GENELKURMAY BAŞKANLIĞI İRTİCA BRİFİNGİ 1997
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI İRTİCA BRİFİNGİ
11 Haziran 1997
Türkiye Cumhuriyeti devlet yönetiminin İslami kurallara göre düzenlenmesini esas alan siyasi İslam, bütün irticai ve radikal unsurların ulaşmak istedikleri nihai hedeftir.
Bu hedefe ulaşmak için; Cumhuriyet’in kurulmasından itibaren, din- siyaset ilişkisine yön vermeye çalışan bu kesim, laik Türkiye olgusu içinde, başlangıçtan itibaren Anadolu’da ortaya çıkan ayaklanmalardan istifade etmek suretiyle, her türlü ortamda amaçlan doğrultusunda eylem yapmışlardır.
Dün olduğu gibi bugün de, bu kesim, eylemlerini geliştirerek tüm kurum ve kuruluşlarda taban kadrosu oluşturma gayreti içine girmişlerdir.
Öncelik ve özellikle; çokpartili sisteme geçişi müteakip siyasi beklentileri nedeniyle Atatürk ilke ve inkılapları aleyhine verilen tavizlerin sonucu olarak, irticai kesim, demokrasi şemsiyesi altında toplum içinde de teşkilatlanma çalışmalarına hız vermiş, laik devlet olgusu, yasal bir teminat olmasına rağmen sulandırılmıştır.
Bu bağlamda; Ulu Önder Atatürk’ün ortaya koyduğu çağdaş ve laik Cumhuriyet, tehdit altına girme temayülü göstermiş, TC’nin temel nitelikleri yıpratılarak, irticai hareketler, maksatlı bir şekilde desteklenmek suretiyle ülke ve millet, sonu olmayan bir karanlığın içine çekilmeye çalışılmıştır.
Bu durum; bireysel kökten dinci faaliyetlerin, kitlesel veçhe kazanmasına neden olmuş ve bu suretle; TC’nin kutsal bayrağının yerine yeşil bayrak çekenlerin; Atatürk’ün manevi şahsiyetine, TC varlığının temel güvencesi olan ve Anayasamızla güvence altına alınmış temel ve ortak değerlerimize saygısızlık yapanların cesaretlendirildiği ve ödüllendirildiği bir vasat oluşmuştur.
Otorite boşluğundan istifade ile ortaya çıkan ayrılıkçılık akımları da konuya diğer bir boyut getirmektedir. Türk ulusal kimliğini ve Türkiye Cumhuriyeti devletini tanımak istemeyen düşünce sahipleri, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğüne karşı, nihai hedeflerinden önce birinci adım olarak, daha enternasyonel olan din kimliği altında faaliyetlerini sürdürerek, öncelikle ülkenin siyasal isminin sadece Türkleri değil, tüm grupları da içerecek şekilde değiştirilmesine çalışmaktadırlar.
Ayrıca, genel kitleler tarafından bilinmeyen veya basma sızmayan dış politikanın dışında, alınması gereken önlemlerin alınmadığı, Diyanet İşleri Başkanlığı dahil, ülkede din işlerinin tamamen kontrolsüz olduğu, hatta kendisini aşamamış bir çok akademik olan veya olmayan din adamlarının, nihai hedefi bilerek ve bilmeyerek, temelleri çok önceden atılan bu gelişmelere yardımcı olduğu gözlenmektedir. Ayrıca “İslam mutlaka iktidar olmalıdır, yönetilemez” ideolojisine sahip üçüncü nesil fanatik ve şovenist köktendincilerin tahminlerin aksine, çok daha kısa sürede yaygınlaşarak, eylemlerini sürdürdüğü esefle müşahede edilmektedir.
Bunun yanı sıra; Diyanet’in pasif, yönetmek ve yönetilmekten yoksun kadrosunun, yurtiçinde ve yurtdışında görev yapmamasından ortaya çıkan boşluk, tarikatlar ve Milli Görüş Teşkilatı tarafından doldurulmakta, böylece örgütlenme faaliyetleri hızla artmaktadır.
Bu durum tarikatların ve Milli Görüş Teşkilatı gibi kurumların hızla büyümesine ve belirli kitleleri tamamen kontrolü altına almasına imkan sağlamaktadır. Böylelikle Anayasa’nın 136. maddesinde ifadesini bulan, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak, icra edilmesi öngörülen din işlerinin, devlete bağımlı din adamları ile yürütülmesi olgusu, kasıtlı olarak defacto ile ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.
Gelişen bu durum muvacehesinde; özellikle son onbir aylık dönem içinde; bazı İslam devletlerince de geliştirilip desteklenen şeriat düzenine dayalı radikal İslamî tehdit, laik cumhuriyeti yıkmaya yönelik faaliyetlerini siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri olaylarla entegreli olarak artırmıştır.
Bu artış; toplumun huzur ve güvenini sarsmış, böylece, Türk ulusu ümmet kavramı içinde bölünmeye yüz tutmuştur. İç ayaklanmaya doğru ivme kazanan bu irticai faaliyetler bugün maalesef suni gündem söylemleriyle kamufle edilmeye çalışılmaktadır.
Şimdi müsaadenizle önem ve önceliğine binaen, siyasi İslamın gelişimi doğrultusunda irticai faaliyetlerdeki önemli olayları arz edeceğim.
Haziran 1996 ayında, bugünkü koalisyon hükümetinin oluşturulmasını müteakip irticai kesimin siyasal İslamı gerçekleştirme yolunda başta teşkilatlanma ve kadrolaşma olmak üzere planlı bir ivme ile tüm alanlarda yoğun faaliyetlere giriştiği görülmüştür.
