli arazi, mesleklerinin icrası için alet, sermaye ve tohumluk verilmiştir. Ayrıca zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilerin devlete ve şahıslara olan borçları ertelenmiş ya da tamamen silinmiş ve suçlu ve zanlılar hakkındaki takibat da ertelenmiştir[14].
OSMANLI DEVLETİNDEKİ ERMENİ SAYISI VE GÖÇ ETTİRİLEN ERMENİLERİN MİKTARI
O dönemde Osmanlı coğrafyasının tamamında ve göç uygulaması yapılan Anadolu topraklarında yaşayan Ermenilerin sayıları[15] ile göç ettirilen, göçten muaf tutulan ve göç yerine varan Ermenilerin sayıları[16] aşağıda gösterilmiştir:
Halep’teki Amerikan konsolosu Jackson 3 Şubat tarihli sürgün edilenler listesinde 486.000 Ermeni’nin bulunduğunu, 8 Şubat 1916 tarihli raporunda ise göç bölgesinde 500.000 civarında sürgün Ermeni bulunduğunu rapor etmiştir[17] . Söz konusu rapor Ermenilerin büyük bölümünün göç yerlerine ulaştığını göstermektedir.
Göçler sırasında Ermenilere yapılan saldırılar ya da kötü muamele nedeniyle çok sayıda kişi Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemelerinde yargılanmış, yargılananlardan 1397 kişi idam dahil çeşitli cezalara çarptırılmış[18] ve yargılamalar bizzat Talat Paşa tarafından takip edilmiştir. Ancak cezalandırılanlar arasında gerçekten suçlu bulunanlar olduğu gibi İstanbul’un İngilizler tarafından işgalinden sonra Ermeni kilisesinin telkinleriyle cezaya çarptırılan birçok masum insanın da bulunduğu gerçeği dikkatten uzak tutulmamalıdır.
GÖÇÜN DURDURULMASI VE GERİ DÖNÜŞ KARARNAMESİ
Göç sırasında zaman zaman sevkiyatın durdurulduğu da olmuş ve henüz iskân yerlerine varmamış, yani yollarda olan Ermenilerin bulundukları vilayet dahiline yerleştirilmeleri talimatı[19] verilmiştir. Bu Ermeniler belgelerde göç yerlerine varmamış olarak görünmektedir.
25 Kasım 1915’ten itibaren vilayetlere gönderilen emirlerle, kış mevsimi dolayısıyla sevkiyatın geçici olarak durdurulduğu bildirilmiştir[20]. 21 Şubat 1916’da bu emir, Ermeni sevkiyatına son verilmesi şeklinde bütün vilayetlere tebliğ edilmiştir[21]. Osmanlı Hükümeti, ilk emirden yirmi gün sonra, yani 15 Mart 1916 tarihinde vilayetlere ve sancaklara gönderdiği ikinci bir genel emirle, Ermeni sevkiyatının durdurulduğunu ve bundan böyle hiçbir sebep ve vesileyle sevkiyat yapılmamasını bildirmiştir[22].
İçişleri Bakanlığı’nın Ermeni Sevkinin Durdurulmasına İlişkin 15 Mart 1916 Tarihli Şifre Telgrafı
Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Osmanlı Hükümeti 4 Ocak 1919 tarihinde göçe tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine dönmelerine imkân veren bir kararname çıkarmıştır. Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere talimat verilmiş ve gereken tedbirler alınmıştır[23].
İçişleri Bakanlığı’nın Ermenilerin Geri Dönmelerine İlişkin 4 Ocak 1919 Tarihli Şifre Mesajı
ERMENİLERİN DÜŞMAN KUVVETLERİYLE İŞBİRLİĞİ
Geri dönüş kararnamesi ile Anadolu topraklarına dönen Ermeniler Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde bağımsız bir Ermenistan kurma hayali ile bu defa da Fransız işgal kuvvetleriyle işbirliği yapmışlardır. Türk İstiklal Harbi sırasında özellikle Fransızlar tarafından Antep, Maraş ve Adana’da önemli miktarda Ermeni iskân edilmiş; Mısır’a gitmiş bulunan Musa Dağı Ermenileri’nden toplanan gençler, “Kıbrıs Monarga Ermeni Lejyonu Kampı’nda” eğitilerek Fransız üniformasıyla Anadolu’ya sevk edilmiştir[24]. Ermenilerin Fransız işgal kuvvetlerine sağladığı destek Boghos Nubar Paşa tarafından da şu sözlerle ifade edilmektedir:
“ ….1919 ve 1920’de ise Kemalistler Fransız askerlerine taarruz ettiklerinde, Ermeniler Fransa için savaştılar. Maraş, Haçin, Pozantı ve Sis (Kozan)’de de durum bu idi. Fransızlar Antep’i Ermeniler sayesinde geri almayı başarmışlardır. Bu yüzden Ermeniler Kilikya’da Fransa’nın müttefikidirler”[25].
Legion-Volunteers-from-Tomarza-fighting-in-the-Armenian-Legion-picture-taken-in-Cyprus ( Kıbrıs Monarga Ermeni Lejyonu Kampı’nda” Eğitilen Kayseri/Tomarza’lı Ermeniler)
Savaş sırasında Fransız idaresindeki Ermenilerin Anadolu’daki Türk nüfusun yok edilmesi hedefine yöneldiği Rus tarihçi İrandust’un “Kemalist Devrimin İtici Güçleri” adlı eserinde aşağıdaki sözlerle ifade edilmektedir: “Fransızların oluşturduğu Taşnak’lardan müteşekkil jandarma birlikleri Türk nüfusa karşı kitlesel cinayetlere giriştiler. ….. Ermeni çeteleri sırayla köylerin bütün halkını kılıçtan geçirdi. Türk nüfusunun fiziksel olarak ortadan kaldırılması programı tamamen bilinçli şekilde işgalcilerin yönetiminde yürütüldü”[26].
Ermeniler Fransız ordularında olduğu gibi, İngiliz ordularında da Osmanlı Devletine karşı savaşmıştır. Bununla ilgili olarak İngiliz mareşali Allenby, Şam’ın güneyinde Türkler ile yaptığı savaşta, yanında 8.000 Ermeni savaşçının mevcut olduğundan[27] bahsetmektedir.
Esasen tarihin hangi döneminde Türkler’e karşı yapılmış bir savaş varsa, Ermeniler düşman devletin saflarında yer alarak Türkler’e karşı savaşmış ve sivil Türkleri de katletmiştir: Balkan Savaşları sırasında Antranik Ozanyan komutasında Bulgar Ordusu’nun öncü birlikleri olarak[28], 1. Dünya Savaşı’nda Rusların ve İngilizlerin öncü birlikleri olarak, İstiklal Harbi’nde Fransızların öncü birlikleri olarak Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmışlardır. Mondros Mütarekesi’nden sonra ise Karadeniz’de İngiltere ve Yunanistan’ın desteğiyle Rum Pontus Devleti’ni kurmak için isyan eden Rumlarla işbirliği yaparak bölgedeki Türk nüfusunu yok etmeye çalışmışlardır[29].
Kafkas Cephesinde Rus Ordusu önündeki Ermeni Öncü Birliği
Antranik_volunteers_during_Balkan_War (Balkan Harbinde Bulgar Ordusuna Katılan Antranik Ozanyan Komutasındaki Ermeni Çeteciler)
RUS VE ERMENİ DEVLET ADAMLARININ İFADELERİ
Osmanlı Devleti’nin göç kararını almakta haklı olduğu değerlendirmesi sadece Türklere ait değildir. Ermenilerin düşman ordularına katılarak kendi devletine karşı savaştığına ilişkin yüzlerce resmi rapor bulunmaktadır. Rusya’nın Kafkasya Valisi Kont Varontsov Daşkov’un Rus Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği, aşağıda bir bölümü verilen 6 Şubat 1915 tarihli resmi rapor[30] bunlara bir örnektir ve Ermeni ihanetinin boyutlarını göstermesi açısından dikkat çekicidir: “Zeytun Ermenileri temsilcisi Kafkas orduları karargâhına geldi. Yaklaşık 15.000 Ermeni’nin Türk ordusunun ikmal yollarına saldırmaya hazır olduğunu bildirdi”.
Birçok yabancı tarihçinin yanı sıra o dönemde yaşayan bazı Ermeni devlet adamları da Osmanlı Devleti’nin aldığı göç kararının haklılığını kabul etmektedir. 1918 yılı Temmuz ayında kurulan Ermenistan Devleti’nin ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni tarafından 1923 yılı Nisan ayında Bükreş’te yapılan Taşnaksutyun Partisi’nin toplantısında sunulan ve aşağıda özeti verilen raporda[31] da Osmanlı Devleti’nin haklılığına vurgu yapılmaktadır:
“1914 kışı ve 1915 yılının ilk ayları, Taşnaksutyun da dahil olmak üzere, Rusya Ermenileri açısından bir heyecanlanma ve umut dönemiydi. Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükümeti’nin Güney Kafkasya Ermenistan’ı ile Türkiye’nin Ermeni eyaletlerinden oluşan Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğinden emindik. Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık. …… Türkler ise ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır”[32].
The Armenian Revolutionary Federation (Dashnaksoution) Has Noting To Do Any More” adıyla Ermeni İstihbarat Servisi tarafından 1955 yılında bazı bölümleri basılan ve Kaçaznuni’nin raporunun yer aldığı kitap daha sonra içerdiği bilgilerin gerçekleri ortaya koyması nedeniyle Ermenistan’da yasaklanmış ve ayrıca kitabın çeşitli dillerde basılmış olan nüshaları Taşnaklar tarafından Avrupa kütüphanelerinden toplatılmıştır. Kitabın toplatılması 1915’te yaşanan olayların dayandığı gerçekleri dünya kamuoyundan saklanmaya ve suni bir soykırım aldatmacasıyla insanların kandırılmaya çalışıldığını göstermektedir.
