28 Şubat 1997: MGK kararları ve Yeni Ulusal Savunma Çizgisi

28 Şubat 1997: MGK kararları ve Yeni Ulusal Savunma Çizgisi / Cengiz ÖZAKINCI

Cengiz-Ozakinci-Iblisin-Kiblesi-Kitap-Kapak

The Washington Post’un 16 Mart 1997 günlü yazısında da belirtildiği gibi, 28 Şubat 1997’den önce, ortada Türkiye’nin büyük bir ivmeyle aşırı dinci yönetime kaymasını durdurabilecek, bu gidişi önleyebilecek ya da tersine çevirebilecek güçte sivil bir oluşum görülmüyor. Amerikan güdümlü Panislamist Siyasal-İslamcılığa karşı caydırıcı nitelikte bir toplumsal direniş gerçekleşemiyordu. Sonunda, Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat 1997 günlü toplantısında, Siyasal-İslamcılığı etnik bölücülükle birlikte başdüşman olarak gören subay üyeler, ülkenin ulusal savunma anlayışında değişiklik yaratan bu saptamayı tüm kurul üyelerine benimsetmeyi başardılar ve MGK’dan şöyle bir açıklama yapıldı:

28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu Açıklaması [1]

  1. Milli Güvenlik Kurulu, 28 Şubat 1997 günü, Cumhurbaşkanı başkanlığında Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri’nin iştirakleri ile Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde aylık olağan toplantısını yapmıştır,
  2. Kurul’un bu toplantısında bölücü terörle mücadelede şimdiye kadar alınan tedbirler ve elde edilen sonuçların genel bir değerlendirmesi yapılmış, bu mücadelenin devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne gönülden inanmış, bu inancı sonsuza dek sürdürmeye azimli halkımızın, basınımızın, devletin bütün kurum ve kuruluşları ve milli iradenin sembolü olan yüce parlamentonun destekleriyle çok olumlu bir noktaya ulaştığı müşahede edilmiştir. Elde edilen sonuçların bundan sonra halkımızın huzur ve güvenliğine ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yaşamına olumlu olarak yansıması için bu konuda alınacak tedbirlerin bir plan dahilinde süratle yürürlüğe konulması gerektiği hususunda görüş birliğine varılmıştır. Alınacak bu tedbirlerin güvenlik içinde gerçekleştirilebilmesi bakımından halen 9 ilde devam etmekte olan Olağanüstü Hal uygulamasının 30 Mart 1997 tarihinden itibaren 4 ay daha uzatılması uygun bulunmuş ve bu görüşün Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine karar verilmiştir.
  3. Toplantıda Kıbrıs sorunu ve Yunanistan’la ilişkilerle ilgili durum değerlendirmesi yapılmış, bu konuda Türkiye’nin ve KKTC’nin hak ve menfaatlerini korumayı amaçlayan siyasi ekonomik ve askeri tedbirler uygun bulunarak Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine karar verilmiştir.
  4. Toplantıda bilhassa Anayasa ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olarak belirlenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı çağdışı bir kisve altında zemin oluşturmaya yönelik rejim aleyhtarı faaliyetler de gözden geçirilmiş:
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş medeniyet yolunda, demokratik system içerisinde ilerlemesini teminat altına alan Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmemesi gerektiği,
  • Anayasa’nın tanımladığı Cumhuriyetin Demokratik, Laik ve Sosyal hukuk devleti ilkelerinin sağlıklı bir şekilde düzenlenmesine imkan sağlayacak güvenlik, huzur ve toplumsal barışın önem ve öncelik taşıdığı,
  • Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların laik ve anti-laik ayırımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri,
  • Türkiye’de laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu,
  • Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalarla belirlenmiş kuralların göz ardı edilerek yapılan çağdışı uygulamaların da hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı,
  • Türkiye’nin 1997 yılı içinde, AB’ne tam üye olacak ülkeler listesine girmeyi öncelikli bir hedef olarak sürdürdüğü böyle bir dönemde resmi ve sivil kurum ve kuruluşların bu sürece katkıda bulunmasının gerekli olduğu, bu sebeple; demokrasimiz hakkında kuşkulara yol açacak, Türkiye’nin yurtdışındaki imajını ve itibarını zedeleyecek her türlü spekülasyona son vermek gerektiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik demokratik, insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk devleti olduğu yönündeki temel ilkelerinin Anayasa’mızın ve Devletimizin teminatı altında olduğu, rejimin; kendisine ve geleceğine yönelik tartışmaların, içinde bulunduğumuz ortamda Türkiye’ye yarardan çok zarar verdiği,
  • Açıklanan bu esaslar aksine davranışların, toplumumuzda huzur ve güveni bozarak yeni gerginliklere ve yaptırımlara neden olacağı değerlendirilmiş; bu konuda alınacak ve alınması gereken tedbirler uygun bulunarak bu tedbirlerin Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine karar verilmiştir.

Milli Güvenlik Kurulu’nun bu açıklamasında, Siyasal-İslamcılığa karşı önlemlerin niçin 1997’de ivedilik kazandığı konusu şöyle belirtiliyordu: “Türkiye’nin 1997 yılı içinde, Avrupa Birliği’ne tam üye olacak ülkeler listesine girmeyi öncelikli bir hedef olarak sürdürdüğü böyle bir dönemde… demokrasimiz hakkında kuşkulara yol açacak, Türkiye’nin yurtdışındaki imajını ve itibarını zedeleyecek her türlü spekülasyona son vermek gerektiği…”

Bu şu anlama geliyordu:

Türkiye’nin Amerika’nın buyruğuyla bilimgüder, ulusçu, laik yönetimi terk edip, Amerika’nın “ılımlı İslam” adıyla dayattığı gerici dingüder bir devlete dönüşerek, Müslüman ülkelerin başına geçip Balkanlar, Ortadoğu ve Asya’da at koşturan Amerikan güdümlü bir Osmanlıcılığa yönelmesini istemiyoruz.