Bu kapsamda; laikliğe aykırı söz ve davranışları ile tanınan bazı tarikat liderlerine devrim yasalarına aykırı kıyafetleriyle geldikleri Başbakanlık Konutu’nda yemek verilerek bu çeşit kişilerin devlet katında itibar gördükleri ve eylemlerinin hoş karşılandığı kanıtlanmaya çalışılmış, böylelikle siyasal İslam taraftarı ve sempatizanlarına kimlik kazandırmak maksadıyla; olumlu mesaj verilmiştir.
Okullarda öğrencilerin irticanın simgesi haline dönüşen türban ile bulunmalarının laiklik ilkesine aykırı olduğu Anayasa Mahkemesi kararıyla belgelenmesine rağmen, siyasi İslamî kesim ve sempatizanları, kendilerine oy getirdiği inancıyla hemen her konuşmalarında okullarda ve hatta devlet dairelerinde başörtüsü ile öğrenim görme ve çalışmanın anayasal bir hak olduğunu ısrarla iddia ederek halkı kışkırtmışlar, eylemler düzenlemişler, hatta üniversitelerde rektörlerin başörtüye selam duracağını ileri sürebilmişlerdir.
Sözde adil düzen kavramı içinde; özellikle belli bir dini görüş ve inanca sahip olanlarla, olmayanlar arasında farklılık ön plana çıkartılmış, bu dini görüş ve inanca sahip olmayanlar, düşmanca hareketlerin hedefi olarak gösterilmiştir.
10 Kasım 1996 günü Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı, böyle önemli bir günde; “İçim kan ağlayarak bugünkü törene katıldım, bu düzen değişmeli, bekledik, biraz daha bekleyeceğiz, gün ola harman ola, Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini, nefreti eksik etmesin” diyebilmiştir.
Sincan Belediye Başkanı, İranlı diplomatların da desteğinde, Sincan’da düzenlediği Kudüs Gecesi’nde salona İslamî terörist örgüt liderlerinin büyük boy posterlerini asmış, aydın kesime şeriatı enjekte edeceğini söylemiştir. Bu olaydan sonra Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce tutuklanmasını müteakip, mahkeme kararını protesto ettiği imajını yaratacak biçimde bir sakan tarafından bizzat ziyaret edilmiştir.
Tüm bu gelişmeler, görüldüğü üzere ülkemizdeki irticai kesim tarafından gerçekleştirilen planlı bir eylemin neticesidir.
Bu suretle; demokraside hukukun üstünlüğü ilkesini zedeleyerek, siyasette yönetme ve yönlendirme erkini şahsi menfaatlerine göre siyasal İslam içinde bütünleştirmek isteyen anlayış, toplumun huzur ve güvenliğine yönelik zararlı faaliyetlerini her geçen gün artırmıştır.
Son dönemlerde, basına da yansıyan tarikat olaylarında kendilerini şeyh olarak ilan eden ve sayıları beşbin civarında olduğu bilinen insanların büyük bir yüzdesi Güneydoğu kökenlidir.
Bu tip insanlar, din kimliği altında ekonomik sıkıntı ve sosyal sınıf farkı karşısında çıkış arayan bölge halkını, kendi saflarına katmak suretiyle siyasal İslamın öncülüğünü yapmaktadırlar.
Tüm bu gelişmeler dışında Türkiye genelinde gözlenen planlı ve bilinçli münferit faaliyetler ile organize eylemler fevkalade dikkat çekici bir boyut kazanmıştır.
Böylece; Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti yapısı yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya geldiğinden, konunun hayati önemine binaen 28 Şubat 1997 tarihinde MGK’da görüşülmesi kararlaştırılmıştır.
MGK’ca alınan kararlar doğrultusunda görsel ve yazılı basındaki gelişmeler olayları tüm çıplaklığıyla ortaya koymasına rağmen, siyasal İslamî kesim her alanda cephe oluşturarak bu kararlan uygulatmamak için dayanışma içine girmiştir.
Oysa ki alınan bu kararlar Başbakan ve yardımcısı tarafından imzalanmış, hükümet tarafından da benimsenmiş, önce İçişleri Bakanlığı, bilahere Başbakanlık tarafından bu kararların uygulanması yönünde genelge yayımlanmıştır.
Ancak geçen üç aylık dönem içinde, göstermelik bazı uygulamalar hariç, kararların üzerine gidilmemiş, bilakis kararlar askerlerin dayatması olarak kamuoyuna yansıtılmış ve TSK hedef gösterilmiştir.
Bu süre içinde; Milli Güvenlik Kurulu’nun aldığı kararlardan 8 yıllık kesintisiz temel eğitime ilişkin karar, kamuoyunda ve irticai kesim içinde en çok tartışılan konu olmuştur.
Dini eğitim veren eğitim kurumlarıyla taban oluşturma, geliştirme ve siyasal İslamı gerçekleştirme avantajını kaybedeceğini değerlendiren irticai kesim, bu kararı tabanına “TSK, imam hatip okullarını kapatmak istiyor” şeklinde yansıtılarak, yurdun çeşitli yerlerinde protesto mitingi ve toplantılar düzenleyerek, mektup ve imza kampanyaları açarak, TSK’ni din karşıtı bir kurum olarak gösterme çabası içine girmiştir.
İrticai kesim 8 yıllık kesintisiz eğitimin imam hatip liselerinin orta kısmının kapatılmasını ve velilerin, çocuklarının üzerindeki velayet hakkının alınmasını hedeflediğini ileri sürerek, eylemlerinde yandaşlarından destek bulmuş ve bu suretle bazı siyasi partiler üzerinde baskı oluşturarak konuyu Meclis gündemine sokmaya çalışmıştır.
