Category: Makale

 

Afrin Harekatı ve Türkiye’yi bekleyenler.. * Prof.Dr.Sait Yılmaz

Afrin bölgesinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından başlatılan Zeytin Dalı Harekâtı 11’inci gününü tamamlarken, bölgedeki siyasi ve askeri dengelerin değişme emareleri göstermesi yeni senaryoları da gündeme taşıyor. Afrin bölgesindeki gelişmeleri, İdlib bölgesindeki bazı gelişmeler ile birlikte paralel izleme gereği ortaya çıkıyor. Suriye’deki taraflar sürekli politikalarını gözden geçiriyor, yeni ittifak olasılıkları ortaya çıkarken çatışmaların sürpriz bir şekilde tırmanarak, büyüme ihtimali de var. Bu nedenle, içinde bulunulan resmi iyi okumak, sonraki adımları görerek, tedbir almak zorundayız. Bu makalede de konu ile ilgili öngörülerde bulunmaya çalışacağız.

Rusya Federasyonu (RF) ve Suriye (Esat) Rejimi;

Rusya’nın Afrin için hava sahasını açması ve askerlerini Tel-Rifat’a çekmesi, harekâtın
daha elverişli şartlarda yapılmasına imkân sağlamıştır. Rusya’nın Afrin harekâtı için Türkiye’ye verdiği desteğin arkasında üç beklenti var;

(1) ABD’ye yanaşan Kürtleri terbiye etmek,

(2) Türkiye’yi ABD’den daha fazla uzaklaştırmak,

(3) İdlib’in temizlenmesi için Türkiye’nin daha çok gayret etmesi.

Rusya ve Suriye hükümeti iki konuda sıkıntıdadır;

(1) Kürtler; RF, Kürt kartını ABD’nin elinde almak istiyor. RF’nin Kürtlere yönelik Soçi’deki görüşmelere çağırma ve “otonomi için Türkiye’yi ikna ettim” sözleri YPG/PKK için yeterli olmadı. YPG/PKK, “otonomi alana kadar ABD askeri var olmaya devam etsin” düşüncesinde.

(2) Türkiye; Astana Süreci ile Türkiye’ye ateşkesi sağlama garantörlüğü verilmiş olsa da asıl beklenti, İdlib bölgesini Sünni cihatçılardan temizlemesi idi. Ruslara göre; Türkiye, İdlib ile ilgili verdiği sözleri yerine getirmedi, hızlı adımlar atmadı, Sünni İslamcı gruplar ile işbirliğine devam ediyor.

Rusya ve Esat rejimi, ABD ile arasını bozacağından Türkiye’nin Fırat’ın batısındaki Münbiç’e harekât yapmasını destekliyor. Ama bu bölgelerin nihayetinde Suriye rejimine devrini de bekliyor. Aksi takdirde yani RF ve Esat rejimi ile İdlib’te yaşanan çelişkili durum Afrin’de de devam ederse Esat rejimi ile sıcak çatışmalar gündeme gelebilir. Rusya’da bu sene başkanlık seçimleri olduğunda seçimlere kadar Türkiye’yi yanlarında tutmak, Suriye’de sağladıkları hâkim konumu sürdürmek istiyorlar.

Ancak, Ruslar beklentileri ile ilgili şu üç konuda Türkiye’ye baskı yapıyorlar;

(1) ÖSO ve diğer Sünni cihatçılar ile yolların ayrılması,

(2) İdlib’in temizlenmesi,

(3) Barış Süreci kapsamında Kürtlerin de tatmin edilmesi.

İdlib’te neler oluyor?

Türkiye, başta Heyeti Tahriri Şam (HTŞ; Eski El Nusra) ve ÖSO olmak üzere Sünni cihatçılar ile flörte devam ediyor. Türkiye’nin İdlib’te yaptıkları ciddi şüpheler uyandırıyor. Bir yandan Ruslar ve Esat bölgeyi temizlemek için gayret ederken, Türk tankları HTŞ ile birlikte Halep yakınlarında durduruluyor.

Sünni Grupların temsilcisi Suriye Müzakere Grubu (SNC[1]) Soçi’de 29-30 Ocak 2018’de yapılan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi görüşmelere katılmadı. Bu durum, SNC üzerinde Türkiye’nin etkisinin kalmadığı ve bu etkinin ABD ve Suudi Arabistan’a geçtiği şeklinde değerlendiriliyor. Özetle barış görüşmeleri için çok önemli olan SNC çatı grubu Türkiye’yi dinlemiyor. Türkiye, Soçi’de sadece kendine yakın grupları temsil etti.

Suriye rejimi, RF ve İran; İdlib’te inisiyatif almak, bölgeyi Sünni cihatçılardan temizlemek, kısaca ülke bütünlüğü istiyor. Türkiye ise bölgeyi temizlemediği gibi bu örgütlerle işbirliği yapıyor. Bu durumda, “Türkiye’nin İdlib ve dolayısı ile Afrin’de niyeti ne?” sorusu ortaya çıkıyor.

Türkiye, Afrin harekâtının hedefini YPG/PKK varlığını yok etmek ve Suriyeli göçmenlerin dönüşünü sağlamak olarak açıklamıştı. Arap dünyası, Türkiye’nin İdlib’ten Fırat’a bir Sünni kuşak oluşturarak, 3.5 milyon Suriyeli göçmeni buraya doldurmayı planladığını düşünüyor[2].

Bazı kaynaklar, Türkiye’nin kimlik politikasının yarı bağımsız devletlerin bir araya geldiği bir federalizmi ve müteakiben Bosna modelini içerdiğini öngörüyor[3].

Afrin’deki harekatın geleceği..

Türkiye, bölgede 30 Km. derinliğinde bir tampon bölge oluşturulacağını açıklamıştı. Kuzeydeki cepheye ilaveten, doğu ve batı cepheleri de açılmış (Harita), Afrin şehri kuşatılmıştır. Bölgede terörist temizliği devam etmektedir.

Harita: Afrin Harekâtı (25 Ocak 2018)

Zeytin Dalı Harekâtı’nın 11. gününde harekâtın başlangıcından itibaren Afrin’in 5 beldesinde toplam 18 köy, 1 köy altı yerleşim yeri, 5 stratejik dağ ve tepe olmak üzere toplamda 24 nokta terör örgütünden temizlenmiş oldu.

Rus uzmanlar, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeybatısında yürüttüğü Zeytin Dalı Harekâtı’na iyi hazırlanmadığını, bu yüzden sahada sıkıştığını ileri sürüyor. BDT Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve askeri uzman Vladimir Yevseyev, bölgede taarruz etmeye yetecek sayıda Türk birliğinin olmadığını, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçlerinin ise savaşacak durumda olmadıklarını savundu. Yevseyev, ÖSO’nun değil de TSK’nın Afrin’e ilerleyebilmesi için en az 2,5 katı kadar daha askere sahip olması gerektiğini, fakat böyle bir birliğin oluşturulmadığını iddia etmektedir[4].

Türkiye’nin Afrin’de yanına çektiği 25 bin kadar sivil savaşçı; eski El Kaidecileri, Selefi cihatçılar, Müslüman Kardeşler gibi bazı İslamcı gruplar, paralı askerler ve gönüllülerden oluşuyor. Afrin harekâtına Türkiye yanında katılan vekil savaşçılar şunlar[5]; (1) Feylak el-Şam, (2) Ceyş el-Nasr, (3) Cebhat el-Şamiya, (4) Nureddin Zengi Tugayları, (5) El Caber grubu, (6) Sultan Murat Tugayı, (7) Semerkand Tugayı, (8) Muntasir Billah Tugayı, (9) Fatih Sultan Mehmet Tugayı, (10) Hamza Bölüğü, (11) Kuzey Fırtınası, (12) Türkistan İslamcı Partisi, (13) Selahaddin Tugayı.

Türkiye, Suriye’den başka Libya’da kendine yakın Sünni grupları destekliyor. Katar ve Sudan üzerindeki etkisi ile de Ortadoğu’da etkin bir aktör olmaya çalışıyor. Yani genel kanaate göre; Sünni İslami hedefler Türk dış politikasına yön vermeye devam ediyor[6].

ABD, Suriye’de konumunu güçlendiriyor..

ABD Dışişleri Bakanlığı Suriye’de IŞİD tehlikesi ortadan kalkmış olmasına rağmen askeri varlık bulundurmaya devam etmelerinin gerekçelerini şöyle açıklıyor[7];

(1) Esat’ın gitmesi gerektiği.

(2) İran’ın Suriye ve Irak’taki faaliyetlerinin önlenmesi.

(3) İsrail’in güvenliği.

ABD Dışişleri, bu hedeflerinin Türkiye ile vekilli savaşçılar arasında da olsa bir askeri çatışmaya yol açabileceğini kabul ediyor ama hala Suriye’nin geleceği için işbirliğinden bahsediyor.

YPG/PKK içinde adam başına 350 dolar veren ABD, Kürtlerden sonra Suudi Arabistan’ın desteği ile Sünni grupları da yanına çekiyor. Fırat Kalkanı’na katılan bazı ÖSO liderleri ABD ile de görüşüyor.

Türkiye ile ABD’nin arasının düzelmesi Trump yönetiminin Kürt kartını oynamaktan vazgeçmesine bağlı. Ancak, bu kolay değil. ABD’nin Suriyeli Kürtleri destekleme nedenleri şu şekilde değerlendiriliyor[8];

– Eylül 2014’den itibaren eğit-donat faaliyetleri ile kendine çalışacak muhalif grup yetiştirmek için para harcayan ABD, kendine sahada Kürtlerden başka müttefik bulamadı.

– YPG/PKK’nın kendileri için seçtiği kuzey bölgeyi IŞİD’a karşı savunmakta dirençli olmaları ve ABD tarafından güvenilir ortak olarak görülmeleri.

– Türkiye’nin Sünni radikal İslamcı gruplarla ilişkileri nedeni ile yolların ayrılması.

– YPG/PKK’nın IŞİD ile savaşta gönüllü olmaları ve ABD desteği istemeleri.

– Arap Baharı ile birlikte Türkiye’nin Ortadoğu’da Sünni hamiliğine soyunması, Müslüman Kardeşler ve benzeri örgütlerle ilişkilerinin ABD’de yarattığı şüpheler.

– Rusya’nın Suriye’ye gelmesi ile ABD’nin barış masasında etkili olabilmek için kendine sahada müttefik arayışı.

– Kürtlerle, Ortadoğu ülkelerine örnek olacak çeşitli etnik grupların içinde yer aldığı mezhepçi olmayan, laik, eşitlikçi bir model hükümet kurmak.

Sonuç; Türkiye ne yapmalı?

Türkiye’nin Afrin ve İdlib’teki askeri harekâtı Rusya, İran ve Esat rejimi ile Fırat’ın doğusuna yönelik harekâtı ise ABD ile ilişkilerini test edecektir.

Rusya, Kürt piyonu ile Türkiye’ye istediklerini yaptırıyor, Kürtler üzerinden Türkiye’nin hamleleri kontrol ediliyor.

ABD ise Türkiye’nin Münbiç’e gelmemesi için tehdit ederken Esat ve Rusya ile başının belaya girmesini bekliyor.

Türkiye ise RF üzerinden ABD’ye, Sünni Gruplar üzerinden Esat’a cephe alıyor. Atılması gereken iki acil adım var;

(1) Esat ile barışmak, aracısız görüşmek.

(2) Sünni gruplar ile ilişkiyi kesip, rejim ordusu ile hareket etmek.

Suriye’nin kuzeyinin tümü yani Fırat’ın doğusu da terörden arındırılmalıdır. Batıdaki başarı, Türkiye’yi doğuda diplomasiyle sonuca götürebilir. Ancak, ABD’nin sıkışması için dolaylı yöntemlere de ihtiyaç var.

Sincar ve Irak’ın kuzeyinin temizlenmesi için de Irak’la işbirliği yapılmalıdır. Irak’ın kuzeyindeki Erbil yönetimi, Bağdat’ın yaptırımlarından kurtulmak için Türkiye’den aracılık istedi. Türkiye’nin aklında gene Erbil’i yanına çekerek Irak’taki İran etkisini azaltmak var. Bu ise Irak’ın kuzeyinde 15 yıldır devam eden hataların, Türkmenlerin ihmal edilmesinin devamı demek..

[1] SNC: Syria Negotiation Commission.

[2] Al Monitor, Is US bailing on Syrian Kurds? (January 28, 2018).

[3] Andrew Korybko, The Syrian Kurds Think They Can Play Damascus Like a Fiddle, Oriental Review, (January, 26, 2018).

[4] Sputnik News, Rus Askeri Uzmanın İddiası: Türk Ordusunun Muharebe Kabiliyeti Düşük, (26.01.2018).

[5] Al Monitor, Is US bailing on Syrian Kurds? (January 28, 2018).

[6] Samuel Ramani, How Turkey’s Geopolitical Ambitions Could Change the Middle East, The Diplomat, (January 24, 2018).

[7] Paul Pillar, A New Decision to Go War in Syria, (January 20, 2018).

[8] Sherko Kirman, 8 Reasons Why America Supports the Syrian Kurds, (September 13, 2017).

ÖNCE KİN, SONRA KAN!

Dünyada Ruanda diye bir yer var.

Orta Afrika’da; etrafı Uganda, Kongo, Burundi ve Tanzanya ile çevrilmiş garip bir toprak parçası… 12 milyon nüfusa ve 26.338 kilometrekare toprağa sahip, bizim Konya ilinden bile küçük garip bir devlet.

Önce Alman, sonra da Belçika sömürgesi olan bu küçük ülke; engebeli arazi yapısı nedeniyle “Bin Tepeli Ülke” diye de anılır. Aslında “Bin Tepeli Ülke”den daha çok, “Bin Dertli Ülke” denilse daha doğru olur.

Fakat Ruanda önemli. Çünkü dün Ruanda’da yaşananları ve Ruanda’yı anlamadan, bugün ülkemizde bizlere yaşatılmak istenenleri anlayamayız.

Esasen Belçika sömürgesiydi.

Derken baktılar ki, bu Ruandalılar “Ruanda’nın Ruandalılara ait olduğunu” savunmaya başlıyorlar ve sömürüye karşı başkaldırmaya niyetleniyorlar. Belçikalılar durur mu? Hemen harekete geçtiler.

Dışarıdan bakıldığında, aslında çok masumane gibi görülen bir şeyler yapıyorlardı.

Ne mi yaptılar? Ruandalılara sözde hangi ırktan olduklarını gösteren kimlikler dağıtmaya başladılar.

“E ne varmış bunda?” demeyin. Çünkü Belçikalılar; Ruandalıların ırklarını belirlerken öyle akla zarar yöntemler kullandılar ki, şaşmamak imkânsız.

Öyle DNA testi, şecere, tarih, kültür, akrabalık bağı araştırması falan değil. Yöntemleri çok daha basitti. Basit, ama şeytanca! Ruandalıların daha ince yapılı ve daha narin bir görünüşe sahip olanlarını, ince burunlularını, uzun boylularını, güzel ve yakışıklı olanlarını ve daha zengin olanlarını nüfusa “TUTSİ”  olarak kaydettiler. Şaka falan değil, şimdi sıkı durun. Ruanda’da sahip olduğunuz inek sayısı sizin ırkınızı belirleyen bir kıstas idi. Yani 10 inekten fazlasına sahipseniz “Tutsi”, 9 ve daha az ineğiniz varsa hoop oluveriyordunuz “HUTU”… Yani dün 10 ineğiniz vardı ve geceleyin birisi hastalanıp öldüyse, sabaha ırkınız değişmiş olarak kalkıyordunuz.

Yukarıda belirtilen Tutsi ölçütlerin dışında kalan halkın tamamı nüfusa Hutu olarak kaydedilmişti.

Alın size iki ayrı ırk!

Ne hazindir ki, yüzlerce yıldır aynı dili konuşan ve aynı kültürü paylaşan bu insanlar, yapay da olsa ayrılmışlar ve iki ayrı ırka bölünmüşlerdi. Yaşadıkları ilerde yaşayacaklarının yanında bir hiçti ve bu durum sadece bir başlangıçtı.

Çarklar işlemeye devam ediyordu. Nüfusa Tutsi olarak kaydedilenlerin genel nüfusa oranı %10, Hutu’larınki ise %90 idi.

Halkın %10’unu oluşturan Tutsi’leri üst sınıf olarak belirleyip Ruanda’yı rahatça yönetebilmek için iktidara getirdiler. İktidara getirilen Tutsi’lere sağlık ve eğitim hizmetleri başta olmak üzere her konuda öncelik ve ayrıcalık verdiler. Hutu’lar ise; artık azınlık bir üst sınıf tarafından yönetilen çoğunluk bir alt sınıftan ibaretti.

Alt sınıf olmak kimin hoşuna gider ki?

Tabi bu durum Hutu’ların da hoşuna gitmedi. Doğal olarak iktidarı azınlığa bırakmak istemediler. Bir yandan da, dışlanmışlık, horlanmışlık ve ezilmişlik duygularının etkisiyle içlerinde büyük bir kin biriktirmeye başladılar. Lakin bu kini Belçikalı efendilerine karşı değil, Tutsi’lere karşı biriktirdiler.

Sonunda Belçika’lılar bölgeden ayrılmaya karar verince, bu sefer de yönetimi yıllardır ezilmelerine ve horlanmalarına göz yumdukları Hutu’lara bıraktılar.

Ruanda artık özgürdü. Ama bu özgürlük; yapay olarak ırklara bölünmüş ve birbirine düşman edilmiş cahil bir halkın sahip olduğu sözde bir özgürlüktü!

Daha önce emperyalistlerce desteklenen Tutsi’ler, kendilerine verilen iktidar erkini tekrar kazanabilmek için, 1990 yılından itibaren iktidardaki Hutu’lara saldırmaya başladılar. Hutu’lar ise yıllarca süren ezilmişlik ve dışlanmışlık hisleriyle intikam almaya hazırlanıyorlardı.

Yani plan ikinci aşamaya geçmiş ve iki halkın arasına sokulan kinden sonra kan da girmeye başlamıştı!

1994 yılına kadarki çatışmalarda, binlerce insan yok yere öldürülmüş ve yüz binlerce insan da mülteci konumuna düşerek ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlardı.

Fakat yetmezdi.

1994 yılında Cumhurbaşkanı Habyyarimana’yı taşıyan uçağın düşürülmesi ve bu olaydan Tutsi’lerin sorumlu tutulması, bugün “Ruanda Soykırımı” diye anılan olayların işaret fişeği oldu. Bu olay üzerine şiddetlenen çatışmalarda; Nisan Ayı’ndan Temmuz Ayı ortalarına kadar, yani SADECE 100 GÜNLÜK BİR ZAMAN DİLİMİNDE TAM BİR MİLYON KİŞİ ÖLDÜRÜLDÜ!

Yalnızca bu kadar mı?  Ne yazık ki, hayır!

Dehşetin boyutu o kadar büyüktü ki, ölümlerin çoğu satırla doğrama yoluyla gerçekleşti. Hatta parası olan Tutsi’ler katillerine para vererek ateşli silahla öldürülmeyi bile seçebiliyorlardı. 1994 yılında nüfusu 7 milyon olan ülke insanlarının 1 milyonu satırlarla parçalanarak can verirken, 3 milyonu da mülteci oldu. Tam 500.000 kadına tecavüz edildi. Bunlar yalnızca resmi kayıtlara girdiği için bilinenleri, ya bilinmeyenleri? Şaşırmayın, çünkü aylık gelirin sadece 8-9 dolar olduğu, garip bir ülkeden bahsediyoruz.

İşte bir halk, bağımsızlığını kazansa bile; millet olmayı başaramaz ve Tutsi ve Hutu gibi alt kimliklere bölünürse, ne yazık ki sonuç büyük bir facia olabiliyor!

Unutmayalım ki, dünyanın her yerindeki emperyalistler, her zaman ulusal kimliğin karşısında olmuşlardır. Aynı soydan olan insanları bile, yapay olarak farklı etnik kimliklere bölmüşler ve daima “BÖL – PARÇALA – YUT” taktiğini uygulamışlardır.

Rusya’nın Türkistan’da yaptığı da buydu. Orta Asya’da Türklerin yaşadığı bölgenin adı Türkistan’dı. Çin’e yakın olanı Doğu Türkistan, Rusya ve Anadolu’ya yakın olan tarafı da Batı Türkistan…

Ve bu coğrafyada yaşayanların hepsinin ortak adı da TÜRK idi.

Onlara yeni ırk isimleri uydurdular, yeni lehçeler ihdas edip farklı farklı alfabeler dayattılar. Türk boylarının aslında ayrı birer millet oldukları yönünde, çok yönlü bir psikolojik harekât ve etkili bir propaganda yürüttüler.

Bugün ne durumdadır?

Özbek, Tatar, Kırgız, Kazak, Türkmen, Azeri… Ve bunların içinde bize en yakın olanı da Azerbaycan Türkleri değil mi?

Ama gelin görün ki, tarih bilincinden yoksun ve milli şuurdan uzak kalmış bir Azerbaycanlı kardeşimize bile diyorsun ki; “Sen de, ben de ikimiz de Türk’üz”. Adam diyor ki, “Hayır ben Azeri’yim”.

Emperyalistlerin, bu farklı ırklar ortaya çıkararak böl parçala ve yut projesi öyle başarılı olmuş ki; dininiz bir, diliniz bir, kültürünüz bir, tarihiniz bir, hatta kanınız ve geniniz bir ama buna rağmen “biz biriz” dedirtemiyorsunuz. Oysa gerçekleri bilenler ne de güzel biliyor. Azerbaycan Türklerinin Halk Şairi Bahtiyar Vahapzade bakın ne diyordu:

“Kurtlar olur çobanların koyunu,

İtten öğrenirse, kendi soyunu,

Azerilik komünizmin oyunu,

Azeri değiliz, Türkoğlu Türk’üz!”

Maalesef bu strateji uygulandığı her ülkede başarılı oldu.

Arap coğrafyasındakilerin neredeyse hepsi Arap ırkından değil mi? O zaman bu sınırları cetvelle çizilmiş Irak’ı, Suriye’si, Ürdün’ü, Lübnan’ı, Mısır’ı ve Arabistan’ı ne oluyor? Körfez savaşında Suudi Arap pilotları Amerikalılarla birlikte Irak’taki hem ırkdaşı hem de dindaşı olan insanları bombalamadılar mı?

Bir milletin parçalanmasının en kolay yolu içine tefrikayı sokmaktır. Yani ayrımcılığı ve kutuplaşmayı hortlatmak ve birbirine düşman edip araya kan sokmaktır!

Araya bir kez kan girdi miydi, artık orası en az bir asır iflah olmaz! Siz de istediğiniz gibi rahat rahat sömürürsünüz.

Bakın ne diyordu Mehmet Akif;

“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”

Emperyalist Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin BOP, genel hedefi de bölge jeopolitiğinin değiştirilmesi ve Balkanlaştırılmasıdır.

Balkanlaştırma derken, Yugoslavya’da öyle bir oyun oynandı ki, uzun yıllar boyunca yan yana ve barış içinde yaşayan farklı din ve etnik kökenden insanlar; önce dış güçler ve içeride de partiler tarafından kutuplaştırıldılar. Daha sonra bir futbol maçında fitili ateşlenen olaylardan sonra, her fırsatta birbirlerini boğazlar hale geldiler. Şimdi ortada bir Yugoslavya yok. Ama ABD’ye biat etmiş ve bir tür modern sömürge haline gelmiş tam yedi tane devletçik var.

Bugün Irak’ta ve Suriye’de oynanan oyunları PKK/PYD ve IŞİD gibi unsurların silahlandırılmasını ve pohpohlanmasını bu proje kapsamında değerlendirmek gerekmektedir.

Bölgemizde BOP’un işlemeye başlaması ile birlikte, ne yazık ki bu plan ülkemizde de uygulamaya konulmuştur. Lütfen gözlerinizi kapayın, 10 yıl öncesine dönün ve olanları bir düşünün…

• Türkiye’de etnik kimlik çalışmaları neden bir anda popüler oldu?

• Alt kimlik, üst kimlik tartışmaları neden en üst perdeden seslendirilir oldu?

• Ülkeyi yönetenler dahi, her fırsatta neden hep alt kimliklere vurgu yapar hale geldi ve neden bütün alt kimlikleri bir papağan gibi dile getirir oldu?

• Ülkenin her yerinde Kürtçe dil kursları, üniversitelerde Kürdoloji bölümleri ve Kürtçe televizyonlar neden art arda açılmaya başladı?

• Neden herkes “Ben Kürdüm, Çerkez’im, Arnavut’um, Ermeni’yim, Pomak’ım” demeye başladı?

• Türklüğe neden düşman olundu?

• T.C. ve Andımız neden kaldırıldı?

• Türk ordusuna neden kumpaslar kuruldu?

• Türk milliyetçiliği neden ayaklar altına alındı?

• Türkçülük aşağılanarak bölücülükle bir tutulurken, Kürtçülük neden yükselen bir değer haline getirildi?

• Türkçülükle İslam neden karşı karşıya getirildi?

• Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlardan neden ölesiye nefret edildi ve neden hatıralardan bile silinmek istendi?

• Neden ısrarla bölücü ve kutuplaştırıcı Rabia işaretleri kullanılır oldu?

• Dicle ile Fırat’ın arası; Blackwater, Global ve Black Hawk gibi isimler taşıyan karanlığın hayalet ordularıyla neden dolduruldu? Ordu derken, sayıları 25.000 – 30.000 bulan ve 10.000 – 15.000 dolar arası maaş alan, her türlü gelişmiş silah ve teçhizata sahip, tamamen profesyonellerden oluşan azılı bir yapıdan söz ediyoruz.

• Bir de tabi “Başkanlık Sistemi” olayı var. Durup dururken bu millete, Başkanlık Sistemi adı altında neden tek adamlık dayatıldı?

• Neden partili Cumhurbaşkanlığı gibi taraflı, ayırmacı ve kayırmacı bir sistem garabetine girildi?

Evet, bu başkanlık olayı önemli. Neden mi? Bakın CIA Eski Türkiye İstasyon Şefi Paul Bernard Henze, 2006 yılında Beyaz Saray’a sunduğu bir raporda ne diyor:

“Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde, ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor. EĞER AMERİKA’NIN ÇIKARI TÜRKİYE’DE BİR FEDERAL DEVLET KURULMASI İSE mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan BAŞKANLIK REJİMİNE GEÇİLMELİDİR. BİR KİŞİYİ İKNA ETMEK, BİRBİRİNİ DENETLEYEN YAPIYI İKNA ETMEKTEN ÇOK DAHA KOLAY OLACAKTIR. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarını yardım etmek konusunda tereddüt ederse, BİR KİŞİ ÜZERİNE KURULMUŞ YAPIYI YIKMAK, AMERİKA İÇİN SORUN OLMAZ.”

Ülkemizde BOP’un değirmenine su taşıyan birileri, bütün bunları ne yazık ki bilinçli olarak yaparken, her devrin adamı olanlar ise bu rüzgâra kolayca kapıldılar. En üzücü olanı da, bazı akademisyen ve aydınlarımızın, hiç farkında olmadan bu değirmene su taşımış olmalarıdır.

Önce kin, sonra kan; önce kutuplaştır, sonra savaştır projesi de diyebileceğimiz bu kanlı proje; maalesef ki, (kısmen de olsa) bizde de başarılı olmuştur!

Türkiye’deki giderek artan ve keskinleşen kutuplaşmayı da bu gözle okumak lazımdır. Yoksa halkın bir karpuz gibi ikiye bölünmüş olmasını nasıl açıklayacaksınız?

Evet, ülkemizin bölücü terörle ilgili gerçekten hayati sorunları vardır. Ancak milletimizi hiç olmadığı kadar kutuplaştıran ve neredeyse birbirine düşman eden asıl etken terör sorunu değil, kutuplaştırıcı siyaset iklimidir. Bu noktayı da dikkatlerden kaçırmadan düşünmeli ve olayları doğru okumalıyız.

Ne yazık ki, bu kinli ve kanlı proje; uygulayıcılarını biraz fazlaca uğraştırsa da, yavaş ilerlese de, kabul edelim ki bizde de başarılı olmuştur!

Lakin bizim için, HALA BİR ÇIKIŞ YOLU VARDIR ve bu emperyalist tuzağı kuranların başına geçirebilmek için hala daha bir şansımız bulunmaktadır.

Evet kutuplaştık!

Evet, aramıza kin girdi!

Ama HENÜZ ARAMAZA KAN GİRMEDİ…

Yani köprüden önce son çıkıştayız!

Bu çıkış ise en şanlı, en namlı ve en kutsal olan TÜRK kimliğine sarılmaktır.

Tek adamlığa değil parlamenter sisteme sarılmaktır.

Paçavralardan medet ummak değil, ay yıldızlı al bayrağa sarılmaktır.

Demokrasiye sarılmaktır.

Yandaşlığı ve kandaşlığı bir kenara bırakarak, daha onurlu olan eşit vatandaşlığa sarılmaktır.

Mezhepçiliği ve tarikatçılığı terk ederek yalnızca Allah’ın ipine sarılmaktır, kardeşliğimize sarılmaktır.

Binlerce yıldır bizi bir arada tutan kültürümüze, tarihimize, örfümüze ve dilimize sarılmaktır.

Atatürk’e ve onun kurduğu çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sarılmaktır.

Ve gerekirse bu uğurda çocuklarımız ve torunlarımız için, kefen niyetine al bayrağa sarılmayı göze almaktır!

Yoksa maazallah kin giren araya bir de kan girerse!

Onun için, Partili Cumhurbaşkanlığı ve başkanlık gibi tek adamlığa çıkan saçmalıklardan vaz geçilmeli, parti devleti ve parti egemenliği değil, milli egemenlik ihya edilmelidir.

Milli bilince sahip millet evlatları çok daha fazla çalışmalı ve toplumu bölenleri değil, birleştirenleri iktidara getirmelidir.

Unutulmamalıdır ki, eğer aramıza bir kan girerse… Ruanda örneğinde yaşananlar, yaşanacakların yanında hiç kalır! Semeresini de emperyalistler alır.

Son sözüm ise; bizi de adeta Tutsi ve Hutu olarak ayırmaya çalışan dış düşmanlarımız ile içerideki işbirlikçi hainlere olacaktır.

Bizi de Tutsi ve Hutu olarak ayırmaya çalışan sizlere lanet olsun. Ama bilin ki, bizler asla sizin istediğiniz gibi Tutsi ve Hutu olmayacağız.

Ve bizler, ne modernleşmiş Yezitlere ne de çağın Nemrutlarına asla geçit vermeyeceğiz.

Çünkü bizler;

muhtaç olduğumuz kudreti damarlarımızdaki asil kandan alan Büyük Türk Milleti’yiz.

SAVAŞAN ORDUNUN HASTANELERİNİ GERİ VERİN!!.