MALTA SÜRGÜNLERİ VE İNGİLİZLERİN OSMANLI DEVLETİ ALEYHİNE BELGE BULMA ÇABALARI
İstanbul’un işgalinden sonra İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerini Malta’ya süren İtilaf Devletleri İstanbul ve taşradaki büyükelçilik ve konsolosluklarında görev yapan Ermeni tercümanlar ile İngiliz, Fransız ve Amerikalı tarihçi ve hukukçularını seferber ederek Ermeni iddialarını kanıtlayacak delil arayışı içine girmiştir. Bu kapsamda kendi denetimlerindeki Osmanlı arşivlerine ilave olarak ABD’de, İngiltere’de, Fransa’da, Mısır’da, Irak’ta ve Kafkasya’da yapılan araştırmalar sonunda Osmanlı Devleti’ni suçlayacak en küçük bir belge bile bulamamışlardır.
Nitekim bu husus Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği’nden İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na 13 Temmuz 1921’de gönderilen belgede özet olarak şu şekilde bildirilmiştir:
“….Bu durum karşısında ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda mevcut raporlarda Türkler aleyhinde majesteleri Hükümetinin elinde esasen bulunmakta olan bilgiyi teyit etmek amacıyla dahi kullanılabilecek nitelikte hiçbir delile rastlanmadığından korkarım ki, bu konuda yeni bir soruşturma yapmak için Amerikan Hükümeti’ne müracaat edilmesinden herhangi bir şey elde etme umudu yoktur. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın yakın bir tarihte durumu açıklığa kavuşturmak çaresini görememesinden üzüntü duyuyorum ”[33]. Büyükelçi R. C. Craigie
Bunun üzerine İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Kraliyet Başsavcılığı’ndan Malta’daki Türkler aleyhine “hukuki bir dava açılamıyorsa siyasi bir dava açılmasını” istemiş, ancak Başsavcılığı ikna edememiştir. İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, 21 Temmuz 1921 tarihli bir yazıyla, “eldeki kanıtlarla” Malta’daki Türklerden hiç birinin Ermeni katliamı gerekçesiyle cezalandırılamayacağını İngiliz Hükümeti’ne kesin bir dille bildirmiş, bunun üzerine İngiliz Hükümeti, Malta’daki tutuklu Türkleri serbest bırakmak zorunda kalmıştır[34].
ABD ARAŞTIRMA HEYETLERİ
Bu arada ABD Başkanı Wilson’ın emriyle Henry C. King ile Charles R. Crane’den oluşan bir ABD Araştırma Kurulu 15 Nisan 1919’da Osmanlı Devleti’nde araştırma yapmak üzere görevlendirilmiştir. King-Crane Kurulu’nun çalışmalarının sonuçlanmasını beklemeden Başkan Wilson Anadolu’ya Ağustos 1919’un ikinci haftasında General James G. Harbord başkanlığında 12 kişilik bir Kurul daha göndermiştir[35]. ABD heyeti yaptığı incelemelerin sonucunda bölgede meydana gelen olayların Ermenilerin anlattığından tamamen farklı olduğunu tespit etmiştir. Özellikle Erzurum bölgesinde yaşayan Ermenilerle görüşen Harbord, kendilerine yönelik bir katliam olup olmadığını sormuş, Ermeniler böyle bir hadise olmadığını Harbord’ın kafilesindeki Ermeni tercümanlar vasıtasıyla anlatmışlardır. Harbord, bölgedeki incelemeleri sırasında Erzurum ve çevresinde Ermenilerin yaptığı Müslüman katliamının kalıntılarını da kendi gözleri ile görmüş ve sadece Hasankale’de 43 Köyün Ermeniler tarafından yerle bir edildiğini[36] tespit etmiştir.
Ancak Türklerin Ermenilere yönelik katliamı olmadığını, tersine Ermenilerin bölgedeki Türk halkını katlettiğini tespit eden Harbord raporu ve Harbord raporu ile benzer gözlemleri ihtiva eden King-Crane raporu, ABD kamuoyuna duyurulmamış ve gizli tutulmuştur[37].
OSMANLI DEVLETİNİN ARAŞTIRMA HEYETİ TEKLİFİ
Osmanlı hükümeti 13 Şubat 1919’da zorunlu göçün soruşturulması ve nedenlerinin tespiti amacıyla ikişer kişiden oluşan tarafsız bir komisyon kurulması için İsveç, Hollanda, İspanya ve Danimarka hükümetlerine bir nota vermiş, ancak bu devletler 6 Mayıs 1919’da verdikleri cevaplarda teklifi reddetmişlerdir[38].
TÜRK-ERMENİ UZLAŞTIRMA KOMİTESİ VE TÜRK-ERMENİ PLATFORMU ÇALIŞMALARI
ABD, Rusya ve AB’nin Türkiye ile Ermenistan’ı uzlaştırma çabaları kapsamında 9 Temmuz 2001’de iki ülke arasında Türk-Ermeni Uzlaştırma Komitesi (TARC) teşkil edilmiştir. Komite 11 Aralık 2001’de Ermeni temsilcilerin ortak bir bildirge yayınlayarak ayrılmalarıyla dağılmış[39], daha sonra tekrar teşkil edilerek çalışmalarına devam etmiştir. Ancak çalışmalarda beklenen ilerleme sağlanamayınca komite çalışmaları 2003’te sona ermiştir.
Takip eden süreçte Viyana Türk-Ermeni Platformu (VAT) kurulmuş ve Temmuz 2004’te Türk ve Ermeni tarafları üzerinde bilimsel araştırmalar yapılmak üzere belge değişimine başlamıştır.
Bu kapsamda Türk tarafı Amerikan, Alman, Fransız ve Avusturya arşivlerinden alınan 99 belgeyi Ermeni tarafına vermiş, Ermeni tarafı toplantıya gelmeyince Ermeni tarafına ait belgeler Artam Ohancanyan tarafından Türk Heyeti’ne iletilmiştir[40].
Türk tarafı 31 Aralık 2004’e kadar karşılıklı olarak 80 belgenin daha teatisini teklif etmiş ve 2005’in ilk yarısında toplantı yapılması kararı alınmıştır. Ekim 2005’te Ermeni tarafı “Osmanlıca belgeleri çevirmediği için” ek süre istemiş, Türk tarafı belgelerin tercümelerini vermeyi teklif etmiş[41], Ermeni tarafı bu teklife cevap dahi vermemiş ve süreç Ermenilerin olumsuz tutumu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
ERMENİLERİN TARAFINDAN ÜRETİLEN SAHTE BELGE VE RESİMLER
Ermenilerin soykırım iddialarını kanıtlayabilmek için sıkça başvurdukları yöntemlerden biri de sahte belge ve resim üretimidir.
Ermenilerin bu konudaki ilk icraatları ABD’nin İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau’ın tercümanı Arşak Şimavonyan ile katibi Agop Andonyan tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu ikili hayal mahsulü olayları olmuş gibi gösteren birtakım düzmece raporlar kaleme alarak büyükelçiye verirler. Görev süresinde karayoluyla İstanbul’un dışına bile çıkmayan ve meydana gelen olayları bu iki Ermeninin verdiği raporlarla izleyen Morgenthau Ermeni tercümanının ve katibinin yazdığı Anadolu Ermenilerine ilişkin düzmece raporları ABD Dışişlerine gönderir. Daha sonra bu raporlar “Ambassador Morgenthau’s Story(Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü)” adıyla basılmış ve Ermeniler tarafından soykırım delili olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kitap esasen Morgenthau tarafından değil, 15.000 Dolar karşılığında Burton J. Hendrick tarafından kaleme alınmıştır[42]. Kitapta yazılanlar ile Morgenthau’ın kendi tuttuğu “Günlük Hatıra Defteri” karşılaştırılınca kitapta yer alan saptırmalar ve sahtecilik açıkça ortaya çıkmaktadır. Heath Lowry kitapta yer alan bilgilerin gerçekleri nasıl saptırdığını “The Story Behind Ambassador Morgenthau’s Story(Büyükelçi Morgenthaau’ın Hikayesinin Perde Arkası)” adlı kitabında detaylı olarak anlatmaktadır[43].
Sahteciliğin bir diğer örneği Halep’te yaşadığı iddia edilen Naim Bey adlı bir Türk memurunun sözde hatıralarına dayanarak Aram Andonyan tarafından kaleme alınan “Naim Beyin Hatıraları” adlı kitaptır. Kitapta Talat Paşaya ait olduğu iddia edilen telgrafların tamamının sahte olduğu ortaya çıkmıştır[44]. Belgelerde yer alan ve Halep Valisi Mustafa Abdülhalik beye ait olduğu iddia edilen imzanın sahte olmasının yanı sıra o tarihte Halep Valisi Mustafa Abdülhalik bey değil Bekir Sami beydir. Ermeniler tarafından üretilen belge miladi ve Rumi takvim farkına dikkat edilmeden üretildiğinden belgedeki tarih ve sayı Osmanlı arşiv sistemindeki numaralandırma sistemine uymamaktadır. Örneğin belgede yer alan tarihe göre 502’den sonra numara alması gereken bir belgeye 1181 sıra numarası verilmiştir. Verilen sıra numarasında ise Sina çölünde artezyen kuyusu açılması ile ilgili gerçek belge bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin yazışmalarında resmi antetli kağıt kullanıldığı halde Andonyan belgeleri normal kağıda yazılmıştır ve o dönemde Halep vilayetinde Naim bey adlı bir Türk memurun yaşadığına dair kayda da rastlanmamıştır[45]. Diğer yandan Ermeniler tarafından üretilen bu belgelerde kullanılan Türkçe, dil ve gramer bakımından bozuktur ve Osmanlı yetkililerinin kullanması mümkün olmayan ifadelerle doludur[46]. Hollandalı tarihçi Erik Zürcher, Michael M.Gunter, Andrew Mango gibi yabancılar da Andonyan belgelerinin sahte olduğunu kabul etmektedir[47].