Oysa çağdaş dünyada eğitim ve öğretim bütünlüğü dikkate alındığında 8 yıllık kesintisiz eğitim vazgeçilmez önkoşul olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu bağlamda. Sultanahmet Mitingi örneğinde görüldüğü üzere, irtica yanlılarının, MGK kararını şiddetle protesto etmenin yanı sıra. şeriat özlemlerini dile getiren çeşitli sloganlar atarak, hilafet bayrağı açarak, milletin onur ve şeref timsali olan Türk bayraklarını ise yere serip üzerine oturarak toplumun birlik ve beraberliğine yönelik kışkırtıcı ve bölücü bir görüntü sergilemeleri esefle izlenmiştir.
Bunun yanı sıra; içlerinde siyasal İslam yanlısı milletvekillerinin de bulunduğu Türk hacı adaylarının Avrupa’dan gelen Milli Görüşçülerle hacda birleşerek; şeriat özlemini dile getiren söylemde bulunmaları, dinin siyasete alet edildiğini, açıkça ortaya koymuştur.
MGK kararlarının uygulanmasıyla ilgili İçişleri Bakanlığı tarafından çıkartılan genelgeden sonra, izinsiz açılan Kur’an kurslarının kapatılması ve Kıyafet Kanunu’na aykırı giyinenlerin toplanması gibi sınırlı göstermelik bazı uygulamalar yapılmıştır. Ancak başta devlet daireleri olmak üzere türban uygulamalarında artış olduğu müşahede edilmektedir.
İrticai kesim, izinsiz açılan Kur’an kurslarının kapatılma ihtimaline karşılık, kursları vakıflar bünyesinde yeniden organize etme gayretlerine yönelmiştir.
YAŞ kararlan ile TSK’den ihraç edilen subay ve astsubaylar özellikle irtica yanlısı kurum ve kuruluşlarda istihdam edilmeye devam edilmiş ve bir vakıf içinde toparlanmalarına yardım edilmiştir.
İrticai kesim yanlıları TSK’lerine yönelik olarak; gerçekleştirdikleri yoğun propaganda faaliyetleri ile bir taraftan TSK’ni dine karşı göstermeye çalışmışlar, diğer yandan “TSK. belli güçlerin değil, halkın ordusudur. Ordu peygamber ocağıdır” gibi belli çevrelere sıcak mesajlar göndererek, Silahlı Kuvvetlerin emir komuta yapısını yıpratmaya yönelik gayret içinde görünmüşlerdir.
İrtica yanlısı bir milletvekili; ordu ile halkı karşı karşıya getirmek için, MGK kararlarından 8 yıllık eğitim konusunun kendileri tarafından kasıtlı olarak tırmandırıldığını açıkça ifade etmiştir.
Siyasal İslamcı olduğunu belirterek, ordunun bir siyasi partiye oy veren 6 milyon siyasal İslamcıyı görmezden gelemeyeceğini, 3500 PKK’lı ile başedemeyenlerin 6 milyon siyasal İslamcıyla nasıl başedeceğini ifade ederek, tabanına TSK’ne karşı cihada hazırlık mesajı vermiştir.
Diğer bir irtica yanlısı milletvekili ise, Türkiye’nin İsrail’le yapacağı tatbikatları istismar ederek Silahlı Kuvvetlerimize ve komutanlarımıza ağır eleştirilerde bulunmuştur.
Propaganda yoluyla; irticai kesim sahip olduğu 19 gazete, 110 dergi, 51 radyo ve 20 televizyon istasyonu ile taban geliştirmeye yönelik propaganda faaliyetlerini kesintisiz olarak sürdürmüştür.
İrticai kesim, 28 Şubat MGK kararlan sonrasında propaganda faaliyetlerinin büyük bir kısmını MGK kararlarının engellenmesine teksif etmiştir. Yapılan propaganda çalışmalarında;
- İslamın emrinde olan imam hatip okulları ve Kur’an kurslarının kapatılamayacağı, kapatmak isteyenlerin “halk düşmanı” olarak tarih önünde mahkum olacakları
- Laiklik ve Atatürkçülüğün Türkiye’nin ilerleme ve gelişmesini engelleyen başlıca etkenler olduğu;
- Bugünkü rejimin askerlerin dayatması olduğu belirtilmiştir.
- Ayrıca ordunun, milletin inancını birinci derecede düşman olarak nitelediği; laik rejimin kendini koruması için oluşturduğu ordunun yükünü ise Müslüman halkın çocuklarının çektiği ifade edilmiştir.
Siyasal İslam taraftarlarının sahip oldukları 2500 dernek, 500 vakıf, binin üzerinde şirket, 1200 yurt, 800’ün üzerinde özel okul ve dershaneler ile oldukça yüksek bir ekonomik güce kavuşmuş ve bu yöndeki çalışmalarına devam ettiği görülmüştür.
Bu bağlamda;
- Devlet bütçesinden vakıflara yardım adı altında büyük ölçüde parasal destek sağlanmıştır.
- Milli Görüşçüler, Milli Gençlik Vakfı vasıtasıyla yasalara ve İçişleri Bakanlığının genelgesine rağmen, yurtiçinde kurban derilerini toplama faaliyetlerini sürdürmüştür.
- Aynı grup yurtdışında ise uluslararası insani yardım teşkilatı vasıtasıyla kurban başına 200 mark almak kaydıyla 50 bölgede büyük çaplı kurban kesim kampanyası düzenlemiştir. Geçen yıl 36 bölgede düzenlenen bu kampanya ile 30 000 kurban kesimi yapıldığı tespit edilmiştir.
- Kendilerine müzahir belediyelerde iş yaptırmak ve ihale alabilmek için, vatandaş ve işadamlarından bağış adı altında para alınmaktadır.
- Özelleştirme kapsamında yapılan ihalelerde, irticai kesim yanlısı şirketlere öncelik verildiği ve bu şirketlerin başta enerji olmak üzere, stratejik öneme haiz sektörlerdeki ihalelere ilgi duyduğu ve birleşerek güç oluşturmaya yönelik çalıştıkları hususu açık kaynaklarda yer almıştır.