Asker PKK ile hem içeride, hem dışarıda mücadele ediyor. Yaralanıyor. Şehit düşüyor. Fakat ordunun kendine ait hastanesi yok. 15 Temmuz kalkışmasını bahane edip, Ordunun hastanelerini elinden aldılar. Sonra; AKP’nin ileri gelenlerinden birçok ismin çocuklarının ve yakınlarının çürük raporu aldığı sosyal medyada paylaşıldı. Hem de isim isim… Eski Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan bu konuyu Ulusal Kanal’da dile getirdi. İnkar eden de olmadı.

Askeri hastaneler olsa, o çürük raporları alınabilir miydi?

Birilerinin çocukları çürük raporu alabilsin diye, çocuklarımızın, savaşan ordumuzun hastanelerinin elinden alınmasına göz yumulamaz!!.

Şimdi,

ASKERLERİMİZİN HAYATI SÖZ KONUSUDUR!!.

Askerimiz yaralanıyor. Yüzü parçalanıyor. Bedeni darmadağın oluyor. Uzun süre ölümle yaşam arasında gidip geliyor. Askeri hastanelerin asker doktorları sadece Mehmetçiğimizin bedenini tedavi etmiyor. Aynı zamanda ruhunu da tedavi ediyor. Askeri hastaneler ve doktorlar savaş koşullarına göre şekillendirilmiştir. AKP bu doktorları dağıttı. Askeri doktorlar resmen kıyıma uğradı. Şimdi sivil doktorların Sahra Hastanelerine gitmekten çekindiklerini öğreniyoruz.

Eskiden Güneydoğu’da ağır yaralı askerlerimiz için; “ASKERİ HASTANEYE veya SAHRA HASTANESİNE yetişirse kurtulur” dendiğini biliyor musunuz?

Yıllarca Ordu’ya operasyon yapmaktan, yapılmasına el vermekten, Türk Ordusu’nu tanımaya vakti olmayan AKP, Askeri Hastanelerin ve askeri doktorların önemini kavrayamamış, kavramak gibi bir sorunu da olmamış olabilir. O zaman;

Ordunun başında bulunanların, Askeri Hastanelerin önemini anlatması gerekir.

Millet olarak da bizlere düşen, Askeri Hastaneler geri verilene kadar, ilgili kuruluşlara ileti göndermek, talebimizi sürekli gündemde tutmaktır.

İlgililere:

“ASKERİN HASTANELERİNİ GERİ VERİN!!”

“ÇOCUKLARIMIZIN HASTANELERİNİ GERİ VERİN!!”

Laf değil, icraat istiyoruz!!

Zahide UÇAR (11.02.2018)

YABANCI ÜLKELERDEKİ TÜRK ÇOCUKLARI ASİMİLE OLMA TEHLİKESİNDE

Düşünürler, “Bir milletin ana dili, o milletin kalbidir, beynidir… Dil, milletin fertlerini ve nesilleri birbirine bağlayan bir zincirdir. Bu zincirin halkalarında meydana gelebilecek kopukluklar, bugünü tarihten koparır “ derler..Ne kadar doğru bir tesbit değil mi? 
 
Hulusi ŞENEL
Sevgili okuyucular,
Düşünürler, “ Bir milletin ana dili, o milletin kalbidir, beynidir… Dil, milletin fertlerini ve nesilleri birbirine bağlayan bir zincirdir. Bu zincirin halkalarında meydana gelebilecek kopukluklar, bugünü tarihten koparır “ derler..Ne kadar doğru bir tesbit değil mi?
Daha önceleride bir kaç defa değindiğim bu konuya tekrar yani çocuklarımızın-gençlerimizin  anadillerini, kültür ve tarihlerini öğrenmeleri gerektiği konusuna değinmek istiyorum.
Siz, istediğiniz kadar, ‘ Eğitim dille yapılır. Dil, insanların ve milletlerin hayatında bir yaşam damarı varlık sebebimizdir ‘diye konuşun, yazın, çizin. Kimse duymuyor, ilgilenmiyor, tedbir alma yoluna gitmiyor. Bugün dış ülkelerdeki hatta Türkiye’deki çocuklarımızın-gençlerimizin içinde bulundukları en büyük sıkıntılarından biri, ana dilleri Türkçeyi, kültürümüzü ve tarihimizi doğru dürüst öğrenememeleri. Böyle olunca da asimile olmaları kolaylaşmakta.
Bu konu öyle geçiştirilecek bir konu değil. Hepimizin bildiği gibi Tükiye’nin önünde  bir Ermeni, Asuri-Süryani soykırımı, Kıbrıs, Ege denizi ve PKK gibi ciddi sorunlar var. Ve bunlar sık sık temcit pilavı gibi Türkiye’nin önüne konularak ülkemiz için tehlike arzedecek tavizler isteniyor.
Bu sorunlar adece dış temsilcileri ile  halletmek zor. Lobilere ihtiyaç var. Her yıl milyonlarca dolar verilerek bir-iki lobi kuruluşları ile bu sorunlar halledilemez. Türkiye’nin yapacağı şey, bugün Avrupa ülkelerinde, Amerika’da, Kanada’da ve Avustralya’da beş milyonu aşan yurttaşlarını özellikle gençlerimizin eğiterek güçlü bir lobi oluşturmak olmalı. Bu sorunları ancak bu şekilde halledebilir.
Bu önemli konuyu ihmale devam  edersek, aynı zamanda dış ülkelerdeki  çocuklarımız-gençlerimiz pek tabii ileri ki yıllarda öz kimliklerini kaybedecek ve zaman zaman “ Ben kimim “ diye kendi kendilerine soracaklar.
Yıllar önce Sydney’de katıldığım bir eğitim toplantısında Avustralyalı bir Eğitimci şöyle demişti :
“ Bu ülkede yetişen göçmen çocukları, hayâllerini bu ülkenin diliyle kurmalı.Ancak bu ülkede başarılı olabilmeleri için onlara ana dillerinide iyi öğretmeli. Aksi halde ana dilini öğrenemeyen çocuklar yaşadıkları ülkenin dilinide iyi öğrenemezler. ‘’
Yine Sydney’in Dulwich Hill semtinde Tuğçe Ülkü isimli  öğrencimizde bir toplantıda velilere  şöyle sesleniyordu;
Sayın büyüklerimiz sizlere sesleniyorum.Ana dilimizi yani Türkçemizi iyi öğrenebilmemiz için bize yardımcı olun. Bizlerin anadilimizi öğrenmemizde aileye düşen görev büyüktür.Unutmayın, sizlerle, çocuklarınız arasındaki en önemli köprüde dildir.”
UTANILACAK BİR DURUM
Aşağıda okuyacağınız konu her ne  kadar eski olsa da önemine binaen bugünde, yarında güncelliğini korumakta ve koruyacakta..  Konu, bir televizyon muhabirinin yurt dışında yaşayan Türk gençleriyle yaptığı bir röportajda, gurbetçi gençlerin sorulara verdikleri şaşırtıcı cevaplar. Gençlerin cevapları, o proğramı izleyen benim gibi milyonlarca Türkü hayretler içinde bıraktı.
Örneğin,  gençlerden bazıları Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olarak Ankara yerine Adana dedi.Mustafa Kemal Atatürk’ü tanımadıklarını,Türkiye Cumhuriyetini kimin kurduğunu ve ne zaman kurulduğunu bilemediler.
-19 Mayıs,30 Ağustos ve 23 Nisan size neleri hatırlatır “ sorusuna ise şu şekilde cevap verenler oldu;
-23 Nisan Çocuk bayramı ama neler oldu bilmiyoruz.”
 
Bu sırada gençlerden biri,
yahu 19 Mayıs benim ablamın doğum günü “ der.
Şimdi soruyoruz ; Bu utanç kimlerin acaba ?
 
Gurbette yaşanan bu acı gerçekler karşısında ; ebeyven olarak ilgili ve yetkili  kişiler olarak, medya olarak tümümüze büyük görevler düştüğünün farkına varalım artık. Çocuklara-gençlera ‘ ağaç yaş iken eğilir ‘ ata sözü misali, dilimizi, kültürümüzü, tarihimizi, örf ve adetlerimizi öğretmede geç kalmamalıyız.Çünkü onlar Türkiye’nin geleceği, Türkiye’nin fahri elçileridir.
 
Devlet her yıl dış ülkelerde her semtte-mahallede açılan camilere Hoca-İmam, Eğitim Ataşesi gönderir ve bunlara her ay binlerce dolar maaş öder. Hoca’nın-İmam’ın görevi beş vakit namaz kıldırmak! Eğitim Ataşelerinin görevide bakanlığın gönderdiği broşürleri, kitapçıkları velilere, çocuklara dağıtmak!
Bana kalırsa yabancı ülkelerde Dinadamlarına, Eğitim Ataşelerine değil, Eğitim Uzmanlarına ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın yurt dışındaki çocuklar için hazırlayacağı standart bir eğitim kitabına ihtiyaç var.  Eğitim uzmanları Türkçe kurslarında verilen eğitimi,  eğitim veren kişi-lerin kalitesini kontrol etmeli. Hoca-İmam gibi din görevlileride boş zamanlarında çocuklarımıza anadil Türkçeyi, kültürümüzü ve tarihimizi, yurttaşlık bilgilerini öğretmede katkıda bulunmalılar.
 
YABANCI ÜLKELERDEKİ  TÜRK GENÇLERİ SORUYOR, “ BEN KİMİM – Who am I ? “
Gençlik bir toplumun geleceği olduğuna inanıyorsak, dış ülkelerdeki çocuklarımızla-gençlerimizle ilgili problemleri tesbit etmek, çareler aramakta görevimiz. Bu görev başta  ebeyvenler olmak üzere TC Devleti’ne, yabancı ülkelerdeki sivil toplum kuruluşlarımıza, aydınlarımıza düşüyor.
Avustralya’da Türklerin çoğunluk olduğu  Sydney’in Auburn belediye kütüphnesinde  Türkçe kitapları karıştırırken elime foto kopy tekniğiyle hazırlanmış “ Who am I – Ben Kimim ? “ adlı bir kitapcık geçti. Şöyle ayak üstü bir göz attığımda ilginç buldum ve hemen bir yere oturup dikkatle okudum. Kitapçığı Sydney’deki Türkiye  Üniversite Mezunları  Derneği hazırlamış. Kitapçıkta  Avustralyadaki Türk gençleri arasında “ Ben Kimim-Who am I ? “ konulu kompozisyon yarışması için gönderilen yazılar arasından seçilmiş olanlar yer alıyor.
Kompozisyon yazıları kitapçıkta bir kısmı Türkçe bir kısmı da İngilizce olarak yer alıyor. Çünkü gençlerin büyük bir kısmı Türkçeye hakim olmadığından yazılarını İngilizce (onuda İngilizce sayarsak tabii!) yazmış.
Gönül isterdi ki,hepsi Türkçe yazılmış olsun.. Kompozisyonların bir kısmı soruya cevap verecek nitelikte bile değil. Ancak, bazıları var ki, üzerinde durulması,düşünülmesi gerekiyor. Şimdi bu kompozisyon yazılarından bazı örnekleri, kısaltarak buraya aktaracağım ki, ebeyvenler, TC Devleti, aydınlar, öğretmenler ve ilgililer belki harekete geçerler;
Tolga ALTINIŞIK,
“…her zaman kendime sorular soruyorum.Her halde birşeylere akıl erdiriyor olmalıyım. Bizler ileride ne olacağız ?
1968 de gelen birinci nesil kendini ve benliğini koruyor. İkinci nesil ise yarı buralı, yarı Türkiyeli.Onlarda tam olarak kaybolmadı.Ama biz üçüncü nesil  tam olarak Avustralyalı mı olacağız ?
…Günün birinde bir Avustralyalı, bir İtalyan ya da başka milletten yapacağımız evlilik hayatımız olabilir.Çocuğumun kim olduğu sorulduğunda ben ne diyeceğim ? Günün birinde unuttuğum sülalemi ve soyumu çocuklarıma nasıl anlatacağım? “
 
Emine İNAL,
“…bu güzel ülkemiz Avustralya’da gençlik olarak birlik ve beraberlik içinde dil, ırk ve kültür farkı gözetmeden, büyük bir hoşgörü içinde,kişisel ve toplumsal dargınlıkları da kaldırarak yaşayacağımızın inancı içindeyim.
…..Yeter ki, anne ve babalarımız  bizlere doğru yolu göstersinler.Türk kökenli Avustralyalıyız ve bundan da gurur duyuyoruz.”
Ürün Toprakçı,
Öğretmeninin “ Sakın gitme, diren. Orada seni peçeye sokacaklar.O geri kalmış ülkeye geri gidilir mi ? dediğini anlatıyor. Daha sonra tekrar Avustralyaya döndüklerinde ‘ Ben Kimim ? ‘kompozisyon yazısında öğretmeninin o sözlerine tepkisini şöyle gösteriyor  ;
“….iki yüzyıllık değil, binlerce yıllık medeniyetin, Osmanlının, çağdaş Atatürk Cumhuriyetinin, anadolu toprağının ürünüyüm ben,‘’
Filiz TOSUN ,
“…Avustralya da yaşayan bir Türk genci olmanın en zor yönü, iki kültür arasında yaşamak zorunluğudur.  Avustralyada yaşamak,yaşamın her alanında Batının kültürüyle bütünleşmek demektir.Bunun yanında Türk kültürünü yaşamak zorunluğunu da eklediğinizde, kendinizi sürekli olarak iki ayrı yöne çekilen bir insan olarak düşünüyorsunuz. Ben Avustralyada doğmuş ve burada yetişmiş bir Türk kızıyım.Avustralya kültürünün iyi taraflarını benimserken,kendi kültürümle de bağlarımı koparmıyorum.
…. Ama bir çok Türk genci kendi kültüründen koparak,tamamen Avustralyalılaşmaya başladı.Bu da beni korkutmaktadır. Çünkü Türk gençlerinin kültürünü kaybetmekle çok önemli olan Türk kimliğini de kaybettiklerine inanıyorum.Avustralyada yaşayan bir Türk genci olarak,kaybolmamamız için dilimize,kültürümüze sıkıca sarılmalıyız.Eğer biri karşımıza çıkar da ‘Sen kimsin ?’ diye sorma cesareti gösterirse,hiç tereddüt etmeden ‘ben Türküm ‘diyebilmeliyiz.”
Özlem YORMAZ,
“… O gün benim için iyi mi ya da kötümü olduğuna akıl erdiremediğim fakat etrafımdaki herkesin ‘Allah’ın şanslı kulları’ diye nitelendirdiği bizlere Ankara’dan  nihayet haber gelmişti.Annem ve babam mutluydu.Onlar vatan için canlarını seve seve  verebilirlerdi. Fakat artık dayanacak güçleri kalmamıştı. İkisi de çaresiz vatandan ayrılmanın hepimiz için kurtuluş olduğuna inanmışlardı.
Çünkü Türkiyede yaşama koşulları günden güne zorlaşıyordu.Tek şans okyanusların ortasında, bize en zor zamanımızda elini uzatan Avustralya idi. Benim seçenek yapmam olanaksızdı.Çünkü bir yanda havasıyla,suyuyla bana can katan Türkiye’m, öte yanda anneme,babama iş ve gelecek garantisi veren Avustralya vardı.
Sabah güneş doğarken Sydney havaalanına inmiştik.Sanki bugün güneş bizim için doğmuştu.Mutluluk, sevinç, özlem,üzüntü ve bu arada yavaş yavaş içimde filizlenmeye başlayan hasretlik vardı!.
Özlem Yormaz yazısının sonuna eklediği dizelerinin şu iki satırı ise dikkat çekici idi bence ;
Alın götürün beni vatana
Orada gömün beni dostlar…
 
Who am I – Ben Kimim ? adlı kitapçıkta düşüncelerini, duygularını yazan gençler, bugün  çoluk-çocuk  sahibi oldular. Merakım ise, yaşadıklarını örnek alarak acaba çocuklarına anadillerini, kültürlerini ve tarihlerini öğretme konusunda bir gayret gösterdiler mi?
Gençlerle ilgili sorunlar, toplantılarda, kahve ve cami köşelerinde konuşulur ama alınması gereken tedbirler konusunda kimse poposunu kaldırıp harekete geçmez.Bu konuda çok yazdım, TRT’de dile getirdim, baı yetkililere ilettim ama sonuç boş…
Ne demiş Fuzuli ;
 
Söylesem  tesiri olmuyor,
Sussam gönlüm razı olmuyor 
Benimde bu konuda susmaya gönlüm razı olmuyor..

7 Haziran 2015 25. Dönem Milletvekili Genel Seçimi

Turkiye-Secim-7-Haziran-2015-01 Turkiye-Secim-7-Haziran-2015-02 Turkiye-Secim-7-Haziran-2015-03

Kaynakhttp://secim.aa.com.tr/index.html

“Belgelere Göre Türk – Ermeni İlişkilerinde Katliam ve Soykırım İddiaları”, Ömer Lütfi TAŞÇIOĞLU

“Belgelere Göre Türk – Ermeni İlişkilerinde Katliam ve Soykırım İddiaları”

Ömer Lütfi TAŞÇIOĞLU, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 24 Haziran 2014

TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNDEKİ TARİHSEL GERÇEKLER – Ömer Lütfi TAŞÇIOĞLU

ERMENİLERİN SELÇUKLU VE OSMANLI DÖNEMİNDEKİ YAŞAMLARI

Türklerin Ermenilerle irtibatı 1026 yılında Çağrı Bey’in Anadolu topraklarına girişiyle başlamıştır. Selçuklular Bizans’ı yenerek Anadolu’ya hakim olduğunda Ermeniler Bizanslılara bağımlı prenslikler halinde varlıklarını sürdürmekteydi. Türkler bu topraklara egemen olunca Ermeniler Selçuklulara bağımlı hale gelmiştir.

Ortaçağ Ermeni tarih yazar­larının Bizans İmparatorluğu ve Haçlılar için yergi dolu ifadeler kullandıkları fakat Türk hükümdarlarından hep övgüyle söz ettikleri görülmektedir. Ermeni tarihçi Urfalı Mateos, Melikşah’tan bahsederken: “Sultanın yüreği, Hristiyanlara karşı şefkatle dolu idi. O, geçtiği memleketlerin halkına bir baba gözü ile bakıyordu. Böylelikle hiç muharebe yapmadan birçok eyalet ve şehirlere hakim oldu” [1] sözlerini kullanmaktadır.

Osmanlı Devleti kurulduktan sonra Ermeniler Osmanlı Devleti’ne bağlanmışlar, Ermeni dini reisliği önce Kütahya’ya, 1324’te Bursa’ya, İstanbul’un fethinden sonra ise İstanbul’a nakledilmiş ve Ermeni Patrikhanesi Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş döneminde Ermeniler devletin sadık bir tebaası olmuşlardır. Gerileme döneminde ise emperyalist devletlerin de kışkırtması ile Osmanlı Devleti’nden koparacakları topraklar üzerinde bağımsız bir Ermenistan kurma hayaline kapılmışlardır.

Osmanlı Devleti, Ermenileri her dönemde kendi iç işlerinde ve dinlerinde serbest bırakmış, onlara kendi okullarında eğitim yapmaları, kendi aralarındaki davaları kendilerinin çözmesi, askerlikten muaf olmaları gibi haklar tanımış ve bu kapsamda 1863 yılında Ermeni Milleti Nizamnamesi’ni kabul etmiştir.

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image

Osmanlı Devletinde Ermenilerden 22 bakan, 33 milletvekilli, 29 paşa, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 üst düzey memur işbaşına gelmiştir[2]. Bu kapsamda 1. Meclis’te 10, 2. Meclis’te 11 Ermeni milletvekili görev almıştır[3].

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image1

1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi öncesinde Ermeniler Osmanlı Devleti’nden önce özerklik, uzun vadede ise bağımsızlık kazanmak için harekete geçmiştir. Bu durum İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi Henry Elliot’un aşağıda yer alan raporunda [4] açıkça görülmektedir:

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image2

ERMENİ İSYANLARI

1. Dünya Harbi döneminde Osmanlı Devleti 8 ayrı cephede savaşırken Ermenilerin çıkardığı isyanlar devleti zayıf düşürmüştür. Osmanlı orduları bir yandan bu cephelerde savaşırken, diğer yandan cephe gerisine de asayiş için kuvvet ayırmak zorunda kalmıştır.

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image3

Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde silahaltında olan Ermeniler silahlarıyla birlikte ordudan firar ederek Rus ordusuna katılmışlar, bir bölümü de silahlı çeteler kurmuş ve Türk köylerinde katliama başlamıştır. 1. Dünya Harbi başlamadan hemen önce Ermeni Komiteleri tarafından yayımlanan talimatlar[5] aşağıdadır:

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image4

Osmanlı Ermenileri 1890’lardan itibaren Anadolu’nun her köşesinde çok sayıda isyan çıkarmışlardır. Ermenilerin 1. Dünya Savaşı sırasında isyan çıkardıkları bölgeler aşağıda görülmektedir:

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image5

ERMENİLERİN ZORUNLU GÖÇ ÖNCESİ TÜRK KATLİAMLARI

Ermeniler isyan çıkardıkları bölgelerde çeteler oluşturarak erkekleri askerde olan kadınları, yaşlıları ve çocukları ağır işkencelerle katletmişlerdir. Katliamın gerçekleştiği bölgelerde Türklere ait çok sayıda toplu mezar bulunmuştur. Ermeniler katliamın yanı sıra Osmanlı Ordusu’na zarar verecek pek çok girişimde bulunmuşlardır. Silahaltında olanlar silahları ile birlikte Osmanlı Ordusu’ndan firar ederek düşman ordularının saflarına katılmış, düşman orduları lehine casusluk yapmışlar ve Ermeni fırıncılar yaptıkları ekmeklerle Osmanlı askerlerini zehirlemişlerdir[6].

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image6

Kars’ın Subatan İlçesinde Ermeniler tarafından öldürülen Türk çocuklar, kadınlar ve karınları deşilerek bebekleri çıkarılan anneler

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image7

Bitlis’in Mutki ilçesine bağlı Kavakbaşı köyünde 20 bin civarında Türk’ün bulunduğu toplu mezar

Osmanlı Devleti, tüm ikazlara rağmen Ermenilerin masum sivil halkı katletmeye devam etmesi üzerine 24 Nisan 1915’te Ermeni Komite Merkezlerinin kapatılarak evrakına el konulması ve komite liderlerinin tutuklanması kararını almış, bu kapsamda İstanbul’da 235 Ermeni komite lideri tutuklanmıştır.

ZORUNLU GÖÇ KARARININ ALINMASI VE GÖÇTEN MUAF TUTULANLAR

Ermeni komite liderlerinin tutuklanması kararından sonra da Ermenilerin ihanet ve katliamlarını sürdürmeleri üzerine Osmanlı Devleti 27 Mayıs 1915’te Ermenilerden isyan edenlerin ve çete kurarak sivil halkı katledenlerin bulundukları bölgelerden çıkarılarak Osmanlı Devleti toprakları içinde yer alan ancak savaş bölgesinden uzakta olan Şam ve Musul gibi vilayetlere nakledilmelerini kararlaştırmıştır.

Bununla beraber Anadolu’daki Ermenilerin tamamı göçe tabi tutulmamış, tutulanların ise daha sonra yerlerine dönmelerine izin verilmiştir. Bizzat Ermeni patriği bu konuda <I style=”mso-bidi-font-style: normal”>“İstanbul Ermenileriyle Kütahya sancağı ve Aydın vilayetindeki Ermeniler göç ettirilmemişti. Halen İzmit sancağı ile Bursa, Kastamonu, Ankara ve Konya’da bulunan Ermeniler buralardan göç ettirilmiş olup da geri dönmüş bulunanlardır. Kayseri sancağı ile Sivas, Harput, Diyarbakır ve özellikle Kilikya ve İstanbul’da göçten dönmüş, ama köylerine gidemeyen çok Ermeni vardır. Erzurum ve Bitlis Ermenilerinin bütün bakiyesi Kilikya’dadır” [7] şeklinde açıklamada bulunmuştur.

Yukarıda belirtilen illere ilave olarak Rus işgali altında bulunduğu için Kars ve Van gibi doğu vilayetlerindeki isyancı Ermeniler de göç dışında kalmış, ancak gerek işgal süresince gerekse Rus ordusu çekildikten sonra Kars ve Van Ermenileri Anadolu’daki en büyük katliamı bu iki ilde yapmıştır.

Hükümet emirleriyle memleketin müdafaasını ve asayişin teminini ihlal etmeyenler, casusluk yapmayanlar, Katolik ve Protestan olanlar, mebuslar, asker, subay, askeri doktor olanlar, amele taburlarında çalışanlar, demiryollarında çalışan memurlar, ameleler, müstahdemler ve aileleri ile Müslüman ailelerin yanında çalışıp da sadakatlerinden şüphe edilmeyenler, Müslüman olanlar ve benzer durumlarda olanlar göçe tabi tutulmamıştır[8].

GÖÇ ETTİRİLEN ERMENİLER İÇİN ALINAN TEDBİRLER

Osmanlı Devleti İçişleri Bakanlığı göçe tabi Ermenilerin haklarının korunması ve emniyetle yerlerine ulaşmalarını temin etmek üzere çeşitli tedbirler almıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Osmanlı Hükümeti zorunlu göç uygulamasına başlamadan önce bütün vilayetlere yazılar yazarak, bölgelerinden geçecek kafilelerin bütün ihtiyaçlarının karşılanması için gereken tedbirlerin alınması ve yiyecek stoklanması talimatını vermiştir[9]. İhtiyaçların tespit ve temini için İskȃn-ı Aşair ve Muhacirin Müdürü Şükrü Bey bizzat görevlendirilmiş ve sevkiyat sırasında kafilelerin ihtiyaçlarının karşılanması için sancak ve vilayetlere ödenek tahsis edilmiştir[10]. Nakledilecek Ermenilerin mal ve can güvenliğinden mahalli idareler, iskânlarına kadar iaşelerinden ve mesleklerinin icrası için gerekli ödeneğin tahsisinden ise hükümet sorumlu tutulmuştur.

Göç ettirilecek Ermenilerin geride bıraktıkları mal ve araziler kaydedilerek koruma altına alınmıştır. Taşınabilir mallardan bozulabilecekler oluşturulan heyetler tarafından müzayede ile satılmış ve bedelleri sahibi adına emaneten mal sandıklarına aktarılmıştır. Satılan malların cinsi, miktarı, değeri, kime satıldığı gibi bilgiler özel defterlere kaydedilerek heyet tarafından onaylandıktan sonra tutanak tutularak tutanağın aslı hükümete, resmi kopyası ise Geride Bırakılan Mallar Komisyonu’na verilmiştir. Geri dönen Ermenilere emval-ı menkul ve gayr-ı menkullerinin %98’i iade edilmiştir[11].

İçişleri Bakanlığı göçe tabi tutulan Ermenilerin emniyetle yerlerine ulaşmalarını temin etmek üzere de tedbirler almıştır. Göçe tabi olan Ermenilerin naklinde esas taşıma vasıtası olarak tren ve nehir yolu kullanılmıştır. Batı Anadolu’dan iskân mahalline gönderilenlerin hemen hepsi trenlerle nakledilmiştir. Cizre yolu ile sevk edilenler de trenle ve “şahtur” denilen nehir kayıklarıyla taşınmıştır. Tren ve nehir nakliyatının bulunmadığı yerlerde kafileler hayvan ve arabalarla belli merkezlere toplanmış ve buradan trenlere bindirilmiştir.

Zor şartlara ve imkânsızlıklara rağmen hükümetin, göçe tabi tutulan Ermenileri bir intizam içerisinde yeni yerleşme alanlarına sevk ettiği yabancı misyon görevlileri tarafından da doğrulanmaktadır. Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward I. Natan, 30 Ağustos 1915’te Büyükelçi Henry Morgenthau’a gönderdiği raporda: “Tarsus’tan Adana’ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu ve Adana’dan itibaren bilet alarak trenle seyahat ettiklerini, kalabalık yüzünden sefalet ve çektikleri zahmete rağmen hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare etmekte olduğunu, şiddete ve intizamsızlığa yer vermediğini, göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını, muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu” [12] belirtmiştir.

Edward I. Natan’ın, 11 Eylül 2015 tarihli raporu ise şu şekildedir:

“478 sayılı gönderimden beri (30 Ağustos 1915 tarihli rapor) yüz binlerce Ermeni daha buraya ulaştı ve Halep’ e sevk ediliyorlar. Şam’daki kampta hastalar için bir hastane oluşturulmuş ve ziyaretim sırasında 50 hasta tedavi görüyordu. Aldığım bilgilere göre kampta ölen yok ve hükümet bütün sürgünlere yiyecek dağıtıyor“ [13].

Ermenilere yeni gittikleri yerlerde tapulu ev, tarıma elverişli arazi, mesleklerinin icrası için alet, sermaye ve tohumluk verilmiştir. Ayrıca zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilerin devlete ve şahıslara olan borçları ertelenmiş ya da tamamen silinmiş ve suçlu ve zanlılar hakkındaki takibat da ertelenmiştir[14].

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image8

OSMANLI DEVLETİNDEKİ ERMENİ SAYISI VE GÖÇ ETTİRİLEN ERMENİLERİN MİKTARI

O dönemde Osmanlı coğrafyasının tamamında ve göç uygulaması yapılan Anadolu topraklarında yaşayan Ermenilerin sayıları[15] ile göç ettirilen, göçten muaf tutulan ve göç yerine varan Ermenilerin sayıları[16] aşağıda gösterilmiştir:

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image9

Halep’teki Amerikan konsolosu Jackson 3 Şubat tarihli sürgün edilenler listesinde 486.000 Ermeni’nin bulunduğunu, 8 Şubat 1916 tarihli raporunda ise göç bölgesinde 500.000 civarında sürgün Ermeni bulunduğunu rapor etmiştir[17] . Söz konusu rapor Ermenilerin büyük bölümünün göç yerlerine ulaştığını göstermektedir.

Göçler sırasında Ermenilere yapılan saldırılar ya da kötü muamele nedeniyle çok sayıda kişi Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemelerinde yargılanmış, yargılananlardan 1397 kişi idam dahil çeşitli cezalara çarptırılmış[18] ve yargılamalar bizzat Talat Paşa tarafından takip edilmiştir. Ancak cezalandırılanlar arasında gerçekten suçlu bulunanlar olduğu gibi İstanbul’un İngilizler tarafından işgalinden sonra Ermeni kilisesinin telkinleriyle cezaya çarptırılan birçok masum insanın da bulunduğu gerçeği dikkatten uzak tutulmamalıdır.

GÖÇÜN DURDURULMASI VE GERİ DÖNÜŞ KARARNAMESİ

Göç sırasında zaman zaman sevkiyatın durdurulduğu da olmuş ve henüz iskân yerlerine varmamış, yani yollarda olan Ermenilerin bulundukları vilayet dahiline yerleştirilmeleri talimatı[19] verilmiştir. Bu Ermeniler belgelerde göç yerlerine varmamış olarak görünmektedir.