Ermeniler belge sahteciliğini Hitler üzerinden de sürdürmüş ve Hitler’in 2. Dünya Harbi’ni başlatan 1 Eylül 1939’daki Polonya saldırısından bir hafta önce Obersalzberg’te Alman generallerine Alman dilinde yaptığı konuşmadaki sözlerinin İngilizce çevirisine konuşma metninde bulunmayan “Ermenilerle ilgili” ekleme yapmıştır. Hitler konuşmasında “ölüm kıtalarıma Polonyalıları çoluk-çocuk, genç-ihtiyar ortadan kaldırma emri verdim” demiş ve Ermenilerin iddiasına göre sözlerine devamla “zaten Ermenileri kim hatırlıyor ki” ifadesini kullanmıştır. Oysa Hitler’in yaptığı konuşmanın orijinal metninde Ermenilerle ilgili böyle bir ifade yoktur[48]. Nitekim savaştan sonra savaş suçlularının yargılandığı Nüremberg mahkemesi Hitler’in bu konuşma metnini USA-29 ve USA-30 biçiminde numaralayarak onaylamıştır. Ancak bu metinlerde Hitler’in sarf ettiği iddia edilen Ermenilere ait cümle yer almamaktadır[49].
Sahte belge üretiminde Mustafa Kemal Atatürk’ü de kullanmaya çalışan Ermeniler, Fransız yazar Paul du Veou’nun bir kitabına dayanarak Mustafa Kemal Atatürk’ün 27 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da Divan-ı Harb-i Örfi de şahitlik yaptığını ve Türklerin Ermenileri katlettiğini söylediğini öne sürmektedir.
Fransız yazar Paul du Veou; muhtemelen İstanbul’un işgal altında bulunduğu 1919-1920’de itilaf devletlerinin denetiminde Ermenilerce Fransızca olarak çıkartılan Le Bosphore ve La Renaissance gazetelerinde “Declaration de Mustafa Kemal” ismiyle yayınlanmış olan gerçek dışı haberlerden etkilenerek ve doğru olup olmadığını tahkik etmeden bu bilgileri kitabının dipnotuna koymuş, bu bilgi daha sonra Ermeni papazı Jean Nasliyan tarafından da kullanılmıştır.
Ermeni papaz Naslian, Mustafa Kemal’i daha sonra kurulacak mahkeme üyesi olan “Nemrud Mustafa Paşa Divan-ı Harbi” adıyla anılan “Süleymaniyeli Mustafa Paşa” ile karıştırmıştır. Adı geçen Papaz’ın kitabı basılmadan önce, Ermeni yazarı Guerguerian durumu öğrenip söz konusu ifadenin bir hata olduğu kendisine hatırlatmış ve bu ifadenin kitaptan çıkarılması gerektiğini bildirilmişse de bu yapılmamıştır[50]. Nitekim Boston’da yayımlanan “The Armenian Review” adlı Ermeni dergisi de 1982 yılının sonbahar nüshasında yer alan James Tashjian imzalı makalede Atatürk’ün böyle bir açıklaması bulunmadığını kabul etmek zorunda kalmıştır. Makalenin başlığı “Atatürk’e Yanlışlıkla Atfedilen Beyan” adını taşımaktadır[51]. Ancak Ermeniler bu sözlerin Atatürk’e ait olduğu iddiasını konunun bilinmediği ortamlarda sürdürmeye devam etmektedir.
Atatürk’e ait olmayan sözleri Atatürk’ün sözleriymiş gibi sunan Ermeniler 2005 yılında Atatürk üzerinden bir sahteciliğe daha imza atmıştır. California eyaletinin UCLA Üniversitesinde soykırım konulu bir panel düzenleyen ABD Ermenileri konferans posterinde Atatürk’ü bir cesedin önünde poz verirken gösteren bir resim sergilemiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi Latife Hanıma gönderdiği orijinal kartpostal üzerinde Atatürk’ün ayakları önündeki köpek yavruları resimden çıkarılarak köpeklerin yerine bir çocuk cesedi fotoğrafı yerleştirilmek suretiyle Atatürk soykırımcı olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Fotoğrafın orijinali ile sahtesi aşağıda yan yana gösterilmiştir:
Ermenilerin fotoğraflar üzerinden sahte resim üretmelerine bir diğer örnek de Oxford Üniversitesince 2005 yılında basılan Donald Bloxham’ın “The Great Game of Genocide, Imperialism, Nationalism and the Destruction of the Ottoman Armenians (Büyük Soykırım Oyunu, Milliyetçilik ve Osmanlı Ermenilerinin Yok edilişi)” adlı kitabında yer almıştır. Erivan’daki Soykırım Müzesi’nde de sergilenen ve St. Lazar Mkhitarian koleksiyonuna ait olduğu belirtilen aşağıdaki fotoğrafın altında “Türk resmi görevlisi açlıktan ölmek üzere olan Ermeni çocuklara ekmek göstererek alay ediyor” ifadesi yer almaktadır.
Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde ders veren, Avustralyalı tarihçi Prof Dr. Jeremy Salt fotoğrafta Osmanlı memuru olarak sunulan kişinin o dönemde kullanılan yakasız gömlek ve fes yerine ceket giyip, kravat takmasından ve fotoğrafta yer alan kişilerin vücut azalarının orantısızlığından şüphelenerek fotoğrafı bir laboratuvarda uzmanlara inceletmiştir.
Fotoğraf laboratuvarında fotoğrafın pikselleri 2400 kez büyütülünce fotoğrafın birçok yerden alınmış parçaların birleştirilmesi ile oluştuğu ve fotoğrafın sahte olduğu uzmanlar tarafından tespit edilmiştir.
Prof. Salt konuyu İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu’na taşıyınca Federasyonun Genel Koordinatörü ve “Asılsız İddialarla Mücadele Komitesi” Başkanı Servet Hassan, 19 Ekim 2009’da Oxford Yayınları Tarih Editörü Christopher Wheeler’a bir şikâyet mektubu göndermiştir. Wheeler 2 Kasım’da gönderdiği cevapta; hata yaptıklarını, birkaç parçadan oluşan fotoğrafın fotomontajla bir araya getirildiğinin anlaşıldığını, yani fotoğrafın sahte olduğunu kabul etmiş ve ellerinde bulunan kitabın stoklarını imha ettiklerini bildirmiştir. Ancak bu kitap başta İngiltere olmak üzere dünyadaki birçok ülke kütüphanesine dağıtılmıştır ve okuyucuya sunulmaya devam edilmektedir.
Ermeniler sahte resim montaj faaliyetlerini basılı kitaplar üzerinde de sürdürmektedir. Aşağıda gösterilen, “Der Völkermord an den Armeniern vor Gericht” (Ermeni Kıyımı Mahkeme Önünde) adlı kitapta kullanılan ve üst üste yığılmış kurukafalardan oluşan resmin sol üst köşesine Talat Paşa’nın resmi konularak “bu masum insanları Talat Paşa katletti” imajı verilmeye çalışılmaktadır. Kitabın iç kapağının arka sayfasına ise; “Kitabın üzerindeki fotoğrafın 1916/1917 yıllarında Batı Anadolu’daki kurukafalar piramidlerini yani Türk barbarlığını gösterdiğinden hiç kuşku duyulmaz” ifadesi yazılıdır.
Oysa resmin Ermenilerle hiçbir ilgisi yoktur. Halen Moskova’da, Tretyakov Devlet Galerisi’nde sergilenmekte olan resim Rus ressam Vasili Vasilyeviç Vereşçagin’in 1871 yılında yaptığı “The Apotheosis of War(Savaşın Tanrılaştırılması) adını verdiği tablosudur ve tablo Ermeni göçünden 44 sene önce yapılmıştır. Aynı montaj resim, Tessa Hofmann tarafından hazırlanan, Talât Paşa ile ilgili mahkeme tutanaklarının yer aldığı “Der Prozess Talaat Pascha” adlı kitapta da kullanılmıştır. Yani Ermeniler tarafından üretilen sahte belge ve resimleri, belgelerin sahte olup olmadığını araştırmadan ya da bilerek Ermeni tezlerine destek olanlar da kullanmaktadır.
Ermenilerin belgeler üzerinde yaptıkları sahteciliğin bir diğer şekli kendi katlettikleri Türklerin resimlerinin Türklerin katlettiği Ermeniler şeklinde gösterilmesidir. New York’ta Rusça yayımlanan “V Novom Svete” gazetesinde, Eduard Pariyants isimli bir Ermeni, Hocalı soykırımında öldürülen Türk çocuklarının resimlerini, 1915 yılı sözde Ermeni soykırımı kurbanları olarak göstermiştir. APA Ajansının haberine göre, bu gerçeği Florida’da yaşayan ve Ermeni terörüyle ilgili bazı kitaplar yazan Felix Tzertvadze ortaya çıkarmıştır. Söz konusu resimleri görünce Hocalı soykırımı kurbanlarını hemen tanıyan Tzertvadze, Azerbaycan devlet kurumlarına ve diaspora teşkilatlarına başvuruda bulunarak durumu bildirmiştir[52]. Buna benzer bir olay daha önce Almanya’da düzenlenen bir sergide de yaşanmıştır ve Erivan’daki soykırım müzesinde de bu tür resimler sergilenmektedir.
1912-1922 YILLARI ARASINDA DOĞU ANADOLU’DAKİ 4 VİLAYETTE KATLEDİLEN TÜRKLERİN SAYISI
Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy’nin tespitlerine göre 1912-1922 yılları arasında Anadolu’daki Müslüman nüfusun %18 i (2.500.000) hayatını kaybetmiştir. Türkiye’nin yalnızca doğu vilayetlerinde öldürülen Türklerin sayısı 1.189.132 kişi olup bunların illere göre dağılımı şu şekildedir[53] :
VİLAYET* | KATLEDİLEN NÜFUS | KATLEDİLEN NÜFUS ORANI |
VAN | 194.167 | % 62 |
BİTLİS | 169.248 | % 42 |
ERZURUM | 248.695 | % 31 |
DİYARBAKIR | 158.043 | % 26 |
MAMURAT-İL AZİZ | 89.310 | % 16 |
SİVAS | 186.413 | % 15 |
HALEP | 50.838 | % 9 |
ADANA | 42.511 | % 7 |
TRABZON | 49.907 | % 4 |
TOPLAM | 1.189.132 | % 24 |
* Çizelgedeki vilayetler günümüz siyasi hudutlarına göre 19 ilimizi kapsamaktadır.
