1989-1995: Siyasal-İslamcılık ve Polis

1989-1995: Siyasal-İslamcılık ve Polis / Cengiz ÖZAKINCI

Dinsel gericiliğin Amerikan güdümünde adım adım doruğa tırmandığı ve ABD’nin isterleri doğrultusunda Türkiye’nin din devletine dönüştürülerek Hilafeti kurmaya yönlendirildiği 1989-1995 arasında, Türkiye’de günlük gazetelerde laiklik karşıtı düşünceler yayan kimi Prof.’lar. Polis Akademilerinde ders veriyor; Polis Akademisi öğretmeni Prof. Dr. Aydın Taneri laikliğe veryansın eden köşeyazıları yayımlayarak şöyle diyordu:

Birkaç yıl önce, bir sabah, her zaman ders verdiğim Polis Akademisi’ne derse gidiyordum. Anıtkabir’in yanında çoluk-çocuk toplanmış köpek katl-i âmını seyrediyorlardı. Fenalaştım, çömeldim. İyiliksever bir zat, beni arabasına aldı, akademiye getirdi. Çok sevdiğim komiser öğrencilerim kalp krizi geçirdiğimi zannettiler, ambulans çağırmak istediler.(…) Vahşetin sebebi, katl-i âm emrini verenlerin manevi bakımlardan teçhiz edilmemelerinden ileri geliyor. Din nedir? İman nedir? Milliyet… İnsanlık… Merhamet nedir? Bilmiyorlar… [1]

1999-05-Cengiz-Ozakinci-01

“Laiklik” lafı kaldırılmalıdır.

(…) Bu sütunlarda laiklik üzerinde çok durduk ve dedik ki: Bu kavram Fransa’dan ithal edilen bir kavramdır. (…) Bildiğimiz kadarıyle laiklik sadece Fransız anayasasında ve onlardan takliden bizde bulunmaktadır. Yani bizim yaptığımız taklitçiliktir.(…) Bizim kanaatimize göre Anayasa’daki laiklik deyimi devletimizin de milletimizin de başına bela olmuştur. (…) “Laiktik lafı kaldırılmalıdır” tezimin ne kadar isabetli olduğu Mahçupyan’dan da anlaşılıyor… [2]

(…) 1937’den beri Atatürk’ten fasla Atatürkçülerin propaganda ettikleri laiklikten bu milletin çok çektiğini vurgulamalıyız [3]

Laiklik silahı geri tepiyor!

Laiklik, Latince asıllı Fransızca bir kelime olup “din dışı” demektir. (…) Kaldı ki “din” ile “devlet” zıt değildir. (…) ABD’de 4 yıl önce Başkan Bush Kongreyi (senato ve temsilciler meclisini) imama dua ettirerek açtırdı. Başkan ve memurlar göreve başlarken İncil’e el basıp yemin ederler, içte devlet hayatında din unsuru! En büyük askeri okul olan West Point’in diploma töreninde papaz dua eder. (…) Gelin şimdi bunları bizim laiklere anlatın. (…) Bizdeki laik geçinenler yürekli olarak “ben İslam ve din düşmanıyım” dememekte, Atatürkçülük kalkanı arkasında beyhude bir mücadele havası estirmektedirler. (…) Din ve devlet birbirlerine muhtaç kavramlardır.

Zira muhteşem devlet ahlak ve fazilet üzerine kuruludur. Bunu da dini kaideler sağlar… [4]

Polis Akademisi öğretmenlerinden Prof. Aydın Taneri “Bizden laik olmamızı isteyen Batılılar önce kendileri laik olsunlar” biçiminde konuşan Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in emekli olduktan sonra övdüğü dinsel renkli Türkiye gazetesinde yayımlanan bu gibi köşe yazılarında, özetle:

  1. Laikliğin Fransa’dan taklit olarak alındığını,
  2. Türk milletinin laiklikten çok çektiğini,
  3. Laiktik lafının Anayasa’dan çıkartılması gerektiğini,
  4. Laiklerin “İslam ve din düşmanı” olduklarını,
  5. Devlet Başkanlarının Meclisi imamlara dua ettirerek açtırması gerektiğini,
  6. Askeri okul öğrencilerinin diploma törenlerinde de imamların dua etmeleri gerektiğini,
  7. Din ve Devlet’in birbirine muhtaç olduklarını,
  8. Devlet’in ancak dinî kaidelerin sağlayabileceği ahlak ve fazilet üzerine kurulması halinde muhteşem olacağını öğretmekteydi.