25 Kasım 1915’ten itibaren vilayetlere gönderilen emirlerle, kış mevsimi dolayısıyla sevkiyatın geçici olarak durdurulduğu bildirilmiştir[20]. 21 Şubat 1916’da bu emir, Ermeni sevkiyatına son verilmesi şeklinde bütün vilayetlere tebliğ edilmiştir[21]. Osmanlı Hükümeti, ilk emirden yirmi gün sonra, yani 15 Mart 1916 tarihinde vilayetlere ve sancaklara gönderdiği ikinci bir genel emirle, Ermeni sevkiyatının durdurulduğunu ve bundan böyle hiçbir sebep ve vesileyle sevkiyat yapılmamasını bildirmiştir[22].

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image10

İçişleri Bakanlığı’nın Ermeni Sevkinin Durdurulmasına İlişkin 15 Mart 1916 Tarihli Şifre Telgrafı

Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Osmanlı Hükümeti 4 Ocak 1919 tarihinde göçe tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine dönmelerine imkân veren bir kararname çıkarmıştır. Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere talimat verilmiş ve gereken tedbirler alınmıştır[23].

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image11

İçişleri Bakanlığı’nın Ermenilerin Geri Dönmelerine İlişkin 4 Ocak 1919 Tarihli Şifre Mesajı

ERMENİLERİN DÜŞMAN KUVVETLERİYLE İŞBİRLİĞİ

Geri dönüş kararnamesi ile Anadolu topraklarına dönen Ermeniler Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde bağımsız bir Ermenistan kurma hayali ile bu defa da Fransız işgal kuvvetleriyle işbirliği yapmışlardır. Türk İstiklal Harbi sırasında özellikle Fransızlar tarafından Antep, Maraş ve Adana’da önemli miktarda Ermeni iskân edilmiş; Mısır’a gitmiş bulunan Musa Dağı Ermenileri’nden toplanan gençler, “Kıbrıs Monarga Ermeni Lejyonu Kampı’nda” eğitilerek Fransız üniformasıyla Anadolu’ya sevk edilmiştir[24]. Ermenilerin Fransız işgal kuvvetlerine sağladığı destek Boghos Nubar Paşa tarafından da şu sözlerle ifade edilmektedir:

“ ….1919 ve 1920’de ise Kemalistler Fransız askerlerine taarruz ettiklerinde, Ermeniler Fransa için savaştılar. Maraş, Haçin, Pozantı ve Sis (Kozan)’de de durum bu idi. Fransızlar Antep’i Ermeniler sayesinde geri almayı başarmışlardır. Bu yüzden Ermeniler Kilikya’da Fransa’nın müttefikidirler”[25].

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image12

Legion-Volunteers-from-Tomarza-fighting-in-the-Armenian-Legion-picture-taken-in-Cyprus ( Kıbrıs Monarga Ermeni Lejyonu Kampı’nda” Eğitilen Kayseri/Tomarza’lı Ermeniler)

Savaş sırasında Fransız idaresindeki Ermenilerin Anadolu’daki Türk nüfusun yok edilmesi hedefine yöneldiği Rus tarihçi İrandust’un “Kemalist Devrimin İtici Güçleri” adlı eserinde aşağıdaki sözlerle ifade edilmektedir: “Fransızların oluşturduğu Taşnak’lardan müteşekkil jandarma birlikleri Türk nüfusa karşı kitlesel cinayetlere giriştiler. ….. Ermeni çeteleri sırayla köylerin bütün halkını kılıçtan geçirdi. Türk nüfusunun fiziksel olarak ortadan kaldırılması programı tamamen bilinçli şekilde işgalcilerin yönetiminde yürütüldü”[26].

Ermeniler Fransız ordularında olduğu gibi, İngiliz ordularında da Osmanlı Devletine karşı savaşmıştır. Bununla ilgili olarak İngiliz mareşali Allenby, Şam’ın güneyinde Türkler ile yaptığı savaşta, yanında 8.000 Ermeni savaşçının mevcut olduğundan[27] bahsetmektedir.

Esasen tarihin hangi döneminde Türkler’e karşı yapılmış bir savaş varsa, Ermeniler düşman devletin saflarında yer alarak Türkler’e karşı savaşmış ve sivil Türkleri de katletmiştir: Balkan Savaşları sırasında Antranik Ozanyan komutasında Bulgar Ordusu’nun öncü birlikleri olarak[28], 1. Dünya Savaşı’nda Rusların ve İngilizlerin öncü birlikleri olarak, İstiklal Harbi’nde Fransızların öncü birlikleri olarak Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmışlardır. Mondros Mütarekesi’nden sonra ise Karadeniz’de İngiltere ve Yunanistan’ın desteğiyle Rum Pontus Devleti’ni kurmak için isyan eden Rumlarla işbirliği yaparak bölgedeki Türk nüfusunu yok etmeye çalışmışlardır[29].

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image13

Kafkas Cephesinde Rus Ordusu önündeki Ermeni Öncü Birliği

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image14

Antranik_volunteers_during_Balkan_War (Balkan Harbinde Bulgar Ordusuna Katılan Antranik Ozanyan Komutasındaki Ermeni Çeteciler)

RUS VE ERMENİ DEVLET ADAMLARININ İFADELERİ

Osmanlı Devleti’nin göç kararını almakta haklı olduğu değerlendirmesi sadece Türklere ait değildir. Ermenilerin düşman ordularına katılarak kendi devletine karşı savaştığına ilişkin yüzlerce resmi rapor bulunmaktadır. Rusya’nın Kafkasya Valisi Kont Varontsov Daşkov’un Rus Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği, aşağıda bir bölümü verilen 6 Şubat 1915 tarihli resmi rapor[30] bunlara bir örnektir ve Ermeni ihanetinin boyutlarını göstermesi açısından dikkat çekicidir:  “Zeytun Ermenileri temsilcisi Kafkas orduları karargâhına geldi. Yaklaşık 15.000 Ermeni’nin Türk ordusunun ikmal yollarına saldırmaya hazır olduğunu bildirdi”.

Birçok yabancı tarihçinin yanı sıra o dönemde yaşayan bazı Ermeni devlet adamları da Osmanlı Devleti’nin aldığı göç kararının haklılığını kabul etmektedir. 1918 yılı Temmuz ayında kurulan Ermenistan Devleti’nin ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni tarafından 1923 yılı Nisan ayında Bükreş’te yapılan Taşnaksutyun Partisi’nin toplantısında sunulan ve aşağıda özeti verilen raporda[31] da Osmanlı Devleti’nin haklılığına vurgu yapılmaktadır:

“1914 kışı ve 1915 yılının ilk ayları, Taşnaksutyun da dahil olmak üzere, Rusya Ermenileri açısından bir heyecanlanma ve umut dönemiydi. Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükümeti’nin Güney Kafkasya Ermenistan’ı ile Türkiye’nin Ermeni eyaletlerinden oluşan Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğinden emindik. Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık. …… Türkler ise ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır”[32].

The Armenian Revolutionary Federation (Dashnaksoution) Has Noting To Do Any More” adıyla Ermeni İstihbarat Servisi tarafından 1955 yılında bazı bölümleri basılan ve Kaçaznuni’nin raporunun yer aldığı kitap daha sonra içerdiği bilgilerin gerçekleri ortaya koyması nedeniyle Ermenistan’da yasaklanmış ve ayrıca kitabın çeşitli dillerde basılmış olan nüshaları Taşnaklar tarafından Avrupa kütüphanelerinden toplatılmıştır. Kitabın toplatılması 1915’te yaşanan olayların dayandığı gerçekleri dünya kamuoyundan saklanmaya ve suni bir soykırım aldatmacasıyla insanların kandırılmaya çalışıldığını göstermektedir.

MALTA SÜRGÜNLERİ VE İNGİLİZLERİN OSMANLI DEVLETİ ALEYHİNE BELGE BULMA ÇABALARI

İstanbul’un işgalinden sonra İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerini Malta’ya süren İtilaf Devletleri İstanbul ve taşradaki büyükelçilik ve konsolosluklarında görev yapan Ermeni tercümanlar ile İngiliz, Fransız ve Amerikalı tarihçi ve hukukçularını seferber ederek Ermeni iddialarını kanıtlayacak delil arayışı içine girmiştir. Bu kapsamda kendi denetimlerindeki Osmanlı arşivlerine ilave olarak ABD’de, İngiltere’de, Fransa’da, Mısır’da, Irak’ta ve Kafkasya’da yapılan araştırmalar sonunda Osmanlı Devleti’ni suçlayacak en küçük bir belge bile bulamamışlardır.

Nitekim bu husus Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği’nden İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na 13 Temmuz 1921’de gönderilen belgede özet olarak şu şekilde bildirilmiştir:

“….Bu durum karşısında ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda mevcut raporlarda Türkler aleyhinde majesteleri Hükümetinin elinde esasen bulunmakta olan bilgiyi teyit etmek amacıyla dahi kullanılabilecek nitelikte hiçbir delile rastlanmadığından korkarım ki, bu konuda yeni bir soruşturma yapmak için Amerikan Hükümeti’ne müracaat edilmesinden herhangi bir şey elde etme umudu yoktur. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın yakın bir tarihte durumu açıklığa kavuşturmak çaresini görememesinden üzüntü duyuyorum ”[33]. Büyükelçi R. C. Craigie

Bunun üzerine İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Kraliyet Başsavcılığı’ndan Malta’daki Türkler aleyhine “hukuki bir dava açılamıyorsa siyasi bir dava açılmasını” istemiş, ancak Başsavcılığı ikna edememiştir. İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, 21 Temmuz 1921 tarihli bir yazıyla, “eldeki kanıtlarla” Malta’daki Türklerden hiç birinin Ermeni katliamı gerekçesiyle cezalandırılamayacağını İngiliz Hükümeti’ne kesin bir dille bildirmiş, bunun üzerine İngiliz Hükümeti, Malta’daki tutuklu Türkleri serbest bırakmak zorunda kalmıştır[34].

ABD ARAŞTIRMA HEYETLERİ

Bu arada ABD Başkanı Wilson’ın emriyle Henry C. King ile Charles R. Crane’den oluşan bir ABD Araştırma Kurulu 15 Nisan 1919’da Osmanlı Devleti’nde araştırma yapmak üzere görevlendirilmiştir. King-Crane Kurulu’nun çalışmalarının sonuçlanmasını beklemeden Başkan Wilson Anadolu’ya Ağustos 1919’un ikinci haftasında General James G. Harbord başkanlığında 12 kişilik bir Kurul daha göndermiştir[35]. ABD heyeti yaptığı incelemelerin sonucunda bölgede meydana gelen olayların Ermenilerin anlattığından tamamen farklı olduğunu tespit etmiştir. Özellikle Erzurum bölgesinde yaşayan Ermenilerle görüşen Harbord, kendilerine yönelik bir katliam olup olmadığını sormuş, Ermeniler böyle bir hadise olmadığını Harbord’ın kafilesindeki Ermeni tercümanlar vasıtasıyla anlatmışlardır. Harbord, bölgedeki incelemeleri sırasında Erzurum ve çevresinde Ermenilerin yaptığı Müslüman katliamının kalıntılarını da kendi gözleri ile görmüş ve sadece Hasankale’de 43 Köyün Ermeniler tarafından yerle bir edildiğini[36] tespit etmiştir.

Ancak Türklerin Ermenilere yönelik katliamı olmadığını, tersine Ermenilerin bölgedeki Türk halkını katlettiğini tespit eden Harbord raporu ve Harbord raporu ile benzer gözlemleri ihtiva eden King-Crane raporu, ABD kamuoyuna duyurulmamış ve gizli tutulmuştur[37].

OSMANLI DEVLETİNİN ARAŞTIRMA HEYETİ TEKLİFİ

Osmanlı hükümeti 13 Şubat 1919’da zorunlu göçün soruşturulması ve nedenlerinin tespiti amacıyla ikişer kişiden oluşan tarafsız bir komisyon kurulması için İsveç, Hollanda, İspanya ve Danimarka hükümetlerine bir nota vermiş, ancak bu devletler 6 Mayıs 1919’da verdikleri cevaplarda teklifi reddetmişlerdir[38].

TÜRK-ERMENİ UZLAŞTIRMA KOMİTESİ VE TÜRK-ERMENİ PLATFORMU ÇALIŞMALARI

ABD, Rusya ve AB’nin Türkiye ile Ermenistan’ı uzlaştırma çabaları kapsamında 9 Temmuz 2001’de iki ülke arasında Türk-Ermeni Uzlaştırma Komitesi (TARC) teşkil edilmiştir. Komite 11 Aralık 2001’de Ermeni temsilcilerin ortak bir bildirge yayınlayarak ayrılmalarıyla dağılmış[39], daha sonra tekrar teşkil edilerek çalışmalarına devam etmiştir. Ancak çalışmalarda beklenen ilerleme sağlanamayınca komite çalışmaları 2003’te sona ermiştir.

Takip eden süreçte Viyana Türk-Ermeni Platformu (VAT) kurulmuş ve Temmuz 2004’te Türk ve Ermeni tarafları üzerinde bilimsel araştırmalar yapılmak üzere belge değişimine başlamıştır.

Bu kapsamda Türk tarafı Amerikan, Alman, Fransız ve Avusturya arşivlerinden alınan 99 belgeyi Ermeni tarafına vermiş, Ermeni tarafı toplantıya gelmeyince Ermeni tarafına ait belgeler Artam Ohancanyan tarafından Türk Heyeti’ne iletilmiştir[40].

Türk tarafı 31 Aralık 2004’e kadar karşılıklı olarak 80 belgenin daha teatisini teklif etmiş ve 2005’in ilk yarısında toplantı yapılması kararı alınmıştır. Ekim 2005’te Ermeni tarafı “Osmanlıca belgeleri çevirmediği için” ek süre istemiş, Türk tarafı belgelerin tercümelerini vermeyi teklif etmiş[41], Ermeni tarafı bu teklife cevap dahi vermemiş ve süreç Ermenilerin olumsuz tutumu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

ERMENİLERİN TARAFINDAN ÜRETİLEN SAHTE BELGE VE RESİMLER

Ermenilerin soykırım iddialarını kanıtlayabilmek için sıkça başvurdukları yöntemlerden biri de sahte belge ve resim üretimidir.

Ermenilerin bu konudaki ilk icraatları ABD’nin İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau’ın tercümanı Arşak Şimavonyan ile katibi Agop Andonyan tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu ikili hayal mahsulü olayları olmuş gibi gösteren birtakım düzmece raporlar kaleme alarak büyükelçiye verirler. Görev süresinde karayoluyla İstanbul’un dışına bile çıkmayan ve meydana gelen olayları bu iki Ermeninin verdiği raporlarla izleyen Morgenthau Ermeni tercümanının ve katibinin yazdığı Anadolu Ermenilerine ilişkin düzmece raporları ABD Dışişlerine gönderir. Daha sonra bu raporlar “Ambassador Morgenthau’s Story(Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü)” adıyla basılmış ve Ermeniler tarafından soykırım delili olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kitap esasen Morgenthau tarafından değil, 15.000 Dolar karşılığında Burton J. Hendrick tarafından kaleme alınmıştır[42]. Kitapta yazılanlar ile Morgenthau’ın kendi tuttuğu “Günlük Hatıra Defteri” karşılaştırılınca kitapta yer alan saptırmalar ve sahtecilik açıkça ortaya çıkmaktadır. Heath Lowry kitapta yer alan bilgilerin gerçekleri nasıl saptırdığını “The Story Behind Ambassador Morgenthau’s Story(Büyükelçi Morgenthaau’ın Hikayesinin Perde Arkası)” adlı kitabında detaylı olarak anlatmaktadır[43].

Sahteciliğin bir diğer örneği Halep’te yaşadığı iddia edilen Naim Bey adlı bir Türk memurunun sözde hatıralarına dayanarak Aram Andonyan tarafından kaleme alınan “Naim Beyin Hatıraları” adlı kitaptır. Kitapta Talat Paşaya ait olduğu iddia edilen telgrafların tamamının sahte olduğu ortaya çıkmıştır[44]. Belgelerde yer alan ve Halep Valisi Mustafa Abdülhalik beye ait olduğu iddia edilen imzanın sahte olmasının yanı sıra o tarihte Halep Valisi Mustafa Abdülhalik bey değil Bekir Sami beydir. Ermeniler tarafından üretilen belge miladi ve Rumi takvim farkına dikkat edilmeden üretildiğinden belgedeki tarih ve sayı Osmanlı arşiv sistemindeki numaralandırma sistemine uymamaktadır. Örneğin belgede yer alan tarihe göre 502’den sonra numara alması gereken bir belgeye 1181 sıra numarası verilmiştir. Verilen sıra numarasında ise Sina çölünde artezyen kuyusu açılması ile ilgili gerçek belge bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin yazışmalarında resmi antetli kağıt kullanıldığı halde Andonyan belgeleri normal kağıda yazılmıştır ve o dönemde Halep vilayetinde Naim bey adlı bir Türk memurun yaşadığına dair kayda da rastlanmamıştır[45]. Diğer yandan Ermeniler tarafından üretilen bu belgelerde kullanılan Türkçe, dil ve gramer bakımından bozuktur ve Osmanlı yetkililerinin kullanması mümkün olmayan ifadelerle doludur[46]. Hollandalı tarihçi Erik Zürcher, Michael M.Gunter, Andrew Mango gibi yabancılar da Andonyan belgelerinin sahte olduğunu kabul etmektedir[47].

Ermeniler belge sahteciliğini Hitler üzerinden de sürdürmüş ve Hitler’in 2. Dünya Harbi’ni başlatan 1 Eylül 1939’daki Polonya saldırısından bir hafta önce Obersalzberg’te Alman generallerine Alman dilinde yaptığı konuşmadaki sözlerinin İngilizce çevirisine konuşma metninde bulunmayan “Ermenilerle ilgili” ekleme yapmıştır. Hitler konuşmasında “ölüm kıtalarıma Polonyalıları çoluk-çocuk, genç-ihtiyar ortadan kaldırma emri verdim” demiş ve Ermenilerin iddiasına göre sözlerine devamla “zaten Ermenileri kim hatırlıyor ki” ifadesini kullanmıştır. Oysa Hitler’in yaptığı konuşmanın orijinal metninde Ermenilerle ilgili böyle bir ifade yoktur[48]. Nitekim savaştan sonra savaş suçlularının yargılandığı Nüremberg mahkemesi Hitler’in bu konuşma metnini USA-29 ve USA-30 biçiminde numaralayarak onaylamıştır. Ancak bu metinlerde Hitler’in sarf ettiği iddia edilen Ermenilere ait cümle yer almamaktadır[49].

Sahte belge üretiminde Mustafa Kemal Atatürk’ü de kullanmaya çalışan Ermeniler, Fransız yazar Paul du Veou’nun bir kitabına dayanarak Mustafa Kemal Atatürk’ün 27 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da Divan-ı Harb-i Örfi de şahitlik yaptığını ve Türklerin Ermenileri katlettiğini söylediğini öne sürmektedir.

Fransız yazar Paul du Veou; muhtemelen İstanbul’un işgal altında bulunduğu 1919-1920’de itilaf devletlerinin denetiminde Ermenilerce Fransızca olarak çıkartılan Le Bosphore ve La Renaissance gazetelerinde “Declaration de Mustafa Kemal” ismiyle yayınlanmış olan gerçek dışı haberlerden etkilenerek ve doğru olup olmadığını tahkik etmeden bu bilgileri kitabının dipnotuna koymuş, bu bilgi daha sonra Ermeni papazı Jean Nasliyan tarafından da kullanılmıştır.

Ermeni papaz Naslian, Mustafa Kemal’i daha sonra kurulacak mahkeme üyesi olan “Nemrud Mustafa Paşa Divan-ı Harbi” adıyla anılan “Süleymaniyeli Mustafa Paşa” ile karıştırmıştır. Adı geçen Papaz’ın kitabı basılmadan önce, Ermeni yazarı Guerguerian durumu öğrenip söz konusu ifadenin bir hata olduğu kendisine hatırlatmış ve bu ifadenin kitaptan çıkarılması gerektiğini bildirilmişse de bu yapılmamıştır[50]. Nitekim Boston’da yayımlanan “The Armenian Review” adlı Ermeni dergisi de 1982 yılının sonbahar nüshasında yer alan James Tashjian imzalı makalede Atatürk’ün böyle bir açıklaması bulunmadığını kabul etmek zorunda kalmıştır. Makalenin başlığı “Atatürk’e Yanlışlıkla Atfedilen Beyan” adını taşımaktadır[51]. Ancak Ermeniler bu sözlerin Atatürk’e ait olduğu iddiasını konunun bilinmediği ortamlarda sürdürmeye devam etmektedir.

Atatürk’e ait olmayan sözleri Atatürk’ün sözleriymiş gibi sunan Ermeniler 2005 yılında Atatürk üzerinden bir sahteciliğe daha imza atmıştır. California eyaletinin UCLA Üniversitesinde soykırım konulu bir panel düzenleyen ABD Ermenileri konferans posterinde Atatürk’ü bir cesedin önünde poz verirken gösteren bir resim sergilemiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi Latife Hanıma gönderdiği orijinal kartpostal üzerinde Atatürk’ün ayakları önündeki köpek yavruları resimden çıkarılarak köpeklerin yerine bir çocuk cesedi fotoğrafı yerleştirilmek suretiyle Atatürk soykırımcı olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Fotoğrafın orijinali ile sahtesi aşağıda yan yana gösterilmiştir:

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image15

Ermenilerin fotoğraflar üzerinden sahte resim üretmelerine bir diğer örnek de Oxford Üniversitesince 2005 yılında basılan Donald Bloxham’ın “The Great Game of Genocide, Imperialism, Nationalism and the Destruction of the Ottoman Armenians (Büyük Soykırım Oyunu, Milliyetçilik ve Osmanlı Ermenilerinin Yok edilişi)” adlı kitabında yer almıştır. Erivan’daki Soykırım Müzesi’nde de sergilenen ve St. Lazar Mkhitarian koleksiyonuna ait olduğu belirtilen aşağıdaki fotoğrafın altında  “Türk resmi görevlisi açlıktan ölmek üzere olan Ermeni çocuklara ekmek göstererek alay ediyor” ifadesi yer almaktadır.

Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde ders veren, Avustralyalı tarihçi Prof Dr. Jeremy Salt fotoğrafta Osmanlı memuru olarak sunulan kişinin o dönemde kullanılan yakasız gömlek ve fes yerine ceket giyip, kravat takmasından ve fotoğrafta yer alan kişilerin vücut azalarının orantısızlığından şüphelenerek fotoğrafı bir laboratuvarda uzmanlara inceletmiştir.

Fotoğraf laboratuvarında fotoğrafın pikselleri 2400 kez büyütülünce fotoğrafın birçok yerden alınmış parçaların birleştirilmesi ile oluştuğu ve fotoğrafın sahte olduğu uzmanlar tarafından tespit edilmiştir.

Prof. Salt konuyu İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu’na taşıyınca Federasyonun Genel Koordinatörü ve “Asılsız İddialarla Mücadele Komitesi” Başkanı Servet Hassan, 19 Ekim 2009’da Oxford Yayınları Tarih Editörü Christopher Wheeler’a bir şikâyet mektubu göndermiştir. Wheeler 2 Kasım’da gönderdiği cevapta; hata yaptıklarını, birkaç parçadan oluşan fotoğrafın fotomontajla bir araya getirildiğinin anlaşıldığını, yani fotoğrafın sahte olduğunu kabul etmiş ve ellerinde bulunan kitabın stoklarını imha ettiklerini bildirmiştir. Ancak bu kitap başta İngiltere olmak üzere dünyadaki birçok ülke kütüphanesine dağıtılmıştır ve okuyucuya sunulmaya devam edilmektedir.

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image16

Ermeniler sahte resim montaj faaliyetlerini basılı kitaplar üzerinde de sürdürmektedir. Aşağıda gösterilen, “Der Völkermord an den Armeniern vor Gericht” (Ermeni Kıyımı Mahkeme Önünde) adlı kitapta kullanılan ve üst üste yığılmış kurukafalardan oluşan resmin sol üst köşesine Talat Paşa’nın resmi konularak “bu masum insanları Talat Paşa katletti” imajı verilmeye çalışılmaktadır. Kitabın iç kapağının arka sayfasına ise; “Kitabın üzerindeki fotoğrafın 1916/1917 yıllarında Batı Anadolu’daki kurukafalar piramidlerini yani Türk barbarlığını gösterdiğinden hiç kuşku duyulmaz” ifadesi yazılıdır.

Oysa resmin Ermenilerle hiçbir ilgisi yoktur. Halen Moskova’da, Tretyakov Devlet Galerisi’nde sergilenmekte olan resim Rus ressam Vasili Vasilyeviç Vereşçagin’in 1871 yılında yaptığı “The Apotheosis of War(Savaşın Tanrılaştırılması) adını verdiği tablosudur ve tablo Ermeni göçünden 44 sene önce yapılmıştır. Aynı montaj resim, Tessa Hofmann tarafından hazırlanan, Talât Paşa ile ilgili mahkeme tutanaklarının yer aldığı “Der Prozess Talaat Pascha” adlı kitapta da kullanılmıştır. Yani Ermeniler tarafından üretilen sahte belge ve resimleri, belgelerin sahte olup olmadığını araştırmadan ya da bilerek Ermeni tezlerine destek olanlar da kullanmaktadır.

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image17Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image18

Ermenilerin belgeler üzerinde yaptıkları sahteciliğin bir diğer şekli kendi katlettikleri Türklerin resimlerinin Türklerin katlettiği Ermeniler şeklinde gösterilmesidir. New York’ta Rusça yayımlanan “V Novom Svete” gazetesinde, Eduard Pariyants isimli bir Ermeni, Hocalı soykırımında öldürülen Türk çocuklarının resimlerini, 1915 yılı sözde Ermeni soykırımı kurbanları olarak göstermiştir. APA Ajansının haberine göre, bu gerçeği Florida’da yaşayan ve Ermeni terörüyle ilgili bazı kitaplar yazan Felix Tzertvadze ortaya çıkarmıştır. Söz konusu resimleri görünce Hocalı soykırımı kurbanlarını hemen tanıyan Tzertvadze, Azerbaycan devlet kurumlarına ve diaspora teşkilatlarına başvuruda bulunarak durumu bildirmiştir[52]. Buna benzer bir olay daha önce Almanya’da düzenlenen bir sergide de yaşanmıştır ve Erivan’daki soykırım müzesinde de bu tür resimler sergilenmektedir.

1912-1922 YILLARI ARASINDA DOĞU ANADOLU’DAKİ 4 VİLAYETTE KATLEDİLEN TÜRKLERİN SAYISI

Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy’nin tespitlerine göre 1912-1922 yılları arasında Anadolu’daki Müslüman nüfusun %18 i (2.500.000) hayatını kaybetmiştir. Türkiye’nin yalnızca doğu vilayetlerinde öldürülen Türklerin sayısı 1.189.132 kişi olup bunların illere göre dağılımı şu şekildedir[53] :

VİLAYET* KATLEDİLEN NÜFUS KATLEDİLEN NÜFUS ORANI
VAN 194.167 % 62
BİTLİS 169.248 % 42
ERZURUM 248.695 % 31
DİYARBAKIR 158.043 % 26
MAMURAT-İL AZİZ 89.310 % 16
SİVAS 186.413 % 15
HALEP 50.838 % 9
ADANA 42.511 % 7
TRABZON 49.907 % 4
TOPLAM 1.189.132 % 24

* Çizelgedeki vilayetler günümüz siyasi hudutlarına göre 19 ilimizi kapsamaktadır.

McCarthy tarafından verilen rakamlar incelendiğinde Erzurum vilayetinde Müslüman halkın %31’inin, Bitlis vilayetinde %42’sinin, Van vilayetinde ise % 62’sinin katledildiği ortaya çıkmaktadır. Justin McCarthy Türk ve Müslüman halkın kayıplarını hesaplama yöntemini açıklarken “ abartmalı hesaplamalara dayandığım yolunda eleştirilere fırsat vermemek için daima kendi tezimin aleyhine olacak sayıları esas tutmak ilkesini kabullendiğimden metinde verdiğim, Müslümanların ölüm telefatına ilişkin sayıların, gerçek ölüm telefatına göre düşük kaldığı varsayılabilir”[54] ifadesini kullanmaktadır.

Türkiye coğrafyasındaki katliamın yanı sıra, Trans Kafkasya’da Bakü, Gence, Tiflis, Kutaisi, Kars ve Revan(Erivan) bölgelerinde de 413.000 Türk ve Müslüman katledilmiştir. 1912-1922 yılları arasında Anadolu coğrafyasında katledilen 1.189.132 kişiye, Trans Kafkasya’da katledilen 413.000 kişi eklendiğinde katledilen Türk ve Müslümanların sayısı 1.602.132’ye ulaşmaktadır[55]. Üstelik katledilen Türklerin durumu zorunlu göç sırasında hayatını kaybeden Ermenilerin durumundan çok farklıdır. Ermenilerden ölenlerin çok büyük bir bölümü salgın hastalıklar ve yol şartları gibi sebeplerle hayatını kaybederken, Ermeniler tarafından katledilen Türkler ırkçı bir saldırının kurbanı olarak ağır işkenceler altında yok edilmiştir[56].

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image19

ERMENİ KATLİAMINDAN KAÇMAK İÇİN GÖÇ ETMEK ZORUNDA KALAN TÜRKLER

Katledilenlerin yanı sıra Ermeni zulmüne maruz kalan yörelerin Türk nüfusunun önemli bir bölümü de katliamdan kurtulabilmek için topraklarını terk etmek zorunda kalmış ve mülteci durumuna düşürülmüştür. Prof. Dr. Justin McCarthy’nin nüfus istatistiklerinden yaptığı tespitlere göre göç etmek zorunda kalan Türklerin bölgelere göre durumu aşağıdaki tabloda gösterilmiştir[57]:

BULUNDUĞU BÖLGE GÖÇ ETTİĞİ YER GÖÇ EDEN NÜFUS
TRABZON-ERZURUM DOĞUSU SAMSUN 79.100
ERZURUM SİVAS 300.000
ERZURUMUN.DOĞUSU-GÜNEYİ VE VAN MAMURAT-ÜL AZİZ 80.000
VAN-BİTLİS DİYARBAKIR 200.000
ARA TOPLAM 659.100
ÇEŞİTLİ BÖLGELERDEN DİĞER İLLERE 43.800
GENEL TOPLAM 702.900

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Arşivleri Genel Müdürlüğü Arşivindeki 7 Haziran 1919 tarihli belgede ise; “Erzurum, Trabzon, Bitlis, Van vilâyetleriyle Erzincan sancağı halkından bir milyonu geçen sayıda Türk ve Müslümanın her türlü sağlık ve hayat şartlarından ve devletin desteğinden mahrum olarak iç bölgelere doğru göçmek mecburiyetinde kaldığı, her geçen gün şiddetlenen saldırılar ve göçler sonucunda mültecilerden 701.166 kişinin öldüğü, bu miktarın hükümetin resmî kayıtlarına dayandığı, resmî kayıt dışında kalan tahminen 300.000’e yakın Müslüman nüfus da ilave edildiğinde yukarıda belirtilen dört vilâyetle bir sancak halkından göçler sırasında ölenlerin sayısının bir milyona ulaştığı” belirtilmektedir[58].