McCarthy tarafından verilen rakamlar incelendiğinde Erzurum vilayetinde Müslüman halkın %31’inin, Bitlis vilayetinde %42’sinin, Van vilayetinde ise % 62’sinin katledildiği ortaya çıkmaktadır. Justin McCarthy Türk ve Müslüman halkın kayıplarını hesaplama yöntemini açıklarken “ abartmalı hesaplamalara dayandığım yolunda eleştirilere fırsat vermemek için daima kendi tezimin aleyhine olacak sayıları esas tutmak ilkesini kabullendiğimden metinde verdiğim, Müslümanların ölüm telefatına ilişkin sayıların, gerçek ölüm telefatına göre düşük kaldığı varsayılabilir”[54] ifadesini kullanmaktadır.
Türkiye coğrafyasındaki katliamın yanı sıra, Trans Kafkasya’da Bakü, Gence, Tiflis, Kutaisi, Kars ve Revan(Erivan) bölgelerinde de 413.000 Türk ve Müslüman katledilmiştir. 1912-1922 yılları arasında Anadolu coğrafyasında katledilen 1.189.132 kişiye, Trans Kafkasya’da katledilen 413.000 kişi eklendiğinde katledilen Türk ve Müslümanların sayısı 1.602.132’ye ulaşmaktadır[55]. Üstelik katledilen Türklerin durumu zorunlu göç sırasında hayatını kaybeden Ermenilerin durumundan çok farklıdır. Ermenilerden ölenlerin çok büyük bir bölümü salgın hastalıklar ve yol şartları gibi sebeplerle hayatını kaybederken, Ermeniler tarafından katledilen Türkler ırkçı bir saldırının kurbanı olarak ağır işkenceler altında yok edilmiştir[56].
ERMENİ KATLİAMINDAN KAÇMAK İÇİN GÖÇ ETMEK ZORUNDA KALAN TÜRKLER
Katledilenlerin yanı sıra Ermeni zulmüne maruz kalan yörelerin Türk nüfusunun önemli bir bölümü de katliamdan kurtulabilmek için topraklarını terk etmek zorunda kalmış ve mülteci durumuna düşürülmüştür. Prof. Dr. Justin McCarthy’nin nüfus istatistiklerinden yaptığı tespitlere göre göç etmek zorunda kalan Türklerin bölgelere göre durumu aşağıdaki tabloda gösterilmiştir[57]:
BULUNDUĞU BÖLGE | GÖÇ ETTİĞİ YER | GÖÇ EDEN NÜFUS |
TRABZON-ERZURUM DOĞUSU | SAMSUN | 79.100 |
ERZURUM | SİVAS | 300.000 |
ERZURUMUN.DOĞUSU-GÜNEYİ VE VAN | MAMURAT-ÜL AZİZ | 80.000 |
VAN-BİTLİS | DİYARBAKIR | 200.000 |
ARA TOPLAM | 659.100 | |
ÇEŞİTLİ BÖLGELERDEN | DİĞER İLLERE | 43.800 |
GENEL TOPLAM | 702.900 |
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Arşivleri Genel Müdürlüğü Arşivindeki 7 Haziran 1919 tarihli belgede ise; “Erzurum, Trabzon, Bitlis, Van vilâyetleriyle Erzincan sancağı halkından bir milyonu geçen sayıda Türk ve Müslümanın her türlü sağlık ve hayat şartlarından ve devletin desteğinden mahrum olarak iç bölgelere doğru göçmek mecburiyetinde kaldığı, her geçen gün şiddetlenen saldırılar ve göçler sonucunda mültecilerden 701.166 kişinin öldüğü, bu miktarın hükümetin resmî kayıtlarına dayandığı, resmî kayıt dışında kalan tahminen 300.000’e yakın Müslüman nüfus da ilave edildiğinde yukarıda belirtilen dört vilâyetle bir sancak halkından göçler sırasında ölenlerin sayısının bir milyona ulaştığı” belirtilmektedir[58].
Dikkat edilirse belgede sadece 4 vilayet ile bir sancak halkından göç edenler hakkında bilgi verilmektedir. Bunlara diğer doğu vilayetlerinden göç edenler de eklendiğinde göç edenlerin sayısı 1,5 milyonu aşmaktadır. Nitekim Tasvir-i Efkȃr Gazetesi’nin 11 Mayıs 1919 tarihli nüshasında Ermenilerin öncülük ettiği Rus ordusunun istilasına uğrayan vilayetlerden göç eden Türklerin sayısı 1.604.031 kişi olarak verilmiş[59] ve bunlardan 701.166 Türk’ün Ermeni zulmü ve Rus istilasından kaçarken hayatını kaybettiği kaydedilmiştir. Bu belgede verilen Türklerin kayıpları yukarıda belirtilen Başbakanlık Arşivleri Genel Müdürlüğü Arşivindeki 7 Haziran 1919 tarihli belgede geçen miktarlarla birebir örtüşmekte ve göç etmek zorunda kalan miktar bölgedeki Müslüman nüfusun %69,5’ini oluşturmaktadır. Ancak bu miktarlar sadece göç sırasında hayatını kaybeden Türklerin sayısıdır. Bu rakama Ermeniler tarafından bulundukları bölgelerde katledilen ve Osmanlı belgelerinde katil ve maktullerin kimlik bilgileri ile katledilme şekilleri ayrıntılı olarak verilmiş olan 518.105 Türk ve Kafkasya’da katledilen 413.000 Türk ve Müslüman da eklendiğinde Ermeniler tarafından katledilen Türk ve Müslüman sayısı 1.931.105’e ulaşmaktadır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivlerindeki 7 Haziran 1919 Tarihli Belge
Nitekim ABD eski Başkanı Reagan’ın hukuk danışmanı olan Bruce Fein : “Beyaz Saray 1981 yılında araştırma yaptı, Ermenilerin 2 milyonun üzerinde Türk’ü katlettiği ortaya çıktı. İşgalden kaçmak ve katliamdan kurtulmak için topraklarından göç etmek zorunda kalan Türkleri de eklediğimizde 1. Dünya Savaşındaki Türk kaybı 2.400.000 kişiye ulaşmaktadır. Ermeniler, kendi arşivlerini açmıyor, çünkü bu gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor. ……. Burada asıl önemli konu, Ermenilerin ihanetidir. Osmanlı kendisini savundu. Özellikle ABD’de yaşayan Ermeniler, soykırım yalanı ile büyük menfaat sağlıyor. ABD yönetimi de büyük paralar döndüğü için Ermenileri karşısına almak istemiyor. Ermeniler ısrarla kendi arşivlerini açmıyor. Çünkü yıllardır soykırım yalanı ile dönen getirimi kaybetmek istemiyorlar. Arşivler açıldığı anda gerçek ortaya çıkacak…[60]” ifadeleri ile yukarıdaki rakamların da üzerinde Türk’ün Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermeniler tarafından katledildiğini açıklamıştır.
TÜRK VE ERMENİ KAYIPLARININ KARŞILAŞTIRILMASI VE ERMENİSTAN’IN TOPRAK HEDEFİ
1. Dünya Harbi yıllarında zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilerle, Ermeni katliamı ve Rus işgali nedeniyle topraklarını terk etmek zorunda kalan Türk ve Müslümanların kayıpları mukayese edildiğinde aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır:
ERMENİLERİN KAYIPLARI | ||
PAPAZ VAHAN VARDAPET’E GÖRE | 280.000 | |
KARA SCHEMSI’YE GÖRE | 250.000 | |
OSMANLI DEVLETİ ARŞİV BELGELERİNE GÖRE | 56.610 | |
TÜRK VE MÜSLÜMANLARIN KAYIPLARI | ||
BRUCE FEIN’E GÖRE | 2.400.000 | |
KARA SCHEMSI’YE GÖRE | 2.000.000 | |
JUSTİN MCCARTHY’YE GÖRE | 1.602.132* | |
OSMANLI DEVLETİ ARŞİV BELGELERİNE GÖRE | 1.931.105** | |
Yukarıda belgeleriyle ortaya konulan bütün bu bilgiler sonucunda Birinci Dünya Savaşı yılları ve sonrasında zorunlu göç sırasında hayatını kaybeden Ermenilerden çok daha fazla sayıda Türkün ve Müslümanın savaş, göçler ve Ermeni katliamları nedeniyle hayatını kaybettiği ortaya çıkmaktadır. Ancak mağdur edebiyatı yapmakta oldukça başarılı olan Ermeniler 1. Dünya Savaşı’ndaki kayıplarını her yıl arttırmakta, Ermeni iddiaları konusunda Parlamentolarında karar alan ülkeler de Ermeni rakamlarını esas almaktadır.
Bu konuda Prof. Dr. Justin McCarthy o dönemde Anadolu’da yaşayan Ermenilerin sayısının 750.000 kadar olduğunu belirterek, bunların büyük bir kısmının daha savaş çıkmadan başka ülkelere göç ettiğini, bunların yok sayılması ve Türklerin Anadolu’da yaşayan Ermenilerin tamamını katlettiğinin varsayılması halinde bile Türklerin iddia edildiği gibi 1.500.000 Ermeni’yi katledebilmesi için her bir Ermeni’yi 2 kez öldürmesi gerektiğini, bunun ise imkânsız olduğunu[61] söylemektedir.
