Tarih

  • Millî bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz.
  • Eğer bir millet büyükse, kendisini tanımakla daha büyük olur.
  • Ben, Timur zamanında olsaydım, onun yaptığını yapabilir miydim; onu söyleyemem fakat o benim zamanımda olsaydı, belki daha fazlasını yapabilirdi. ( Mahmut Esat Bozkurt, Yakınlardan Hatıralar, S. 96 )
  • ( Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine “Atatürk” adı verilmesi için bir kanun teklifi hazırlığı üzerine verdiği cevap: ) Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir. Tarih zorlanmayı sevmeyen nazlı bir peridir. Fikirleri tercih eder. ( Falih Rıfkı Atay, Babanız Atatürk, S. 135 )
  • Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. ( Afetinan, Atatürk Hakkında HB, S. 297 )
  • Büyük devletler kuran atalarımız büyük ve kapsamlı medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, incelemek, Türklüğe ve dünyaya bildirmek bizler için bir borçtur.
  • Biz Balkanları niçin kaybettik biliyor musunuz? Bunun tek bir sebebi vardır. Bu da İslâv araştırma cemiyetlerinin kurduğu Dil Kurumları’dır, bizim içimizdeki insanların millî tarihlerini yazıp millî şuurlarını uyandırdığı zaman biz Balkanlar’da Trakya hudutlarına çekildik.
  • Birgün ressamlar kahramanlık simasını kaybederlerse Yıldırım’ı alsınlar, yapıversinler. ( Mahmut Esat Bozkurt, Yakınlardan Hatıralar, S. 96 )
  • Alemdar Mustafa Paşa ile Mustafa Reşit Paşa’yı severim, fakat Alemdar’ın biraz kültürü olsaydı Cumhuriyet ilân ederdi. Mustafa Reşit Paşa’nın kültürü, Alemdar’ın kudreti birleştirilseydi, ben tarihe başka bir vazife ile girerdim.
  • İnsan tarihinin mânasını ancak olgun bir yaşa eriştikten sonra anlıyor. Ve tarih ancak bu yaştan sonra yazılabilir. Çok arzu ederim ki, birkaç arkadaşla beraber hayatımızdan geri kalan zamanı tarih yazmakla geçirelim!
  • Yahya Kemal geniş tarih kültürünün eseridir. Şairlerimiz esaslı kültür sahibi olmalı ve tarihi iyi bilmelidirler.
  • ( İskender’in doğum yerinin de Selânik civarı olduğu kendisine hatırlatıldığı zaman ) Mukayese burada sona erer. İskender dünyayı fethetmişti. Ben böyle birşey yapmadım. O dünyayı istilâ edeyim derken kendi vatanını unutmuştu. Ben vatanımı hiçbir zaman unutmayacağım.
  • Türk çocuklarında kabiliyet her milletinkinden üstündür. Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lazım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabilecekledir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.
  • ( Cemal Paşa hakkında ) Yazık! Değerli bir adam kayboldu! Buraya gelebilmiş olsaydı ben, ona vazife verirdim. Anadolu’nun imarında ondan istifade edilirdi… Fazla jest ve gösteriş o zavallıyı böyle hiçine kurban etti.
  • Tarih ne güzel aynadır. İnsanlar, hele ahlakta gelişmemiş kavimler, en büyük kutsallıklar karşısında bile kıskançlık duygularına kapılmaktan kendilerini kurtaramıyorlar. Tarihe geçen büyük olaylarda, bu olaylara neden olanların ve olayları yaratanların tavır, hareket ve davranışları onların ahlak durumlarını ne kadar açık gösterir. ( 1915 )
  • Enver Paşa herhalde zamanın en kuvvetli bir adamı olması lâzım gelir. Bunun aksini ispat edecek elimizde hiçbir vesika yoktur. Tersine kuvvetini gösterecek bir vesika vardır ki, o da Enver Paşa’ya mevkideyken kimsenin ona karşı gelememiş ve ancak o memleketi terkettikten sonra birtakım insanların başlarını kaldırabilmiş olmasıdır. Böyle bir şahsın kuvvetli olmadığını söylemek lüzumsuz ve mânasız bir iddia sayılmaz mı?