Diğer yandan irticai kesim. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde ülke bütünlüğüne yönelik yıllardır devam eden terör sorunlarına ümmetçilik anlayışı ile yaklaşarak bölgedeki tabanlarını genişletme çalışmalarını sürdürmektedir.
Bu Kapsamda Yapılan Tespitler Özetle Şunlardır:
- İrticai kesim bölücü terör örgütünün ısrarla dile getirdiği ateşkes, bölgesel özerklik, genel af, olağanüstü halin kaldırılması gibi hassas konulan kendi medya organlarında sık sık tartışmaya açmış, temsilcileri vasıtasıyla da bölücü terör örgütü ve sözde sürgündeki Kürt Parlamentosu üyeleri ile doğrudan ilişkilere girmişlerdir.
- Bölücü terör örgütünün Türkiye’ye yönelik emellerini gerçekleştirmek için, kendilerine en yakın müttefik olarak radikal İslamcı grupları gördüğü ve Kuzey Irak’taki kamplarda yapılan eğitimi, cihat hazırlıkları olarak lanse ettiği tespit edilmiştir.
- İrticai kesimin yükselişi karşısında bölücü terör örgütünün başı, MED-TV’de yaptığı açıklamada; ülkemizde irticai faaliyetlerin artmasını, a- maçlarının tahakkuku için uygun bir fırsat olarak değerlendirmiş ve bu kesimle ilişkilerin daha da geliştirilmesi gerektiğini açıkça beyan etmiştir.
- Terör örgütünün başı bu beyanı yaparken, irticai görüşe sahip bazı siyasi parti yetkilileri de bölgede taban oluşturmak maksadıyla; PKK terör örgütünün güdümünde bulunan HADEP yetkilileri ile yoğun temaslarda bulunmuşlardır. Bu konu televizyonda yayımlanan bir açıkoturumda bizzat HADEP yöneticileri tarafından kamuoyuna duyurulmuştur.
- Bu siyasi partinin irtica yanlısı Diyarbakır İl Başkanı, bölücü örgüt başının kendi partisinden aday olabileceğini açıklıkla ifade etmiş ve bu görüş maalesef aynı partinin bazı parlamenterlerince de desteklenmiştir. Benzer olay 1991 yerel seçimleri öncesinde de, HADEP’le işbirliği yapılmak suretiyle sergilenmiştir.
- Örgüt tarafından Lübnan’da gerçekleştirilen ikinci konferansta alınan kararlar çerçevesinde: “İmamlar Birliği” oluşturulmuş, her caminin “Propaganda ve İsyan Merkezi” haline getirilmesi kararlaştırılmıştır. Bu kararlar bazı camilerde bölücü ve irtica yanlısı bazı imamlar tarafından hayata geçirilmiştir.
- Terör örgütü, daha geniş kitlelere hitap edebilmek düşüncesi ile, bu kez “Kürdistan İslam Hareketi” adlı örgütü hayata geçirmiştir. 1993 yılı Temmuz ayında yapılan Kürdistan İslam Hareketi Kongresi’nde; diğer din ve gruplarla ilişkilerin geliştirilmesi, kadınların savaş içerisinde yer almaları, sözde Kürdistan’ın birleştirilmesi ve eski Kürt medrese ve külliyelerinin tekrar canlandırılması hususlarında bir dizi karar alınmıştır.
- Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren ve şeriat düzenini Türkiye’ye de ihraç etme gayreti içinde olan İran tarafından desteklenen İslami Hareket Partisi lideri Şeyh Osman, ülkemizde bilinen çevrelerden itibar görmüş ve hacca gönderilmiştir.
- Kuzey Irak’ta irticai esaslara dayanan bir Kürt devleti kurmayı amaçlayan Şeyh Osman’ın, Güneydoğu Anadolu bölgesinde de sempatizanları bulunmaktadır. Bu kişi vasıtasıyla bölgede İslami Hareket canlandırılmaya çalışılmaktadır.
- Bölücü terör örgütünün yan kuruluşu olan Kürdistan İslam Hareketi’nin hac organizasyonu yaparak hacca personel göndermesi, irticai kesimin sempatisini kazanmak için yapılan bir faaliyet olarak kıymetlendirilmiştir.
- Avrupa’daki bölücü örgüt büroları ile Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’nın, Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde yapılan eylemleri birlikte organize ettikleri, yurtiçinde de Milli Gençlik Vakfı ile HADEP’in Cumhuriyet rejimine karşı ortak mücadele başlattıkları hakkında önemli tespitler yapılmıştır.
- 26 Nisan 1997 günü bölücü terör örgütü PKK’nın Almanya’nın Düsselldorf kentinde, Ermeni örgütlerinin Bonn’da Türkiye Büyükelçiliği ö- nünde yaptıkları gösterilerden üç gün sonra irticai unsurların Köln’de uydu vasıtasıyla yaptıkları rejim karşıtı propaganda yayınının aynı günlere gelmesi, Batılı ülkelerde Türkiye’ye karşı Kürt kartından sonra Ermeni ve irtica kartlarının da aynı anda oynanmaya başlandığı şüphesini beraberinde getirmiştir.
- Türkiye’de etkinliği gittikçe azalan bölücü terör örgütünün yurtiçinde ve yurtdışında irticai unsurların gerisinde ve desteğinde yer almaya başladığı ve ittifak oluşturma çalışmaları ile yeni bir çıkış yolu arama gayreti içinde olduğu bugün belirginlik kazanmaktadır.
Bunun yanı sıra; irticai kesimin, hedeflerine ulaşmak için İslamî terör örgütleri ve başta İran olmak üzere, uluslararası terörizme destek veren ülkelerle olan bağlantıları incelendiğinde durum özetle şu şekildedir.