Ermeniler Türk katliamına 1. Dünya Savaşı’ndan sonra da devam etmiştir. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesiyle Türk ordusunun 1914 sınırlarına çekilmesini fırsat bilen Ermeniler Kars ve civarındaki 38 köyü yakıp yıkmış ve 14.620 kişiyi katletmiştir. Ermenilerin Sarıkamış bölgesinde 11.000 Türk’ü daha katletmesi üzerine TBMM seferberlik ilan etmiştir. Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Türk ordusu kısa sürede Sarıkamış, Kars ve 7 Kasım’da Gümrü’yü almış ve Ermenilerin ”ateş kes” talebi üzerine Ermenistan’la 3 Aralık 1920’de ”Gümrü Barış Anlaşması “ imzalanmıştır.
Sakarya zaferinden sonra ise Sovyet Rusya’nın aracılığıyla Sovyet Cumhuriyetleri olan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile TBMM Hükümeti arasında 13 Ekim 1921’de Kars Antlaşması imzalanmış ve daha önce 16 Mart 1921’de Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyet Rusya arasında imzalanmış olan Moskova Antlaşması’nın 3 Sovyet Cumhuriyeti için de geçerli olduğu kabul edilmiştir. Ancak Ermenistan Parlamentosu 6 Aralık 1989’da Türkiye’nin Ermenistan ile mevcut sınırının çizildiği 16 Mart 1921 tarihli Moskova Anlaşması’nı fesih kararı alarak Türkiye-Ermenistan sınırını kabul etmediğini ilan etmiştir.
Ermeniler halen Türk sınırlarını tanımamakta ve Bağımsızlık Bildirgesi’nde Türkiye’nin 19 ilini Batı Ermenistan adıyla Ermenistan hudutları içinde göstermektedir. Ermenistan Anayasası’nda başlangıç bölümünde “Ermeni halkı, Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’ni, Ermenistan Devleti’nin ve Ermeni milli ruhunun temel ilkeleri olarak kabul eder ” ifadesi bulunmakta, 13. maddesinde ise “Ermenistan Cumhuriyeti’nin armasının Ağrı Dağı ve Nuh’un gemisi ile dört Ermeni Krallığının armasından meydana geldiği” ifadesi yer almaktadır.
ERMENİLERİN TÜRK DİPLOMATLARINA SUİKASTLARI
Zorunlu göçten 10 yıl önce II. Abdülhamit suikastıyla Türk devlet adamlarını katletme yolundaki girişimlerini başlatan ve daha sonra Talat Paşa, Sait Halim Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Azmi, Cemal Paşa ve Enver Paşa’yı katleden ve Atatürk’e yönelik suikast girişiminde de bulunan Ermeniler 1973 yılından sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin dış temsilciliklerinde görev yapan diplomatlarını ve diğer Türk görevlilerini hedef alan 110 terör saldırısı daha gerçekleştirmiştir.
27 Ocak 1973 tarihinde Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir’in ABD’nin Kaliforniya Eyaleti’nin Santa Barbara şehrinde yaşlı bir Ermeni tarafından katledilmesiyle başlayan söz konusu süreçte Ermeniler tarafından 21 ülkenin 38 şehrinde yapılan saldırılarda 42 Türk ile dört yabancı hayatını kaybetmiş, 15 Türk ile 66 yabancı da yaralanmıştır.
Ermeniler Tarafından Katledilen Türk Diplomatlar ve Yakınları
ERMENİLERİN YABANCI PARLAMENTERLERE VE TARİHÇİLERE YÖNELİK TEHDİT VE TERÖR EYLEMLERİ
Ermeniler Türk diplomatlarına suikastların yanı sıra yabancı devletlerin parlamenterleri ve yabancı ülkelerin bilim adamları üzerinde de baskı kurmakta ve onları tehdit etmektedir. 1987 yılında Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından alınan “sözde soykırım” kararına dayanak oluşturan Vandemeulebroucke raporu AP Siyasi Komitesi tarafından oylanarak reddedilmesine rağmen, Ermenilerin tehdit ve baskıları sonucunda usulsüz olarak yeniden AP Genel Kurul gündemine alınmış, rapora ve karar taslağına karşı olan parlamenterler Parlamento içine sızan Ermeniler tarafından tehdit edilerek karar kabul ettirilmiştir. Toplantı sırasında söz alan Alman parlamenter Wedekind, kendisinin silahla tehdit edildiğini, bu şartlar altında toplantı yapılamayacağını[62] bildirmiştir. Ermeniler benzer tehdit ve eylemleri Ermeni meselesi ile ilgili karar tasarılarının görüşüldüğü tüm parlamentolarda uygulamaktadır.
Ermenilerin baskı ve tehditlerine maruz kalan bir diğer aydın grubu yabancı bilim adamları ve tarihçilerdir. 1984 yılında soykırım iddialarının asılsız ve haksız olduğu konusunda bildiri yayımlayan 69 yabancı tarihçi Ermeniler tarafından tehdit edilmiş ve Ermeni konusunda çalışan bazı bilim adamları çeşitli metotlarla susturulmak istenmiştir. Türkiye Büyükelçisine danışmanlık yaptığı için bir profesörün aleyhine basın kampanyası açılmış, Profesör Bernard Lewis Ermeni soykırımını inkâr ettiği iddiasıyla mahkemeye verilmiş ve Prof. Dr.Justin McCarthy’nin çalıştığı Üniversiteden kovulmasına çalışılmıştır[63]. Prof. Dr.Standford Shaw, Ermeni soykırımı diye bir şey olmadığını açıkladıktan sonra Ermenilerden tehdit almaya başlamış, ders verdiği sınıf basılmış ve Los Angeles’da Ermeniler tarafından evi bombalanmıştır. Hayat güvencesi kalmayan Prof. Shaw, 1981 yılında Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmıştır[64]. Yukarıda sadece birkaç örneği sunulan Ermeni terör eylemleri Ermenilerin gerçekleri duyma olgunluğuna bile sahip olmadıklarını göstermektedir.
ERMENİLERİN YENİ NESLİ TÜRK DÜŞMANI OLARAK YETİŞTİRMESİ
Ermeniler gerçekleri çarpıtmakla yetinmemekte ve yeni nesillerini de Türk düşmanı olarak yetiştirmektedir. 5 yaşından itibaren Ermeni çocukları Erivan’daki soykırım müzesine götürülerek sahte belgelerle, sahte resimlerle ve görsel-işitsel efektlerle beyinleri yıkanmaya başlanmaktadır.
Türkiye, Birleşmiş Milletler’in “Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesinin çalışmaları kapsamında nefret söylemlerinin durdurulması kararlarına” ve UNESCO’nun “öteki uluslara veya belli gruplara karşı önyargıları ve klişeleri ayıklamak üzere belirlediği kriterlere” uyarak tamamen haklı olduğu konularda bile diğer ülke ve milletleri incitebilecek ifadeleri ders kitaplarından çıkartmıştır. Ermeni ders kitapları ise Türklere karşı asılsız iddiaların yanı sıra birçok küfür, hakaret ve nefret söylemleri ile doludur[65]. Türkiye’ye dost olduğunu söyleyen birçok ülkenin Ermeni ders kitaplarındaki asılsız iddia ve hakaretleri kendi ders kitaplarına almaları ise bir tür akıl tutulmasıdır.
Ermenilerin ilkokul çocuklarına Türk bayrağını çiğneterek yaptırdığı yürüyüşe ilişkin aşağıdaki resim bu konudaki yaklaşımını göstermek için yeterlidir.
SONUÇ
Osmanlı Ermenileri Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında isyan ederek düşman saflarına geçmiş; Bulgar, Rus, İngiliz ve Fransız ordularının öncü birlikleri olarak Türk ordusuyla savaşmış, bir bölümü ise silahlı çeteler teşkil ederek masum sivil halkı katletmiştir. Söz konusu fiiller gerek o dönemdeki, gerekse günümüzdeki devletlerin ceza yasalarında vatana ihanet suçunu oluşturmakta ve bu suç için bu ülkelerin yasalarında idam cezası öngörülmektedir. Buna rağmen Osmanlı Devleti isyancı Ermenileri çoğu kez affetmiş, ancak affedilenler yeniden isyan ederek düşman orduları lehine faaliyetlerine ve sivil halkı katletmeye devam etmiştir. Ermeni isyanları savaşın sonucunu etkileyecek boyuta erişince ve masum sivil halka karşı girişilen katliamlar bölgenin nüfus yapısını değiştirmeye başlayınca Osmanlı Devleti bağımsız bir Ermenistan kurma amacında olan isyancı Ermenileri kendi toprakları içindeki savaş yaşanmayan bölgelere göç ettirmek zorunda kalmıştır.
Ermenilerin kayıplarına ilişkin olarak her gün birçok haber, kitap ve film gündeme taşınarak Osmanlı Devleti’nin haklı olarak başvurduğu göç uygulaması bir soykırım olarak sunulmakta, ancak Ermenilerin Türklere karşı uyguladıkları soykırım nitelikli toplu katliamlar ve Ermeni zulmünden kurtulmak için topraklarını terk etmek zorunda kalarak göç ve dönüş sırasında hayatını kaybeden Türkler hiç gündeme getirilmemektedir.
Yabancı diplomatların raporlarına göre; göç ettirilen 438.758 Ermeni’den 386.148’i (%82’si) salimen göç yerlerine ulaşmıştır. Göçler sırasında hayatını kaybeden 56.610 Ermeni’nin 9 katı Türk (518.105) Anadolu’da, 7 katı Türk ve Müslüman (413.000) ise Transkafkasya’da Ermeniler tarafından katledilmiştir.
Ermeni zulmünden kaçmak için göç etmek zorunda kalan Türklerin sayısı ise zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilerin (438.758) 3,5 katından fazladır (1.604.038) ve bunların üçte ikisi (1.000.000) yollarda hayatını kaybetmiştir. Bu miktar Ermeniler tarafından bulundukları bölgelerde katledilen Türklerin sayısına eklendiğinde öldürülen Türklerin sayısı 2 milyona ulaşmaktadır.
Ancak suçluyu mazlum yerine koyma konusunda oldukça başarılı olan Ermeniler uluslararası toplumu Türklerin Ermenilere soykırım uyguladığı yalanına inandırmak konusunda fazla bir güçlükle karşılaşmamaktadır. Ermeniler göç sırasında hayatını kaybeden Ermeni sayısını giderek arttırmakta ve yeni yetişen nesillerini Türk düşmanı olarak yetiştirmektedir.