Kitap Gazetesi’nin Ekim 1994 sayısında bu laiklik karşıtı köşeyazılarından alıntılar verdiğimizde, Prof. Aydın Taneri’nin yanıtı şöyle olmuştu:

Bir dergide şahsımıza hücum edildi. Bu konuda (laiklik konusunda-) yazdığımız yazılardan alıntılar yapılarak bir takım yakıştırmalar yapıldı.

Şahsımıza hücum eden yazar, fikirlerimizin tamamını almak yerine cümlelerden kesintiler yaparak hükme varmaktadır. Bu yazar şayet bilimsel bir inceleme peşindeyse, fikirlerimizin tamamından alıntılar yaparak madde madde cevaplandırması icap eder. [5]

Yazılarından alıntılar verilmesini “şahsımıza hücum edildi” diyerek bir suçmuş gibi duyuran Polis Akademisi öğretmenlerinden Prof. Dr. Aydın Taneri’nin köşe yazılarında yaydığı görüşlerin laiklik karşıtı nitelik taşıdığı apaçıktır.

İşte laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laik Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı laik Polis Akademisi’nde okuyan çoğu komiserlerimiz, 12 Eylül’den sonra, okullarından bu gibi laiklik karşıtı görüşlerle donatılmış olarak çıkıp görevlerine başlamışlar ve görev yerlerine gittiklerinde laiklik karşıtı görüşler yayan ve basında resmi kurumlara parasız dağıtıldığı yolunda haberler yayımlanan Türkiye gazetesi gibi gazeteleri her sabah masalarının üstünde bulmuşlardır. Bunun sonucunda polisimiz laiklik karşıttan ve laiklik yandaşları arasında patlak veren kimi toplumsal çatışmalarda ve olay değerlendirmelerinde, Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican’ın önsözüyle yayımlanan 21.Yüzyılda Polis kitabında da saptandığı üzere, çoğu kez yansız bir tutum sergileyemez olmuştur. [6]  Dahası İçişleri Bakanlığı denetmenleri (müfettişleri) yaptıkları denetimlerde kimi polislerin doğrudan Siyasal-İslamcı etkinliklerde bulunduğunu saptamıştır. [7]  Polis eğitiminde görev yapanların kimilerinin laiklik karşıtı olduğuna ilişkin bir örneği Şükrü Karatepe Olayı’nda görüyoruz. Refah Partili Kayseri Belediye Başkam Şükrü Karatepe, 10 Kasım 1996 günü Atatürk’ü anma töreninde yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

Müslümanlar! İnananlar! Bu rejime karşı hırsınızı, kininizi, nefretinizi içinizden eksik etmeyin! (…) Laik değilim! Tek başıma da kalsam bu zulüm rejimi değişmeli diyeceğim. Müslümanlar, hırsınızı, kininizi, nefretinizi içinizden eksik etmeyin, Bu bizim boynumuzun borcudur. TC dikta cumhuriyetidir. [8]

RP’li Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, bu konuşmasından dolayı DGM’de yargılanırken, Polis Akademisi öğretmenlerinden oluşan bir bilirkişi takımı Karatepe’nin toplumda laikliğe karşı kin, hırs ve nefret aşılayan bu sözlerini hukuka uygun bulan bir rapor vererek, onu aklamıştır:

1999-05-Cengiz-Ozakinci-02

RP’li Karatepe’yi Polis Akademili bilirkişi akladı.

Polis Akademisi Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Şafak, üye Yrd. Doç. Dr. Vahit Bıçak, üye öğretim üyesi Mesut Bedri Eryılmaz’dan oluşan bilirkişi heyetinin hazırladığı raporda, Karatepe’nin siyasi eleştiri sınırında kaldığı ve hukuka aykırı davranışından söz edilmesinin mümkün görülmediği belirtildi.(…) Polis Akademisi’nin oybirliğiyle verdiği rapor DGM’de rahatsızlık yarattı. [9]