İran
Şerita esaslarına dayalı bir rejimin Türkiye’de kurulması için planlı olarak maddi ve manevi her türlü desteği sağlamaktadır. Bu çerçevede;
- Terör eylemleri de icra eden radikal İslamcı gruplardan Hizbullah, Selam ve İslami Hareket örgütlerinin İran tarafından yönlendirildiği ve üst düzey yöneticilerinin İran’da eğitildiğine ‘dair tespitler mevcuttur. Bir örnekolmak üzere, yakalanan bir İslami Hareket militanı verdiği ifadede •’İran’da eğitildiğini ve Türkiye’deki İran’lı diplomatlarla ilişki kurduklarını” beyan etmiştir.
- İran, Türkiye’de eylemlerde bulunan İslamî terör örgütü militanlarına maddi destek, pasaport ve İran’da barınma imkanları vermektedir. Yakalanan bir Hizbullah terör örgütü militanı, açıklamasında, “Tahran’a dönen Ankara Büyükelçisi Ali Rıza Baghari’nin Türkiye ile İran arasındaki tüm bağlantıyı sağladığı, elçinin ayrılışından sonra Ankara’daki bu görevi İstanbul’da bulunan İran Başkonsolosu’nun üstlendiğini, kaçaklara para ve pasaport sağladığını, İran’da barınma ve bütün ihtiyaçlarının karşılanması için görevlilere talimat verdiğini” ifade etmiştir.
- İran, özelikle basın yoluyla, icra ettiği propaganda ile, irticai kesime destek vermekte, Türkiye’nin içişlerine açıkça müdahelede bulunmaktadır. Nitekim 4 Mayıs 1997 tarihli Tahran Times gazetesi verdiği haberde Türkiye için “Generaller kısa sürede halkı bastırabilirler, ama uzun sürede Cezayir’de ortala çıkan olay Türkiye’de de tekrarlanabilir” ifadesini kullanmış, maalesef bu tip müdahelelere ilgililerce sessiz kalınmıştır.
- İran, Türkiye-İsrail ilişkilerini kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktadır. Bu kapsamda, 10 Mayıs 1997 tarihli Kayhan International gazetesinin bir haberinde “Türkiye’deki İslamiyetçiler, İslamî dünyanın menfaatlerini tehdit eden tehlikelere karşı çıkmak için diğer İslamî ülkeler ile siyasetlerini koordine etmeye gayret edeceklerdir” diyerek, irticai kesime destek vermiştir.
- İran, Türkiye’deki irticai unsurları motive etmek için her türlü gayreti göstermektedir. Nitekim İran Devrim Muhafızları Komutanı General Rızai, televizyonda yaptığı bir konuşmada; iki cephede birden savaşabileceklerini, bunlardan birinin ABD, diğerinin de Batı komşusu olduğunu söyleyerek Türkiye’deki irticai unsurlara destek verdiğini açıkça ortaya koymuştur.
Libya
- İrticai kesimle yakın ilişki içerisinde bulunmakta ve başta maddi destek olmak üzere her türlü yardımı yapmaktadır. Son olarak 14 Nisan 1997 tarihinde Libya’da düzenlenen bir festivale Libya lideri Kaddafi’nin özel davetlisi olarak Türkiye’den irtica yanlısı üç milletvekilinin katılması fevkalade dikkat çekicidir.
- Libya ayrıca İslami Selamet Cephesi vasıtasıyla da. Türkiye’deki irticai unsurlarla yakın işbirliği ve desteğini sürdürmektedir.
Suudi Arabistan
- İrtica eğilimli olan milletvekili ve bürokratlara ilave hac imkanı sağlayarak sempati kazanmakta ve irticai unsurlara maddi destek vermektedir.
- Hac sezonunda Suudi Arabistan’da işçi olarak çalıştırılmak üzere Türkiye’ye 5 000 kişilik kontenjan verildiği, işçilerin vize işlemlerinin Suudi Arabistanlı bir firma tarafından yapıldığı, vize ücreti olarak işçi başına 1 000’er dolar talep edildiği ve toplanan paranın Türkiye’deki irticai örgütlere aktarıldığı tespit edilmiştir.
- Suudi Arabistan, ayrıca Müslüman Kardeşler ve Rabıta örgütü vasıtasıyla, Türkiye’de faaliyet gösteren bankacılık ve finans sektörleri ile temasta bulunarak irticai kesime yüksek düzeyde maddi destek sağlamaktadır.
Sudan
- Türkiye’deki irticai kesimle yakın ilişkiler içinde bulunduğu. İslami terör örgütlerine destek verdiği bilinmektedir. Yakalanan Hizbullah Örgütü mensubu bir şahıs verdiği ifadede “Sudan makamlarının kendilerine her türlü lojistik ve para yardımı yaptığını, kamp kurmaları için başkent yakınlarında yer tahsis ettiklerini ve askeri eğitim kampının kurulma aşamasında olduğunu” ifade etmiştir. Yine bu devlette bulunan teröristlerin içinde irtica yanlısı dört Türk’ün de bulunduğu belirlenmiştir.
Buraya kadar arzedilen hususlar doğrultusunda irticai faaliyetlerin ulaştığı boyutlar ise, şu şekilde belirlenmiştir.
Nihai hedefine ulaşmak maksadıyla: irticai kesimin gayesi din adamı yetiştirmek değil, siyasal İslamı gerçekleştirecek kadrolar oluşturmaktır. Nitekim geleceğin kadrolarını oluşturmak amacıyla öğrencileri başta hukuk ve siyasal bilgiler fakülteleri ile polis akademileri olmak üzere idareci yetiştiren yüksekokul ve üniversitelere yöneltmekte ve halen artarak devam eden kadrolaşma faaliyetleriyle de uygulamaya geçirmektedirler.