Yabancı ülkeler ise inanmaya hazır oldukları bu yalanı temel alıp kendilerini tarihçi yerine koyarak parlamentolarında Türkleri soykırımla suçlayan kararları kabul etmekte, ders kitaplarında asılsız Ermeni iddialarına yer vermekte ve “soykırım olmamıştır” denmesini suç kabul eden yasalar çıkarmaktadırlar. Bu yaklaşım tarihi boyunca mertliği, dürüstlüğü, merhameti ve savaş ahlakı düşmanları tarafından bile kabul ve takdir edilen asil Türk milletine karşı yapılan büyük bir haksızlıktır. Asılsız Ermeni iddialarına inanarak Ermeni tezlerini destekleyen ülkeler 1912-1922 arasında Anadolu’da yaşanan tarihsel gerçeklere daha fazla duyarsız kalmamalı ve bu haksız tutumlarına son vermelidir.
KAYNAKLAR
A. ARŞİV BELGELERİ
- Osmanlı Arşivleri:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No. 55-291, 55-341, 55-A/17, 55-A/77, 55-A/135, 57/110
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No: 55-A/17, 53/305
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti, Emniyet Umum Müdürlüğü 2. Şube, No: 2D/13
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No. 54-A/226
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Emniyet Umum Müdürlüğü 2. Şube Arşivi 68/71, 68/80-83-84, 68/101
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Şifre kalemi, Şifre No: 57/273, 58/124, 58/161, 59/123, 60/190
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Şifre kalemi, Şifre No:62/21(EK-30)
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bab-ı ȃli Evrak Odası, Şifre No:341055
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hariciye Nezareti, Mütareke, No: 43/17(EK-XX)
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hariciye Nezareti, Hazine-i Evrak, Karton 178, Dosya:23
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hariciye Nezareti Siyasi Kısmı: 2487/10, 8 N.1337 (7 Haziran 1919)
- Genelkurmay Arşivi:
Genelkurmay ATASE Arşivi, No: ½,Kls:528, Dos:2061,Fih:21-18,No: 4/3671
- Alman Arşivi:
Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arşivi: 1A Turkei 183, Armenien Bd.37, No: 7122, R.14086
- Amerikan Arşivi:
Amerikan Milli Arşiv ve Araştırma İdaresi (US Archives NARA) 867.48/271 : Ek 310
Amerikan Milli Arşiv ve Araştırma İdaresi (US Archives NARA) 867.4016/193,Copy No: 484
Amerikan Milli Arşiv ve Araştırma İdaresi (US Archives NARA); T1192, Roll 4, 860J.01/431
- İngiliz Arşivi:
İngiliz Devlet Arşivi Dışişleri Bürosu (British Foreign Office Papers), Nu: 371/6504/E.8515; Craigie, British Chargé d’Affaires et Washington, to Lord Curzon, No:722 of July 13, 1921
İngiliz Devlet Arşivi Dışişleri Bürosu (British Foreign Office Papers), Nu:371/6556/E.2730/800/44
- Rus Arşivi:
Rusya Federasyonu Devlet Arşivi : RGVİA, Fond 2100, liste 1, dosya 558, yaprak 172
B. KİTAPLAR
Aide –Mémorie Sur Les Droitsdes Minoritiés En Turquie,Présentée Aux Représentants Des Membres De La Société Des Nations, Association Nationale Ottomone Pour La Sociéte Des Nations, Constantinople, 1922
Ataöv, Türkkaya, “An Armenian Source: Hovannes Katchaznouni”, Ankara University Faculty of Political Science, Ankara, 1985
Ataöv, Türkkaya, “Hitler and the Armenian Question”, Ankara University Faculty of Political Science, Ankara, 1984
Atılgan İnanç – Moumdjıan Garabet, “Archival Documents of the Viennese Armenian-Turkish Platform”, Bentley University Academic CENTER, Los Angeles, California, 2009
Aya, Şükrü Server “Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau”, Belfast, 2013
Bakar, Bülent, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2009
Ermeni Komitelerinin Amaçları ve İhtilal Hareketleri, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etütler Başkanlığı Yayınları, Ankara 2003
Gürkan, Uluç, “Malta Yargılaması, Özgün İngiliz Belgeleriyle” Kaynak Yayınları, İstanbul , 2014
Halaçoğlu, Yusuf, “Ermeni Tehciri ve Gerçekler(1914-1918)”, Türk Tarih Kurumu Yayınları Sayı 90, Ankara, 2001
İrandust, “Dvijuşie Silı Kemalistskoy Revolyutsii, Gosudarstvenoe İzdatelstvo”, Moskova,-Leningrad, 1928
Kaçaznuni Ovanes, “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok”, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005,s.4-5; “The Armenian Revolutionary Federation (Dashnaksoution) Has Noting To Do Any More”, Armenian Information Service”, New York, 1955
Kantarcı, Şenol, “Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeniler ve Ermeni Lobisi”, Aktüel yayınları, İstanbul, 2004
Konukçu, Enver, “Ermenilerin Yeşilyayla’daki Türk Soykırımı (11-12 Mart 1918)”, Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü Yayını No: 674, Ankara, 1990
Livre Bleu du Gouvernement Britannique Concernant le Traitement des Armeniéns Dans Le’empire Ottoman 1915-1916 (Mavi Kitap ).
Lowry, Heath, “The story Behind Ambassador Morgenthau’s Story, The Isis Press, İstanbul, 1990
Mazıcı, Nurşen,”ABD’nin Güney Kafkasya Politikası Olarak Ermenistan Sorunu”, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2005
McCarthy, Justin, “Ölüm ve Sürgün”, Çeviren: Bilge Umar, İnkılap Yayınları, Ankara, 1995
Orly Saldırısı Davası (19 Şubat-2 Mart 1985), Şahit ve Avukat beyanları, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1985
Öğün, Tuncay, “Unutulmuş Bir Göç Trajedisi Vilayat-ı Şarkiye Mültecileri(1915-1923)”, Babil Yayıncılık, Ankara, 2004
Özdemir Hikmet, Çiçek Kemal, Turan Ömer, Çalık Ramazan, Halaçoğlu Yusuf, “Ermeniler: Sürgün ve Göç”, Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara, Ermeniler: Sürgün ve Göç, Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara, 2004
Perinçek, Mehmet “Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi”, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2012
Selvi, Haluk, “Geçmişten Günümüze Ermeni Sorunu ve Avrupa”, Sakarya Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Yayını, Sakarya, 2006
Süslü, Azmi, “Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi rektörlüğü Yayın No:5, Ankara, s.149-150;
Turabian, Aram,” Les Volontaires Armeniéns Sous Les Drapaux Francais”, Marceilles, 1917
Uras, Esat, “Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi”, Türkiye Matbaacılık ve Gazetecilik A.O., Belge Yayınları, İstanbul, 1987
Urfalı Mateos,”Vekayiname (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1131-1162)”, Çeviren: Hrant D. Andreasyan, Ankara, 1987
Zürcher, Erick Jan, “Turkey: A Modern History”, London, 1997
C. MAKALELER
Çakmak, Zafer, “Mondros Mütarekesi Sonrası Ermeni-Rum-Yunan İşbirliği”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2, , Elazığ-2006
Ertürk, Suzan, “I. Balkan Savası’nda Bulgar Ordusundaki Anadolu Ermenileri”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, XII/2 (Kıs 2012)
Fein, Bruce, “Lies, Damn Lies And Armenian Deaths”, Huffpost World, June 4, 2009
Kantarcı, Şenol ,“Ermenilerce Atatürk’e Atfedilen Sözler ve Divan-ı Harb-i Örfi ile Ermeni Teröristleri Tarafından Şehit Edilenlere Atatürk’ün Gösterdiği İlgi”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı: 4, Ankara, 2002
Kasım, Kamer, “Turkish-Armenian Reconciliation Commission: Missed Opportunity”, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 4, Aralık 2001, Ocak-Şubat 2002
LEWY, Guenter, “Ermeni Sorununu Yeniden Tartışmak”, Ermeni Araştırmaları, Sayı 18, Ankara, Yaz 2005
McCarthy, Justin, “Bırakın Tarihçiler Karar Versin”, Ermeni Araştırmaları, Sayı 1, Ankara, Mart-Nisan-Mayıs 2001
Tacar, Pulat, “Avrupa Parlamentosunun 1987 Yılında Aldığı”, Ermeni Araştırmaları , Sayı 18, Ankara, Yaz 2005
“Vefat Eden Bilim Adamları”, Ermeni Araştırmaları, Sayı:23-24, Ankara, 2006
Yılmaz, Salih, “Ermenistan Cumhuriyeti’nde Okutulan 10. Sınıf Tarih Ders Kitabında Türkler Aleyhine İfadeler ve Sözde Ermeni Soykırımı”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı:177, Aralık 2008
D. TEZLER
Taşcıoğlu, Ömer Lütfi, ”Belgelere Göre Türk-Ermeni İlişkilerinde Katliam ve Soykırım İddiaları”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 24 Haziran 2014
E. GAZETELER, İNTERNET KAYNAKLARI
Diplomatik Gözlem: http://www. diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-6082, Erişim: 2 Şubat 2010
Müslüman Muhacirler”, Tasvir-i Efkȃr, 11 Mayıs 1919
The New Near East, Volume 6, Nu 7, 31 Ocak 1920
T.C. Başbakanlık Basın yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ; “ “Bir Ermeni Sahtekârlığı Daha”, Gün Seher Gazetesi, Bakü, 30 Ekim 2007
F. ULUSLARARASI KONFERANS
McCarthy, Justin, “ Turkish-Armenian Relations”, TASAM 3. Dünya Türk Forumu, Trakya Üniversitesi, Edirne, 29 Mayıs 2014
[1] Urfalı Mateos,”Vekayiname(952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1131-1162)”, Çeviren: Hrant D. ndreasyan, Ankara, 1987, s.171
[2] Salih Yılmaz, “Ermenistan Cumhuriyeti’nde Okutulan 10. Sınıf Tarih Ders Kitabında Türkler Aleyhine İfadeler ve Sözde Ermeni Soykırımı”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı:177, Aralık 2008, s.112
[3] Aide –Mémorie Sur Les Droits Des Minoritiés En Turquie,Présentée Aux Représentants Des Membres De La Société Des Nations, Association Nationale Ottomone Pour La Sociéte Des Nations, Constantinople, 1922, s. 13-14
[4] Livre Bleu du Gouvernement Britannique Concernant le Traitement des Armeniéns Dans Le’empire Ottoman 1915-1916 (Mavi Kitap ).