Dikkat edilirse belgede sadece 4 vilayet ile bir sancak halkından göç edenler hakkında bilgi verilmektedir. Bunlara diğer doğu vilayetlerinden göç edenler de eklendiğinde göç edenlerin sayısı 1,5 milyonu aşmaktadır. Nitekim Tasvir-i Efkȃr Gazetesi’nin 11 Mayıs 1919 tarihli nüshasında Ermenilerin öncülük ettiği Rus ordusunun istilasına uğrayan vilayetlerden göç eden Türklerin sayısı 1.604.031 kişi olarak verilmiş[59] ve bunlardan 701.166 Türk’ün Ermeni zulmü ve Rus istilasından kaçarken hayatını kaybettiği kaydedilmiştir. Bu belgede verilen Türklerin kayıpları yukarıda belirtilen Başbakanlık Arşivleri Genel Müdürlüğü Arşivindeki 7 Haziran 1919 tarihli belgede geçen miktarlarla birebir örtüşmekte ve göç etmek zorunda kalan miktar bölgedeki Müslüman nüfusun %69,5’ini oluşturmaktadır. Ancak bu miktarlar sadece göç sırasında hayatını kaybeden Türklerin sayısıdır. Bu rakama Ermeniler tarafından bulundukları bölgelerde katledilen ve Osmanlı belgelerinde katil ve maktullerin kimlik bilgileri ile katledilme şekilleri ayrıntılı olarak verilmiş olan 518.105 Türk ve Kafkasya’da katledilen 413.000 Türk ve Müslüman da eklendiğinde Ermeniler tarafından katledilen Türk ve Müslüman sayısı 1.931.105’e ulaşmaktadır.

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image20

Başbakanlık Osmanlı Arşivlerindeki 7 Haziran 1919 Tarihli Belge

Nitekim ABD eski Başkanı Reagan’ın hukuk danışmanı olan Bruce Fein : “Beyaz Saray 1981 yılında araştırma yaptı, Ermenilerin 2 milyonun üzerinde Türk’ü katlettiği ortaya çıktı. İşgalden kaçmak ve katliamdan kurtulmak için topraklarından göç etmek zorunda kalan Türkleri de eklediğimizde 1. Dünya Savaşındaki Türk kaybı 2.400.000 kişiye ulaşmaktadır. Ermeniler, kendi arşivlerini açmıyor, çünkü bu gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor. ……. Burada asıl önemli konu, Ermenilerin ihanetidir. Osmanlı kendisini savundu. Özellikle ABD’de yaşayan Ermeniler, soykırım yalanı ile büyük menfaat sağlıyor. ABD yönetimi de büyük paralar döndüğü için Ermenileri karşısına almak istemiyor. Ermeniler ısrarla kendi arşivlerini açmıyor. Çünkü yıllardır soykırım yalanı ile dönen getirimi kaybetmek istemiyorlar. Arşivler açıldığı anda gerçek ortaya çıkacak…[60]” ifadeleri ile yukarıdaki rakamların da üzerinde Türk’ün Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermeniler tarafından katledildiğini açıklamıştır.

TÜRK VE ERMENİ KAYIPLARININ KARŞILAŞTIRILMASI VE ERMENİSTAN’IN TOPRAK HEDEFİ

1. Dünya Harbi yıllarında zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilerle, Ermeni katliamı ve Rus işgali nedeniyle topraklarını terk etmek zorunda kalan Türk ve Müslümanların kayıpları mukayese edildiğinde aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır:

ERMENİLERİN KAYIPLARI
PAPAZ VAHAN VARDAPET’E GÖRE 280.000
KARA SCHEMSI’YE GÖRE 250.000
OSMANLI DEVLETİ ARŞİV BELGELERİNE GÖRE 56.610
TÜRK VE MÜSLÜMANLARIN KAYIPLARI
BRUCE FEIN’E GÖRE 2.400.000
KARA SCHEMSI’YE GÖRE 2.000.000
JUSTİN MCCARTHY’YE GÖRE 1.602.132*
OSMANLI DEVLETİ ARŞİV BELGELERİNE GÖRE 1.931.105**

Yukarıda belgeleriyle ortaya konulan bütün bu bilgiler sonucunda Birinci Dünya Savaşı yılları ve sonrasında zorunlu göç sırasında hayatını kaybeden Ermenilerden çok daha fazla sayıda Türkün ve Müslümanın savaş, göçler ve Ermeni katliamları nedeniyle hayatını kaybettiği ortaya çıkmaktadır. Ancak mağdur edebiyatı yapmakta oldukça başarılı olan Ermeniler 1. Dünya Savaşı’ndaki kayıplarını her yıl arttırmakta, Ermeni iddiaları konusunda Parlamentolarında karar alan ülkeler de Ermeni rakamlarını esas almaktadır.

Bu konuda Prof. Dr. Justin McCarthy o dönemde Anadolu’da yaşayan Ermenilerin sayısının 750.000 kadar olduğunu belirterek, bunların büyük bir kısmının daha savaş çıkmadan başka ülkelere göç ettiğini, bunların yok sayılması ve Türklerin Anadolu’da yaşayan Ermenilerin tamamını katlettiğinin varsayılması halinde bile Türklerin iddia edildiği gibi 1.500.000 Ermeni’yi katledebilmesi için her bir Ermeni’yi 2 kez öldürmesi gerektiğini, bunun ise imkânsız olduğunu[61] söylemektedir.

Ermeniler Türk katliamına 1. Dünya Savaşı’ndan sonra da devam etmiştir. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesiyle Türk ordusunun 1914 sınırlarına çekilmesini fırsat bilen Ermeniler Kars ve civarındaki 38 köyü yakıp yıkmış ve 14.620 kişiyi katletmiştir. Ermenilerin Sarıkamış bölgesinde 11.000 Türk’ü daha katletmesi üzerine TBMM seferberlik ilan etmiştir. Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Türk ordusu kısa sürede Sarıkamış, Kars ve 7 Kasım’da Gümrü’yü almış ve Ermenilerin ”ateş kes” talebi üzerine Ermenistan’la 3 Aralık 1920’de ”Gümrü Barış Anlaşması “ imzalanmıştır.

Sakarya zaferinden sonra ise Sovyet Rusya’nın aracılığıyla Sovyet Cumhuriyetleri olan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile TBMM Hükümeti arasında 13 Ekim 1921’de Kars Antlaşması imzalanmış ve daha önce 16 Mart 1921’de Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyet Rusya arasında imzalanmış olan Moskova Antlaşması’nın 3 Sovyet Cumhuriyeti için de geçerli olduğu kabul edilmiştir. Ancak Ermenistan Parlamentosu 6 Aralık 1989’da Türkiye’nin Ermenistan ile mevcut sınırının çizildiği 16 Mart 1921 tarihli Moskova Anlaşması’nı fesih kararı alarak Türkiye-Ermenistan sınırını kabul etmediğini ilan etmiştir.

Ermeniler halen Türk sınırlarını tanımamakta ve Bağımsızlık Bildirgesi’nde Türkiye’nin 19 ilini Batı Ermenistan adıyla Ermenistan hudutları içinde göstermektedir. Ermenistan Anayasası’nda başlangıç bölümünde “Ermeni halkı, Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’ni, Ermenistan Devleti’nin ve Ermeni milli ruhunun temel ilkeleri olarak kabul eder ” ifadesi bulunmakta, 13. maddesinde ise “Ermenistan Cumhuriyeti’nin armasının Ağrı Dağı ve Nuh’un gemisi ile dört Ermeni Krallığının armasından meydana geldiği” ifadesi yer almaktadır.

ERMENİLERİN TÜRK DİPLOMATLARINA SUİKASTLARI

Zorunlu göçten 10 yıl önce II. Abdülhamit suikastıyla Türk devlet adamlarını katletme yolundaki girişimlerini başlatan ve daha sonra Talat Paşa, Sait Halim Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Azmi, Cemal Paşa ve Enver Paşa’yı katleden ve Atatürk’e yönelik suikast girişiminde de bulunan Ermeniler 1973 yılından sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin dış temsilciliklerinde görev yapan diplomatlarını ve diğer Türk görevlilerini hedef alan 110 terör saldırısı daha gerçekleştirmiştir.

27 Ocak 1973 tarihinde Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir’in ABD’nin Kaliforniya Eyaleti’nin Santa Barbara şehrinde yaşlı bir Ermeni tarafından katledilmesiyle başlayan söz konusu süreçte Ermeniler tarafından 21 ülkenin 38 şehrinde yapılan saldırılarda 42 Türk ile dört yabancı hayatını kaybetmiş, 15 Türk ile 66 yabancı da yaralanmıştır.

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image21

Ermeniler Tarafından Katledilen Türk Diplomatlar ve Yakınları

ERMENİLERİN YABANCI PARLAMENTERLERE VE TARİHÇİLERE YÖNELİK TEHDİT VE TERÖR EYLEMLERİ

Ermeniler Türk diplomatlarına suikastların yanı sıra yabancı devletlerin parlamenterleri ve yabancı ülkelerin bilim adamları üzerinde de baskı kurmakta ve onları tehdit etmektedir. 1987 yılında Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından alınan “sözde soykırım” kararına dayanak oluşturan Vandemeulebroucke raporu AP Siyasi Komitesi tarafından oylanarak reddedilmesine rağmen, Ermenilerin tehdit ve baskıları sonucunda usulsüz olarak yeniden AP Genel Kurul gündemine alınmış, rapora ve karar taslağına karşı olan parlamenterler Parlamento içine sızan Ermeniler tarafından tehdit edilerek karar kabul ettirilmiştir. Toplantı sırasında söz alan Alman parlamenter Wedekind, kendisinin silahla tehdit edildiğini, bu şartlar altında toplantı yapılamayacağını[62] bildirmiştir. Ermeniler benzer tehdit ve eylemleri Ermeni meselesi ile ilgili karar tasarılarının görüşüldüğü tüm parlamentolarda uygulamaktadır.

Ermenilerin baskı ve tehditlerine maruz kalan bir diğer aydın grubu yabancı bilim adamları ve tarihçilerdir. 1984 yılında soykırım iddialarının asılsız ve haksız olduğu konusunda bildiri yayımlayan 69 yabancı tarihçi Ermeniler tarafından tehdit edilmiş ve Ermeni konusunda çalışan bazı bilim adamları çeşitli metotlarla susturulmak istenmiştir. Türkiye Büyükelçisine danışmanlık yaptığı için bir profesörün aleyhine basın kampanyası açılmış, Profesör Bernard Lewis Ermeni soykırımını inkâr ettiği iddiasıyla mahkemeye verilmiş ve Prof. Dr.Justin McCarthy’nin çalıştığı Üniversiteden kovulmasına çalışılmıştır[63]. Prof. Dr.Standford Shaw, Ermeni soykırımı diye bir şey olmadığını açıkladıktan sonra Ermenilerden tehdit almaya başlamış, ders verdiği sınıf basılmış ve Los Angeles’da Ermeniler tarafından evi bombalanmıştır. Hayat güvencesi kalmayan Prof. Shaw, 1981 yılında Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmıştır[64]. Yukarıda sadece birkaç örneği sunulan Ermeni terör eylemleri Ermenilerin gerçekleri duyma olgunluğuna bile sahip olmadıklarını göstermektedir.

ERMENİLERİN YENİ NESLİ TÜRK DÜŞMANI OLARAK YETİŞTİRMESİ

Ermeniler gerçekleri çarpıtmakla yetinmemekte ve yeni nesillerini de Türk düşmanı olarak yetiştirmektedir. 5 yaşından itibaren Ermeni çocukları Erivan’daki soykırım müzesine götürülerek sahte belgelerle, sahte resimlerle ve görsel-işitsel efektlerle beyinleri yıkanmaya başlanmaktadır.

Türkiye, Birleşmiş Milletler’in “Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesinin çalışmaları kapsamında nefret söylemlerinin durdurulması kararlarına” ve UNESCO’nun “öteki uluslara veya belli gruplara karşı önyargıları ve klişeleri ayıklamak üzere belirlediği kriterlere” uyarak tamamen haklı olduğu konularda bile diğer ülke ve milletleri incitebilecek ifadeleri ders kitaplarından çıkartmıştır. Ermeni ders kitapları ise Türklere karşı asılsız iddiaların yanı sıra birçok küfür, hakaret ve nefret söylemleri ile doludur[65]. Türkiye’ye dost olduğunu söyleyen birçok ülkenin Ermeni ders kitaplarındaki asılsız iddia ve hakaretleri kendi ders kitaplarına almaları ise bir tür akıl tutulmasıdır.

Ermenilerin ilkokul çocuklarına Türk bayrağını çiğneterek yaptırdığı yürüyüşe ilişkin aşağıdaki resim bu konudaki yaklaşımını göstermek için yeterlidir.

Ermeni-Sorunu-Omer-Lutfi-Tascioglu-image22

SONUÇ

Osmanlı Ermenileri Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında isyan ederek düşman saflarına geçmiş; Bulgar, Rus, İngiliz ve Fransız ordularının öncü birlikleri olarak Türk ordusuyla savaşmış, bir bölümü ise silahlı çeteler teşkil ederek masum sivil halkı katletmiştir. Söz konusu fiiller gerek o dönemdeki, gerekse günümüzdeki devletlerin ceza yasalarında vatana ihanet suçunu oluşturmakta ve bu suç için bu ülkelerin yasalarında idam cezası öngörülmektedir. Buna rağmen Osmanlı Devleti isyancı Ermenileri çoğu kez affetmiş, ancak affedilenler yeniden isyan ederek düşman orduları lehine faaliyetlerine ve sivil halkı katletmeye devam etmiştir. Ermeni isyanları savaşın sonucunu etkileyecek boyuta erişince ve masum sivil halka karşı girişilen katliamlar bölgenin nüfus yapısını değiştirmeye başlayınca Osmanlı Devleti bağımsız bir Ermenistan kurma amacında olan isyancı Ermenileri kendi toprakları içindeki savaş yaşanmayan bölgelere göç ettirmek zorunda kalmıştır.

Ermenilerin kayıplarına ilişkin olarak her gün birçok haber, kitap ve film gündeme taşınarak Osmanlı Devleti’nin haklı olarak başvurduğu göç uygulaması bir soykırım olarak sunulmakta, ancak Ermenilerin Türklere karşı uyguladıkları soykırım nitelikli toplu katliamlar ve Ermeni zulmünden kurtulmak için topraklarını terk etmek zorunda kalarak göç ve dönüş sırasında hayatını kaybeden Türkler hiç gündeme getirilmemektedir.

Yabancı diplomatların raporlarına göre; göç ettirilen 438.758 Ermeni’den 386.148’i (%82’si) salimen göç yerlerine ulaşmıştır. Göçler sırasında hayatını kaybeden 56.610 Ermeni’nin 9 katı Türk (518.105) Anadolu’da, 7 katı Türk ve Müslüman (413.000) ise Transkafkasya’da Ermeniler tarafından katledilmiştir.

Ermeni zulmünden kaçmak için göç etmek zorunda kalan Türklerin sayısı ise zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilerin (438.758) 3,5 katından fazladır (1.604.038) ve bunların üçte ikisi (1.000.000) yollarda hayatını kaybetmiştir. Bu miktar Ermeniler tarafından bulundukları bölgelerde katledilen Türklerin sayısına eklendiğinde öldürülen Türklerin sayısı 2 milyona ulaşmaktadır.

Ancak suçluyu mazlum yerine koyma konusunda oldukça başarılı olan Ermeniler uluslararası toplumu Türklerin Ermenilere soykırım uyguladığı yalanına inandırmak konusunda fazla bir güçlükle karşılaşmamaktadır. Ermeniler göç sırasında hayatını kaybeden Ermeni sayısını giderek arttırmakta ve yeni yetişen nesillerini Türk düşmanı olarak yetiştirmektedir.

Yabancı ülkeler ise inanmaya hazır oldukları bu yalanı temel alıp kendilerini tarihçi yerine koyarak parlamentolarında Türkleri soykırımla suçlayan kararları kabul etmekte, ders kitaplarında asılsız Ermeni iddialarına yer vermekte ve “soykırım olmamıştır” denmesini suç kabul eden yasalar çıkarmaktadırlar. Bu yaklaşım tarihi boyunca mertliği, dürüstlüğü, merhameti ve savaş ahlakı düşmanları tarafından bile kabul ve takdir edilen asil Türk milletine karşı yapılan büyük bir haksızlıktır. Asılsız Ermeni iddialarına inanarak Ermeni tezlerini destekleyen ülkeler 1912-1922 arasında Anadolu’da yaşanan tarihsel gerçeklere daha fazla duyarsız kalmamalı ve bu haksız tutumlarına son vermelidir.

KAYNAKLAR

A. ARŞİV BELGELERİ

  1. Osmanlı Arşivleri:

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No. 55-291, 55-341, 55-A/17, 55-A/77, 55-A/135, 57/110

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No: 55-A/17, 53/305

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti, Emniyet Umum Müdürlüğü 2. Şube, No: 2D/13

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No. 54-A/226

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Emniyet Umum Müdürlüğü 2. Şube Arşivi 68/71, 68/80-83-84, 68/101

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Şifre kalemi, Şifre No: 57/273, 58/124, 58/161, 59/123, 60/190

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Şifre kalemi, Şifre No:62/21(EK-30)

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bab-ı ȃli Evrak Odası, Şifre No:341055

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hariciye Nezareti, Mütareke, No: 43/17(EK-XX)

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hariciye Nezareti, Hazine-i Evrak, Karton 178, Dosya:23

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hariciye Nezareti Siyasi Kısmı: 2487/10, 8 N.1337 (7 Haziran 1919)

  1. Genelkurmay Arşivi:

Genelkurmay ATASE Arşivi, No: ½,Kls:528, Dos:2061,Fih:21-18,No: 4/3671

  1. Alman Arşivi:

Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arşivi: 1A Turkei 183, Armenien Bd.37, No: 7122, R.14086

  1. Amerikan Arşivi:

Amerikan Milli Arşiv ve Araştırma İdaresi (US Archives NARA) 867.48/271 : Ek 310

Amerikan Milli Arşiv ve Araştırma İdaresi (US Archives NARA) 867.4016/193,Copy No: 484

Amerikan Milli Arşiv ve Araştırma İdaresi (US Archives NARA); T1192, Roll 4, 860J.01/431

  1. İngiliz Arşivi:

İngiliz Devlet Arşivi Dışişleri Bürosu (British Foreign Office Papers), Nu: 371/6504/E.8515; Craigie, British Chargé d’Affaires et Washington, to Lord Curzon, No:722 of July 13, 1921

İngiliz Devlet Arşivi Dışişleri Bürosu (British Foreign Office Papers), Nu:371/6556/E.2730/800/44

  1. Rus Arşivi:

Rusya Federasyonu Devlet Arşivi : RGVİA, Fond 2100, liste 1, dosya 558, yaprak 172

B. KİTAPLAR

Aide –Mémorie Sur Les Droitsdes Minoritiés En Turquie,Présentée Aux Représentants Des Membres De La Société Des Nations, Association Nationale Ottomone Pour La Sociéte Des Nations, Constantinople, 1922

Ataöv, Türkkaya, “An Armenian Source: Hovannes Katchaznouni”, Ankara University Faculty of Political Science, Ankara, 1985

Ataöv, Türkkaya, “Hitler and the Armenian Question”, Ankara University Faculty of Political Science, Ankara, 1984

Atılgan İnanç – Moumdjıan Garabet, “Archival Documents of the Viennese Armenian-Turkish Platform”, Bentley University Academic CENTER, Los Angeles, California, 2009

Aya, Şükrü Server “Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau”, Belfast, 2013

Bakar, Bülent, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2009

Ermeni Komitelerinin Amaçları ve İhtilal Hareketleri, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etütler Başkanlığı Yayınları, Ankara 2003

Gürkan, Uluç, “Malta Yargılaması, Özgün İngiliz Belgeleriyle” Kaynak Yayınları, İstanbul , 2014

Halaçoğlu, Yusuf, “Ermeni Tehciri ve Gerçekler(1914-1918)”, Türk Tarih Kurumu Yayınları Sayı 90, Ankara, 2001

İrandust, “Dvijuşie Silı Kemalistskoy Revolyutsii, Gosudarstvenoe İzdatelstvo”, Moskova,-Leningrad, 1928

Kaçaznuni Ovanes, “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok”, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005,s.4-5; “The Armenian Revolutionary Federation (Dashnaksoution) Has Noting To Do Any More”, Armenian Information Service”, New York, 1955

Kantarcı, Şenol, “Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeniler ve Ermeni Lobisi”, Aktüel yayınları, İstanbul, 2004

Konukçu, Enver, “Ermenilerin Yeşilyayla’daki Türk Soykırımı (11-12 Mart 1918)”, Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü Yayını No: 674, Ankara, 1990

Livre Bleu du Gouvernement Britannique Concernant le Traitement des Armeniéns Dans Le’empire Ottoman 1915-1916 (Mavi Kitap ).

Lowry, Heath, “The story Behind Ambassador Morgenthau’s Story, The Isis Press, İstanbul, 1990

Mazıcı, Nurşen,”ABD’nin Güney Kafkasya Politikası Olarak Ermenistan Sorunu”, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2005

McCarthy, Justin, “Ölüm ve Sürgün”, Çeviren: Bilge Umar, İnkılap Yayınları, Ankara, 1995

Orly Saldırısı Davası (19 Şubat-2 Mart 1985), Şahit ve Avukat beyanları, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1985

Öğün, Tuncay, “Unutulmuş Bir Göç Trajedisi Vilayat-ı Şarkiye Mültecileri(1915-1923)”, Babil Yayıncılık, Ankara, 2004

Özdemir Hikmet, Çiçek Kemal, Turan Ömer, Çalık Ramazan, Halaçoğlu Yusuf, “Ermeniler: Sürgün ve Göç”, Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara, Ermeniler: Sürgün ve Göç, Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara, 2004

Perinçek, Mehmet “Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi”, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2012

Selvi, Haluk, “Geçmişten Günümüze Ermeni Sorunu ve Avrupa”, Sakarya Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Yayını, Sakarya, 2006

Süslü, Azmi, “Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi rektörlüğü Yayın No:5, Ankara, s.149-150;

Turabian, Aram,” Les Volontaires Armeniéns Sous Les Drapaux Francais”, Marceilles, 1917

Uras, Esat, “Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi”, Türkiye Matbaacılık ve Gazetecilik A.O., Belge Yayınları, İstanbul, 1987

Urfalı Mateos,”Vekayiname (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1131-1162)”, Çeviren: Hrant D. Andreasyan, Ankara, 1987

Zürcher, Erick Jan, “Turkey: A Modern History”, London, 1997

C. MAKALELER

Çakmak, Zafer, “Mondros Mütarekesi Sonrası Ermeni-Rum-Yunan İşbirliği”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2, , Elazığ-2006

Ertürk, Suzan, “I. Balkan Savası’nda Bulgar Ordusundaki Anadolu Ermenileri”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, XII/2 (Kıs 2012)

Fein, Bruce, “Lies, Damn Lies And Armenian Deaths”, Huffpost World, June 4, 2009

Kantarcı, Şenol ,“Ermenilerce Atatürk’e Atfedilen Sözler ve Divan-ı Harb-i Örfi ile Ermeni Teröristleri Tarafından Şehit Edilenlere Atatürk’ün Gösterdiği İlgi”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı: 4, Ankara, 2002

Kasım, Kamer, “Turkish-Armenian Reconciliation Commission: Missed Opportunity”, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 4, Aralık 2001, Ocak-Şubat 2002

LEWY, Guenter, “Ermeni Sorununu Yeniden Tartışmak”, Ermeni Araştırmaları, Sayı 18, Ankara, Yaz 2005

McCarthy, Justin, “Bırakın Tarihçiler Karar Versin”, Ermeni Araştırmaları, Sayı 1, Ankara, Mart-Nisan-Mayıs 2001

Tacar, Pulat, “Avrupa Parlamentosunun 1987 Yılında Aldığı”, Ermeni Araştırmaları , Sayı 18, Ankara, Yaz 2005

“Vefat Eden Bilim Adamları”, Ermeni Araştırmaları, Sayı:23-24, Ankara, 2006

Yılmaz, Salih, “Ermenistan Cumhuriyeti’nde Okutulan 10. Sınıf Tarih Ders Kitabında Türkler Aleyhine İfadeler ve Sözde Ermeni Soykırımı”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı:177, Aralık 2008

D. TEZLER

Taşcıoğlu, Ömer Lütfi, ”Belgelere Göre Türk-Ermeni İlişkilerinde Katliam ve Soykırım İddiaları”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 24 Haziran 2014

E. GAZETELER, İNTERNET KAYNAKLARI

Diplomatik Gözlem: http://www. diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-6082, Erişim: 2 Şubat 2010

Müslüman Muhacirler”, Tasvir-i Efkȃr, 11 Mayıs 1919

The New Near East, Volume 6, Nu 7, 31 Ocak 1920

T.C. Başbakanlık Basın yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ; “ “Bir Ermeni Sahtekârlığı Daha”, Gün Seher Gazetesi, Bakü, 30 Ekim 2007

F. ULUSLARARASI KONFERANS

McCarthy, Justin, “ Turkish-Armenian Relations”, TASAM 3. Dünya Türk Forumu, Trakya Üniversitesi, Edirne, 29 Mayıs 2014

[1] Urfalı Mateos,”Vekayiname(952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1131-1162)”, Çeviren: Hrant D. ndreasyan, Ankara, 1987, s.171

[2] Salih Yılmaz, “Ermenistan Cumhuriyeti’nde Okutulan 10. Sınıf Tarih Ders Kitabında Türkler Aleyhine İfadeler ve Sözde Ermeni Soykırımı”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı:177, Aralık 2008, s.112

[3] Aide –Mémorie Sur Les Droits Des Minoritiés En Turquie,Présentée Aux Représentants Des Membres De La Société Des Nations, Association Nationale Ottomone Pour La Sociéte Des Nations, Constantinople, 1922, s. 13-14

[4] Livre Bleu du Gouvernement Britannique Concernant le Traitement des Armeniéns Dans Le’empire Ottoman 1915-1916 (Mavi Kitap ).

[5] Gnkur.Atase Arşivi, No: ½,Kls:528, Dos:2061,Fih:21-18,No: 4/3671; Aram Turabian, Les Volontaires Armeniéns Sous Les Drapaux Francais, Marceilles,1917, s.6

[6] Ermeni Komitelerinin Amaçları ve İhtilal Hareketleri, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etütler Başkanlığı Yayınları, Ankara 2003, s. 164.

[7] Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi rektörlüğü Yayın No:5, Ankara, s.149-150; British Foreign Office Papers, Public Record Office, Nu:371/6556/E.2730/800/44

[8] Süslü, age, s.149-150 ; Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler(1914-1918)”, Türk Tarih Kurumu Yayınları Sayı 90, Ankara, s. 62-63

[9] Yusuf Halaçoğlu, “Ermeni Tehciri ve Gerçekler(1914-1918)”, (1914-1918)”,Türk Tarih Kurumu Yayınları Sayı 90, Ankara, 2001, s.66 ; Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No. 55-291, 55-341, 55-A/17, 55-A/77, 55-A/135, 57/110

[10] Halaçoğlu, age, s.66-67 ; Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No: 55-A/17, 53/305

[11] Bülent Bakar, “Ermeni Tehciri”, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2009, s.200-212

[12] Halaçoğlu, age, s.58; Dahiliye Nezareti, Emniyet Umum Müdürlüğü 2.Şube, Nr: 2D/13

[13] US Archives NARA 867.4016/193,Copy No: 484

[14]Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi: No. 54-A/226 ; Halaçoğlu, age, s.67-68

[15]Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Türkiye Matbaacılık ve Gazetecilik A.O.,Belge Yayınları, İstanbul, 1987, s.136-143

[16]Halaçoğlu, age, s. 72-77; Dahiliye Nezareti Emniyet Umum Müdürlüğü 2. Şube Arşivi 68/71, 68/80-83-84, 68/101, 57/110

[17] Hikmet Özdemir, Kemal Çiçek, Ömer Turan, Ramazan Çalık, Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler: Sürgün ve Göç, Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara, 2004, s.75 ; US Archives NARA 867.48/271 : Ek 310

[18] Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, age, s.147; Dışişleri Bakanlığı Arşivi, Hazine-i Evrak, Karton 178, Dosya:23

[19] Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler.., age, s. 81-82

[20] Dahiliye Nezareti Şifre kalemi, Şifre No: 57/273, 58/124, 58/161, 59/123, 60/190

[21] Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler.., age, s.81

[22] Dahiliye Nezareti Şifre kalemi, Şifre No:62/21(EK-30)

[23] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bab-ı ȃli Evrak Odası, Şifre No:341055

[24] Özdemir “v.d”, age, s. 141

[25] US Archives, NARA; T1192, Roll 4, 860J.01/431 ; Özdemir “v.d”, age, s. 137

[26] Mehmet Perinçek, “Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi”, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2012, s.228, Belge No:100; İrandust, Dvijuşie Silı Kemalistskoy Revolyutsii, Gosudarstvenoe İzdatelstvo, Moskova,-Leningrad, 1928, s. 67,69 vd.,

[27] Özdemir ”v.d”, age, s. 140 ; The New Near East, Volume 6, Nu 7, 31 Ocak 1920, s. 28

[28] Suzan Ertürk, I. Balkan Savası’nda Bulgar Ordusundaki Anadolu Ermenileri, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, XII/2 (Kıs 2012), s.121-140

[29] Zafer Çakmak, Mondros Mütarekesi Sonrası Ermeni-Rum-Yunan İşbirliği, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2, , Elazığ-2006, Sayfa: 403-412

[30] Perinçek, “Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi”, age, s.141, Belge No: 55; RGVİA Fond 2100, liste 1, dosya 558, yaprak 172

[31] Türkkaya Ataöv, “An Armenian Source: Hovannes Katchaznouni”, Ankara University Faculty of Political Science, Ankara, 1985, s.3-13

[32] Ovanes Kaçaznuni, “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok”, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005,s.4-5; “The Armenian Revolutionary Federation (Dashnaksoution) Has Noting To Do Any More”, Armenian Information Service”, New York,1955

[33] British Foreign Office Papers, Public Record Office Nu: 371/6504/E.8515: Craigie, British Chargé d’Affaires et Washington, to Lord Curzon, No:722 of July 13, 1921

[34] Uluç Gürkan, “Malta Yargılaması, Özgün İngiliz Belgeleriyle” Kaynak Yayınları, İstanbul , 2014

[35] Nurşen Mazıcı,”ABD’nin Güney Kafkasya Politikası Olarak Ermenistan Sorunu”, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2005, s.54

[36] Şenol Kantarcı, “Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeniler ve Ermeni Lobisi”, Aktüel yayınları, İstanbul, 2004, s.149-150

[37] Mazıcı, age, s.56-57

[38] Osmanlı Arşivi,Hariciye Nezareti, Mütareke, No: 43/17(EK-XX)

[39] Kamer Kasım, Turkish-Armenian Reconciliation Commission: Missed Opportunity, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 4, Aralık 2001, Ocak-Şubat 2002

[40] İnanç Atılgan – Garabet Moumdjıan, “Archival Documents of the Viennese Armenian-Turkish Platform”, Bentley University Academic CENTER, Los Angeles, California, 2009, s.22-23

[41] Diplomatik Gözlem: http://www. diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-6082, Erişim: 2 Şubat 2010

[42] Şükrü Server Aya, “Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau”, Belfast, 2013, s. 11-15-182

[43] Heath Lowry, “The story Behind Ambassador Morgenthau’s Story, The Isis Press, İstanbul, 1990

[44] Guenter Lewy, “Ermeni Sorununu Yeniden Tartışmak”, Ermeni Araştırmaları, Sayı 18, Ankara, Yaz 2005

[45] Şinasi Orel and Süreyya Yuca, “ The Talat Pasha Telegrams, Historical Fact or Armenian Fiction?”, Nicosia, 1983

[46] Orly Saldırısı Davası (19 Şubat-2 Mart 1985), Şahit ve Avukat beyanları, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1985, s.42

[47] Erick Jan Zürcher, “Turkey: A Modern History”, London, 1997, s. 121

[48] Türkkaya Ataöv, “Hitler and the Armenian Question”, Ankara University Faculty of Political Science, Ankara, 1984, s.3-11

[49] Orly Saldırısı Davası (19 Şubat-2 Mart 1985), Şahit ve Avukat beyanları, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1985, s. 46

[50] Şenol Kantarcı, “Ermenilerce Atatürk’e Atfedilen Sözler ve Divan-ı Harb-i Örfi ile Ermeni Teröristleri Tarafından Şehit Edilenlere Atatürk’ün Gösterdiği İlgi”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı: 4, s. 92-121, Ankara, 2002

[51] Orly Saldırısı Davası, age, s.47

[52] T.C. Başbakanlık Basın yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ; “Bir Ermeni Sahtekârlığı Daha”, Gün Seher Gazetesi, Bakü, 30 Ekim 2007

[53] Justin McCarthy, “Ölüm ve Sürgün”, Çeviren: Bilge Umar, İnkılap Yayınları, Ankara, 1995, s. 273 ; Haluk Selvi, Geçmişten Günümüze Ermeni Sorunu ve Avrupa, Sakarya Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Yayını, Sakarya, 2006, s.102

[54] McCarthy, age, s. 380

[55] McCarthy, “Ölüm ve Sürgün”, age, s. 265

[56] Enver Konukçu, “Ermenilerin Yeşilyayla’daki Türk Soykırımı (11-12 Mart 1918)”, Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü Yayını No: 674, Ankara, 1990, s.18-26- 54-57-68-91-93

[57] McCarthy, “Ölüm ve Sürgün”, age, s. 265

[58] Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hariciye Nezareti Siyasi Kısmı: 2487/10, 8 N.1337 (7 Haziran 1919)

[59] Ömer Lütfi Taşcıoğlu, ” Belgelere Göre Türk-Ermeni İlişkilerinde Katliam ve Soykırım İddiaları”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 24 Haziran 2014, s.276-277;Tuncay Öğün, “Unutulmuş Bir Göç Trajedisi Vilayat-ı Şarkiye Mültecileri(1915-1923)”, Babil Yayıncılık, Ankara, 2004, s. 37;” Müslüman Muhacirler”, Tasvir-i Efkȃr, 11 Mayıs 1919, s.2

[60] Bruce Fein , “Lies, Damn Lies And Armenian Deaths”, Huffpost World, June 4, 2009

* Bu miktarın 413.000’i Kafkasya’da katledilen Türk ve Kafkasya’da katledilen Türk ve Müslümanların sayısıdır .