Halen sadece kayıtlı Kur’an kurslarına devam edenlerin sayısı 1 685 000 (bir milyon altı yüz seksen beş bin) olarak belirlenmiş, yapılan incelemede her beş yılda bu sayının iki katına çıktığı tespit edilmiştir. Bu durumda 2005 yılında bu rakamın 7 milyona çıkacağı değerlendirilmektedir.
Bu rakamlara izinsiz olarak faaliyet sürdüren Kur’an kurslarındaki öğrenci sayısı da ilave edildiğinde, ulaşılacak rakamın büyüklüğü takdirlerinize maruzdur.
Bunun yanı sıra; irticai kesimin İslam devletinin kalesi olarak gördükleri imam hatip okullarında ise. durum daha da düşündürücüdür. 1995 verileri ile yapılan bir çalışmada, ülkemizdeki 561 imim hatip lisesinde 429 809 öğrenci bulunduğu ve yılda 53 553 kişinin mezun edildiği tespit edilmiştir. Oysa ki, yıllık imam ihtiyacı 2 288 kişidir. İhtiyaç fazlası 51 345 kişinin özellikle hukuk, siyasal bilgiler ve polis akademilerine bilinçli olarak yönlendirilmesinin amacı, kısa ve orta vadede devlet kadrolarını işgal ederek siyasal İslam olgusu içinde, İslami bir devlet yapısını oluşturmaktır.
Öte yandan 92 700 din görevlisinin mevcut olduğu Diyanet İşleri Başkaniığı’nın yıllık din hizmetlerinde istihdam edilecek personel ihtiyacı sayısı 2 288 kişi olarak belirlenmesine rağmen:
- Adından da anlaşılacağı üzere, din hizmetlerinde istihdam edilmekesi gereken imam hatip lisesi mezunlarından 51 bir 345 kişinin halen açıkta olması gerekmektedir. Ancak, bu kişiler siyasal İslamın kadrolaşması yönünde yerlerini bulmuşlardır.
İrticai kesim, halkın dini duygularını, örf ve adetlerini, geleneklerini istismar ederek, aidat, yardım ve hibe gibi usullerle trilyonlarca lira maddi yardım toplamakta ve sağladıkları menkul ve gayrımenkullerle büyük maddi imkanlara ulaşmaktadırlar
Bu yardım ve hibeleri yapanların arasında İslamcı kesimden milli gelirden en üst seviyede pay alan kişiler de yoğun olarak yer almaktadır.
Kamuoyunda yüz siyasal İslamcı patron olarak bilinen bu kişilerin servet durumu özetle şöyledir:
- 6 kişinin 100 trilyondan fazla.
- 5 kişinin 20-50 trilyon.
- 15 kişinin 10-20 trilyon
- 13 kişinin 1-10 trilyon.
- Diğerlerinin ise 1 trilyonun altındadır.
Bu durum ticaret-siyaset ve tarikat üçgeninin ülkemizde etkin olarak işlediğini göstermektedir.
İrticai kesim içinde halen 30 kadar radikal örgüt bulunmaktadır. Bu örgütler MGK kararları sonrasında irticai kesimce gösterilen tepkileri yeterli bulmamakta, eyleme geçilmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Radikal örgütlerin gelişmeler karşısında daha geniş bir taban içinde yeniden örgütlenerek, terör eylemlerine yönelmesi kuvvetle muhtemel görülmektedir.
Buraya kadar arz edilen iç ve dış gelişmelerin Türkiye Cumhuriyeti devletini hedef alması, Cumhuriyetin temel niteliklerine karşı özellikle, laikliği dinsizlik olarak algılayan siyasal İslamcı bir zihniyetin hakim olması yönünde gayret sarfedilmesi,
TSK’lerini durumdan vazife çıkarmak ve İç Hizmet Kanunu’na göre, verilen ana görevleri doğrultusunda tehdidi yeniden değerlendirmesi keyfiyetini ortaya çıkarmıştır.
Bu noktadan hareketle;
Bilindiği üzere; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görevi, 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinde “Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamaktır” şeklinde belirlenmiştir. Bu madde 1935 tarihli eski İç Hizmet Kanunu’nda da aynı şekilde ifade edilmektedir.
Bu görev TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin 85/1. maddesinde “Vazifesi, Türk yurdu ve cumhuriyetini iç ve dışa karşı, lüzumunda silahla korumak” şeklinde ifade edilmiştir.
Bu nedenle, dışarıdan gelebilecek bir tehlikenin bertaraf edilmesi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir görevi olduğu gibi, Anayasa tarafından belirlenen Cumhuriyet’in niteliklerini değiştirmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik olarak içeriden ve dışardan gelecek tehlikelere karşı Türk yurdunun ve Anayasa ile tayin edilmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin koruma ve kollanması TSK’nin görevidir. TSK, bu görevini yapabilmek için dış tehdidi olduğu gibi iç tehdidi de değerlendirmek zorundadır. Bu husus, Türkiye’nin milli askeri stratejisinin vazgeçilmez bir öğesi olup, hayati milli menfaatlerimizin bir neticesidir.
Son zamanlarda yazılı ve görsel basında bilgi noksanlığı nedeniyle tartışılan iç tehdidi değerlendirmesi; TSK’lerinin, asli görevi olup, mevcut mekanizmaya aykırı bir işlemi asla söz konusu değildir. Kendisine yasa ile verilmiş olan görevin gerektirdiği değerlendirmeyi yaptığı ortadadır. Bu durum, diğer bir kurumun görevine müdahale şeklinde düşünülemez. Bilakis, Genelkurmay Başkanlığı’nın yasa gereği resen yapmak zorunda olduğu bir görevdir.
