Damar Dergisi
Damar Dergisinde Çıkan Makalelerden Seçmeler
- Nazım’ı 100. Doğum Yılında Anarken (Nisan 2002)
Nazım’ı 100. Doğum Yılında Anarken
Nazım’ın şiirleriyle büyümüş bir kuşaktan geliyorum. Bir de öğrencilerine Nazım şiiri okumaktan bir yıl hapis yatmışlığım var. Nazım’ı anma etkinliklerini Ankara’da olabildiğince izlemeye çalışıyorum. Fazıl Say’ın Nazım oratoryosu, M.Şerif Onaran’ın Ben Bir İnsan tiyatrosu, Turgay Erdener’in Mavi Gözlü Dev balesi, Nazım Kültürevi’nin panel ve şiir dinletileri vb. Hepsi birbirinden güzel etkinlikler, büyük emeklerle sahnelenmiş eserler. Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler.
Her etkinlikten büyülenmiş gibi çıktım. Bir süre sonra ayrıntılarda şunlar da yer alsaydı dediğim şeyler oldu. Bir de bu anma yılına damgasını vuran bir şiire takıldım, “Akrep Gibisin”e. Her etkinlikte bu şiir mutlaka yer aldı. Sanki o şiirle Nazım özdeşleşti. Bu noktada bazı yanlışlardan söz etmek istiyorum.
Bu şiirin dramatik yanı ağır basıyor olabilir, bu da şiir okuyucusuna sahneleme kolaylığı veriyor olabilir. Ancak o şiirde empati kurulması gereken hassas nokta hep gözden kaçırıldı. “Aslında sen o değilsin, ne olur öyle davranma” duygusuyla okunması gerekirken bazen ipin ucu kaçırılmış, tonlamalarda karşındakine ağır ithamda bulunuyor izlenimi verilmiştir. Özellikle şarkı sözü olarak kullanıldığı tiyatro oyununda besteci Nedim Yıldız keşke bu şiiri seçmeseydi. Bu çok riskli bir şiir. Okunması bile bu kadar sorun olurken bir de bestelendiğinde yanlışa düşmemek çok zor. Şiirin kendisi bestedir, bestelenmemelidir demek en doğrusu elbette. Ses dinamiği olarak sesi gittikçe soldurarak söyle anlamına gelen diminüendo (to fade) karşılığı olan bir yazılımda, yani şiirde satırların bir alta ve içeriye kaydırılmak suretiyle kırılarak yazılması sırasında) en sona rastlayan “maalesef” sözcüğünün iyice soldurulması ve ses olarak düşürülmesi gerekirdi. Kuvvetli vuruşlara denk getirildiğinde tam tersi bir anlam kazanmış, “evet sen akrepsin” etkisi vermiştir.
Bu şiir Genco Erkal’ın dramatik okuyuşuyla çok ilgi görmüş bir şiirdir. Şiiri değil tiyatroyu öne çıkarmak onun mesleğidir. Tiyatro dışında da aynen okunmaya devam edilince iki sanat karışmaya başladı. Sıkça aynı şiiri duyunca da bu şiirle bu anma yılı özdeşleşti gibi. Abartılı ve hatalı vurgularla okunduğu için de artık rahatsızlık duymaya başladım. En son Turgay Erdener’in balesinde bu şiire çok farklı bir kompozisyon çizilmesine tanık oldum. Farklı olduğu için başarılı da denebilir. Ancak, bu başarı hatalı imajın pekiştirilmesine yardımcı olduğu için yine rahatsızlık duydum. Sahneye tepeden sarkıtılarak indirilen ışığı dansçı eline alıp projektör gibi seyircinin yüzüne tutuyordu. Şiir boyunca akrep yerine konduğunuzu hissediyorsunuz. Bu çok rahatsız edici bir durumdu. Ne ile empati kuracağınıza karar veremediğiniz, otokontrolü kaybettiğiniz ve pozitif enerji akışının kesildiğini hissettiğniz birkaç dakika yaşıyorsunuz. Oysa bütün sanatlar insanı yüceltmek için vardır. Hatalı kullanımından ve hatalı sesledirilme riskinden ötürü artık bu şiiri bir başkasından dinlemek istemiyorum.