** Bu miktarın 1.000.000’u Rus işgali ve Ermeni zulmünden kaçarken yollarda hayatını kaybeden, 518.105’i Ermeniler tarafından bulundukları bölgelerde katledildiği belgelenen, 413000’i ise Kafkasya’da katledilen Türk ve Müslümanların sayısıdır.

[61] Justin McCarthy, “ Turkish-Armenian Relations”, TASAM 3. Dünya Türk Forumu, Trakya Üniversitesi, Edirne, 29 Mayıs 2014

[62] Pulat TACAR, Avrupa Parlamentosunun 1987 Yılında Aldığı, Ermeni Araştırmaları , Sayı 18, Yaz 2005

[63] Justin McCArthy, Bırakın Tarihçiler Karar Versin, Ermeni Araştırmaları, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001

[64] Vefat Eden Bilim Adamları, Ermeni Araştırmaları, Sayı:23-24, 2006

[65] Yılmaz, “Ermenistan Cumhuriyeti’nde Okutulan 10. Sınıf Tarih Ders Kitabında Türkler Aleyhine İfadeler …”, agm, s.116-129

Kaynakhttp://ahsenokyar.com/?p=90215

Özgür Siyaset Derneği Seçim Hilelerine Karşı Bilinçlendirme Kılavuzu

Özgür Siyaset Derneği Seçim Hilelerine Karşı Bilinçlendirme Kılavuzu

Oy-una Gelmeyin !!!

SEÇİM SİSTEMİMİZ, SEÇİM ŞAİBELERİ VE ÖNERİLER – Ömer Lütfi TAŞCIOĞLU

SEÇİM SİSTEMİMİZ, SEÇİM ŞAİBELERİ VE ÖNERİLER

Ömer Lütfi TAŞCIOĞLU

Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Öğrencisi ve Temiz Seçim Platformu Kurucu Üyesi, Emekli Kurmay Albay, Araştırmacı

Kaynak: Türkiye Barolar Birliği Dergisi Ocak-Şubat 2014, Sayı 110, ss. 241-280 http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2014-110-1346

Özet: 2003 ve 2008 yıllarında yapılan kanun değişiklikleri ile seçimlerde yazılım alt yapısı olarak SEÇSİS sistemi uygulamaya konulmuş ve seçmen kayıtlarının tutulmasında İçişleri Bakanlığınca yürütülen MERNİS, seçim sonuçlarının aktarılmasında ise Adalet Bakanlığı’nca yürütülen UYAP projesi kullanılmaya başlanmış, böylece anayasaya göre YSK tarafından yürütülmesi gereken seçim siste mi idareye devredilmiştir.

Bu çalışmada seçim sistemleri hakkındaki genel değerlendirmeyi müteakip, MERNİS, UYAP ve SEÇSİS projeleriyle seçimlerin yürütülmesinde ortaya çıkan aksaklıklar ve bunların sonucu olarak referandum ve seçimler yoluyla halkın gerçek iradesinin sandığa tam olarak yansımamasının sonuçları mukayeseli olarak incelenmiş ve sonuç bölümünde bu tür aksaklıkların ortadan kaldırılması için alına bilecek tedbirler ortaya konulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Seçim, Seçmen, YSK , SEÇSİS, Seçim Hileleri

GİRİŞ

Seçim konusunda Türk ve yabancı birçok bilim adamının çalışmaları mevcuttur. Ancak bunlar daha ziyade seçim usulleri, seçimlerde kullanılan farklı yöntemlerin halk iradesini yansıtma oranları, temsilde adaleti sağlamak için alınabilecek yöntemler gibi konuları içermektedir. Oysa Türkiye’deki sorun seçim sistemlerinden ziyade devletin resmi kurumlarının açıkladığı nüfus ve seçmen verilerine ait bilgiler arasındaki büyük farklılıklar, seçmen kayıtlarının tutulmasında ve seçimlerin uygulanmasında karşılaşılan sorunlar ve seçim hileleri ile ilgilidir ki bu alandaki bilgilerin çoğu seçmen verilerine ve seçimlerde bizzat tanık olunan olaylara dayanmaktadır. Bu nedenle geçmişten günümüze kadar kullanılan seçim sistemleri ile ilgili bilgiler özet olarak ele alınmış, konunun asıl can alıcı noktası olan ve günümüzde meclisin yapısını dolayısıyla ülkemizin kaderini etkileyen seçmen verileri ve seçim hileleri ile ilgili bilgilere ise daha geniş şekilde yer verilmiştir.

SEÇİM SİSTEMLERİNİN ÖNEMİ VE SEÇİM UYGULAMALARI

Seçim sistemi seçimlerden sonra seçime katılan parti ve bireylerin seçim sonuçlarının semeresini almasını, başka bir deyişle alınan oyların Parlamentoda sandalyeye dönüşmesini sağlayan en önemli yöntemdir.[1] Seçim sisteminin belirlenmesi, aynı zamanda anayasa ya da kanun koyucunun önündeki en önemli siyasal tercihlerden birini de oluşturmaktadır. Çünkü seçim sistemi, başta siyasal partilerin sayısı olmak üzere, siyasal sistemin birçok unsurunu derinden etkilemektedir.[2] Seçim sisteminin hem oy verenlerin tercihlerini yansıtan, hem de istikrarlı bir hükümet oluşturan bir meclisin oluşumunu sağlayabilmesi yıllar geçtikçe daha da önem kazanmaktadır.[3] Bu açıdan bakıldığında seçimlerin ülkelerin kaderini doğrudan etkilediğini söyleyebiliriz.

Türkiye’de kullanılan seçim sistemleri çoğunlukla seçim konusundaki deneyimleri daha fazla olan ülkelerin sistemlerinden alınmış ve zaman zaman bu sistemler kendi bünyemize uyarlanarak kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet ile başlayan seçim sürecine ilişkin ilk kanun 2 Ağustos 1908 tarihli Milletvekili Seçimi Geçici Kanunu’dur. Cumhuriyet’in kuruluşunu takiben milletvekili seçimi esasları 1924 Anayasası ile belirlenmiş, daha sonra 14 Aralık 1942 tarih ve 4320 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu çıkarılmış ve çok partili sisteme geçişe paralel olarak 5 Haziran 1946 tarih ve 4918 sayılı seçim kanunu, müteakiben, 16 Şubat 1950 tarih ve 5545 sayılı seçim kanunu ve 26 Nisan 1961 tarih ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanun çıkarılmıştır.

Türkiye’de 1950-1960 dönemi arasında gerçekleştirilen üç seçimde de liste usulü çoğunluk sistemi uygulanmıştır. Bu sistemde, bir seçim çevresinde birden çok milletvekili seçilmekte ve siyasi partiler, seçilecek milletvekili kadar aday belirleyerek listelerini oluşturmaktadırlar. Çoğunluk kuralı uygulandığından bir çevrede en çok oy alan parti, o seçim çevresindeki temsilciliklerin tümünü kazanmaktadır. Bu sistem, temsilde adaleti sağlamadığı gerekçesiyle artan tepkiler üzerine kaldırılmıştır.[4]

1950 seçimlerinde Demokrat Parti oyların yüzde 53.4’ ü ile TBMM üyeliklerinin yüzde 83.6’sını kazandığı halde, Cumhuriyet Halk Partisi oyların yüzde 39,8’i ile milletvekilliklerinin ancak yüzde 14,4’ ünü elde edebilmiştir. 1954 ve 1957 seçimleri de benzer sonuçlar vermiştir. Bu aşırı orantısızlık 1950’1i yıllarda demokrasinin kesintiye uğramasında önemli bir etken olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla, 1961 Anayasasını ve seçim kanunlarını hazırlayan Kurucu Meclis, Millet Meclisi seçimleri için seçim çevresi barajı d’Hondt sistemini[5], Cumhuriyet Senatosu seçimleri için de çok isimli basit çoğunluk sistemini kabul etmiştir. 1964 yılında yapılan değişiklikle, her iki Meclis seçimlerinde de d’Hondt usulünün uygulanması kararlaştırılmıştır. 1965 yılında seçim kanunu bir kere daha değiştirilerek, her iki Meclis için milli bakiye (ulusal artık) sistemi kabul edilmiştir.[6] Bu kapsamda kontenjan uygulamaları yapılmış, ülke seçim bölgelerine bölünmüş, bölge ve / veya ülke geneli bazında baraj düzenlemeleri getirilmiştir. Bazı seçimlerde ise bunların tümü bir arada uygulanmıştır.[7]

1961-1980 döneminde Nispi Temsil Sistemi’nin uygulamasıyla birlikte, parlamentoda temsil edilen partilerin sayısında bir artış meydana gelmiştir. Millet Meclisinde, 1961 seçimlerinde 4, 1965 seçimlerinde 6, 1969 seçimlerinde 8, 1973 seçimlerinde 7, 1977 seçimlerinde 6 parti temsil edilmiştir. %10 barajının uygulandığı mevcut seçim sisteminin ise küçük partilerin parlamentoda temsilini engellediği açıktır. Nitekim 1983 ve 1987 seçimlerinde ancak üçer parti parlamentoya girebilmiştir. Buna karşılık 1991 seçimlerinde beş partinin parlamentoda temsil sağladığı görülmektedir.[8] 1987 ve 1991 seçimlerinde hem ülke ve bölge (seçim çevresi) barajı, hem de kontenjan uygulaması kullanılmıştır. 1995 ve 1999’dan sonra da uygulamaya devam edilen %10 ülke barajlı d’Hondt sistemi özellikle 2002 seçiminde ciddi dengesizlikler yaratmış, iki parti dışındaki partilerin ve % 45 civarında oyun temsil edilememesine yol açmıştır.[9]

Seçim sistemleri tercihinde dikkate alınması gereken en önemli husus halkın tüm kesimlerinin temsil edildiği dolayısıyla sesini duyurabildiği bir Parlamento yapısının oluşmasına imkân sağlanmasıdır.

Bu yapılmadığı takdirde tek başına iktidara gelen bir parti diğer partilerin görüşlerini alma ihtiyacı bile duymayan bir eğilim içine girebilir ki bu tür bir yönetimi bir tür diktatörlük olarak adlandırmak da mümkündür.[10]

2002 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ

Türkiye üzerinde hedefi olan ülkelerin özellikle Atatürk’ün ölümünden sonraki süreçte kendi çıkarlarına hizmet edebilecek liderleri Türkiye’de iktidara getirmek için çaba harcadıkları gerçeği o dönemde algılanamamışsa da günümüzde artık halkın bir kısmı tarafından bilinmektedir.

2002 yılı milletvekili genel seçimlerinde kesinleşmiş hapis cezası olduğu için AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Anayasa’nın 76. maddesine göre milletvekili adayı olamamış, Erdoğan’ın önünün açılması için CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın da oluru alınarak ilgili Anayasa maddesinin değiştirilmesi sonucu, Erdoğan “yasaklı” olmaktan kurtarılmıştır. Daha sonra Yüksek Seçim Kurulu(YSK), bir köydeki birkaç yüz oyun kaybı nedeni ile Siirt seçimlerini iptal etmiş ve Siirt milletvekili olanların milletvekillikleri düşmüştür. Siirt’ten birinci sırada seçilmiş olan milletvekilinin yeniden yapılacak seçimlere girmeyeceğini YSK’ ya bildirmesini müteakip kanuna göre, 2002 seçimlerinde AKP’nin ikinci sıradaki adayının birinci sıraya yükseltilmesi gerekirken ve dışarıdan yeni bir aday atanması da mümkün değilken, Erdoğan Siirt’ten aday yapılmış ve kanuna aykırı olan bu işlem YSK tarafından onaylanarak Erdoğan TBMM’ne milletvekili olarak sokulmuştur.[11]

Benzer şekilde Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan HADEP’in yerine kurulan DEHAP’ın yöneticileri seçim evrakında sahtecilik suçundan hüküm giydiğinden DEHAP’ın aldığı oyların geçersiz kalması ve seçimlerin yenilenmesi gerekirken, baraj altında kalan diğer partilerin bu konudaki müracaatları YSK tarafından reddedilmiş ve böylece DEHAP’a ve 2002 seçimlerine YSK eliyle meşruiyet kazandırılmıştır.[12]

Cumhuriyet tarihinin en adaletsiz seçimi 2002’dir. Seçimde % 1’in üzerinde oy almış olmasına karşın 9 parti mecliste temsil edilememiştir. Bu anlamda baraj uygulaması en fazla % 9,54 oy almış olan DYP’yi etkilemiştir. Temsil edilemeyen partinin ve oy oranının en fazla olduğu 2002 seçimlerinde % 1’lik oy 327.530 seçmene (41.407.027 kayıtlı seçmen x % 79,1 katılım oranı x % 1) karşılık gelmektedir. Meclise giremeyen DYP’ye verilen yaklaşık 3 milyon 125 bin oy söz konusu partide temsil edilmezken, toplam 14.846.935 (% 45,33) oy parlamento dışında kalmıştır. Bu seçimlerden sonra birçok siyasi parti adeta siyasetten silinmiş[13] ve meclise sadece AKP ve CHP girebilmiştir. 2002 seçimlerinin Türk siyasi hayatına nasıl yansıdığına biraz dikkat edildiğinde çok partili sisteme geçtiğimiz 1946 yılından beri her seçimde ya iktidar, ya da muhalefet olarak TBMM’de temsil edilen merkez sağın birden bire TBMM dışında kalarak yerine AKP’nin konumlandığı görülmektedir. Bu durum, makalenin devamında ele alınan seçim hileleri ve özellikle elektronik seçim hileleri ile birleştirildiğinde Türkiye’de iktidara istenen partinin taşınabilmesi için Merkez sağın planlı bir şekilde meclis dışında bırakıldığı konusundaki şüphelere ağırlık kazandırmaktadır.

YÜKSEK SEÇİM KURULU ( YSK ) VE SEÇİMLERDEKİ ROLÜ

YSK ilk kez 1961 Anayasası ile teşkil edilmiştir. 1982 Anayasası’nda da muhafaza edilen YSK, “Cumhuriyetin Temel Organları” bölümünde ve “Seçimlerin Genel Yönetimi ve Denetimi” başlığı altında yer almıştır.

1982 Anayasası’nın 79. Maddesinde; “Seçimler yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır. Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve TBMM üyelerinin seçim tutanaklarını kabul etme görevi YSK’ nındır. YSK kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz. YSK ve diğer seçim kurullarının görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. YSK, yedi asil ve dört yedek üyeden kuruludur. Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay genel kurullarınca kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçilir. Bu üyeler salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir Başkan ve bir Başkanvekili seçerler” hükmü yer almıştır.

MERNİS, UYAP VE SEÇSİS

Kısa adı MERNİS olan “Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi” kapsamında Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarına sayısal kimlik numarası verilerek nüfus kayıtları veri tabanı oluşturulmuştur. Ancak MERNİS projesi İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne (NVİGM) bağlı bir sistemdir. Yani idareye bağlı bir birim tarafından yürütülmektedir. Projenin başlatıldığı 1960’lı yıllardan bu yana sistem veri tabanına girilen ölü ve sağ kişi sayısı 120 milyonu geçmiş durumdadır. Buna göre Türkiye’nin nüfusu 75 milyon, kayıtlı kişi sayısı ise 120 milyondur.[14] MERNİS sisteminde adres göstermek kaydıyla inşaat halindeki evlere bile seçmen kaydı yapmak mümkündür. Nitekim farklı illerde yaşayan bazı vatandaşlar, kendileri ve aile fertleri ile hiçbir ilgisi bulunmayan ve hiç tanımadıkları kişilerin kendi evleri adres gösterilmek suretiyle seçmen kaydedildiklerini bildirerek İlçe Seçim Kurulu vasıtasıyla YSK’ ya başvuruda bulunmuştur.

MERSİN’in Erdemli İlçesi’ne bağlı Ayaş Beldesi’nde, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerine göre nüfusun 4224, seçmen sayısı ise 2693 olarak gözükmekte olduğunu tespit eden Ayaş Beldesi Merkez Mahallesi’nde oturan 100 kişi, muhtarlıklarda asılan listelerde hayali isimler olduğu ve kendi evlerinde tanımadığı kişilerin oturduğunun gözüktüğü iddiasıyla İlçe Seçim Kurulu’na itirazda bulunmuştur. 22 Temmuz seçimlerinde mahallesinde 145 seçmenin bulunduğu hatırlatan Çanakçı Mahalle Muhtarı Hasan Okur, “mahallede askıya çıkan listede 210 seçmen gösterildiğini, listeyi tek tek inceleyerek 55 yabancı isim saptadığını ve bu isimleri tanıyan da bilen de çıkmadığını, bu nedenle Erdemli İlçe Seçim Kurulu’na itiraz ettiğini ve diğer mahallelerde de hayali seçmenlerin bulunduğunu iddia etmiştir.[15]

Ayaş Beldesi’nin Merdivenlikuyu Mahallesi’nde oturan Ahmet Dölek ise seçmen listesini incelediğinde kendi evinde tanımadığı 8 kişinin daha oturduğunun görüldüğünü belirterek bu seçmenlerle ilgili itirazda bulunduğunu bildirmiş, Yemişkumu Mahallesi’nde oturan Kemal Kabar ise, “Listeleri incelediğimde kendi ev adresinde oturan 2 kişi daha saptadığını, bu kişileri tanımadığını, beldeye yabancı kişilerin kayıtlarının yapılmaması ve yapılanların ise yetkililer tarafından silinmesini istediğini belirtmiştir.[16]

İstanbul Beylikdüzü’nde ise CHP İlçe Başkanı Güzel Yücel Aslıoğlu, CHP adayı Vecdet Öz’ün az bir farkla seçimi kaybetmesinin ve AKP adayı Yusuf Uzun’un 942 oy farkla belediye başkanlığını kazanmasının ardından kendisine ulaşan ihbarlar üzerine Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’na seçimlere hile karıştırıldığı iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Aslıoğlu, şikayet dilekçesinde, “Otel konaklama listesinden de anlaşılacağı gibi 390 kişi ilçe dışından bölgemize dönemin belediye başkanı eski AKP’li, bağımsız aday Vehbi Orakçı tarafından getirilmiş, seçim sabahı 07.30’da otelden çıkış yapan bu kişiler görevli oldukları sandıklara dağıtılmıştır. Kayıtlı olmadıkları için Beylikdüzü’nde oy kullanamayacak olan bu kişiler eski başkanın yandaşı olması dolayısıyla sandık kurullarında görevli gösterilmiş ve oy kullanmaları sağlanmıştır” iddiasında bulunmuş, ayrıca “Büyükçekmece İlçe Seçim Kurulu Başkanı İbrahim Doğan’ın da maddi menfaat beklentisinde olduğunu, şikayetlerini dikkate almadığını, oylarının kasıtlı olarak geçersiz sayıldığını, sahte oy pusulalarının ele geçirildiğini” öne sürmüştür. 15 ay süren soruşturmanın ardından 23 Haziran’da iddianameyi tamamlayan savcılık; seçimlerde bazı usulsüzlükler yapıldığını belirterek, İlçe Seçim Kurulu Başkanı İbrahim Doğan hakkında “görevi kötüye kullanmak” suçundan dava açmış, Polis tarafından kaybolduğu ve imha edildiği iddia edilen oy pusulalarıyla ilgili olarak da 29.03.2009 tarihinde tutanak tutulduğuna yer verilen iddianamede, “Sandık kurullarında belirtilen kişilerden sadece 3 tanesinin Beylikdüzü ilçesi seçim listesinde kayıtlı olduğu tespit olunmuştur” ifadesi yer almış ve 387 sandık bulunan Beylikdüzü’nde sadece sandık görevlisi olarak 384 kişinin başka yerden gelerek oy kullandığı tespit edilmiştir.[17]

Basına yansıyan bu örneklerin benzerlerinin Türkiye’nin başka yerlerinde de meydana geldiğini ve aynı adrese birden fazla aile yazıldığını da düşündüğümüzde iktidarın elindeki MERNİS’in seçim hileleri için önemli bir araç olarak kullanılabileceği ortaya çıkmaktadır.

Kısa adı UYAP olan “Ulusal Yargı Ağı Projesi”, sistemin bir diğer ayağını teşkil etmektedir. Esasen yargı faaliyetlerinin tek bir merkezde toplanarak kontrol edilmesi amacıyla hazırlanan UYAP sisteminin seçim sonuçlarının işlenmesinde kullanılmaya başlanmasıyla YSK’ ya ait olan bu görev ve yetki de Anayasa’ya aykırı olarak idareye devredilmiş olmakta, başka bir deyişle seçim sonuçları ile ilgili tüm bilgilere Adalet Bakanlığı’nca dolayısıyla hükümet tarafından erişilebilmekte ve müdahale edilebilmektedir.

AKP iktidara geldikten sonra 25 Nisan 2003 tarihinde “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkındaki Kanun Tasarısını TBMM’ne göndermiş[18] ve tasarı kabul edilerek SEÇSİS (Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü Sistemi) uygulamaya konulmuştur.

Yazılım alt yapısı olarak SEÇSİS’e geçişe paralele olarak seçmen kayıtlarının tutulmasında İçişleri Bakanlığı kontrolündeki MERNİS, seçim sonuçlarının aktarılmasında ise Adalet Bakanlığı kontrolündeki UYAP projesi kullanılmaya başlanmış, böylece anayasanın 79. Maddesinde belirtilen; “Seçimler yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır” hükmüne göre yargı (YSK) tarafından yürütülmesi gereken seçimler, YSK’ nın kendi rızasıyla, ya da göz yummasıyla YSK’dan alınarak dolaylı olarak hükümetin eline teslim edilmiştir. YSK’nın teşkil edildiği 1961 yılından itibaren yapılan tüm mahalli ve genel seçimler YSK yetki ve sorumluluğunda icra edildiği halde YSK’nın seçmen kayıtlarının tutulması, seçimlerin icrası ve seçim sonuçlarının işlenmesi ve değerlendirilmesi yetkisinin YSK’dan alınarak dolaylı yoldan hükümete (idareye) devredilmesi Türk siyasi tarihinde bir ilktir ve kuvvetler ayrılığı ilkesine tamamen aykırıdır. Bu suretle hükümet yürütmenin yanı sıra yargının iktidarları belirleyen seçimleri kontrol etme yetkisine de sahip olan en önemli bölümünü de ele geçirmiş olmaktadır. 12 Eylül referandumuyla yüksek yargı organlarının yapısını değiştirerek yeni ihdas edilen kadrolara atanacakları belirleme imkânını da elde ettiği dikkate alındığında bu son uygulama ile yüksek yargı organlarının neredeyse tamamının hükümetin denetimine girdiğini söylemek abartılı bir değerlendirme olmayacaktır.

SEÇSİS İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR

SEÇSİS sistemiyle ilgili çalışmalara 1986 yılında Hacettepe Üniversitesinde başlanmış, 1987 yılında Sistem Çözümleme ve Tasarım Raporu hazırlanmış ve Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğüne 45 uçlu veri giriş sistemi alınmıştır. 1988 yılında ilk pilot uygulama olarak Ankara’nın Çankaya, Bala, Şereflikoçhisar ilçelerinde seçmen yazımı yapılmıştır. 1989 yılında, aynı Üniversite tarafından hazırlanan SEÇSİS Projesi Olurluluk Raporu Yüksek Seçim Kurulu’nca kabul edilmiş ve 2004 yılına değin kullanılan “çevrim-dışı” (off-line) SEÇSİS Sisteminin geliştirilmesi kabul edilmiştir. Bu sistemde, ilçelerden posta yoluyla gelen seçmen yeni kayıt, değişiklik-düzeltme gibi formlardaki bilgilerin Merkezi Seçmen Kütüğüne işlenmesi, bu kütükten yararlanılarak, Merkezde (Ankara’da) seçimlerde kullanılmak üzere, sandık seçmen listeleri, seçmen bilgi kâğıtları ve diğer listelerin dökülmesi ve nakil araçlarıyla ilçelere ulaştırılması öngörülmüştür.

1990 yılında 7, 1991’de 4 il seçmen bilgileri Merkezi Seçmen Kütüğüne katılmıştır. 1992 yılında 110 uçlu UNISYS A16 bilgisayar sistemi satın alınmış ve geliştirilen “Çevrimdışı SEÇSİS Uygulama Yazılımı” kullanılmaya başlanmıştır. 1996 yılında 5, 1997’de 3, 1999’da 2, 2000’de 8, 2002’de 2, 2003’de 1 ve 2004’de de 2 ilde seçmen bilgilerinin Merkezi Seçmen Kütüğüne girişine devam edilmiş ve toplam 35 (otuz beş) ilimize bağlı 421 İlçedeki yaklaşık 26 milyon seçmene ilişkin bilgilere göre Ankara’ da hazırlanan listeler kamyonlarla ilçelere gönderilerek 28.03.2004 tarihinde yapılan Mahalli İdareler Seçimi’nde kullanılmıştır.