[5] Gnkur.Atase Arşivi, No: ½,Kls:528, Dos:2061,Fih:21-18,No: 4/3671; Aram Turabian, Les Volontaires Armeniéns Sous Les Drapaux Francais, Marceilles,1917, s.6
[6] Ermeni Komitelerinin Amaçları ve İhtilal Hareketleri, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etütler Başkanlığı Yayınları, Ankara 2003, s. 164.
[7] Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi rektörlüğü Yayın No:5, Ankara, s.149-150; British Foreign Office Papers, Public Record Office, Nu:371/6556/E.2730/800/44
[8] Süslü, age, s.149-150 ; Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler(1914-1918)”, Türk Tarih Kurumu Yayınları Sayı 90, Ankara, s. 62-63
[9] Yusuf Halaçoğlu, “Ermeni Tehciri ve Gerçekler(1914-1918)”, (1914-1918)”,Türk Tarih Kurumu Yayınları Sayı 90, Ankara, 2001, s.66 ; Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No. 55-291, 55-341, 55-A/17, 55-A/77, 55-A/135, 57/110
[10] Halaçoğlu, age, s.66-67 ; Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No: 55-A/17, 53/305
[11] Bülent Bakar, “Ermeni Tehciri”, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2009, s.200-212
[12] Halaçoğlu, age, s.58; Dahiliye Nezareti, Emniyet Umum Müdürlüğü 2.Şube, Nr: 2D/13
[13] US Archives NARA 867.4016/193,Copy No: 484
[14]Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No. 54-A/226 ; Halaçoğlu, age, s.67-68
[15]Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Türkiye Matbaacılık ve Gazetecilik A.O.,Belge Yayınları, İstanbul, 1987, s.136-143
[16]Halaçoğlu, age, s. 72-77; Dahiliye Nezareti Emniyet Umum Müdürlüğü 2. Şube Arşivi 68/71, 68/80-83-84, 68/101, 57/110
[17] Hikmet Özdemir, Kemal Çiçek, Ömer Turan, Ramazan Çalık, Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler: Sürgün ve Göç, Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara, 2004, s.75 ; US Archives NARA 867.48/271 : Ek 310
[18] Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, age, s.147; Dışişleri Bakanlığı Arşivi, Hazine-i Evrak, Karton 178, Dosya:23
[19] Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler.., age, s. 81-82
[20] Dahiliye Nezareti Şifre kalemi, Şifre No: 57/273, 58/124, 58/161, 59/123, 60/190
[21] Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler.., age, s.81
[22] Dahiliye Nezareti Şifre kalemi, Şifre No:62/21(EK-30)
[23] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bab-ı ȃli Evrak Odası, Şifre No:341055
[24] Özdemir “v.d”, age, s. 141
[25] US Archives, NARA; T1192, Roll 4, 860J.01/431 ; Özdemir “v.d”, age, s. 137
[26] Mehmet Perinçek, “Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi”, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2012, s.228, Belge No:100; İrandust, Dvijuşie Silı Kemalistskoy Revolyutsii, Gosudarstvenoe İzdatelstvo, Moskova,-Leningrad, 1928, s. 67,69 vd.,
[27] Özdemir ”v.d”, age, s. 140 ; The New Near East, Volume 6, Nu 7, 31 Ocak 1920, s. 28
[28] Suzan Ertürk, I. Balkan Savası’nda Bulgar Ordusundaki Anadolu Ermenileri, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, XII/2 (Kıs 2012), s.121-140
[29] Zafer Çakmak, Mondros Mütarekesi Sonrası Ermeni-Rum-Yunan İşbirliği, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2, , Elazığ-2006, Sayfa: 403-412
[30] Perinçek, “Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi”, age, s.141, Belge No: 55; RGVİA Fond 2100, liste 1, dosya 558, yaprak 172
[31] Türkkaya Ataöv, “An Armenian Source: Hovannes Katchaznouni”, Ankara University Faculty of Political Science, Ankara, 1985, s.3-13
[32] Ovanes Kaçaznuni, “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok”, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005,s.4-5; “The Armenian Revolutionary Federation (Dashnaksoution) Has Noting To Do Any More”, Armenian Information Service”, New York,1955
[33] British Foreign Office Papers, Public Record Office Nu: 371/6504/E.8515: Craigie, British Chargé d’Affaires et Washington, to Lord Curzon, No:722 of July 13, 1921
[34] Uluç Gürkan, “Malta Yargılaması, Özgün İngiliz Belgeleriyle” Kaynak Yayınları, İstanbul , 2014
[35] Nurşen Mazıcı,”ABD’nin Güney Kafkasya Politikası Olarak Ermenistan Sorunu”, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2005, s.54
[36] Şenol Kantarcı, “Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeniler ve Ermeni Lobisi”, Aktüel yayınları, İstanbul, 2004, s.149-150
[37] Mazıcı, age, s.56-57
[38] Osmanlı Arşivi,Hariciye Nezareti, Mütareke, No: 43/17(EK-XX)
[39] Kamer Kasım, Turkish-Armenian Reconciliation Commission: Missed Opportunity, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 4, Aralık 2001, Ocak-Şubat 2002
[40] İnanç Atılgan – Garabet Moumdjıan, “Archival Documents of the Viennese Armenian-Turkish Platform”, Bentley University Academic CENTER, Los Angeles, California, 2009, s.22-23
[41] Diplomatik Gözlem: http://www. diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-6082, Erişim: 2 Şubat 2010
[42] Şükrü Server Aya, “Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau”, Belfast, 2013, s. 11-15-182
[43] Heath Lowry, “The story Behind Ambassador Morgenthau’s Story, The Isis Press, İstanbul, 1990
[44] Guenter Lewy, “Ermeni Sorununu Yeniden Tartışmak”, Ermeni Araştırmaları, Sayı 18, Ankara, Yaz 2005
[45] Şinasi Orel and Süreyya Yuca, “ The Talat Pasha Telegrams, Historical Fact or Armenian Fiction?”, Nicosia, 1983
[46] Orly Saldırısı Davası (19 Şubat-2 Mart 1985), Şahit ve Avukat beyanları, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1985, s.42
[47] Erick Jan Zürcher, “Turkey: A Modern History”, London, 1997, s. 121
[48] Türkkaya Ataöv, “Hitler and the Armenian Question”, Ankara University Faculty of Political Science, Ankara, 1984, s.3-11
[49] Orly Saldırısı Davası (19 Şubat-2 Mart 1985), Şahit ve Avukat beyanları, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1985, s. 46
[50] Şenol Kantarcı, “Ermenilerce Atatürk’e Atfedilen Sözler ve Divan-ı Harb-i Örfi ile Ermeni Teröristleri Tarafından Şehit Edilenlere Atatürk’ün Gösterdiği İlgi”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı: 4, s. 92-121, Ankara, 2002
[51] Orly Saldırısı Davası, age, s.47
[52] T.C. Başbakanlık Basın yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ; “Bir Ermeni Sahtekârlığı Daha”, Gün Seher Gazetesi, Bakü, 30 Ekim 2007
[53] Justin McCarthy, “Ölüm ve Sürgün”, Çeviren: Bilge Umar, İnkılap Yayınları, Ankara, 1995, s. 273 ; Haluk Selvi, Geçmişten Günümüze Ermeni Sorunu ve Avrupa, Sakarya Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Yayını, Sakarya, 2006, s.102
[54] McCarthy, age, s. 380
[55] McCarthy, “Ölüm ve Sürgün”, age, s. 265
[56] Enver Konukçu, “Ermenilerin Yeşilyayla’daki Türk Soykırımı (11-12 Mart 1918)”, Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü Yayını No: 674, Ankara, 1990, s.18-26- 54-57-68-91-93
[57] McCarthy, “Ölüm ve Sürgün”, age, s. 265
[58] Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hariciye Nezareti Siyasi Kısmı: 2487/10, 8 N.1337 (7 Haziran 1919)
[59] Ömer Lütfi Taşcıoğlu, ” Belgelere Göre Türk-Ermeni İlişkilerinde Katliam ve Soykırım İddiaları”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 24 Haziran 2014, s.276-277;Tuncay Öğün, “Unutulmuş Bir Göç Trajedisi Vilayat-ı Şarkiye Mültecileri(1915-1923)”, Babil Yayıncılık, Ankara, 2004, s. 37;” Müslüman Muhacirler”, Tasvir-i Efkȃr, 11 Mayıs 1919, s.2
[60] Bruce Fein , “Lies, Damn Lies And Armenian Deaths”, Huffpost World, June 4, 2009
* Bu miktarın 413.000’i Kafkasya’da katledilen Türk ve Kafkasya’da katledilen Türk ve Müslümanların sayısıdır .
** Bu miktarın 1.000.000’u Rus işgali ve Ermeni zulmünden kaçarken yollarda hayatını kaybeden, 518.105’i Ermeniler tarafından bulundukları bölgelerde katledildiği belgelenen, 413000’i ise Kafkasya’da katledilen Türk ve Müslümanların sayısıdır.