Diğer taraftan, TSK için durumdan vazife çıkarmak ve gerekli tedbirleri almak da bir görevdir. Dolayısıyla, TC’ni iç ve dış tehdide karşı koruma ve kollama görevini yaparken, mevcut ve muhtemel tehditleri devamlı olarak izlemek ve değerlendirmek milli askeri stratejiyi oluşturmanın yanı sıra, en kötü senaryoyu tespit etmenin de, temel noktasıdır.
Bunun yanı sıra; 1945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu’nun 2. maddesinin “A” fıkrasında düzenlenen MGK kavramının tanımında, iç ve dış tehditten bahsedilmesi, iç ve dış tehdit değerlendirmesinin münhasıran MGK veya Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından yapılacağı anlamına gelmez.
Diğer taraftan, 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 5. maddesinde de, bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarına devlet istihbaratına ilişkin olarak kendi konularında görevlerinin gerektirdiği istihbaratı oluşturmak görevi verilmiştir.
Milli İstihbarat Teşkilatı’na aynı yasa tarafından Milli Güvenlik İstihbaratı’nı devlet çapında oluşturma görevi verilmiş olması da, Genelkurmay Başkanlığı’nın görevine ait tehdit değerlendirmesine esas olacak istihbaratı oluşturmasına engel teşkil etmez.
Bu itibarla; Türkiye’deki irticai faaliyetlerin yarattığı tehditin, Genelkurmay Başkanlığı’nca bölücü terör tehditiyle aynı düzeye çıkarılmasında izlenen usül de, yürürlükteki mekanizmaya uygundur.
Nitekim, Bakanlar Kurulu’nun 17 Eylül 1992 tarih ve 92/3514 sayılı kararnamesiyle onaylanan “M.G. Siyaseti Belgesi’nde Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik tehdit, iç ve dış tehdit olmak üzere iki ayrı başlık altında incelenmiştir.
Bu çerçevede; bölücü terörist faaliyetler söz konusu dökümanın yazıldığı 1992 yılı itibariyle, ulaştığı boyutlar nedeniyle Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehdit nevileri içinde birinci önceliği olan ve partilerüstü bir anlayışla ele alınması gereken bir mahiyette ve bir devlet sorunu olarak görülmüştür.
Yine iç tehdit başlığı altında; bazı İslam devletlerince geliştirilip desteklenen şeriat düzenine dayalı İslamî tehdidin laik devlet düzenine karşı, ciddi bir tehlike teşkil ettiği belirtilmiştir. Bu doküman, ömrü belli bir süre ile sınırlanmış bir belge olmayıp, gelişen siyasi, askeri ve sosyal olaylara bağlı olarak her yıl aralık ayında, ilgili kurum ve kuruluşlardan gelen öneriler kapsamında güncelleştirilen bir dökümandır.
Bu bağlamda; son dönemde Türkiye’de ivme kazanan, devletin sosyal, siyasi, ekonomik ve hukuki temel nizamlarını tamamen veya kısmen değiştirerek şer’i esaslara dayalı bir düzen kurmayı amaçlayan irticai faaliyetler, TSK tarafından değerlendirilerek, 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan MGK’da başlıca gündem maddesi olmuştur.
Ancak bundan sonradır ki, TSK, irticai faaliyetleri iç tehditte, bölücü terör ile aynı seviyeye, yani birinci önceliğe yükseltilmiş ve bu duruma bağlı olarak, yeni bir teşkilatlanma içinde Batı Çalışma Grubu oluşturulmuş ve faaliyete geçirilmiştir. İşte bu teşkilatın oluşturulması ile, TSK’leri tarafından siyasaJ İslamın ülke genelinde resmi çıkartılarak irticai faaliyetlere ilişkin ülke boyutundaki genel görüntü, tüm yönleriyle yakınen takip ve kontrol altında izlenmektedir.
Hal böyle iken; TSK’lerince Türk-Yunan ve Kıbrıs sorunlarına ilişkin dış tehdit değerlendirmesi ile bölücü terörün meydana getirdiği iç güvenlik ile ilgili değerlendirme ve oluşturulan konsepte bugüne kadar hiç tepki gösterilmemesine rağmen bugün, iç tehdit unsurunun diğer bir kolu olan irticai faaliyetlerdeki hayati öneme haiz gelişmeler doğrultusunda yapılan değerlendirmeye, belli çevrelerce reaksiyon gösterilmesi, din sömürüsü ve bezirganlığını cüretle yapan bu kesimin. TSK’lerini kamuoyuna karşı özellikle din düşmanı olarak takdim etmesinin en açık ifadesidir.
Bu noktadan hareketle sonuç olarak: Atatürk’ün ilke inkılapları doğrultusunda ortaya koyduğu eğitim ve kültür politikalarının, çokpartili dönemde uy kaygısı ile terk edilmesini müteakip, meydana gelen boşluğu iyi değerlendiren irticai kesim, ülkemizde halen laikliği dinsizlik olarak algılayan siyasal İslamcı bir kitlenin oluşumuna yönelik propaganda, kurumlaşma ve kadrolaşma faaliyetlerine ağırlık vermiş bulunmaktadır.
Bugün önemli bir çok devlet kadrosunun irticai kesimin eline geçmesi artan bir şekilde devam etmektedir. Özellikle devletin karar mekanizmasını oluşturan önemli ve öncelikli görev yerlerinden mülki idare, maliye ve emniyet güçlerine sızılmakta. birçok mahalli idare ve kamu iktisadi teşebbüslerinin büyük bir bölümünde kadrolaşma yönünde alt yapı tesis edilmesi çalışmaları yoğun bir şekilde devam etmektedir.