2004 yılı Mahalli İdareler Seçiminden itibaren tüm seçimlerde ve referandumlarda kullanılan SEÇSİS’de 81 İl, 957 İlçe ve MERNİS’e göre belirlenen seçmenlerle ile ilgili tüm bilgiler, yapılan seçimler, kullanılan oylar ve seçim sonuçları tek bir merkezde toplanarak düzenlenip kontrol edilmektedir. SEÇSİS kapsamında ilçe seçim kurullarının yazılım programı ile Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğü’nün tüm ilçelerle bağlantı kurabilmesi için Sun Fire E 6800 sistemini içeren bilgisayar sistemi satın alınmıştır.[19]

SEÇSİS kapsamında Türkiye’de merkezi seçmen kütüğünü kuran “Sun Microsystems” projesi; “The Network is The Computer (iletişim ağı bilgisayardır)” vizyonu ile “herkesin ve her cihazın ağa bağlandığı bir dünyayı” yani “kontrol kulesindeki tek bir el tarafından yönetilebilen dünyayı” öngörmektedir.[20] Sun Microsystems; finans, üretim, medya, savunma sanayii, kamu kesimi gibi alanlarda 100’ün üzerinde ülkede faaliyet göstererek, bu ülkeleri ve dünyayı kontrolü altına almakta ve bu sistemler aracılığı ile “Büyük Ağabey” sistem kurduğu ülkelerin vatandaşlarını gözetlemekte, izlemekte, kontrol etmekte, yönlendirmekte ve denetlemektedir. Gizli servislerin en gizli sistemlerine, en korunaklı bankaların yazılım altyapılarına girip, bilgi ve para aktarımı yapılabildiğine göre, sisteme egemen olan “gizli bir el tarafından” böyle bir şeyin “kullanılan oyların gideceği adres için” yapılabilirliği de göz ardı edilmemelidir. Elektronik aletleri getirip bu sistemi kuranlar, alt yapısını, veri tabanını oluşturanlar ve danışmanlık yapıp düzenleyenler yabancılar olduğuna göre, sisteme hükmetme, verilere sahip olma ve “efendilerinin” istekleri dahilinde sisteme dışarıdan girerek verileri değiştirme olanağına da sahiptir. Sanal iletişimin geçerli olduğu çağımızda, bilgilere ulaşmak için, pencereyi kırarak binalara girmek gerekmemekte, şifreleri kırmak yeterli olmaktadır.[21] Sistemin şifresi elinde bulunan biri tarafından, herhangi bir ülkeden elektronik oy sayımına dışarıdan müdahale edilebilmekte ve istenilen partiye istenilen miktarda oy çıkartılabilmektedir.[22]

SEÇSİS’ İN SEÇİMLERDE KULLANILMASI

Türkiye’de ilk kez AKP’nin oyunun yüzde 34’den yüzde 47’ye fırladığı 22 Temmuz 2007 seçimleri, tamamen bilgisayar destekli yapılmıştır. SEÇSİS sisteminde YSK yabancı bir şirketin (Ofer’lerin) sahibi olduğu Telekom alt yapısını kullanmaktadır. YSK merkezinde mevcut kurulu ana bilgisayar, Sun Fire E 6800’dür)[23]. Ayrıca Adalet Bakanlığı’nın UYAP sistemi ile YSK’ nın SEÇSİS sistemi arasında 10 Mbs. hızında “Metro Ethernet” hattı bulunmaktadır. Her terminalde yapılan işlem ve kayıt, SEÇSİS Java tabanlı yazılım tarafından işlenerek sonuçlar ana bilgisayarda toplanmakta ve istenen bilgiler toplu olarak elde edilmektedir. Sandık kurullarında oyların sayılıp sonuçların elle yazıldığı tutanaklar, ilçe seçim kurulundaki bilgisayarda yüklü olan SEÇSİS yazılımı üzerindeki tutanağa geçirilmekte, daha sonra ilçe seçim kurulları tutanak toplamlarını il seçim kurullarına, bu kurullar da SEÇSİS üzerinden YSK’ ya bildirmektedir. Telekom alt yapısı kullanılarak oluşturulmuş olan bu dışa kapalı ağ ortamı (intranet) dış müdahalelere karşı sadece firewall (güvenlik duvarı) ve VPN’ nin sağladığı MD5 güvenlik seviyesi ile korunmaya çalışılmaktadır ve merkezi sistem ile terminaller arasında her hangi bir özel şifreleme mevcut değildir. SEÇSİS projesinde kullanılan veritabanı (bilgilerin toplandığı yer) yazılımı Java teknolojisi destekli Oracle’dir ve bu yazılımın önemli güvenlik açıkları mevcuttur. Bu nedenle firma sürekli olarak güncellemeler/güvenlik yamaları yayınlamaktadır.[24] YSK, seçimlerde kullanılan “Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü Sistemi” için, yetkili tek kurum olan İstanbul Teknik Üniversitesi Ulusal Yazılım Sertifikasyon Merkezi’nden sertifika da almamıştır.[25] Yani sistemin güvenlik sertifikası yoktur.

Ülkemizde yapılan seçimlerde il ve ilçe seçim kurullarında kullanılan Windows işletim sistemlerinin Microsoft mamulü en büyük “bilgi çalar” sistemi olduğunu öne sürenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Almanya’da, ABD tarafından askeri sırların bu sistemle transfer edildiği yıllar önce tespit edilmiştir. Windows işletim sistemleri ve bu sistem üzerine kurulu ağ ortamları yıllardır “hacker”ler (bilgisayar sistemine izinsiz girenler) tarafından delik deşik edilmektedir[26] ve 5-6 yıldan beri Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok büyük ülkede devlet kurumlarında kullanımı yasaklanmıştır.

ALMANYA’DA KULLANILAN SEÇİM SİSTEMİ VE OY SAYIM YÖNTEMİ

2009 yılında Almanya Federal Seçimlerinde oyların bilgisayar yoluyla toplanması ve sonuçların bu yolla hesaplanması konusu kamuoyu ve partiler tarafından tartışılmıştır. Bilgisayarlı sistemin oy sahteciliğine yol açacağı görüşünün hakim olması üzerine konu Federal Alman Anayasa Mahkemesi’ne intikal ettirilmiştir. Konuyu inceleyen Federal Alman Anayasa Mahkemesi Almanya’da seçimlerden sonra yapılacak oy hesaplarının bilgisayar ile yapılamayacağı sonucuna varmış ve klasik yöntemlerin kullanılmasına devam edilmesine karar vermiştir. Federal Almanya seçim sisteminde mahalle veya köylerde sandıklara atılan oylar orada bulunan ve tüm siyasi partilerin temsil edildiği kurullarca ortak olarak sayıldıktan sonra sayım sonuçları ilçelere, ilçelerden illere, illerden eyaletlere, eyaletlerden de Federal Seçim Bürosu Başkanlığı’na gelmektedir. Tüm bu aşamalarda her siyasi partinin temsilci bulundurma zorunluluğu vardır.[27]

İlçe, şehir düzeylerinde oylar sayılırken bilgisayar yardımı sadece ilk ve kesin olmayan seçim sonuçlarını erken yansıtabilmek amacıyla kullanılmaktadır. Ancak bu sayımlar seçim sonuçlarının kesin tespitine yönelik değildir. Kesin seçim sonucu tespiti için ilçe, il, eyalet ve federal düzeyde her partiden oluşan kurullar elle sayım yaparak sonuçları tek tek toplamaktadır. Birbirine paralel yürüyen bu çok kontrollü sayım ve sonuç sisteminin yanı sıra, bir de Federal Seçim Bürosu’nun sonuçlarını kontrol eden ve tüm siyasi partilerden oluşan bir kurul mevcuttur. Federal Seçim Bürosu sayım sonuçlarını bu kurula teslim ettikten sonra bu kurul tüm oy zincirini yeni baştan ve klasik sayım yöntemiyle yeniden kontrol etmektedir.[28] Türkiye’de ise, her aşamada tüm siyasi parti temsilcilerinin sayım ve toplamada bulunma şartı olmamasının yanı sıra, paralel olarak yürüyen birden fazla zorunlu kontrol sistemi bulunmamaktadır.

PARDUS-LINUX İŞLETİM SİSTEMİ VE SEÇSİS’LE MUKAYESESİ

Linux işletim sistemi 1991 yılında Finlandiyalı üniversite öğrencisi Linus Torvalds tarafından geliştirilen ve bilgisayarlar başta olmak üzere sunucular, mobil telefonlar, iş istasyonları, televizyonlar, oyun konsolları, eğitim simülatörleri, otomobiller ve hatta uçaklar tarafından kullanılan güvenlik sertifikası bulunan bir sistemdir. Dünya üzerinde halen 16 ülkenin resmi ve özel kuruluşlarında kullanılan sistemin Türkiye’ye özgün sürümü TÜBİTAK BİLGEM tarafından 2003 yılında Pardus-Linux adıyla milli yazılım sistemi olarak geliştirilmiştir. Pardus[29]’un ilk ürünü olan Pardus CD 1.0. sürümü 1 Şubat 2005 tarihinde piyasaya sürülmüş olup, bugüne kadar bireysel kullanıcılar için 5 ana, 9 ara sürüm ile, kurumsal kullanıcılar için 2 ana sürüm geliştirilmiştir. Son olarak 2012 yılında sistemin Debian tabanlı yeni bir sürümü piyasaya sürülmüştür. Pardus yazılımı Türkçe’nin dışında Almanca, Azerice, Fransızca, Hollandaca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Katalanca, Lehçe, Portekizce, İsveççe, Rusça ve Macarca dillerini de desteklemektedir. Türkiye’de Pardus-Linux sistemini kullanan kurumlar ile Pardus’un desteklediği diller EK-A’da, Linux işletim sistemi kullanan yabancı ülkelere ait bilgiler ise EK-B’de sunulmuştur.

Günümüzde birçok ülke işletim sistemi olarak Linux altında çalışan kendi işletim sistemlerini kullanırken ve Türkiye’nin kendi geliştirdiği milli yazılım olan PARDUS-Linux işletim sistemi mevcutken, seçim yazılımı gibi güvenlik açısından hayati önemi haiz bir alanda güvenlik sertifikası olmayan ve ABD tarafından müdahaleye açık Windows işletim sistemi altında çalışan SEÇSİS siteminin kullanılması düşündürücüdür.

SEÇSİS projesinde omurga ve portal anahtarı, portal güvenlik duvarı, portal saldırı tespit ve korunma sistemi ve portal yük dengeleyicisi olarak “CISCO” güvenlik ürünlerinin kullanıldığı YSK sitesinde bilgi olarak yer almaktadır. CISCO bir ABD firmasıdır. CISCO güvenlik sistemlerinin nasıl “hack”[30] edilebileceğine ve güvenlik açıklarına dair çok sayıda makale ve yazı bulunmaktadır.

ABD Columbia Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Bilimleri Bölümü’nde doktora öğrencisi Ang Cui ve Cui’nin tez danışmanı Profesör Salvatore Stolfo, Cisco’nun VoIP telefonlarında ciddi güvenlik açıkları tespit ettikleri, yönlendirici (router) ve yazıcılar gibi gömülü sistemlerde çalışacak bir güvenlik yazılımı hazırlarken bu açıklardan bazılarını bulduklarını ve söz konusu açıklar sayesinde Cisco VoIP telefonların rahatlıkla birer dinleme aygıtı olarak kullanılabileceğini ortaya çıkartmıştır.[31]

Bilişim uzmanı Ertan Kurt ise Cisco IOS yazılımı ağ adres çevirme (NAT) özelliğinin sistem protokollerin çevriminde çeşitli servis kullanımı engelleme (DoS) açıklarından etkilendiğini ve birden fazla güvenlik açığının bulunduğunu rapor etmiştir.[32]

Cisco IOS yazılımının güvenlik açıklarına ilişkin olarak ABD başta olmak üzere yabancı basında da birçok bilgi mevcuttur. Konuyla ilgili detaylara Cisco’nun kendi web sayfasında; “Cisco IOS Software Protocol Translation Vulnerability” başlığı altında da yer verilmiştir.[33]

ABD’NİN SİBER CASUSLUK İMKÂN VE KAABİLİYETİ

Diğer yandan, SEÇSİS yazılım sistemi kesinlikle üçüncü bir güvenlik yazılımıyla içsel olarak korunmamakta ve/veya çalışmasının doğruluğu kontrol edilmemektedir. Yani mevcut yazılıma dışarıdan bir Script(küçük program) ile müdahale edilebilir. Daha açık bir ifadeyle sistem veritabanı, işletim sistemi, yazılım ve güvenlik olarak tamamen ABD teknolojisi olan SEÇSİS sisteminin bütün anahtarları ABD’nin elindedir ve sisteme her an dışarıdan müdahale edilmesi, dolayısıyla hile yapılması mümkündür. Washington’un 15 mil kuzeyinde bulunan National Security Agency(NSA) vasıtasıyla son dönemde büyük ölçüde elektronik ve data istihbaratına yönelen ABD ihtiyaç duyduğu bilgilere büyük ölçüde bilgisayar ağları üzerinden erişmektedir. ABD eski Başkanı George W. Bush’un Milli İstihbarat Direktörlüğü’nü yapan Mike McConnell, Başkan Obama’ya verilen günlük istihbarat brifinglerindeki bilgilerin en az % 75’inin siber casusluk yoluyla elde edildiğini bildirmektedir.[34] Başkan Bush döneminde NSA başkanlığı, daha sonra ise CIA başkanlığı görevini yürüten Michael Hayden, konuyu şu sözlerle özetlemektedir; “İhtiyaç duyduğunuz bilgileri diğer ülkelerin network sistemlerine girerek elde ediyoruz. Bu işi yapan en başarılı ülke biziz”.[35]

NSA için internet ağı üzerinden bilgi hırsızlığı yapan kuruluşun adı Tailored Access Operations(TAO)’dur. TAO görevlilerinin büyük bölümü siber casusluk konusunda özel eğitim almış ordu mensuplarından oluşmaktadır. TAO personeli bilgi çalmak üzere hazırlanmış özel yazılımlar yüklenmiş bilgisayarlar üzerinden dünya üzerindeki tüm bilgisayarlara girebilmekte ve elde ettiği bilgileri değerlendirilmek üzere Fusion Center (Birleştirme Merkezi)denilen merkeze aktarmaktadır. ABD, NSA üzerinden yabancı ülkelerin bilgisayar ağlarına girerek saatte 2 petabytes (2,1 milyon gigabytes) bilgi toplamaktadır ki bu miktar yüzmilyonlarca sayfa dokümana denk düşmektedir.[36] Bu veriler ışığında Çin Halk Cumhuriyeti’nde yayınlanan Official People’s Daily gazetesinin ABD’yi; Real Hacking Empire (Gerçek Bilgi Hırsızlığı İmparatorluğu) olarak adlandırmasına şaşırmamak gerekmektedir.

ABD VE YUNANİSTAN SEÇİMLERİNDE BİLGİSAYAR KULLANIMI

Yukarıda verilen bilgiler ışığında benzer bilgisayar destekli seçim sistemi, ABD’nin bazı seçimlerinde kullanılmış ve bazı bölgelerde hile yapıldığı tespit edilmiştir.

2000 yılında ABD başkanlık seçimlerinde George W.Bush lehine seçimlere hile karıştırıldığı iddialarından sonra bizzat hileyi yazılımı üreten bilgisayar programcısı Clint Eugene Curtis’in 13 Aralık 2004 tarihinde ABD Temsilciler Meclisi Adalet Komisyonu Demokrat Parti üyeleri önünde verdiği yeminli ifadenin bant çözümü EK-C’de sunulmuştur.

Clint E. Curtis; yeminli ifadesinde; “seçim sonuçlarını dışarıdan fark edilmeyecek, anlaşılamayacak şekilde ayarlayabilecek yazılımların üretildiğini, 2000 yılı Ekim ayında, şu anda Kongre üyesi olan Tom Feeney için Oviedo Florida’da çalıştığı şirket adına bir prototip programı bizzat kendisinin ürettiğini, söz konusu yazılımlarla seçimleri kazanması istenen adayın oy miktarı istendiği oranda yükseltilirken, rakibinin oy miktarının düşürüldüğünü, yapılan hileyi sandık görevlilerinin de, seçim kurulunun da görmesinin imkânsız olduğunu, böyle bir hileli yazılımın seçim programı içine yerleştirildiğinin ancak bilgisayar programcıları tarafından yazılımın içine girerek araştırma yapılması sonucunda saptanabileceğini, ya da tüm oy pusulalarının elle tek tek sayılarak çıkan sonucun ilan edilen sonuçla karşılaştırılması suretiyle belirlenebileceğini, gizli yazılımın başka türlü belirlenmesinin imkânsız olduğunu, bu kapsamda Ohio’da yapılan başkanlık seçimlerinin de hileli olduğunu, söz konusu hilenin belirlenebilmesi için tüm partilerin ortak çaba harcayarak bilişim uzmanlarına seçim yazılımlarını inceletmeleri gerektiğini”[37] belirtmektedir.

14 Eylül 2007 Yunanistan seçimlerinde de benzer bir yazılım kullanılmak istenmişse de ABD seçimleri örnek gösterilerek yapılan yoğun baskılar sonucu kullanılmaktan vazgeçilmiştir.

Dünyanın en büyük yatırım bankalarından JP Morgan’ın seçim sonuçlarının sanal ortamda aktarılmasını sağlayan Sun Microsystems şirketine bu sistemi kurabilmesi için kredi kullandırmış ve Sun Microsystems’ın benzer bir yazılım programı için Yunanistan’da da ihaleyi kazanmış, ancak Yunan hükümeti “Bu şirketin Amerika’daki seçimlere hile karıştırdığı yolunda bilgiler var” gerekçesiyle ihaleyi iptal etmiştir.[38] Türkiye’nin ihaleyi bu şirkete verirken bunu göz önüne alıp almadığı ise merak konusudur. Bunun da ötesinde JP Morgan’ın seçimlerden önce bir anket yaptırmış, Bankanın anket yaptırdığı Türk kamuoyu araştırma şirketinin “AKP’nin 2007 seçimlerini yüzde 48 oyla kazanacağı bilgisini verdiği, seçim skandalı iddialarının ortaya çıkmasından sonra şirketin sahibinin, sanki kendi araştırması kastediliyormuş gibi “Hile yok, varsa söyleyen belgesini getirsin” diyerek öfkelendiği bilinmektedir.[39]

SEÇSİS SİSTEMİNDE UYGULANABİLECEK HİLELER

Yukarıda aktarılan bilgiler ışığında; “SEÇSİS sisteminde hile yapmak mümkün müdür?” sorusunun yanıtı, “evin anahtarını emanet ettiğimiz bekçi, isterse evi soyabilir mi?” sorusunun yanıtı ile aynıdır.[40] Ancak konuya ilişkin olarak medyada yer alan tüm eleştirilere rağmen Türkiye’de yapılan referandum ve seçimlerde SEÇSİS sisteminin kullanılmasına devam edilmektedir.

Bu sistemle uygulanabilecek iki aşamalı bir hile senaryosu şöyle olabilir: Sandık tutanakları Windows XP işletim sistemi yüklü bilgisayarların bulunduğu ilçe seçim kurulundaki bilgisayara işlenir. Bu sırada minik bir programcık sisteme girerek, (A) sütunundaki (X) partisinin oy toplamını % 20 arttırıp, (B) ve (C) sütunlarındaki (Y) ve (Z) partilerinin oy toplamını % 10’ar düşürür. Tuşa basıp genel toplam alındığında, yapılan müdahaleyi ancak o ilçedeki tüm sandık sonuçlarını elle tek tek sayıp toplayabilirsek tespit edebiliriz. Aksi halde, itiraz süresi sonunda, bilgisayar tuşuna basılarak alınan hileli rakamlar, resmî seçim sonucu haline gelecektir![41] Bunu önlemenin tek yolu ise YSK’ nın siyasi partilere oy sayım ve sonuçlarını izleyebilme ve kaydedebilme imkânını tanımasından geçmektedir. Bu imkân tanındığı takdirde partiler SEÇSİS sonuçlarıyla sandık sonuçlarını karşılaştırarak farklılıkları ortaya çıkarabilecektir. 2007 seçimlerinden sonra bu konudaki eleştirilerin artması üzerine YSK 2011 seçimlerinde siyasi partilere bu imkânın tanınacağını bildirmiş ancak il seviyesinden aşağıdaki bilgilere erişilmesine izin vermemiştir.

Bu konudaki bir diğer iddia; “Türkiye genelinde kayıtlı seçmen sayısının % 25’i kadar oyun, seçim bittiği andan itibaren ilk bir saat içinde merkez bilgisayarı üzerinden tamamen AKP’ ye aktarıldığı ve AKP sayıma % 25 oyla başlarken, diğerleri sıfır oyla başladığı, sonraki oylar ise normal dağılıma bırakıldığı” şeklindedir.[42] Bu görüşe göre AKP’nin gerçek oyları % 47 değil, % 22 – % 28 arasındadır.[43] Bu görüşü savunanlar bunun en büyük kanıtı olarak tüm YSK sonuçlarında AKP nin oy alması beklenmeyen illerde bile hiçbir sandıkta AKP oyunun % 25’ in altına düşmemesini göstermektedir. Gerçekten de Türkiye’nin her sandık bölgesinde dört kişiden en az birinin AKP’ye oy vermesi matematik olarak milyonda bir ihtimaldir. Bu görüşe göre seçimden Türkiye’nin verdiği oylar değil, AKP’nin iktidara gelmesini isteyen güçlerin istediği sonuçlar çıkmıştır. Peki bu % 25’e karşılık olan yaklaşık 7- 8 milyon oy nereden ortaya çıkmıştır? Nüfus kütükleriyle seçmen kütükleri arasındaki 7 milyon farktan mı, yoksa diğer partilerin oylarının seçimin ilk bir saatinde sıfırlanıp AKP’ye aktarılması ve diğer partiler % 0 ile başlarken AKP’ nin % 25 ile başlamasından mı? Her ikisi de mümkündür. Fakat bir gerçek var ki kesinlikle göz ardı edilemez; seçimin ilerleyen saatlerinde oyları düşen AKP’nin kaybetmesi imkânsızdı. Çünkü ilk bir saatte % 25’ i garanti idi! İlk seçim sonuçlarının gelmeye başladığı saat 17.30 civarında, onbeş-yirmi dakikada bir bilgisayar başındaki görevli tarafından programa müdahale edilmiş ve AKP % 25 oyla seçim yarışına başlarken diğerleri de % 0 oyla başlamış ve daha sonra o ana kadar alınan sonuçların Türkiye’nin % 50’ si olduğu ilân edilmiştir.[44] Bu ayarlamadan sonra AKP’nin oyları düşse de seçimi kaybetme ihtimali ortadan kalkmış olmaktadır. Plân AKP’nin en az 367 milletvekili çıkaracak kadar, yani Türkiye’nin en az % 50 oyunu alabilecek şekilde yapılmış, ilerleyen saatlerde yeni bir müdahale yapılamamış ve bu yüzden AKP’nin oyları düşmeye, CHP ve MHP’nin oyları yükselmeye başlamıştır. GP ve DP’nin oyları da sıfırdan başladığından oyları yükselse bile artık % 10 barajını aşma şansları kalmamıştır. Seçim sonuçlarına müdahale edilmemiş olsaydı AKP’nin gerçek oyları % 22 + % 6 veya % 8 = % 28 – % 30 civarında olacaktı. Bu görüşe göre CHP, MHP ve diğer partilerin gerçek oyları, seçim sonucunda ilan edilen oylarının bir buçuk katlarına yakındır. CHP özellikle İzmir’de 1 milyon seçmen üzerinden oyların % 60’ ını alıp 5 milletvekili yerine 8-9 milletvekili çıkaracaktı ve AKP’ nin İzmir’deki toplam oy oranı % 13 olacaktı. Aynı oranı Türkiye’ye uygularsak AKP’nin gerçek milletvekili sayısı 190, CHP’nin 190, MHP’nin ise 150 olacaktı.[45]

2007 seçimlerinde yukarıda belirtilen hile yönteminin bir benzerinin uygulandığı ve AKP oylarının 1,6 rakamıyla, muhalefet oylarının ise 0,7 rakamıyla çarpılmak suretiyle gerçekte % 29 olan AKP oylarının 17,4 puan artırılarak % 46,4’e çıkarıldığı, toplam % 71 olan muhalefet partilerinin oylarının ise 21,3 puan azaltılarak % 49,7’ye indirildiği, bu iki oy yüzdesinin toplamından artan % 3,9’luk oyun ise sayılmadan çöpe atıldığı da öne sürülmektedir.[46] Türkiye’nin birçok bölgesinde çöp bidonlarından oy pusulalarının çıkması bu tezi savunanlara da haklılık kazandırmaktadır.

2004 yılı mahalli seçimlerinde DYP’nin Dikili Belediye Başkan adayı Yüksel Uçar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, seçim sandık kurullarında oy sayımı sırasında 200 kadar hatalı oyun iptal edildiğini, seçim sonuçlarına CHP, DYP, MHP ve YTP’nin de itiraz ettiğini ve çöp bidonlarında mühürlü oyların bulunduğunu bildirmiştir. Uçar, Dikili Lisesi önündeki çöp bidonunun yanında bir vatandaşın dağınık halde mühürlü oy pusulaları bulduğunu, oy pusulalarının arkasının mühürlü olduğunun tespit edildiğini ve konunun Emniyet Müdürlüğü’ne aktarıldığını, savcılığın olay yerinde inceleme yapılması ve tutanak tutulması için talimat verdiğini belirtmiştir. Yüksel Uçar, 12.500 nüfusa sahip olanilçede10.431 kişinin seçmen olarak oy kullandığını belirterek, ‘’seçim günü dışarıdan adam getirildiğini, ayrıca ölüler adına da oy kullandırıldığını saptadık’’ iddiasında bulunmuştur.[47]

2009 yılı mahalli seçimlerinde adayların birbirine çok yakın oy aldığı Adana’da üç okuldaki çöp konteynerinde oy pusulaları ve tutanaklar bulunması üzerine seçimi dört puan farkla kaybeden CHP’nin büyükşehir adayı Ümit Özgümüş, konuyu yargıya taşımıştır.[48] Bu ve benzeri iddialar Türkiye’nin birçok bölgesinde gündeme taşınmıştır. Ancak basına yansıyanlar sadece tespit edilebilen iddialarla sınırlı kalmıştır.

Seçim hileleri konusundaki şüpheler sadece genel ve mahalli seçimlerle sınırlı olmayıp, referandumlarla da doğrudan ilgilidir. Zira tüm referandumlarda mevcut seçim sistemi altyapısı ve usulleri kullanılmaktadır.

Yüksek yargı organlarının iktidarın eline geçmesi sonucunu doğuran, 12 Eylül döneminin yargılanmasının önünü açan referandumundaki bazı uygulamalar halkın bir bölümünün haklı tepkisine neden olmuştur. Referandum tarihi olarak 12 Eylül gününün seçilmesi suretiyle 12 Eylül’de mağduriyet yaşadığı için 12 Eylül’e tepki duyan kitlelerin hayır oyu vermeleri yönünde bu kitleler üzerinde bir tür psikolojik baskı kurularak 12 Eylül’den rövanş alma dürtüsü harekete geçirilmiştir. Diğer yandan hayır oyu verecekler bile evet mührü basmak zorunda bırakılarak oy kullanan halkta kafa karışıklığı yaratılmıştır. Konuyu gündeme taşıyan Hürriyet yazarı Ayşe Arman “evet” ve “hayır” seçenekleri bulunan bir referandumda basılacak mührün üzerinde “evet” yazmasının oy kullananları ikilem içinde bıraktığını, ayrıca “sen hayır da desen, sonuç evet çıkar” hissi uyandırarak bir tür psikolojik baskı etkisi yarattığını köşesine taşımıştır.[49] Aynı konu Necati Doğru tarafından da gündeme taşınmış ve kötü niyetli bir iktida- rın ABD ve Yunanistan’da terk edilen seçim yazılımını kullanarak hile yapabileceğini ve oy sonuçlarının istediği gibi resmileştirilmesini sağlayabileceğini belirtmiştir.[50] Referandum öncesinde seçmen sayısının 7 milyon kişi artması bazı kişilerin birden fazla sandıkta kayıtlı olduğu ve mükerrer oy kullanacağı şüphesini akla getirmektedir. Referandum öncesinde bir açıklama yapan CHP Adana milletvekili Tacider Seyhan ise referandumun oy tasnifinde kullanılan bilgisayar yazılımının % 53 evet oyu çıkacak şekilde ayarlandığını ve oy kullanmayanların bir kısmının oy kullanmış gibi gösterilerek evet hanesine kaydırılacağını öne sürerek elektronik hileye vurgu yapmıştır.[51] Tüm bu iddialar karşısında YSK’nın sessizliğini koruyarak tatminkâr bir açıklama yapmaması ve referandum sonucunda Türk halkının beklentilerinin ve kamuoyu araştırmalarının aksine % 56 evet oyu çıkması referandum öncesinde yapılan açıklamalarda dile getirilen hile senaryoları konusundaki şüphelere haklılık kazandırmaktadır.

SEÇSİS SİSTEMİNDE İZMİR ÖRNEĞİ

Özellikle İzmir’de ortaya çıkan durum yukarıdaki tezleri savunanları doğrular niteliktedir. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin İzmir’de yaptığı tespitler partinin Karşıyaka İlçe Başkanı Cengiz Önbaş tarafından yargıya taşınmıştır. Önbaş’ın tespitlerine göre 27 sandıkta MHP’nin 820 olan oy sayısı 578’e, CHP’nin 3390 olan oy sayısı 2436’ya düşürülürken, AKP’nin oyu 1507’den 2433’e çıkarılmıştır (Öztürk, 2007). Bu sonuçlara göre Karşıyaka ilçesindeki gerçek dağılım aşağıdaki şekilde ortaya çıkmaktadır:

CHP 3390 (% 59,29)

AKP 1507 (% 26,35)

MHP 820 ( % 14,34)

Toplam oy: 5717

YSK ise bu ilçedeki 27 sandığa ait seçim sonuçlarını aşağıdaki şekilde ilan etmiştir:

CHP 2436 (% 42,60) (954 oy eksik ve CHP oylarının % 28’i kayıp)

AKP 2433 (% 42,55) (926 oy ilave edilerek AKP’ye aldığı oyların % 61,44 fazlası eklenmiştir).

MHP 578 (% 10,11) (242 adet oy eksik ve MHP oylarının % 29,5’i kayıp)

Toplam oy: 5447

YSK toplam oy sayısını 5447 olarak bildirdiğine göre toplam oyların % 4,47’sinin sayılmadan çöpe gittiği anlaşılmaktadır. Nitekim bir sandıktan 161 oy çıkarken sonuçta 16 oya düşürülmüştür.[52] Bu sayının Türkiye’nin bir ilçesindeki 27 sandığa ait olduğu dikkate alındığında Türkiye genelinde yapılan oy sahtekârlığının boyutlarının nerelere varabileceği daha iyi anlaşılmaktadır.

BİR BİLGİSAYAR MÜHENDİSİNİN ELEKTRONİK MÜDAHALEYE İLİŞKİN TESPİTLERİ

Seçim hileleri ilgili olarak bir bilgisayar mühendisinin verdiği bilgilere dayanarak çok önemli bir tespit de gazeteci Hasan Mutlu tarafından okuyuculara aktarılmıştır.

Aylin Yorulmaz adlı bilgisayar mühendisi bir vatandaşımız, bir web sitesinin ana sayfası için iki anket hazırlamış, “ilk ankette ‘Genel seçimlerde hangi partiye oy vereceksiniz’ diye sormuş ve daha anketi sayfaya koyar koymaz denemek için ilk oyu kendisi vererek CHP’yi işaretlemiş. Sonuçlara baktığında; 1 oy CHP’ ye giderken, 1 oyun da AKP’ ye verilmiş olduğunu tespit etmiş. Bu sitenin varlığından bile henüz kimsenin haberdar olmadığını söyleyen Aylin Yorulmaz, ertesi gün ilk oyu AKP’ye vermiş bu sefer başka bir partiye oy verilmediğini görmüş!