Şimdi, bir ülke düşünün ki, askeri okullarında laiklik yanlısı bilimgüder bir eğitim verilirken, polis okullarında laiklik karşıtı dingüder öğretmenler eğitim veriyor! Ordusu bilimgüder laik; polisi dingüder, laikliğe karşıt bir ülke olabilir mi? Ya da soruyu şöyle soralım: Bir ülkenin ordusu laik fakat polisi laikliğe karşıt ve din devleti özlemcilerine yandaş bir tutum izlerse, o ülkenin dirliği ne olur, düzeni ne olur, güvenliği ne olur? [10]

1990’lı yılların sonlarında, gazetelerde, polis örgütünün uçaksavar, tanksavar gibi ancak bir düzenli orduya karşı kullanılabilecek türden ağır silahlarla donandığını; polis istihbaratının Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gizli nitelikteki telefon görüşmelerini dinlediğini; askeri istihbarat örgütüne polis ajanlarının sızdırıldığını (Kadir Sarmusak Olayı) [11]  ve bunun ardından da polis örgütünün, tanksavar ve uçaksavar gibi silahlan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne vermemek için direndiğini okuduk.

Tarikatlarla arası iyi olan ve basında takunyalı diye nitelenen bir İçişleri Bakanı da 1989 yılında: “Korkmayın, artık ordu darbe yapamaz; şu sayıda asker varsa, bunun karşısına şu sayıda polis dikilir,” demişti.

Bunlar Kurtuluş Savaşı yıllarında Çerkeş Ethem’in kendi komutasındaki İslamcı Yeşil Ordu’yu TBMM’nin Atatürk komutasındaki düzenli ordusunun buyruğuna vermemek için nasıl direndiğini anımsatan durumlardı. [12]

Polis örgütü, ABD damgalı Türk-İslam Sentezi doğrultusunda çalışan kimi seçilmiş ve atanmışların çabalarıyla, Amerika’nın 1989’dan sonra ivedilikle gerçekleştirmek istediği Türkiye’de din devleti ve Amerikan güdümünde İslam Birliği tasarısı doğrultusunda güdümleniyor ve bu ABD tasarısına karşı çıkma olasılığı bulunan orduya dahi baş kaldıracak bir eğilime sürükleniyordu. Ahmet Taner Kışlalı da bir köşe yazısında güvenlik güçlerinin içinde bulunduğu durumu şöyle irdeliyordu:

1999-05-Cengiz-Ozakinci-03

Asker, Polis ve Naziler

Olayı Prof. Neşet Çağatay’dan dinlemiştim. Sayın Çağatay, ilahiyat fakültesi dekanlığı yapmış bir bilim adamı. Türkiye’de İslam’ı en iyi bilenlerden birisi. Aynı zamanda inançlı bir Kemalist. Bursa’da polislere verdiği bir konferansın sonunu dehşetle anımsıyor: Neredeyse beni döveceklerdi! Niçin? Laikliği ve laikliğin islamla bağdaşabileceğini savunduğu için! (…) Polisin içinde önemli oranda şeriatçı ve ırkçı bulunuyor. Ama disiplin bulunmuyor! (…) Polisin görevi Cumhuriyet yasalarını korumak. Ama polisin içinde o yasalara inanmayanlar var. Hatta o yasalara karşı olanlar var. (…) Polis; kamu görevlisine, işçiye, hatta bağrı yanık analara karşı hoşgörüsüz olabiliyor. Ama yeşil bayrak açmış şeriatçıya karşı hoşgörülü. Polis cumhuriyete karşı olanlara hoşgörülü. Ama cumhuriyeti savunan basına karşı acımasız. Elbette ki polisin tümü böyle değil. Ama içlerinde önemli bir kesimi böyle.(…) “Askerden farklı polis” anlayışı, bir anlamda DP geleneğinde vardı. MC’ler yozlaşmayı hızlandırdı. Şimdi RP’de olan -imam-hatip kökenli- bir ANAP’lı İçişleri Bakanı zamanında ise bozulma doruğa ulaştı. O dönemin ürünü olan kaymakamlara bakın. Acaba kaçı kadın eli sıkıyor? (…) Asker… Polis… Eğitim… Asker ile polis arasındaki en büyük fark, eğitim ve ondan daha önemlisi disiplin farkıdır. Ama disiplin de eğitimin ürünüdür. Asker disiplinlidir ve içinde cumhuriyet ilkelerine karşı olanlara yer yoktur. Polis disiplinsizdir ve içinde cumhuriyete karşı öğeler taşır. [13]

Ahmet Taner Kışlalı’yı, bu yazısı yayımlandıktan iki yıl sonra 22 Ekim 1999’da, tıpkı Uğur Mumcu gibi, bombalı bir suikastte yitirdik.