Nazım Kültür’ün etkinliklerinde şiir okuyan fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer’in oldukça doğru tonlama ve ritimle Nazım okuduğunu gördüm. Bir kere iyi seçim yapıyor; şiirin evrensel sofrasında olduğunuzu hissediyorsunuz. Şiirdeki pozitif enerjiyi izleyiciye aktarmada çok başarılı. (Sanatçının görevi izleyiciye pozitif enerji aktarmaktır. Sanatçının başarısı bunu ne kadar aktarabildiğine bağlıdır.) Şiiri tablo olarak gözünüzün önüne getirebiliyorsunuz, değil sözcüğün tek bir harfin kaybı söz konusu değil. Çoğalma özelliğindeki “r” gibi harflerin hakkını veriyor, uzun heceler kısa heceler ritmine uygun seslendiriliyor, ana temadaki tempo ve akış korunuyor, ayakta ve ezbere okuyor, güçlü bir nefes desteği var, kendine değil seyirciye okuyor, konuşma sesine kaçmıyor, sesini düşürmüyor vb.
Şiir okuyucusu (sanatçı) ile izleyici arasında elektriklenme denilen şey sanatçının bedenini (diyafram, ses, nefes, baş, boyun, dil, çene, omurların yerleşimi, dengede duruş vb.) doğru kullanmasıyla olasıdır, şiirin kendisi buna yetmez. Fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer sezgileriyle bunu yakalamış olmalı, kendisi SBF mezunudur.
Evrenin temeli ritimdir ve Nazım’ın şiirinde ritim estetik mükemmelliği, estetik doyumu sağlayan temel unsurdur. Onu dünya şairi yapan budur. Dildeki ritmi yakalayamadan okunduğunda şiir lezzeti vermez, estetik doyuma ulaştırmaz. Şiiri yazan kadar okuyanın da ritim bilmesini gerektirir. Çünkü şiir fonetik sanatlardandır. Okurken beden dilini ön plana çıkarmak yanlıştır. Mavi Gözlü Dev balesinde müziği ve dansı durdurup şiiri ön plana çıkartan koreograf Uğur Seyrek doğru bir iş yapmıştır. Ancak yine de şiirlerin ritmine uygun okunduğu söylenemez. Böyle durumlarda, okunacak şiiri notaya alarak oyuncunun eline vermek, ritmine uygun okunmasını sağlamak için provalarına bestecisinin de katılması doğru yöntem olacaktır.
Mavi Gözlü Dev balesini izledikten sonra buna daha neler eklenebilirdi diye düşündüm. Örneğin:
1.Bursa cezaevinde İbrahim Balaban’a resim çalıştırırken. Balaban’ın anlattığı şekliyle, tek başına volta atarken şiir çalıştığı, elini bir şeyi tartar gibi yukarı aşağı hareket ettirerek sanki kelimelerin ağırlığını ölçtüğü ( vuruşlara denk gelen heceleri tartımladığı kesin), unutmamak için avlunun duvarlarına yazdığı…
2.Kız kardeşi Samiye Yaltırım’ın anlattığı, evde ayakta dolaşırken yüksek sesle “O duvar” şiirini söylediği durum canlandırılabilir. Hem bu şiir Nazım’ın en mükemmel şiirlerinden biridir. (Tarafımdan ritim çözümlemesi yapılmış, ölçüleri, vuruşları, gizli uyakları açığa çıkartılmış ve edebiyat dergilerinde yayınlanmış olup Müzik Nasıl Öğretilir adlı kitabımda yer almıştır.)
3.Nazım’a rüzgara karşı yürüyen adam dedirten imaj balede çok güzel verilebilir.