İkinci anketi, ‘Seçimlerden sonra AKP Hükümeti Yüce Divan’a gönderilmeli mi’ diye yapan Aylin Yorulmaz sistemin çalışıp çalışmadığını test etmek için “evet”i tıkladığında 6 adet de hayır oyunun kaydedildiğini görmüş! AKP ile ilgisi olmayan, örneğin ‘Kedi mi seversiniz köpek mi’ diye başka anketler de hazırlayan A. Yorulmaz onların ise düzgün çalıştığını tespit etmiş. Bilgisayar Mühendisi Aylin Yorulmaz söz konusu çalışmalardan ulaştığı sonuçları şu şekilde açıklamıştır: “Dolayısıyla internet ortamında AKP lehine anketleri tarayan ve otomatik olarak oylayan programlar olduğundan kuşku duyuyorum. Sitesi olanlar benzer bir anket yaparak bunu denerlerse bu müdahaleyi gözleriyle görecekler. Sitemizin hosting’i (İnternet kullanıcılarına sunucu desteği sağlayan ana firma ) Amerika’da bulunmaktadır…Bunu da belirtmekte yarar var…”.[53]

SEÇİM SONUÇLARININ AÇIKLANMASI VE SEÇSİS KONUSUNDA TBMM’NDE VERİLEN ÖNERGELER

Seçimlerde dikkati çeken bir diğer uygulama da seçim sonuçlarının açıklanması süreci ile ilgilidir. Önceki seçimlerde seçimler bittikten 20 gün sonra bile bazı yörelerdeki seçim sonuçları kesinleştirilemezken ve en gelişmiş teknolojiye sahip ABD’de ve dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile seçim sonuçları yaklaşık bir hafta süre sonunda ancak kesinleşirken, Türkiye’de oy verme işlemini takip eden iki saat içinde seçim sonuçları açıklanmış, hatta bazı TV kanalları ve gazeteler milletvekili isimlerini bile vermiştir.

SEÇSİS sistemi ile yapılan seçimler hakkında 18 Ocak 2010 tarihinde, başbakan tarafından cevaplandırılması istemiyle TBMM’ne bir önerge veren MHP Adana Milletvekili Yılmaz Tankut; “YSK’ nın güvenliği çok tartışmalı olan bir işletim sistemi kullandığını, bu sistemin Avrupa’da devlet kurumlarında yasaklandığını bildirerek, SEÇSİS projesi ile ilgili olarak mevcut şaibe ve iddiaların ortadan kaldırabilmesi için, uzmanlardan kurulu siyasi parti temsilcilerinin de katılacağı bağımsız bir bilişim heyetine projenin incelettirilerek güvenlik testlerinin yapılması ve sonuç raporunun kamuoyu ile paylaşılması” talebinde bulunmuştur.[54]

Konuyu başbakan yerine cevaplayan Adalet bakanı Sadullah Ergin 17.03.2010 tarihinde gönderdiği yazılı cevabında özetle; “kurulun görev alanına giren konular hakkında başbakan ve bakanlardan yazılı soru yoluyla bilgi istenilmesinin, Anayasanın ve yasama bölümünde yer alan Yüksek Seçim Kurulu’nun yargısal niteliği ve konumu ile bağdaşır görünmediği ve soru önergesi ile sorulan hususlara cevap verilmesine ilişkin istemin uygun bulunmadığı değerlendirilerek istemin oybirliği ile reddine karar verildiğini” bildirmiştir.[55] Adalet Bakanı’nın başbakan adına verdiği cevabın konunun üzerinin örtülmesi amacıyla kaleme alındığı ve sorulan soruların cevabı ile hiçbir ilgisinin olmadığı açıktır.

Benzer şekilde 22 Eylül 2010 tarihinde CHP Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli, 12 Eylül 2010 referandumunda yaşanan bazı olaylarla ilgili olarak İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevaplandırması istemiyle TBMM Başkanlığı’na soru önergesi vermiştir. Önergenin Bakan tarafından cevaplandırılmaması üzerine 12 Ocak 2011 tarihinde yeni bir soru önergesi veren Tayfun İçli; seçmen sayısının yılda ortalama olarak 1 milyon kadar arttığını, YSK verilerine göre 22 Temmuz 2007 seçimlerinde 42.799.303 kişi olan seçmen sayısının 12 Eylül 2010 referandumunda 9.252.525 kişi artarak 52.151.828 kişiye çıktığını bildirerek bu anormal artışın gerekçesinin açıklanmasını talep etmiş, ancak ikinci önergesine de cevap alamamıştır.

SEÇMEN KAYITLARININ İDAREYE DEVRİ

AKP 2007 seçimlerinden sonra 13.03.2008 tarih ve 5749 sayılı Kanunla 298 sayılı Kanunun ilgili hükümlerinde değişiklik yapılarak daha önce YSK yetkisinde bulunan seçmen tespiti işlemlerinin “Adres Kayıt Sistemi” esas alınarak oluşturulması[56] hükmünü getirmiş, böylece seçmen kayıtlarının oluşturulması yetkisi dolaylı olarak İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne (NVİGM) devredilmiştir.

Daha önce YSK yetkisinde bulunan seçmen tespiti ile ilgili yetkinin Anayasa’nın 79. Maddesine aykırı olarak yapılan yasa değişikliğiyle NVİGM’ye (MERNİS sistemi) devrine seyirci kalan Meclisteki siyasi partiler Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açmadıkları takdirde bundan sonraki referandumlarda ve seçimlerde yapılabilecek hilelere de rıza göstermiş olacaktır ve bu nedenle hileli referandum sonuçlarıyla yargı sisteminin idarenin emrine verilmesinden, yeni yargı sistemiyle yapısı değiştirilen yüksek yargı organlarının vereceği hatalı kararlardan ve hileli oylarla iktidara taşınan partilerin ülkenin bölünmesi sonucunu doğurabilecek uygulamalarından doğrudan sorumlu olacaklardır. Ancak bu konuda halkı aydınlatacak bilgi ve yayınlara merkez medya tarafından yer verilmediğinden halkın önemli bir kısmı durumdan habersizdir. Konuya ilişkin olarak çeşitli kanallarda programlara çıkan ve tartışmalara katılanlar aydınların önemli bir bölümü ise yapılan hileleri halkın algılamasını önlemekle görevli oldukları izlenimini vermektedir.

YSK ise Anayasa ile kendi yetkisine ve sorumluluğuna verilen seçmen tespiti yetkisinin İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir Genel Müdürlüğe dolayısıyla hükümete devredilmesi karşısında hiçbir tepki ortaya koymamış ve NVİGM tarafından düzenlenen seçmen kayıtlarını seçime esas veri olarak kabul etmiştir. YSK’nın kendisine ait olan Anayasal yetki ve sorumluluğun bir başka makama devrine seyirci kalmasının sebeplerini Türk halkına açıklaması gerekmektedir.

SEÇMEN SAYILARININ MUKAYESESİ

Secmen-Sayilarinin-Mukayesi-Tablo

[57]

Kaynak: http:// www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2011MilletvekiliSecimi/SecSay01062011.pdf

Yukarıdan beri incelenen veriler ışığında seçmen sayılarını mukayese edebilmek için önce YSK’ nın belirlediği yıllık seçmen sayısı artış oranına bakmakta yarar vardır. YSK, 01.06.2011 tarihli açıklamasında yıllık ortalama seçmen sayısı artış oranını 1 milyon kişi olarak belirtmektedir.[58]

Yukarıdaki tabloya bakıldığında 1999 yılında 37.495.217 kişi olan seçmen sayısının YSK’ nın belirttiği yıllık artış oranına uygun şekilde 3 yıl 7 aylık sürede 4 milyon kadar artarak 2002 yılında 41.407.027’ye çıktığı, ancak 2004 yılı yerel seçimlerinde 43.552.931 olan seçmen sayısının 2007 seçimlerinde 3,5 milyon kadar artması gerekirken tersine 1 milyon kadar azalarak 42.571.284’e indiği görülmektedir.

Benzer şekilde 2007 seçimlerinde 42.571.284 kişi olarak tespit edilen seçmen sayısının 1 yıl 8 ay sonra yapılan 2009 yılı yerel seçimlerinde 1,7 milyon kadar artması gerekirken 5.478.162 kişi artarak 48.495.493 kişiye ulaştığı görülmektedir.

YSK‘ nın resmi verilerine göre hazırlanan yukarıdaki tabloda 2007 yılı genel seçimlerindeki seçmen sayısı ile 2011 yılı genel seçimlerindeki seçmen sayısı arasında ise uçurum vardır. 2007 yılında 42.571.284 kişi olan seçmen sayısının 2011 yılında 10.235.038 kişi artarak[59] 52.806.322’ye çıktığı görülmektedir.

YSK, bu konudaki eleştirilerin artması üzerine kendini aklamak için 1 Haziran 2011 tarihinde bir açıklama yaparak; seçmen sayısındaki artışın 13.03.2008 tarih ve 5749 sayılı Kanunla, 298 sayılı Kanunun ilgili hükümlerinde değişiklik yapılarak daha önce YSK yetkisinde bulunan seçmen tespiti işlemlerinin İçişleri Bakanlığı NVİGM kontrolündeki “Adres Kayıt Sistemi” esas alınarak oluşturulmasından, ayrıca yurtdışı seçmenlerin de listelere ilavesinden kaynaklandığını bildirmiştir. YSK’nın kendi açıklamasında verilen sayılar da ilave edilse bile seçmen sayısı hiçbir şekilde 52.806.322’ye ulaşmamaktadır. Diğer yandan YSK’nın gerekçesi sadece yasal değişikliğin yapıldığı 2008 yılı Mart ayı sonrasını kapsamaktadır. Oysa 2004 yılı yerel seçimlerindeki seçmen sayısının 2007 yılı yerel seçimlerinde 4 milyon kişi artması gerekirken nasıl olup da 1 milyon kişi azaldığına açıklık getirememektedir. 2007 seçimleri ile 2011 seçimleri arasındaki 10.235.038 kişilik farkı seçim kanununda yapılan değişiklikle seçmen tespit yetkisini İçişleri Bakanlığı’na devreden kanun değişikliğine bağlayan YSK, yapılan kanun değişikliği Anayasa’ya aykırı olduğu halde bu hukuksuzluğa neden sessiz kaldığını da açıklayamamaktadır.

Diğer yandan AKP hükümetinin 2014 yerel seçimlerinde bazı bakanlarını Belediye Başkan adayı olarak açıklamasını takiben kamuoyunda sürdürülen söz konusu bakanların bakanlık görevlerinden ayrılmaları gerektiğine ilişkin eleştirileri müteakip AKP hükümeti 28.11.2013 tarihinde YSK’ya başvuruda bulunarak[60] kabine üyelerinin görevlerinden ayrılmaksızın yerel seçimlerde aday olup olamayacaklarının açıklığa kavuşturulması talebinde bulunmuştur. 28.11.2013 tarihinde konuyu görüşen YSK; “30 Mart 2013 seçimlerinde kabine üyelerinin(bakanların) aday olabilmek için görevlerinden çekilmelerine gerek olmadığına” oy birliği ile karar vermiştir.[61] Bırakın bizzat aday olmayı, Anayasa’nın 114. maddesi gereğince genel seçimler öncesinde kamu görevinin yanlı kullanılmasının seçim sonuçlarını etkileme ihtimalini ortadan kaldırmak üzere, Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanları’nın görevlerinden ayrılmalarına ilişkin Anayasa hükümleri ortadayken YSK’nın bakanlara görevden ayrılmadan yerel seçimlerde aday olma hakkını tanıması YSK’nın tarafsızlığı konusunda ciddi şüpheler uyandırmıştır.

19 MİLYON FAZLA OY PUSULASI BASILMASI VE TIRNAK BOYASININ KALDIRILMASI

Bir an için Türkiye’de 2007- 2011 yılları arasındaki seçmen sayısının % 24 arttığını ve İçişleri Bakanlığı’nın MERNİS sistemi ile belirleyerek YSK’ nın önüne koyduğu seçmen sayısının doğru olduğunu varsayalım. 52 milyon seçmen için ne kadar oy pusulası basılır? 52 milyon. Ancak uygulama böyle olmamıştır. 2011 seçimleri için olması gerekenden 19 milyon fazla oy pusulası basılmıştır.[62]

Liberal Demokrat Parti (LDP) Genel Başkanı Cem Toker, Yüksek Seçim Kurulu’na dilekçe vererek, fazladan basılan 19 milyon ve kullanılmayan 6 milyon olmak üzere 2011 seçimlerinde kullanılmayan toplam 25 milyon oy pusulasının akıbetini” sormuştur. YSK’nın LDP’ye verdiği cevapta da 25 milyon rakamı teyit edilmektedir. Bu rakam YSK tarafından ilan edilen seçmen sayısının % 47’ sini, oy kullanan seçmenlerin ise % 57’sini oluşturmaktadır. Bu durumda SEÇSİS üzerinden yapılabilecek elektronik hileleri göz ardı etsek bile kullanılan oyların önemli bir kısmının kanuna aykırı olarak kullanılan mükerrer oy olduğunu kabul etmek gerekmektedir.

Konuyu değerlendiren CHP eski İstanbul Milletvekili Bülent Tanla; “2002 yılında 41.407.000 olan seçmen sayısının 800.000 kişi artarak 2007 yılında 42.799.000’e çıktığını, 12 Haziran 2011 seçimlerinde ise bu sayının 10 milyon kişi artarak 52.700.000 olarak açıklandığını, yaşanan anormal artışın YSK yetkilileri tarafından açıklanması gerektiğini, önceki rakamlar yanlış ise parlamentonun meşruiyet sorunuyla karşı karşıya olduğunu, bir yanlışlık yok ise artışın nedeninin açıklanması gerektiğini, söz konusu artış nedeniyle % 10 baraj sayısının bir anda yükseldiğini ve bu suretle baraj limitinde olan partilerin oylarının durup dururken yükselip azaldığını, ancak bu çok önemli konunun kimsenin dikkatini çekmediğini”[63] belirtmiştir. Esasen Tanla’nın açıklamalarına YSK’ nın DTP’ li bağımsız milletvekili adaylarını önce veto edip son anda seçimlere katılmalarına izin vermesi ve böylece diğer partiler baraj altında kalırken DTP’lilerin seçimden sonra grup oluşturarak TBMM çatısı altında partileşmesine fırsat sağlamasını da katmakta yarar bulunmaktadır.

Diğer yandan, AKP hükümeti 13.03.2008 tarih ve 5749 sayılı Kanunla 298 sayılı kanunun bazı maddelerini değiştirirken kanunun altıncı maddesinde yaptığı değişiklikle parmak boyası uygulamasını da kaldırmıştır.[64] Seçimlerde hile yapılmasını ve mükerrer oy kullanılmasını önlemenin en önemli şartı olan parmak boyasının kaldırılması mükerrer oy kullanıcıların tespitini imkânsız hale getirmiş ve seçimler konusundaki şüpheleri artırmıştır. Yıllık seçmen artış oranının üzerinde kaydedilen 6 milyon seçmen ve fazladan bastırılan 19 milyon oy pusulasına bir de parmak boyasının kaldırılmasının[65] eklenmesiyle İçişleri Bakanlığı kontrolünde oluşturulabilecek 23 milyon seçmene birden fazla oy pusulası düzenlenerek farklı sandıklarda oy kullandırılması imkân dahiline girmiş ve mükerrer oy kullanılması konusundaki şüpheleri artırmıştır.[66] TUİK Başkanvekili Ömer Toprak’ın da “Biri sahte, iki TC numarasıyla mükerrer oy kullanmak mümkündür” açıklamasında bulunması mükerrer oy kullanılması iddialarını doğrular niteliktedir. Bu açıklamalar nüfus idarelerinin art niyetli desteğiyle, farklı adreslerde, kayıtlı gösterilmiş birden çok sahte TC kimlik numarası ve nüfus cüzdanı alınabilmesinin mümkün olduğunu göstermektedir.[67]

Bunlara, isterse kendi sandığında isterse görevli olduğu sandıkta oy kullanma hakkı verilen 2 milyon sandık görevlisini de eklediğimizde parmak boyasının kaldırılmasının sonuçlarının nerelere varabileceği daha iyi anlaşılacaktır. İşin garip tarafı 12 Haziran günü sandık görevi isteyen ama görev alamayanların nedense hepsi aynı sendika üyeleridir.[68]

Diğer yandan 2011 yılında oy pusulası basım ihalesini 12 milyon 980 bin liraya kazanan hükümet yanlısı firma, Danıştay’ın ihaleyi usulsüzlük nedeniyle iptal etmesinden sonra yenilenen ihaleyi bu kez 925 bin liraya kazanmış ve yukarıda açıklandığı üzere fazladan 19 milyon oy pusulası bastırılmıştır. Bu konudaki şaibeler ortadayken Hükümet bu defa Kamu İhlale Kanunu’nun 22. Maddesinde yapılan değişiklikle, cumhurbaşkanlığı seçimi, anayasa referandumu, yerel ve genel seçimlerde kullanılacak oy pusulaları ile zarfların basımını ve alımını ihale yasasının dışına çıkarmıştır.[69] Böylece oy pusulası basımında artık ilana çıkılmasına gerek kalmayacağından fazladan kaç milyon oy pusulası basıldığının tespiti de imkânsız hale getirilmiş olacaktır.

NÜFUS VE SEÇMEN SAYILARI ARASINDAKİ FARKLAR

Konuya ilişkin olarak resmi kurumların yaptıkları açıklamalarda verdikleri nüfus ve seçmen sayıları arasında da büyük farklılıklar mevcuttur. Gazeteci Neval Kavcar, 27 Mart 2010’da Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü (NVİGM)’den Türkiye’nin nüfus sayısına ilişkin bilgi talep ettiğinde NVİGM 2008 yılı nüfus rakamını 76.175.083 olarak[70] bildirmiştir. Oysa Başbakanlığa bağlı Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) 31 Aralık 2009 tarihi itibariyle (yaklaşık bir yıl sonra) nüfus sayım sonucunu 72.561.312 olarak vermiştir. Yani Türkiye’nin nüfusunun bir yıl sonra artması gerekirken, tersine 4,5 milyon azalmış görünmektedir ki nüfus artış hızı pozitif olan bir ülke için bu mantıken imkânsızdır.

NVGİM verilerine göre 2008 yılı için 18 yaş ve üstü vatandaş, yani seçmen sayısı 53.950.192 kişidir.[71] Oysa YSK verilerine göre kayıtlı seçmen sayısı: 48.049.446 olarak[72] gösterilmektedir. TUİK verileriyle YSK verileri arasındaki farklılık daha küçük ölçeklerde il ve ilçe bazında da mevcuttur. Mardin’in Midyat ilçesi Gelinkaya Beldesi’ndeki nüfus sayısı ile seçmen sayısı neredeyse aynıdır. TÜİK’ in 2009 Verilerine göre Gelinkaya Beldesi’nin toplam nüfusu 5.738 kişi, YSK’ nın 2009 yılı verilerine göre ise seçmen sayısı 5.394 kişidir. Bu durumdan Gelinkaya’da yaşayan nüfusun neredeyse tamamının, 2009 yerel seçiminde seçmen kaydedildiği ve yazarın makalesinin başlığında belirttiği gibi Gelinkaya’da bebeklerin bile oy kullanmış olduğu ortaya çıkmaktadır.[73]

YSK verilerine göre 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde Gelinkaya’da 4590 kişi oy kullanırken, 1,5 yıl sonra 12 Eylül 2010 referandumunda 2939 kişinin oy kullandığı görülmektedir. 1,5 yıl sonra artması gereken seçmen sayısı bu kez tersine 1451 kişi azalmıştır. Bu tür anormalliklerin seçim hilesinin dışında açıklanması mümkün görülmemektedir. Neval Kavcar “Bu seçim sistemiyle AKP bin yıl daha seçilir” demektedir.

Seçimlere ilişkin bir diğer mesele de ölülere oy kullandırılmış olması ihtimalidir. Gazeteci Arslan Bulut; kendisine gönderilen bir seçmen bilgi kâğıdında 1957 yılında doğan ve 2 yaşında iken ölen Hasan Türkmaya adlı merhuma ölümünden 50 yıl sonra seçmen kâğıdı gönderilmesinin ve ölü vatandaşa TC kimlik numarası verilmesinin ölüler adına da seçmen kaydı yapılarak oy kullandırıldığını ortaya koyduğunu ve son üç yılda seçmen sayısında 6 milyonluk artış yapılmasının ölülere seçmen kaydı yapılmasından kaynaklandığını söylemekte ve bir CFR[74] memorandumunu program haline getirerek kurulmuş bir parti olan AKP’nin, seçimleri ve referandumları bu tür yöntemleri kullanarak kazandığını ifade etmektedir (Bulut, 2010).[75] Bu iddiaya bugüne kadar doyurucu bir cevap verilmemiş olması düşündürücüdür.

MEKANİK HİLE İDDİALARI

Başından beri aktardığımız bilgiler seçimlerde elektronik hile yapıldığını ve mükerrer oy kullanıldığını göstermektedir. Ancak elektronik seçim hilelerine 2009 yerel seçimleri, 2010 Anayasa referandumu ve 2011 seçimlerinde mekanik seçim hileleri de eklenmiştir. 2009 yerel seçimleri sırasında Ankara’nın Yenimahalle ilçesinde elektrik kesintisi ardından çuvallarla oy pusulalarının taşınması, 2011 seçimlerinde Sarıyer’de bir apartmanın 5 numaralı dairesine ev halkının yanı sıra Türkiye’nin farklı yörelerinden seçmen kaydedilerek 5 olan hane halkı sayısının 17’ye çıkarılması, İstanbul’da AKP’ye evet mührü basılı milyonlarca oy pusulası taşıyan bir kamyonun yakalandığı haberlerinin[76] basında yer alması, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde AKP dışındaki partilere verilmiş oy pusulalarının çöplere atıldığının tespit edilmesi, Ordu’da seçimlerden sonra parklara sıra yapılmak üzere Park ve Bahçeler Müdürlüğü’ne gönderilen oy sandıklarından bir kısmının içlerinden AKP dışındaki partilere verilmiş çok sayıda oy pusulasının çıkması gibi olaylar halâ hatırlardadır.

BİRLEŞTİRME TUTANAKLARI UYGULAMASI

Seçim hilelerinin en önemlilerinden biri de birleştirme tutanaklarında ortaya çıkmaktadır. Bilindiği üzere sandık sonuçları ilçe seçim kurullarında birleştirme tutanaklarına kaydedilerek ilçe ve daha sonra il sonuçları ortaya çıkmaktadır. Halen bir Kamu kuruluşunda görevli olan arkadaşımın bizzat yaşadığı bir olay bu konuda yapılan hilelerin boyutlarını gözler önüne sermektedir. Arkadaşım 2007 seçimlerinde Ankara’nın bir ilçesinde sandık başkanıdır. Kendi sandığında oy kullananların sayımını yaptırarak sandık sonuç tutanağını imzalar ve üyelere de imzalattıktan sonra bizzat İlçe Seçim Kurulu’na götürür. Birleştirme tutanaklarını kaydeden kişinin arkasındaki kuyruğa girer. Sıra kendisine gelince tutanaktaki sonuçları görevliye yazdırmaya başlar. Ancak görevlinin tutanakta yer alan rakamları bir parti lehine ve diğer partiler aleyhine değiştirerek yazdığını görünce itiraz eder. Bunun üzerine görevli bağırmaya başlayarak binadaki polisleri çağırır. Görevine müdahale edildiğini söyleyerek sandık başkanı olan arkadaşımı gözaltına almalarını ister. Bu arada arkadaşım, İlçe Seçim Kurulu’nda görevli olan bir hakimi görerek kendisine seslenir ve durumu anlatarak yardımını ister. Hakim, arkadaşımın göz altına alınmasını engeller ve birleştirme tutanaklarını kaydetmekle görevli olan kişiyi uyararak tutanağa doğru rakamların yazılmasını sağlar. Ancak görevlinin arkasında bekleyen uzun bir kuyruk mevcuttur. Hakim ve arkadaşım oradan ayrıldıktan sonra birleştirme tutanakları görevlisinin benzer uygulamaya devam ettiğine şüphe yoktur. Ankara’nın tek bir ilçesinde meydana gelen bu olayın özel olarak seçilmiş sandık ve birleştirme görevlileri tarafından tüm Türkiye’de uygulanabileceğini dikkate alındığında yapılabilecek sahtekârlığın boyutları ve seçim sonuçlarının halkın iradesini gösterip göstermediği sorusunun cevabı ortaya çıkacaktır. Diğer yandan YSK’nın birleştirme tutanaklarının veri girişini sağlayan taratılmış imzalı sandık sonuçları yerine, sadece birleştirme tutanaklarının sonuçlarını açıklaması bu konudaki endişelerin haklılığını teyit eder mahiyettedir.

SEÇİMLERE İLİŞKİN ANKET ÇALIŞMALARI VE KAMUOYU ARAŞTIRMA ŞİRKETLERİNİN FAALİYETLERİ

Bu ve benzeri hilelerin perde arkasında planlanmasına paralel olarak bir yandan da birtakım Kamuoyu Araştırma Şirketleri kullanılarak tasarlanan seçim sonuçları anket sonucu adı altında TV kanalları ve yazılı basın üzerinden halka aktarılmakta ve halk kitleleri seçimlerden çıkacak hileli sonuçları gerçek sonuçlar gibi algılayacak şekilde istenilen kıvama getirilmektedir.[77]

Bu şirketlerden bazıları “seçim sonuçlarını virgülden sonraki iki hanesine varıncaya kadar doğru olarak tahmin ettik” demek suretiyle halkı seçimlerin adil yapıldığına inandırmaya çalışmakta ve müteakip seçimlerde de bu şirketler üzerinden seçim sonuçlarını yönlendirmek ve meşrulaştırmak isteyen çevrelerin çıkarına hizmet etmektedir. “Seçim sonuçlarını virgülden sonraki iki hanesine varıncaya kadar bildiğini” söyleyen kişiye, “seçimlerden önce 6 milyon fazla seçmen kaydı yapılan, 19 milyon fazla oy pusulası basılan, parmak boyası kaldırılarak mükerrer oy kullanılmasının önü açılan ve güvenlik sertifikasız bir elektronik sistem kullanılan oldukça şaibeli bir seçimin sonucunu virgülden sonra iki hanesine varıncaya kadar bildiğinize göre siz bu işin neresindesiniz?” sorusunu sormak gerekecektir!

Türk halkının bir kısmı seçim hilelerine sadece genel ve mahalli seçimlerde başvurulduğu gibi yanlış bir izlenime sahiptir. Oysa referandumlarda kullanılan oylara ilişkin kayıtlar ve referandum sonuçları da seçimlerde kullanılan sistemler üzerinden işlenmekte ve değerlendirilmektedir. Dolayısıyla tıpkı seçimlerde olduğu gibi referandumlar yoluyla ulaşılan sonuçlar ve yapılan değişiklikler de halkın iradesini yansıtmamasının yanı sıra, 12 Eylül referandumunda olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm hukuk sisteminin değiştirilmesi sonucunu doğurabilmektedir. Vasat bir akla sahip olan herkes, yargıyı üçüncü kuvvet olmaktan çıkararak hükümetin emrine verecek olan dolayısıyla demokrasinin vazgeçilmez ilkesi olan kuvvetler ayrılığı prensibini ortadan kaldırarak yasama[78] ve yürütmenin yanı sıra yargıyı da hükümetin emrine veren referandumun gerek AKP, gerekse Türkiye’yi parçalamayı hedefleyen güçler açısından ne kadar büyük önem taşıdığını görecektir.

Bu konuda gerekli tedbir alınmadığı takdirde halen TBMM’de sürdürülen anayasa çalışmalarının referanduma götürülmesi suretiyle gerçekte halkın onay vermediği bir anayasa değişikliğinin halkın isteği olarak sunularak Türk halkının aldatılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hileli bir referandum sonucuna dayanarak bölünmesi ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır.

Ancak işbirlikçi televizyon kanalları, gazeteler ve kamuoyu araştırma şirketleri kullanılarak, Türk halkı, referandum ve seçim sonuçlarının doğru olduğuna ve halkın iradesini yansıttığına inandırılmaktadır. Televizyon kanallarına çıkan siyasetçiler, akademisyenler ve gazetecilerin bir bölümü Türk halkının aldatılması planında görev aldıklarından, diğer bölümü ise seçim hilelerinden habersiz olduklarından seçim sonuçlarını meşrulaştıran ifadeler kullanmakta ve Türk halkının iktidara sandıkta gereken dersi vereceğini söylemektedir. Oysa mevcut seçim sistemi değiştirilmediği sürece halkın gerçek iradesinin sandığa yansıması mümkün değildir.

SONUÇ

Seçimler halkın iradesinin Meclis’e yansımasını sağlayan en önemli araçtır. Bu aracın doğru kullanılması demokrasinin sağlıklı işlemesinin olmazsa olmaz şartıdır. Bu şartın gereğinin yerine getirilmesi ise hem siyasi partilerin hem de devlet kavramının temel unsurları olan kurumların temel görevidir. Bu kurumlar içinde yer alan en önemli unsur yargıdır. Nitekim anayasamız seçimlerin adil bir şekilde planlanması ve icra edilmesi görev ve sorumluluğunu bir yargı organı olan YSK’ya vermiştir. Ancak hükümet gerek 12 Eylül referandumundan sonra yüksek yargı organlarının yapısı içine nüfuz etme imkânını elde ederek, gerekse YSK’nın uhdesinde olan bir takım yetki ve sorumlulukları İçişleri Bakanlığı, Adalet bakanlığı gibi idarenin parçası olan kurumlara devretmek suretiyle kuvvetler ayrılığı prensibine aykırı olarak adeta yargıyı kendine bağlı bir kurum haline getirmiştir. YSK ise kendisine ait olan seçimlere ilişkin yetkilerin idareye devredilmesine adeta seyirci kalmaktadır. Bu şartlar altında yapılacak seçimlerde ulaşılacak sonuçlar halkın iradesini değil, iktidarların ve onların yönetimde olmasından fayda umanların iradesini temsil edecektir. Halkın gerçek iradesinin Meclis’e yansıması isteniyorsa mevcut seçim sistemimiz mutlaka ıslah edilmeli ve bu konuda alınacak tedbirlerle seçim hileleri konusunda kamuoyunda yerleşik şüphelerin ortadan kaldırılması sağlanmalıdır.

Siyasetçiler, aydınlar ve vatanseverler, yabancı güçlerin çıkarlarına uygun şekilde Türkiye’yi idare edeceği değerlendirilen kadroların iktidara taşınmasının aracı olarak seçimlerin kullanılmakta olduğunu algılamadıkça iktidara gelenlerin halkın oylarıyla seçildiğini zanneden Türk halkı seçimleri ve referandumları meşrulaştırmanın aracı olarak kullanılmaya devam edilecektir.