1999-05-Cengiz-Ozakinci-04

Kışlalı’nın parmak bastığı gerçekler, Humeyni Devrimi sırasında İran’da güvenlik güçlerinin bir kesiminin diğer kesimine karşı nasıl silah kullandığını, İran’da sokak aralarında askerlerle polislerin birbirlerini nasıl yaylım ateşine tuttuğunu ve nasıl oluk gibi kanlar aktığını anımsatması bakımından ürpertici durumlardır. [14]

Yeryüzüne egemen olma ve egemenliğini sürdürme çabasındaki ABD’nin Türkiye’yi 1945’ten bu yana din devletine dönüştürmeye çalışması, bu uğurda her yolu denemesi, tüm kişi ve kurumları bu doğrultuda güdümlemesi, Türkiye’yi işte böyle karanlık bir uçurumun eşiğine getirmişti.

1999-05-Cengiz-Ozakinci-05

Sonuç olarak

1989’da eski Sovyetler’in dağılmaya başlamasından sonra, Amerika’nın isterleri uyarınca inatla din devletine dönüştürülmek ve İslam Birliği’ne sokulmak istenen Türkiye’de, toplumun tüm kesimleri ve güvenlik görevlileri şu ya da bu oranda Atatürk ilkelerinden kopuşa sürüklenmiş. Siyasal İslamcılar ABD arkalarında olduğu sürece hiçbir gücün kendilerine engel olamayacağını düşünerek ve 1993-1995 arası Genelkurmay’ı da kendi yanlarında bilerek; oyla olmazsa askeri darbeyle yönetimi elimize geçiririz, bizim için her iki yol da açıktır, düşüncesiyle coşmuş, büyük bir özgüvenle yönetim basamaklarına tırmanmışlardır. Türkiye’yi ABD’nin buyruğuyla Ortadoğu’nun Orta Çağ karanlığına sürükleyen bu çılgın gidiş, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in görev süresi uzatılmayarak emekli olduğu ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademelerinde olağan görev devir tesliminin gerçekleştiği 1994 yılı sonuna dek sürmüştür.

 

Dipçe:

 [1] Bkz: Prof. Dr. Aydın Taneri. Türkiye gazetesi. 10.8.1994. Aydınlıkta. “Köpek katl-i âmı” başlıklı köşe yazısı.

 [2] Bkz: Prof. Dr. Aydın Taneri. Türkiye gazetesi. 19.10.1994. Aydınlıkta, “Laiklik lafı kaldırılmalıdır”’ başlıklı köşe yazısı.

 [3] Bkz: Türkiye gazetesi. 14. 6.1995. Prof. Aydın Taneri: “Laikler laikliği yargılıyor (2)”.

 [4] Bkz: Türkiye gazetesi. 7.10.1994. Prof. Aydın Taneri.”Laiklik silahı geri tepiyor”

 [5] Bkz: Prof. Dr. Aydın Taneri, 16.11.1994.Türkiye gazetesi, “Demirci ve laiklik” başlıklı köşe yazısı.

 [6] Bkz: Cumhuriyet gazetesi, 12.2.199: “Polisin kökeni muhafazakar” başlıklı haber. “(…) Polis Akademisi öğretim görevlilerinden Ydr. Doç. İbrahim Cerrah’ın “Sosyal Yapı ve Polis Alt-Kültürü” başlıklı araştırmasında (…) bazı saptamalar şöyle: “Polisler toplumun muhafazakar kesiminden gelmekte ve bu da polis uygulamalarına yansımaktadır. (…) Siyasi anlamda muhafazakar ve sağ görüşlü olma ve dolayısıyla sağ görüşlü insanlara, özelikle toplumsal olaylarda daha toleranslı davranmakla suçlanmaktadırlar. Bu aslında kısmen doğrudur.”