[61] Justin McCarthy, “ Turkish-Armenian Relations”, TASAM 3. Dünya Türk Forumu, Trakya Üniversitesi, Edirne, 29 Mayıs 2014
[62] Pulat TACAR, Avrupa Parlamentosunun 1987 Yılında Aldığı, Ermeni Araştırmaları , Sayı 18, Yaz 2005
[63] Justin McCArthy, Bırakın Tarihçiler Karar Versin, Ermeni Araştırmaları, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001
[64] Vefat Eden Bilim Adamları, Ermeni Araştırmaları, Sayı:23-24, 2006
[65] Yılmaz, “Ermenistan Cumhuriyeti’nde Okutulan 10. Sınıf Tarih Ders Kitabında Türkler Aleyhine İfadeler …”, agm, s.116-129
Kaynak: http://ahsenokyar.com/?p=90215
29 Nisan 2015 – Ali Ulutaş – Dostlara Yeniden Merhaba
21 Nisan 2015 günü ameliyat olmuştum. Şimdi evde ve iyileşmeye doğru giderken 24 Nisan geldi geçti. Avustralya açısından Gelibolu uluslaşmanın başlangıcı kabul edildiğinden, her yıl daha bir duyarlılıkla ANZAK Gününe sahip çıkıyorlar. Türkiye açısından da Çanakkale savaşları ulusal kurtuluş savaşının aslında başlangıcıdır. Bazı kendini bilmez, utanmaz arsızlar çıkıp ordaki bölüklerdeki eratın etnik kimlikleri üzerinden siyaset yapmaya çalışıyorlar. Bu tür yaklaşımlar en başta Çanakkale’de şehit olanların anılarına karşı yapılabilecek en büyük terbiyesizlik, saygısızlıktır. Askerlik yapanlar bilirler. Askeri birliklerde her yöreden erat bulunur. Bazı yörelerde yoğun, bazı yörelerde az yoğunluk görülür. Çanakkale’de de böyle olmuştur. Diyelimki bugün kü iller idaresi bazında bir ilde Çanakkale’de ölen olmamıştır. O zaman o ili suçlamak mı lazım? Oradaki askere alınmış erat da başka bir yurt parçasına gönderilmiştir. Ülkesi ve ulusunun kurtuluşu için can verenlere sadece minnet ve saygı duyulur.
Bir de her ulus ulusal kurtuluşlarını her yıl daha görkemli ve coşkulu anarak kendilerini dünyaya daha iyi tanıtma ve yetişen genç kuşaklarına ulusal bilinci aşılama aracı haline getiriyorlarken, Türkiye’mizde adım adım ulusal bayramlar ve ulusal bilinç tırpanlanarak yok edilmeye çalışılıyor. Bu aslında bir Emperyal projenin gereğidir. Ancak bu proje Anadolu’ya ekilen Kuvva-yı Milliye ruhuna çarpmış ve iflas etmiş durumdadır. Seçimlerde bu uygulamaların uygulayıcısı durumundaki; yani bayrağı indirenler “filanlar gücenmesin” diye müdahale etmiyenlere, devlet dairelerinde T.C. Kimlik ibarelerini indirme denemesini yapanlara 23 Nisan, 10 Kasım, 30 Ağustos ve 29 Ekim lere kıytırık bahanelerle katılmayan, siyasilere hala oy verenler kendi geçmişlerine, cephelerde canlarını veren Atalarına ihanet ettiklerini biliyorlar mı? Oturup günlük ucuz propagandaların yerine ejdatlarının kanlarına yabancı askerlerin Irak’ta, Libya’da, Suriye’de olduğu gibi zevk araçları olmalarını canlarını vererek kurtaran atalarını düşünsünler. Bunu düşünmeyip hala o zihniyetlere oy verenlerden vatana, ulusa, insanlığa bir iyiliği gelmez.
Bir de Birinci Dünya Harbi’nin bitiminde Osmanlı Devleti’nin enkazını bölüşmek için ülkedeki etnik kimlikler kaşındı. Türlü vaatlerle önce isyan ettirip, asırlardır birlikte yaşadıkları halkı kırdıranlar Mustafa Kemal Atatürk ve inançlı silah arkadaşlarının çelik iradelerine çarpınca kışkırttıklarını ortada bırakıp geri çekildiler. Ortada kalanları bastırma hareketlerinde hayli kanın dökülmesine sebep oldular. Bu etnik gruplardan önce Ermeni’ler sınandı. Başarılı olunmayınca, Kürt isyanları başlatıldı. Tümü iflas edince, uzun bir müddet unutup gittiler. Şimdilerde bu konularda basiretsiz yönetimleri görünce yeniden o acımasız Emperyal hayallerinin peşine düşmüşler, soykırım yalanıyla ortalığı yaygaraya vermeye çalışmaktadırlar. Bu da Kuvva-yı Milliye suratlarına çarptırılmaktadır. Yakında bu konu da tarihin derin sayfalarında kayıp olacaktır.
Bir de kendilerine biz artık bir etnik gurubun değil Türkiye Partisiyiz diyen Bay Demirtaş atalarının ezilen, atalarının kemiklerini sızlatırcasına soykırım yalanına sarılarak uluslar arası emperyal güçlerin gözüne girmeye çalışmakta iken öbür yüzü ile sosyalist geçinmektedir. Hiç bir bilinçli Solcu soykırım yalanına inanmaz, onu tarihi belgelerle mahkum eder. O yalana ancak ulusal bilinçten yoksun, ejdatlarının Ermeni çeteleri ve onları besleyen emperyal güçlerden çektiklerine ihanet etmektedirler. Herkes aklını başına alsın, bu gibi konularda küçük ve asılsız propagandaların peşine düşmesin. Bu ulus bunu da dün olduğu gibi, bugün, yarın da çiğneyip geçecektir.
Saygılarımla
Ali Ulutaş
29 Nisan 2015
23 Nisan 2015 – Ali Ulutaş – Dostlara Yeniden Merhaba
Bu yazıyı gününden çok önce yazmak durumunda kaldım. Sebebi, 21 Nisan 2015 günü kalp rahatsızlığımdan dolayı hastaneye giderek bir ameliyat geçireceğim. Bir hafta yazı ile uğraşamam diye erken yazıyorum. İyileşir gelirsem, okurlarımla muhabbete devam edeceğim. İyileşmezsem diyemiyorum. İnanıyorum ki içecek suyum, teneffüs edecek havam ve de en önemlisi dostlarımın sevgileri daha bitmedi. Bu yüzden en kısa zamanda dostlarımın aralarına döneceğime ve Avustralya gibi bir ülkede devlet hizmetlerinin güzelliğine, tıbbın erişebildiği başarılı sonuca inanıyorum.
Şöyle her telden, her perdeden biraz mızrap sallıyayım diyorum. Yıllardır Avustralya Alevi Kültür Merkezi’nde canlarla çeşitli hizmetlerde bulunurken, dağarcığımda biriken bilgileri de gazeteler aracılığı ile toplumla paylaşmaya çalışıyorum. Şimdilerde geldiğimiz ülke olan Türkiye’mizde demokrasiyi savunma çalışmaları ile ilgili, bu aşamada ülke gerçeklerini dikkate alarak öneri ve eleştiri haklarımı da kullanarak yaşadığımız Avustralya’da CHP’ye destek olmak için çalışma gurubunu oluşturduğumuz güzel insanlarla yola devam ediyorum.
Bunun için de Türkiye’de geçmişte çok güzel birlikteliğimiz olan bir can dostum bana hayli eleştiri yazmaktadır. Kendince haklı olabilir ama ben şunu ilke edinmişim. Türkiye’de bir nevi tabela partileri konumundan kurtulamıyan siyasal oluşumlarla bir yere ulaşılmaz. Eleştiri mekanızmasını işleterek tabanı olan, iktidar şansı olan partilerde çalışmak daha tutarlı bir durumdur diye düşünüyorum. Ama bir siyasete esir olamam. Çünkü bende nacizane Halk Ozan’lığı damarı vardır. Halk Ozan’ı özgürce yazar, özgürce düşünür. Halkın sıkıntılarının, sorunlarının içinde yaşar, özümler ve korkmadan dile getirir. Edebiyat çevrelerinde duyurmadım, tanıtmadım kendimi. Ancak yakın gelecekte toplumum yazdığım nefesleri bulup okuyacaklardır. Bu anlamda bir dörtlükte demiştim ki.
Halk Ozan’ı bitti diyen cahiller
Halkım var oldukça Ozan’ı bitmez
Durmadan halkımı soyan gafiller
Halkın dertlerini yazanı bitmez
O yüzden o arkadaş ve onun gibileri müsterih olsunlar. Biz halk yolundan dönmedik, dönemeyiz de. Şimdi okurlarımla bir nefesimi paylaşayım dedim.
İlimden kitap okursan
İnsana güzel bakarsan
Kötülüklerden bıkarsan
Anla ki insan olmuşsun
Riyakardan uzak dursan
Birazda kendinden versen
Sevda güllerini dersen
Anla ki insan olmuşsun
İhanetten dönüp kaçsan
Kanatlanıp bazı uçsan
Hakkın Kelam’ını seçsen
Anla ki insan olmuşsun
Seven dostlara gelirsen
Müşidinden dem olursan
Aradığını bulursan
Anla ki insan olmuşsun
Akıl yoluna girdiysen
Gizli sırlara erdiysen
Ulu divana vardıysan
Anla ki insan olmuşsun
Bu alemde yandı isen
Dosta bade sundu isen
Gül dalına kondu isen
Anla ki insan olmuşsun
Baba Ozan dostun ise
Ham ervahtan küstün ise
Hakka ermek kastın ise
Anla ki insan olmuşsun
İşte insan olabilmeyi, insan olunca, insanlığını ve insanlığı bilince de dünyanı değiştirinceye dek insanlığın mutluluğu, kalkınması, güvenliği için uğraşmayı ilke edinirsin. Bu uğurda gelebilecek her belaya da her an hazır olursun. Bu yolda “ya gelme gelme, ya da dönme dönme” ve “öl ikrar verme, öl ikrarından dönme” ilkesi vardır. Bu ilkelerle yaşayabilenlere aşk olsun.
Saygılarımla
Ali Ulutaş
23 Nisan 2015