HALK İRADESİNİN SANDIĞA YANSIMASI İÇİN ÖNERİLER

Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında Türkiye’yi işbirlikçi iktidarlardan kurtarmak için seçim sisteminin halkın gerçek iradesini sandığa yansıtacak şekilde yeniden düzenlenmesi şarttır. Bu amaçla alınması gereken tedbirler aşağıda sunulmuştur:

  1. Türkiye’nin nüfusunun ve seçmen sayısının sağlıklı olarak belirlenebilmesi için acilen nüfus sayımı yapılmalıdır.
  2. Seçimler elektronik ortam yerine mekanik usullerle yapılmalıdır.
  3. Seçim sandıkları seçime katılan bütün partilerin temsilcilerinin huzurunda açılmalıdır
  4. Eğer elektronik sistemde ısrar edilirse seçimlerde TÜBİTAK’ın geliştirdiği ve milli yazılım olan güvenlik sertifikalı PARDUS-Linux işletim sisteminin kullanılması sağlanmalıdır. Bu konudaki talep, YSK’ nın daha önce yaptığı gibi “bu değişikliği yapmak için yeterli süre yok” bahanesinin arkasına sığınamaması için bir an önce YSK’ ya iletilmelidir.
  5. Anayasa’nın 79. Maddesine göre YSK’ nın yetki ve sorumluluğunda olan ancak yapılan kanun değişikliğiyle NVİGM’ ye devredilen seçmen belirleme yetkisi tekrar YSK’ ya verilmelidir. Bu yetkinin Nüfus İdaresi Genel Müdürlüğü’ne devredilmesinin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesi ile açılan ancak sürüncemede olduğu belirtilen davanın takibi ve sonuçlandırılması için siyasi partilerce çaba harcanmalıdır.
  6. Parmak boyası uygulaması geri getirilmelidir. YSK’ nın süre yetersizliği gerekçesini öne sürmemesi için bu konudaki talep de bir an önce YSK’ ya bildirilmelidir.
  7. YSK’ nın oy sayımı aşamasındaki seçimle ilgili verilerine tüm siyasi partilerin eş zamanlı olarak ulaşmasına imkân sağlanmalıdır.
  8. YSK’nın seçim sonuçlarının kendi sonuçları ile karşılaştırılabilmesine ve denetlenebilmesine imkân sağlamak üzere Siyasi partiler kendi network sistemini kurmalı ve YSK’dan önce sandık sonuçlarını belirleyebilmelidir.
  9. Seçim kurullarında görev yapacak başkan ve üyeler ile sandık başkanları, üyeleri ve seçim güvenliği için görevlendirilecek emniyet personeli kura yoluyla belirlenmelidir. Bunlar önceden ilan edilmeli ve partiler tarafından bu personelin hem kendi sandıklarında hem de görev yaptıkları sandıkta oy kullanıp kullanmadıkları denetlenmelidir.
  10. Seçim kurullarında, ayrıca birleştirme tutanaklarının yazılmasında görev alan kişilerin yanında, bilgi işlem merkezlerinde ve terminallerin başında mutlaka her partiden temsilci bulunması sağlanmalıdır.
  11. Oy pusulalarında seçim bölgesi ve sandık numarası yazılı olmalı ve sandık sonuçları YSK’nın ilgili sayfasına YSK’nın elektronik ortamda oluşturduğu tablolar şeklinde değil de, tarayıcıdan geçirilmiş imzalı nüshalar halinde yüklenmelidir.
  12. Mükerrer oy kullanılmasının ve fazla basılan pusulaların başka sandıklara kaydırılmasının önlenebilmesi için oy pusulalarının üzerine il kodları, ilçe kodları yazılmalıdır.
  13. Oy pusulalarında bağımsız adayların isimleri partilerle aynı büyüklükte yazılmalıdır.
  14. Kamu kuruluşları ve yerel yönetimlerin seçimlerde siyasi partilere ve adaylara desteği önlenmeli, destek veren kuruluşlara ve seçimlerde hile yaptığı belirlenen partilere ve kişilere verilecek cezalar ağırlaştırılmalıdır.
  15. TSK personelinin siyasetin içine çekilmesine, birlik içindeki disiplinin zedelenmesine ve gruplaşmalara yol açan askerlerin oy kullanması uygulaması kaldırılmalıdır.
  16. Oy oranı düşük olan Partilerin Meclis dışında kalmasına neden olan seçim barajı kaldırılmalı veya düşürülmelidir. Ancak barajın kaldırılmasının seçenekleri gibi sunulan dar bölge ve daraltılmış bölge sistemleriyle yapılacak seçimlerin gerçekte barajı daha yüksek oranlara çıkardığı dikkate alınarak bu tür yaklaşımlara itibar edilmemelidir.
  17. Ankara, İstanbul, İzmir gibi nüfusu fazla olan illerde ortalama 100.000 seçmenin oyuyla bir milletvekili seçilebilirken Hakkâri, Bitlis gibi nüfusu az olan illerde ortalama 34.000 seçmenin oyuyla milletvekili seçilebilmektedir . Seçmenler arasında eşitsizliğe neden olan ve halk iradesinin doğru olarak seçim sonuçlarına yansımasına engel teşkil eden bu uygulama değiştirilmelidir.
  18. Seçim sonuçlarını halkın zihninde meşrulaştıran TV kanallarının, yazılı basının ve kamuoyu araştırma şirketlerinin yurtiçi ve yurtdışı bağlantıları araştırılmalı ve yurtdışından parasal yardım almalarını önleyecek hukuki düzenlemeler getirilmelidir.
  19. Seçim sisteminde ve referandumlarda hile yapılmasını önleyecek değişiklikler yapılıncaya kadar siyasi partiler seçimleri ve referandumları boykot etmelidir. Bu yapılmadıkça gerek siyasi partiler, gerekse Türk halkı, hile ile seçilecek partilerin iktidarını ve referandum sonuçlarını meşrulaştırmanın araçları haline gelerek ülkenin gelecekteki durumundan sorumlu olacaklardır.
  20. TV ekranlarına çıkan siyasetçiler, aydınlar ve gazeteciler referandumla yapılan değişikliklerin ve seçim sonuçlarının şaibeli olduğunu, dolayısıyla referandum sonuçlarına dayanarak yapılan ve yapılacak olan hukuki düzenlemelerin ve seçim sonuçlarının yok hükmünde olduğunu halka anlatmalıdır. Böylece seçim hilelerine karşı halk bilinçlendirilmeli ve oyuna sahip çıkması sağlanmalıdır.

KAYNAKLAR

298 sayılı kanunun bazı maddelerini değiştiren 13.03.2008 tarih ve 5749 sayılı Kanun Adalet Bakanlığı’nın 17.03.2010 tarih ve Sayı: .03.0.KGM.0.00.00.05/684/1470 sayılı resmi yazısı

Akgüneş Gürkan, Kesler Musa, “Seçime Hile Karıştı”, Milliyet, 14 Temmuz 2010

“AKP’nin Oyu Yüzde Otuzun Altındadır”, ODA TV, 16.06.2011

AKP’nin 28.11.2013 tarih ve SEÇ.81.03/2013-2154 sayılı başvuru yazısı

“AKP oyun peşinde”, Yeniçağ, 2 Kasım 2013

Akyüz, A. Erdem , Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı, “SECSİS, MERNİS, UYAP VE SEÇİM”, İlk Kurşun, 10 Mayıs 2011

Arman Ayşe,“Referandum mühründe neden ‘Evet’ yazıyor?”, Hürriyet, 11.08.2010

Aru, Çağdaş, Cisco’nun VoIP Telefonlarını Birer Dinleme Cihazına Çeviren Güvenlik Açığı Keşfedildi, http://www.turk.internet.com/portal/yazigoster.php?yaziid=40647, 14 Ocak 2013

Ataklı, Can, “Skandal büyüyor, muhalefet korkuyor”, Vatan, 25.08.2007

Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Md.lüğünün 25 Nisan 2003 tarih ve Sayı: B.02.0.KKG.010/ 101-626/1794 sayılı yazısı

Bulut, Arslan, “ AKP’nin Seçim Kazanma Sırları” , Yeniçağ, 1 Ekim 2010

”Çöp konteynerinden oy pusulaları çıktı”, Milliyet, 31 Mart 2009

”Dikili’de Seçimlere itiraz”, İHA/İzmir, 30 Mart 2004

Doğaner, Mehmet, “ Beldede Hayali Seçmen İddiası”, (DHA), Milliyet, 4 Aralık 2008

Dura, Cihan, www.cihandura.com, 21.02.2011

Ercilasun, Ahmet B., “Seçimler Milli İradeyi Yansıtıyor mu?”, Yeniçağ, 13 Ocak 2010

Ertuğrul Aytekin, http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=3952.0, SEÇSİS (Bilgisayarlı Seçim Sistemi) Güvenli Değil, 02.12.2008

“Fazla Basılan Oy Pusulalarının Başrolde Olduğu Bir Sandık Senaryosu” , Milliyet, 5 Haziran 2011

Göksel, Türkmen; Çınar, Yetkin, Mevcut Seçim Sisteminin İyileştirilmesine Yönelik Sayısal Analizler ve Politika Önerileri, TEPAV Yayınları No: 58, Eylül 2011

Türkmen, Hamdi; Yaraş, Erol; İzgi, Erdal; “Parmak Boyansın, Seçim Rahatlasın”, Milliyet, 24 Nisan 2011

Kavcar, Neval, ” SEÇSİS’in Sertifikası Yok İddiası”, Ortadoğu, 5 Mart 2010

Kavcar,Neval , “22 Temmuz 2007 Seçimi Mercek Altına Alınmalıdır”, kavcar [nevalkavcar@yahoo.com], 20.08.2007

Kavcar, Neval, “Bu Seçim Sistemiyle AKP 1000 Yıl Daha Seçilir”, Son Sayfa, 30.09.2010

Kavcar Neval, “ Bu beldede bebekler bile oy kullandı”, Son Sayfa, 27.12.2010

Kesici, Ufuk, “YSK’ye 2002 Seçimleri Hatırlatması”, Milliyet, 11 Ekim 2011

King, Charles, “Electoral Systems”, GeorgeTown University, 2000

Kurt, Ertan, Cisco IOS NAT güvenlik açıkları, http://.www.olympos.net/guvenlikaciklari/router/cisco-ios-nat-guvenlik-acıklari, 29 Eylül 2011

Mutlu, Mustafa, “Seçimin Kaderini Sandık Görevlileri Belirleyecek”, Vatan, 20.07.2007

Norris, Pippa, Harvard University, “Choosing Electoral Systems:Proportional, Majoritarian and Mixed Systems”, For Contrasting Political Institutions special issue of the International Political Science Review Vol 18(3), edited by Jean Laponce and Bernard Saint-Jacques, July 1997

ODA TV, 16.06.2011, “AKP’nin Oyu Yüzde Otuzun Altındadır”

Önkibar, Sabahattin, “Bu YSK ile Güvenli Seçim Olur mu?”, Yeniçağ, 20 Nisan 2011

Özbudun, Ergun, “Seçim Sistemleri ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1995, Cilt 44, Sayı 1-4

Özdil, Yılmaz, “Hokus pokus…”, Hürriyet, 2 Haziran 2011

Öztürk , Işıl , “Her Sandıktan Oy Tırtıklanmış“, Tercüman, 26.08.2007

298 sayılı kanunun bazı maddelerini değiştiren 13.03.2008 tarih ve 5749 sayılı Kanun

Riley, Michael, “How the US Government Hacks the World , Bloomberg, May, 23, 2013

“Seçmen Artışı Kuşkulu”, Milliyet, 28 Mayıs 2011

Tomanbay, Mehmet, “İleri Demokrasi ve Seçim Sistemi”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2011

Türkmen Hamdi, Yaraş Erol, İzgi Erdal, “Parmak Boyansın Seçim Rahatlasın”, Milliyet, 24 Nisan 2011

Yenerer, Vedat, “YSK Neden Saklıyor?”, Yeniçağ, 06.07.2007

Zeyrek, Deniz, “ SEÇSİS Alarm Veriyor, YSK Sessiz”, Radikal, 06.09.2010

“22 Temmuz Seçimlerinin Formülü”, www.acikistihbarat.com, 07.12.2007

http://tools.cisco.com/security/center/content/CiscoSecurityAdvisory/cisco-sa2013.03.27-pt

https://www.youtube.com/watch?v=S7R1_ixtlyc

http://dosyalar.hurriyet.com.tr/almanak2003/“Meclis dışı kalanların son umudu DEHAP oldu”, Aralık 2003

http://www.nvi.gov.tr/Hizmetler/Istatistikler,Nufus_Kutukleri_Istatistikleri.html, 2008

http://www.nvi.gov.tr/Hizmetler/Istatistikler,Nufus_Kutukleri_Istatistikleri.html,31Mart 2010

http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2009MahalliIdareler/ResmiGazete/IlGenel.pdf.29.03.2009

http://www.yilmaztankut.org/faaliyetler_(Cevaplanan)18.01.2010

http://www.the.org.tr//secimlerde-bilgisayar-mi-bilgicalar-mi-kullaniliyor/Türk Hukuk Enstitüsü, 5 Nisan 2010

http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2011MilletvekiliSecimi/SecSay01062011.pdf (01.06.2011 tarihli YSK Duyurusu)

http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/Kararlar/2013Pdf/2013-543.pdf (YSK’nın 28.11.2013 tarih ve 543 sayılı kararı)

http://www.temizsecim.org

[1] Charles King, “Electoral Systems”, GeorgeTown University, 2000

[2] Ergun Özbudun, “Seçim Sistemleri ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1995, Cilt 44, Sayı 1-4

[3] Türkmen Göksel, Yetkin Çınar, “Mevcut Seçim Sisteminin İyileştirilmesine Yönelik Sayısal Analizler ve Politika Önerileri”, TEPAV Yayınları No: 58, Eylül 2011

[4] Göksel, Çınar; ”agm”, 2011

[5] 1882’de Victor d’Hondt tarafından ortaya atılan “En büyük ortalama” yöntemi olarak da adlandırılan sistemdir

[6] Ergun Özbudun, “Seçim Sistemleri ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1995, Cilt 44, Sayı 1-4

[7] Göksel, Çınar;”agm”, 2011

[8] Özbudun; “agm”, 1995, Cilt 44, Sayı 1-4

[9] Göksel, Çınar;”agm”, 2011

[10] Pippa Norris, Harvard University, “Choosing Electoral Systems:Proportional, Majoritarian and Mixed Systems”, For Contrasting Political Institutions special issue of the International Political Science Review Vol 18(3), edited by Jean Laponce and Bernard Saint-Jacques, July 1997

[11] Ufuk Kesici, “YSK’ye 2002 Seçimleri Hatırlatması”, Milliyet, 11 Ekim 2011

[12] “Meclis dışı kalanların son umudu DEHAP oldu”, http://dosyalar.hurriyet.com.tr/almanak2003/ Aralık 2003

[13] Göksel, Çınar;”agm”, 2011

[14] A.Erdem Akyüz, Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı, “SECSİS, MERNİS, UYAP VE SEÇİM”, İlk Kurşun, 10 Mayıs 2011

[15] Mehmet Doğaner, “ Beldede Hayali Seçmen İddiası”, (DHA), Milliyet, 4 Aralık 2008

[16] Doğaner, “agm”, 4 Aralık 2008

[17] Gürkan Akgüneş, Musa Kesler, “Seçime Hile Karıştı”, Milliyet, 14 Temmuz 2010

[18] Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Md.lüğünün 25 Nisan 2003 tarih ve Sayı: B.02.0.KKG.010/101-626/1794 sayılı yazısı

[19] Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü’nün 25 Nisan 2003 tarih ve Sayı: B.02.0.KKG.010/101-626/1794 sayılı yazısına ek Genel Gerekçe 4. Paragraf

[20] Akyüz, “SECSİS, MERNİS, UYAP ve Seçim”..agm, 2011

[21] Akyüz, “agm”, 2011

[22] Cihan Dura, www.cihandura.com, 21.02.2011

[23] Dura, “agm”, 2011

[24] Dura, “agm”, 2011

[25] Neval Kavcar, “Bu Seçim Sistemiyle AKP 1000 Yıl Daha Seçilir”, Son Sayfa, 30.09.2010

[26] Dura, “agm”, 2011

[27] Dr. Aytekin Ertuğrul, http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php? topic=3952.0, SEÇSİS (Bilgisayarlı Seçim Sistemi Güvenli Değil), 02.12.2008

[28] Ertuğrul, “agm”, 2008

[29] Anadolu parsının bilimsel adı olan Panthera Pardus Tulliana’ya atfen bu isim verilmiştir.

[30] Bir bilgisayar sisteminin gizli, ulaşılamayan bilgilerini ele geçirmek

[31] Çağdaş Aru, Cisco’nun VoIP Telefonlarını Birer Dinleme Cihazına Çeviren Güvenlik       Açığı    Keşfedildi, http://www.turk.internet.com/portal/yazigoster.php?yaziid=40647, 14 Ocak 2013

[32] Ertan Kurt, Cisco IOS NAT güvenlik açıkları, http://.www.olympos.net/guvenlik-aciklari/router/cisco-ios-nat-guvenlik-acıklari, 29 Eylül 2011

[33] http://tools.cisco.com/security/center/content/CiscoSecurityAdvisory/ciscosa-2013.03.27-pt

[34] Michael Riley, “ How the US Government Hacks the World , Bloomberg, May, 23,2013

[35] Riley, , “agm”, 2013

[36] Riley, , “agm”, 2013

[37] https://www.youtube.com/watch?v=S7R1_ixtlyc

[38] Can Ataklı, “Skandal büyüyor, muhalefet korkuyor”, Vatan, 25.08.2007

[39] Ataklı, “agm”,2007

[40] Dura, “agm”, 2011

[41] Dura, “agm”, 2011

[42] “Secimlerde Bilgisayar mı Bilgiçalar mı Kullanılıyor” Türk Hukuk Enstitüsü, http://www.the.org.tr, 5 Nisan 2010

[43] “Secimlerde Bilgisayar mı Bilgiçalar mı Kullanılıyor”, a.g.m.5 Nisan 2010

[44] “Secimlerde Bilgisayar mı Bilgiçalar mı Kullanılıyor”, a.g.m.5 Nisan 2010

[45] “Secimlerde Bilgisayar mı Bilgiçalar mı Kullanılıyor”, a.g.m.5 Nisan 2010

[46] “22 Temmuz Seçimlerinin Formülü”, www.acikistihbarat.com, 07.12.2007

[47] ”Dikili’de Seçimlere itiraz”, İHA/İzmir, 30 Mart 2004

[48] ”Çöp konteynerinden oy pusulaları çıktı”, Milliyet, 31 Mart 2009

[49] Ayşe Arman,“Referandum mühründe neden ‘Evet’ yazıyor?”, Hürriyet, 11.08.2010

[50] Necati Doğru, “Referanduma Hile Girebilir”, Sözcü, 3 Eylül 2010

[51] Can Ataklı, “Yüksek Seçim Kurulu halkı rahatlatmak zorunda”, Vatan, 2 Eylül 2010

[52] Işıl Öztürk , “Her Sandıktan Oy Tırtıklanmış“, Tercüman, 26.08.2007

[53] Mustafa Mutlu, “Seçimin Kaderini Sandık Görevlileri Belirleyecek”, Vatan, 20.07.2007

[54] http://www.yilmaztankut.org/faaliyetler_.(Cevaplanan)18.01.2010

[55] Adalet Bakanlığı’nın 17.03.2010 tarih ve Sayı: .03.0.KGM.0.00.00.05/684/1470 sa yılı resmi yazısı

[56] http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2011MilletvekiliSecimi/SecSay01062011.pdf (01.06.2011 tarihli YSK Duyurusu)

[57] 2007 Genel Seçimlerindeki seçmen sayısında meydana gelen artıştır

[58] http://www.ysk.gov.tr/ysk/ (01.06.2011 tarihli YSK Duyurusu)

[59] http://www.ysk.gov.tr/ysk/ (01.06.2011 tarihli YSK Duyurusu)

[60] AKP’nin 28.11.2013 tarih ve SEÇ.81.03/2013-2154 sayılı başvuru yazısı

[61] http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/Kararlar/2013Pdf/2013-543.pdf (YSK’nın 28.11.2013 tarih ve 543 sayılı kararı)

[62] Yılmaz Özdil, “Hokus pokus…”, Hürriyet, 2 Haziran 2011

[63] “Seçmen Artışı Kuşkulu”, Milliyet, 28 Mayıs 2011

[64] 298 sayılı kanunun bazı maddelerini değiştiren 13.03.2008 tarih ve 5749 sayılı Kanun

[65] Hamdi Türkmen, Erol Yaraş, Erdal İzgi, “Parmak Boyansın Seçim Rahatlasın”, Milliyet, 24 Nisan 2011

[66] Türkmen, Yaraş, İzgi, “agm”, 24 Nisan 2011

[67] Mehmet Tomanbay, “İleri Demokrasi ve Seçim Sistemi”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2011

[68] “Fazla Basılan Oy Pusulalarının Başrolde Olduğu Bir Sandık Senaryosu”, Milliyet, 5 Haziran 2011

[69] “AKP oyun peşinde”, Yeniçağ, 2 Kasım 2013

[70] http://www.nvi.gov.tr/Hizmetler/Istatistikler,Nufus_Kutukleri_Istatistikleri.html 31 Mart 2010

[71] http://www.nvi.gov.tr/Hizmetler/Istatistikler,Nufus_Kutukleri_Istatistikleri.html 2008

[72] http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2009MahalliIdareler/ResmiGazete/IlGenel.pdf 2009

[73] Neval Kavcar, “ Bu beldede bebekler bile oy kullandı”, Son Sayfa, 27.12.2010

[74] CFR: Council of Foreign Relations (Dış İlişkiler Konseyi); Walter Lippman önderliğinde kurulan ve ABD’yi Tek Dünya Devleti haline getirmek için çaba harcayan ABD’nin Dış İlişkiler Konseyi

[75] Arslan Bulut, “ AKP’nin Seçim Kazanma Sırları” , Yeniçağ, 1 Ekim 2010

[76] AKP’nin Oyu Yüzde Otuzun Altındadır, Oda TV, 16.06.2011

[77] Neval Kavcar, “22 Temmuz 2007 Seçimi Mercek Altına Alınmalıdır”, kavcar [nevalkavcar@yahoo.com], 20.08.2007

[78] Meclis’te sahip olduğu milletvekili sayısı nedeniyle AKP dolaylı olarak yasama gücüne de sahip bulunmaktadır

29 Nisan 2015 – Ali Ulutaş – Dostlara Yeniden Merhaba

Ali-Ulutas-Makale-Header

21 Nisan 2015 günü ameliyat olmuştum. Şimdi evde ve iyileşmeye doğru giderken 24 Nisan geldi geçti. Avustralya açısından Gelibolu uluslaşmanın başlangıcı kabul edildiğinden, her yıl daha bir duyarlılıkla ANZAK Gününe sahip çıkıyorlar. Türkiye açısından da Çanakkale savaşları ulusal kurtuluş savaşının aslında başlangıcıdır. Bazı kendini bilmez, utanmaz arsızlar çıkıp ordaki bölüklerdeki eratın etnik kimlikleri üzerinden siyaset yapmaya çalışıyorlar. Bu tür yaklaşımlar en başta Çanakkale’de şehit olanların anılarına karşı yapılabilecek en büyük terbiyesizlik, saygısızlıktır. Askerlik yapanlar bilirler. Askeri birliklerde her yöreden erat bulunur. Bazı yörelerde yoğun, bazı yörelerde az yoğunluk görülür. Çanakkale’de de böyle olmuştur. Diyelimki bugün kü iller idaresi bazında bir ilde Çanakkale’de ölen olmamıştır. O zaman o ili suçlamak mı lazım? Oradaki askere alınmış erat da başka bir yurt parçasına gönderilmiştir. Ülkesi ve ulusunun kurtuluşu için can verenlere sadece minnet ve saygı duyulur.

Bir de her ulus ulusal kurtuluşlarını her yıl daha görkemli ve coşkulu anarak kendilerini dünyaya daha iyi tanıtma ve yetişen genç kuşaklarına ulusal bilinci aşılama aracı haline getiriyorlarken, Türkiye’mizde adım adım ulusal bayramlar ve ulusal bilinç tırpanlanarak yok edilmeye çalışılıyor. Bu aslında bir Emperyal projenin gereğidir. Ancak bu proje Anadolu’ya ekilen Kuvva-yı Milliye ruhuna çarpmış ve iflas etmiş durumdadır. Seçimlerde bu uygulamaların uygulayıcısı durumundaki; yani bayrağı indirenler “filanlar gücenmesin” diye müdahale etmiyenlere, devlet dairelerinde T.C. Kimlik ibarelerini indirme denemesini yapanlara 23 Nisan, 10 Kasım, 30 Ağustos ve 29 Ekim lere kıytırık bahanelerle katılmayan, siyasilere hala oy verenler kendi geçmişlerine, cephelerde canlarını veren Atalarına ihanet ettiklerini biliyorlar mı? Oturup günlük ucuz propagandaların yerine ejdatlarının kanlarına yabancı askerlerin Irak’ta, Libya’da, Suriye’de olduğu gibi zevk araçları olmalarını canlarını vererek kurtaran atalarını düşünsünler. Bunu düşünmeyip hala o zihniyetlere oy verenlerden vatana, ulusa, insanlığa bir iyiliği gelmez.

Bir de Birinci Dünya Harbi’nin bitiminde Osmanlı Devleti’nin enkazını bölüşmek için ülkedeki etnik kimlikler kaşındı. Türlü vaatlerle önce isyan ettirip, asırlardır birlikte yaşadıkları halkı kırdıranlar Mustafa Kemal Atatürk ve inançlı silah arkadaşlarının çelik iradelerine çarpınca kışkırttıklarını ortada bırakıp geri çekildiler. Ortada kalanları bastırma hareketlerinde hayli kanın dökülmesine sebep oldular. Bu etnik gruplardan önce Ermeni’ler sınandı. Başarılı olunmayınca, Kürt isyanları başlatıldı. Tümü iflas edince, uzun bir müddet unutup gittiler. Şimdilerde bu konularda basiretsiz yönetimleri görünce yeniden o acımasız Emperyal hayallerinin peşine düşmüşler, soykırım yalanıyla ortalığı yaygaraya vermeye çalışmaktadırlar. Bu da Kuvva-yı Milliye suratlarına çarptırılmaktadır. Yakında bu konu da tarihin derin sayfalarında kayıp olacaktır.

Bir de kendilerine biz artık bir etnik gurubun değil Türkiye Partisiyiz diyen Bay Demirtaş atalarının ezilen, atalarının kemiklerini sızlatırcasına soykırım yalanına sarılarak uluslar arası emperyal güçlerin gözüne girmeye çalışmakta iken öbür yüzü ile sosyalist geçinmektedir. Hiç bir bilinçli Solcu soykırım yalanına inanmaz, onu tarihi belgelerle mahkum eder. O yalana ancak ulusal bilinçten yoksun, ejdatlarının Ermeni çeteleri ve onları besleyen emperyal güçlerden çektiklerine ihanet etmektedirler. Herkes aklını başına alsın, bu gibi konularda küçük ve asılsız propagandaların peşine düşmesin. Bu ulus bunu da dün olduğu gibi, bugün, yarın da çiğneyip geçecektir.

Saygılarımla
Ali Ulutaş
29 Nisan 2015

Ali-Ulutas-Makale-Header

23 Nisan 2015 – Ali Ulutaş – Dostlara Yeniden Merhaba

Ali-Ulutas-Makale-Header

Bu yazıyı gününden çok önce yazmak durumunda kaldım. Sebebi, 21 Nisan 2015 günü kalp rahatsızlığımdan dolayı hastaneye giderek bir ameliyat geçireceğim. Bir hafta yazı ile uğraşamam diye erken yazıyorum. İyileşir gelirsem, okurlarımla muhabbete devam edeceğim. İyileşmezsem diyemiyorum. İnanıyorum ki içecek suyum, teneffüs edecek havam ve de en önemlisi dostlarımın sevgileri daha bitmedi. Bu yüzden en kısa zamanda dostlarımın aralarına döneceğime ve Avustralya gibi bir ülkede devlet hizmetlerinin güzelliğine, tıbbın erişebildiği başarılı sonuca inanıyorum.

Şöyle her telden, her perdeden biraz mızrap sallıyayım diyorum. Yıllardır Avustralya Alevi Kültür Merkezi’nde canlarla çeşitli hizmetlerde bulunurken, dağarcığımda biriken bilgileri de gazeteler aracılığı ile toplumla paylaşmaya çalışıyorum. Şimdilerde geldiğimiz ülke olan Türkiye’mizde demokrasiyi savunma çalışmaları ile ilgili, bu aşamada ülke gerçeklerini dikkate alarak öneri ve eleştiri haklarımı da kullanarak yaşadığımız Avustralya’da CHP’ye destek olmak için çalışma gurubunu oluşturduğumuz güzel insanlarla yola devam ediyorum.

Bunun için de Türkiye’de geçmişte çok güzel birlikteliğimiz olan bir can dostum bana hayli eleştiri yazmaktadır. Kendince haklı olabilir ama ben şunu ilke edinmişim. Türkiye’de bir nevi tabela partileri konumundan kurtulamıyan siyasal oluşumlarla bir yere ulaşılmaz. Eleştiri mekanızmasını işleterek tabanı olan, iktidar şansı olan partilerde çalışmak daha tutarlı bir durumdur diye düşünüyorum. Ama bir siyasete esir olamam. Çünkü bende nacizane Halk Ozan’lığı damarı vardır. Halk Ozan’ı özgürce yazar, özgürce düşünür. Halkın sıkıntılarının, sorunlarının içinde yaşar, özümler ve korkmadan dile getirir. Edebiyat çevrelerinde duyurmadım, tanıtmadım kendimi. Ancak yakın gelecekte toplumum yazdığım nefesleri bulup okuyacaklardır. Bu anlamda bir dörtlükte demiştim ki.

Halk Ozan’ı bitti diyen cahiller
Halkım var oldukça Ozan’ı bitmez
Durmadan halkımı soyan gafiller
Halkın dertlerini yazanı bitmez

O yüzden o arkadaş ve onun gibileri müsterih olsunlar. Biz halk yolundan dönmedik, dönemeyiz de. Şimdi okurlarımla bir nefesimi paylaşayım dedim.

İlimden kitap okursan
İnsana güzel bakarsan
Kötülüklerden bıkarsan
Anla ki insan olmuşsun

Riyakardan uzak dursan
Birazda kendinden versen
Sevda güllerini dersen
Anla ki insan olmuşsun

İhanetten dönüp kaçsan
Kanatlanıp bazı uçsan
Hakkın Kelam’ını seçsen
Anla ki insan olmuşsun

Seven dostlara gelirsen
Müşidinden dem olursan
Aradığını bulursan
Anla ki insan olmuşsun

Akıl yoluna girdiysen
Gizli sırlara erdiysen
Ulu divana vardıysan
Anla ki insan olmuşsun

Bu alemde yandı isen
Dosta bade sundu isen
Gül dalına kondu isen
Anla ki insan olmuşsun

Baba Ozan dostun ise
Ham ervahtan küstün ise
Hakka ermek kastın ise
Anla ki insan olmuşsun

İşte insan olabilmeyi, insan olunca, insanlığını ve insanlığı bilince de dünyanı değiştirinceye dek insanlığın mutluluğu, kalkınması, güvenliği için uğraşmayı ilke edinirsin. Bu uğurda gelebilecek her belaya da her an hazır olursun. Bu yolda “ya gelme gelme, ya da dönme dönme” ve “öl ikrar verme, öl ikrarından dönme” ilkesi vardır. Bu ilkelerle yaşayabilenlere aşk olsun.

Saygılarımla
Ali Ulutaş
23 Nisan 2015

Ali-Ulutas-Makale-Header