 [7] Bkz: Cumhuriyet gazetesi, 12.2.199: “Sakarya Emniyeti’ne Müfettiş Baskını” haberi: “Sakarya Emniyet Müdürlüğü’ne gelen müfettişler, adları irticai faaliyetlere karışan memur ve amirleri tespit etmeye başladılar; biri başkomiser üç polis memurunun irticai faaliyetlere karıştıkları ve bazı amirlerin şeriatçı kitap dağıttıkları belirlendi. (…) Emniyet amiri İbrahim Tokur’un (…) İstanbul DGM’nce yasaklanan Bize Zulmediyorlar adlı kitabı polis memurlarına sattığı öne sürüldü.”

 [8] Bkz: Milliyet gazetesi, 11.11.1996. Cumhuriyet’e saldırı. Davut Güleç’in haberinden / Kayseri.

 [9] Bkz: Hürriyet gazetesi, 16.3.1997. Oya Armutçu’nun haberinden / Ankara

 [10] Bkz: Cumhuriyet gazetesi, 17.1.1999, Deniz Som, Vaziyet köşesi. Emniyet grubu, başlıklı yazı: “Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hizmete özel gizlilik derecesinde hazırladığı Temmuz 1998 tarih ve 70 sayılı İstihbarat Bülteni’nin İrticai Akımlar kısmında, kamuoyunda Fethullahçılar adıyla anılan Fethullah Gülen Grubu değerlendiriliyor. Strateji Grubu’nun aylık dergisi Gündem’de yayımlanan habere göre,.. Emniyet’in raporunda Fethullah Gülen Grubu, dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit’in iyi tarikatlar görüşü doğrultusunda yorumlanıyor ve takdir ediliyor.(…) Emniyet’e göre, Fethullah Gülen ılımlı islami yorumlarıyla dini değerlerin siyasi hedeflere alet edilmemesini telkin ediyor ve Türkiye’de en geniş tabana sesleniyor; Fethullah Gülen’e bağlı müridler Türkiye Cumhuriyeti’in dünya çapında önemli bir devlet olma potansiyelinden hareketle özellikle eğitim alanında çalışıyor.(…) Emniyet’in akladığı Fethullah Gülen Grubu’nun, raporun İrticai Akımlar bölümünde yer alması ise kendi içinde çelişki yaratıyor. Öte yandan Aydınlık dergisinin kapak haberinde İçişleri Bakanlığı’na sunulan bir rapora göre, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Fethullah Gülen Cemaati mensuplarınca ele geçirildiği öne sürülüyor.

 [11] Bkz: Yalçın Doğan, 22.1.1999 günlü Milliyet’te yayımlanan “DYP’de iki aday” başlıklı köşe yazısı: “(…)DYP’nin Eskişehir adayları arasında iki isim var. İlgi çekici raslantı, ikisi de istihbaratçı. Biri Deniz Kuvvetleri Komutanlı’ndan belge sızdırmakla yargılanmış olan Emniyet Genel Müdürlüğü istihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, diğeri onunla çalışmış, yine bir istihbaratçı Adem Demir.(..)Sözüm ona “orduda darbe havası var mı yok mu” sorusuna karşılık bulmak için, iddiaya göre, “Orakoğlu askerliğini yapmakta olan polis memuru Sarmusak’ı Deniz Kuvvetlerinden belge sızdırmakla” görevlendiriyor. Sarmusak askeri savaya önce “belgeleri Orakoğlu’nun talimatıyla aldığını” söylüyor, ancak mahkemede bu sözünü geri alıyor. Daha sonra Orakoğlu da Sarmusak da beraat ediyor… Emniyet istihbarat dairesi en son politize olması gereken birimlerden biri.”

 [12] Emniyet Müdürlüğü istihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’nun da görev yaptığı süre içerisinde, pek çok kez: “Artık askeri darbe olmaz, çünkü 170 bin polis ve 6 bin özel tim var” dediği, basında yer almıştır. Bkz: Cumhuriyet gazetesi 2.7.1997. “Telefon dinleme çetesi” başlıklı haberden.

 [13] Bkz: Ahmet Taner Kışlalı. Cumhuriyet gazetesi, 1.8.1997.

 [14] Bkz: Cengiz Ozakıncı, Kitap Gazetesi, 1.3.1995. İran-Türkiye ve İslam Devrimi üzerine. Nevval Çizgen (Sevindi) ile söyleşi.

 

Cengiz ÖZAKINCI, “İblisin Kıblesi” kitabından sayfa: 341 ~ 348’den alınmıştır,

 

Leave a Reply