Diğer taraftan irticai kesime karşı bilinçli olarak devletin ilgili organlarınca, yeterli denetim yapılmamasından ve yasaların gerektiği gibi uygulatılmamasından istifade ile: bu kesimin eylem ve faaliyetlerini artan bir cüretkarlıkla icra ettiği görülmektedir. Özellikle Türk Ceza Kanunu’ndan kaldırılan 163. maddenin yarattığı boşluğun doldurulmaması. irticai kesime güçlü bir propaganda imkanı ve ortamı sağlamıştır.
Artan irticai faaliyetlere karşı alınan MGK kararları göstermelik bazı tedbirler dışında uygulanmamıştır. Kararların kamuoyu gündemine sokularak engellenmesine çalışılmaktadır.
MGK kararlarını TSK’nin dayatması olarak kamuoyuna yansıtan irticai kesim. TSK ile halkı karşı karşıya getirerek. Silahlı Kuvvetler’i yıpratmaya çalışmaktadır.
Önemli bir ekonomik güce sahip olan irticai kesimin, bu alandaki artırarak devam ettiği faaliyetlerini sürdürebilmesi halinde, daha güçlü mali imkanlara kavuşabileceği değerlendirilmekledir.
İrticai kesim, kendi ideolojisini ülkeye yerleştirmek ve hakim kılmak doğrultusunda halihazırda ülkenin en hassas konusunu oluşturan kanlı terör örgütü PKK ile ilişkiye girmekten kaçınmamakta, bu şekilde terörü sona erdireceği noktasından hareketle, örgütü ve bölge halkını kendi amaçlan için kullanmanın yollarını aramaktadır.
İrticai kesimin bir yandan içte siyasal İslamı gerçekleştirmeye çalışırken, diğer yandan Türkiye’deki laik ve demokratik rejimi kendileri için tehdit olarak gören başta İran olmak üzere teröre destek veren bazı İslam ülkeleriyle dayanışma içine girerek halkımızı Atatürk’ün hedef olarak gösterdiği Batı medeniyetinden uzaklaştırmaya yönelik çabalar içinde olduğu gözlenmektedir.
4 Mart 1929 tarihinde devrin Başbakanı merhum İsmet İnönü, TBMM’de yaptığı tarihi bir konuşmada;
“Efendiler tehlike kapının eşiğine gelinceye kadar sabreden Büyük Meclis, Cumhuriyet’i kurtarmak için keskin ölçülerin zamanı geldiğine hükmetmiş, dinin, devletten ve siyasetten uzaklaştırılması da geçen devirde tamamlanmıştır.
“Vatandaş mabedinde kendi itikadı ve vicdanı ile serbest bırakılmış, onun arık ve temiz inancı bu dünyanın karışık işlerinden kurtarılmıştır. Hiç kimse bir vatandaşa, dini inancından, ibadetinden ötürü bir engel çıkarmaya nasıl muktedir olamayacaksa, dindar silahı ile de hiç kimse TBMM’nin herhangi bir kanunua, bir vatandaşın emniyet ve haysiyetine dil uzatmaya imkan bulamayacaktır”
demiştir. (Alkışlar.)
Oysa ki bugün; mensuplarına barış, saygı ve sevgi, karşılıklı yardımlaşma ve iyi ahlakı öğütleyen, toplumu ayıran değil, kaynaştıran, diğer dinlere dahi hoşgörü ile yaklaşan dinimize aykırı olarak; “Dinimize küfrettiler” sloganları ile insanları boğazlayan caniler, Abbasi döneminden bile geri bir ilkelliği açıkça sergilemektedir.
İşte bu anlayıştır ki; bu kesim, bugün bilinçli bir şekilde TSK’lerini din düşmanı olarak göstermektedir.
Netice olarak irticai kesimin halihazır faaliyetleri itibariyle; Atatürk’ün temellerini attığı ve çerçevesi Anayasamız ile belirlenmiş olan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti anlayışı dışına çıkarak, TC devletini yıkmayı amaçladığı açıkça görülmekte ve ülkemizde siyasal İslamı gerçekleştirme yolunda oluşan irticai tehditin çok ciddi boyutlara ulaştığı değerlendirilmektedir.
Ancak. Türkiye devletinin şekli cumhuriyet, rejimi demokrasidir. Cumhuriyet ümmet olmayan bir millet kavramını ve üniter devlet yapısını esas almıştır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin en bariz karakteristiği. Atatürk ilkelerine, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletine, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne dayanan çağdaş bir siyasal sistemi benimsemiş olmasıdır.
Nitekim Anayasa’nın;
- Birinci maddesi: “Türkiye devleti bir cumhuriyettir”
- İkinci maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti. Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
- Dördüncü maddesi ise; “Birinci ve ikinci maddelerdeki hükümlerin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği” hükümlerine amirdir.
Böylece Anayasa’nın temel nitelikleri kapsamında. Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, halkın egemenliğine, milli değerlerine, laikliğe, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ve üniter devlet yapısına bağlılık Türk devlet sisteminin temel taşlarıdır. Bu husus, milleti ile devlet arasında bir antlaşmadır.
Bu antlaşmaya kurallarını bilerek, uygulayarak ve uygulatarak riayet eden her vatandaş Türk milletinin onurlu ve saygıdeğer mensubudur.
Bugün itibariyle; artan boyutta devam eden irticai tehdidin, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmayı hedef alan fevkalade ciddi boyutu; Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda memleketini seven demokratik ve laik her vatandaşın dikkatle izlemesi ve bu tehdidi her kesime anlatması, tarafsız kalmaması ve icraatta bulunması ana görevidir.
Bu noktadan hareketle; Atatürk’ün kurduğu modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin nitelikleri değişmeyecek, değiştirilemeyecektir.
Bunlar;
- Tek millet,
- Tek vatan,
- Tek devlet,
- Tek dil,
- Tek bayrak,
olarak ifade edilmektedir.
Kaynak: Cumhuriyet gazetesi 12. 6. 1997.