Bu açıklama 1989’dan bu yana eylemlerini yoğunlaştırarak Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne karşı Osmanlılaştırmaya çalışan Amerikancı İslamcılarda bir soğuk duş etkisi yarattı. 28 Şubat 1997 kararlarıyla Türkiye, sonu tıpkı Osmanlı gibi parçalanmaya varacak, yok olana dek her an savaş içinde olacağı, her yıl onbinlerce gencini yabancı topraklarda yitireceği bir tuzaktan kurtarmış, Amerika’nın kendisine giydirmek istediği bu kara gömleği yırtıp atmıştı.

1999-05-Cengiz-Ozakinci-06

28 Şubat kararlan açıklandığında RP’nin dış ilişkilerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdullah Gül, Amerika’daydı. Amerikan yönetimi, Türkiye’de Refah Partisi’ni yönetimden indirecek bir darbeyi desteklemeyeceklerini açıkça duyururunca, Abdullah Gül de coşmuş ve “Bu ülkede seçimle gelmiş bir hükümet vardır. Ve siyasi kararları biz veririz!” diye gürlemişti. [2]  CIA Başkanlarıyla yüz yüze görüşmeler yapan Abdullah Gül, Türkiye’ye dönünce Milli Güvenlik Kurulu’nun şu kararlarıyla burun buruna geldi:

28 Şubat 1997 MGK Kararları

  1. Anayasa’mızda Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında yer alan ve yine Anayasa’nın 4. maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa düzenlemeler yapılmalıdır.
  2. Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-I Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığı’na devri sağlanmalıdır.
  3. Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle Cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması: a) 8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı; b) Temel eğitimi almış çocukların, ailelerin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kur’an kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
  4. Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü milli eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.
  5. Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.
  6. Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.
  7. İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yı dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınlan kontrol altına alınmalıdır.
  8. İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkan verilmemelidir.
  9. TSK’ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşların, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.
  10. Ülkemizi çağdışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel çatışmalardan korumak için İran İslam Cumhuriyeti’nin ülkemizdeki rejim aleyhtarı faaliyet, tutum ve davranışlarına mani olunmalı, bu maksatla İran’a karşı komşuluk münasebetlerimizi ve ekonomik ilişkilerimizi bozmayacak, fakat yıkıcı ve zararlı faaliyetlerini önleyecek bir tedbirler paketi hazırlanmalı ve yürürlüğe konmalıdır.
  11. Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler, yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.
  12. TC Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasası’na aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.
  13. Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararlan taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.
  14. Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.
  15. Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.
  16. Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.
  17. Ülke sorunlarının çözümünü “Millet kavramı yerine ümmet kavramı” bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.
  18. Büyük kurtarıcı Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.

MGK’nın Siyasal-İslamcılığa karşı bu kararı, Türkiye’yi Amerikan güdümünde adım adım din devletine dönüştürmeyi amaçlayan Siyasal-İslamcı Refah Partisi ve tarikatlarda büyük bir korku; toplumun ilerici, bilimgüder, çağcıl düşünceli aydın kesimlerinde ise büyük bir sevinç dalgası yaratmıştır.

Amerikan güdümlü Siyasal-İslamcı Refah Partisi ve onunla işbirliği yapan kesimler; Genelkurmay’a bir takım Alevi subayların yuvalanmış bulunduğu ve 28 Şubat kararlarının Türkiye’de tıpkı Suriye gibi bir düzen kurmak isteyen bu Alevi subayların başının altından çıktığı söylentisini yayarak, ordunun içine mezhep ayrımcılığının tohumlarını atmaktan çekinmeyecek ölçüde çamurlaşmışlardır.

28 Şubat kararlarında Siyasal İslamcılık ve İran

28 Şubat kararlarında Türkiye’de Siyasal-İslamcılığı İran’ın kışkırttığı saptaması bulunmakta; İran’dan başka ülkelerin adı anılmamaktadır. Kuşkusuz İran, ülkemizdeki Siyasal-İslamcılığı dışarıdan beslemiş; dahası Türkiye’deki bir takım öldürme olayları İran bağlantılı İslamcı örgütlerce gerçekleştirilmiştir. Ancak şunu unutmamalıyız ki Türkiye’de Pan-islamist Siyasal-İslamcılık İran’da Humeyni Devrimi yapılmadan çok önce örgütlenmeye başlamış ve buraya dek belgeleriyle ortaya koyduğumuz üzere, başta ABD önderliğindeki Batı’lı devletlerce beslenmiş, korunmuş ve kullanılmıştır. Türkiye’de kovuşturmaya uğrayan çoğu Siyasal-İslamcının İran’a ya da Suudi Arabistan’a değil Batı ülkelerine kaçıp, eylemlerini Batı ülkelerinde çok daha özgürce yürüttükleri de belgeli, kanıtlı bir gerçektir.

 

Dipçe:

[1] Bkz: Cumhuriyet gazetesi, 1 Mart 1997

[2] Bkz: Yeni Yüzyıl gazetesi, 1. Mart 1997. Aslı Aydıntaşbaş

 

Cengiz ÖZAKINCI, “İblisin Kıblesi” kitabından sayfa: 368 ~ 375’den alınmıştır.

Leave a Reply