Fazıl Say’ın Nazım bestesinde giriş ve bitiriş rüzgar sesiyle verilmektedir. Bu çok yerinde bir fikirdi. O eser çağdaş bir oratoryodur, koro ve orkestra için bestelenmiştir. Solo şiir ve şarkıların yer alması eserin oratoryo yapısını bozmamıştır. Aslında eserin bütünlüğüne aykırı kaçan Genco Erkal’ın tiyatro alışkanlığıyla şiir okuması olmuştur. Hatta Akrep Gibisin’i hiç okumasa daha iyi olurdu.
Bazı oyunlarda Nazım’ın evrensel boyutu ve ilişkileri eksik kaldı. Nazım derin bir empati becerisine sahipti. Bursa cezaevindeyken, bir kare gazete fotoğrafından (Nazilerin astığı partizan Tanya’nın resmi) yola çıkarak koskoca bir anti faşist direniş destanı yazabilmiştir. İvan, Tanya, Diev vb. partizan tiplemelerinde ustalık büyüktür. Nazım, radyasyon yüklü bulutlarla Japon balıkçısının ilişkisindeki dramatik ögeyi sezebilmiş ve yazabilmiştir. “Bakmayın sarı saçlı olduğuma, ben Asyalıyım, ….. Afrikalıyım” diyebilmiştir. Nazım sadece bizim şairimizdir demek, onu dünyadan koparmaktır. Bu nedenle, Nazım’ı barış ödülüne aday gösterme nedenleri seyirciye sunulmalıdır. Nazım’ın Neruda ile, Aragon ile, Ritsos Yannis ile dostlukları da unutuldu.
Şiirin, şiir olarak okunmadan müzikle ve dansla tablolara dönüştürülebidiklerini Turgay Erdener’in balesinde gördüm. Şiir tadında bir baleydi. Müzikle dansın uyumu mükemmeldi. Nazım Hikmet rolündeki dansçı Armağan Davran çok başarılı bir sunum sergiledi. Görsel efektlerle desteklenen tablolar, özellikle kırmızı karanfille dolan sahne bir harikaydı. Ancak bayan dansçının ayağı karanfile denk gelip kaydığında, sonraki oyunlar için alınması gereken önlemi düşünmeye başlamışlardır diye ümidediyorum.
100. doğum yılında Nazım’a yaraşır sanat eserleri ortaya çıkmaya devam ediyor. İyi ki bu dünyadan bir Nazım geçti. Şiirleri başka sanat ürünlerine de esin kaynağı oluyor. Bu ne büyük kaynaktır, tükenmiyor. Daha şunlar da yapılabilirdi diyebiliyoruz.
Bu arada özellikle “O Duvar” şiirini sahne oyunlarında görmek istiyorum. Ona rüzgara karşı yürüyen adamdır dedirten şiirlerin başında “O Duvar” gelir. Nazım temalı sahne gösterilerinden sonra dışarı çıktığımda “Akrep Gibisin “in satırları değil, “O duvar, o duvarınız, vız gelir bize vız” sözlerinin kulaklarımda çınlamaya devam etmesini istiyorum. Bir de yeni eserlerden birine “Rüzgara Karşı Yürüyen Adam” adının verilmesini. O zaman, insanlardan uzakta ve Necip Fazıl’ın heykeliyle karşı karşıya durmakta olan “Rüzgara Karşı Yürüyen Adam” heykeline bir iyilik etmiş oluruz.
100. doğum yılına yakışacak bir beklentim daha var. Fransa’da edebiyat fakültelerinde okutulan şiir çözümleme derslerinde ritim bilgisi verilmektedir. Şiirde ritme Nazım’ı örnek gösterdiklerini biliyoruz. 100.yılda böyle bir ders bizde de konulsa nasıl yakışır. Gönüllü gruplara seminer vermek yerine belki o zaman fakültede dersini veririm. Bu da benim düşüm.