  • Ben ömrümde ve askerlik hayatımda hiçbir zaman Enver Paşa ile yakından işbirliği yapmadım ki bundan sonra böyle bir iştirak peşinde koşayım. ( 1918 )
  • Türk Milleti bin yıldan fazla bir zamandır bu topraklarda yaşama hakkına sahiptir. Bu, eskiye ait kalıntılarla tespit edilmiştir. Osmanlı Devleti’ne gelince, bu devlet yedi asırdır yaşamaktadır ve muhteşem mazis ve tarihiyle övünebilir. Biz kudreti ve haşmeti bütün dünyada, Asya, Avrupa ve Afrika kıt’alarında tanınan bir milletiz. Cengâverlerimiz ve ticaret gemilerimiz okyanusları aşmışlar ve bayrağımızı Hindistan’a kadar götürmüşlerdir. Kabiliyetlerimiz, bir zamanlar sahip olduğumuz ve bütün dünyaca bilinen hakimiyetimizle ispat edilmiştir. Fakat son yüzyıl boyunca Avrupa kuvvetlerinin hükümet merkezimizdeki entrikaları ve bu entrikaların neticesinde istiklâlimize müdahaleleri, iktisadî hayatımızı engelledikleri kayıtlar, yüzyıllarca bir arada kardeşçe yaşadığımız Müslüman olmayan unsurlarla aramızda etkileri ihtilâf tohumları ve bu durumlara ilâveten hükümetlerimizin zayıflığı ve bunun neticesi olan kötü idare çağdaş seviyede gelişme ve refah yolunda ilerlememize engel teşkli etti. Bugün içinde bulunduğumuz acı durumun hiçbir zaman bizim esastan ehliyetsizliğimizi veya çağdaş medeniyete uyamadığımızı ifade etmez. Bu tamamen yukarıda sayılan birbirine zıt sebepler yüzünden hasıl olmuştur. ( 1919 )
  • Milletimiz ufak bir aşiretten; anavatanda müstakil bir devlet tesis ettikten başka garp âlemine, düşman içine girdi ve orada azîm müşkülât içinde bir imparatorluk vücuda getirdi. Ve bunu, bu imparatorluğu altı yüz seneden beri tam bir heybet ve azametle idame eyledi. Buna muvaffak olan bir millet elbette yüksek siyasî ve idarî niteliklere sahiptir. Böyle bir vaziyet yalnız kılıç kuvvetiyle vücuda gelemezdi. Cihanın malûmudur ki Devleti Osmaniye pek vâsi olan ülkesinde bir hududundan diğer hududuna ordusunu fevkalâde süratle ve tamamen mücehhez olarak naklederdi. Ve bu orduyu aylarca ve belki de senelerce iyi besler ve idare ederdi. Böyle bir hareket yalnız ordu teşkilâtının değil bütün idarî şubelerin fevkalâde mükemmeliyetini ve kendilerinin kabiliyetli olduğunu gösterir. ( 1919 )
  • İnsanların meşgul olduğu bütün meseleler, karşılaştığı bütün tehlikeler, elde ettiği muvaffakiyetler, ortaklaşa, umumî bir mücadelenin dalgaları içinden doğagelmiştir. Doğu milletlerinin, batı milletlerine tarruz ve hücumu, tarihin bellibaşlı bir safhasıdır. Doğu milletleri arasında, Türk unsurunun başta ve en kuvvetli olduğu malûmdur. Gerçekten Türkler, Müslümanlıktan önce ve Müslümanlıktan sonra, Avrupa içerisine girmişler, taarruzlar, istilâlar yapmışlardır. Batıya taarruz eden ve istilâlarını İspnya’da Fransa hudutlarına kadar süren Araplar da vardır. Fakat, her taarruza karşı, daima, karşı taarruz düşünmek lâzımdır. Karşı taarruz ihtimalini düşünmeden ve ona karşı güvenilir tedbir bulmadan hareket edenlerin sonu yenilmek ve bozguna uğramaktır, yok olmaktır.
  • Batının, Araplara karşı taarruzu, Endülüs’te acı ve ibrete değer bir tarihî felâket ile başladı. Fakat, orada bitmedi. Takip, Afrika şimalinde devam etti.
  • Attilâ’nın, Fransa ve Batı Roma topraklarına kadar yayılmış olan imparatorluğunu hatırladıktan sonra, Selçuk Devleti yıkıntısı üzerinde teşekkül eden Osmanlı Devleti’nin, İstanbul’da Doğu Roma İmparatorluğu’nun tac ve tahtına sahip olduğu devirlere gözlerimizi çevirelim. Osmanlı hükümdarları içinde, Almanya’yı, Batı Roma’yı zapt ve istilâ ederek muazzam bir imparatorluk kurmak teşebbüsünde bulunmuş olan vardı. Yine, bu hükümdarlardan biri, bütün İslâm âlemini bir noktaya bağlayarak sevk ve idare etmeyi düşündü. Bu emelin sevkiyle Suriye’iy, Mısır’ı zaptetti. Halife ünvanını takındı. Diğer bir sultan da, hem Avrupa’yı zaptetmek, hem İslâm âlemini hükmü ve idaresi altına almak gayesini takibetti. Batının arasız mukabil taarruzu, İslâm âleminin hoşnutsuzluğu ve isyanı ve böyle cihangirane tasavvurlar ve emllerin aynı hudut içine aldığı muhtelif unsurların uyuşmazlıkları, netice olarak benzerleri gibi Osmanlı İmparatorluğu’nu da tarihin sinesine bıraktı… ( 1920 )
  • Muhtelif milletleri, müşterek ve umumî bir ünvan altında toplamak ve bu muhtelif unsur kütlelerini aynı hukuk ve şartlar altında bulundurarak kuvvetli bir devlet kurmak, parlak ve cazip bir siyasî görüştür. Fakat aldatıcıdır. Hattâ, hiçbir hudut tanımayarak, dünyada mevcut bütün Türkleri dahi bir devlet halinde birleştirmek, erişilmesi imkânsız bir hedeftir. Bu, asırların ve asırlarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı hâdiseler ile meydana koyduğ bir hakikattir.
  • Panislâmizm… Panturanizm siyasetinin muvaffak olduğuna ve dünyayı uygulama sahası yapabildiğine tarihte tesadüf edilmemektedir. Irk farkı gözetmeksizin bütün insanlığı içine alan cihangirâne devlet kurma hırslarının neticeleri de tarihte yazılıdır. Müstevli olmak hevesleri, söz konumuzun haricindedir. İnsanlaraher türlü duygularını ve özel bağlantılarını unutturup onları kardeşlik ve tam bir eşitlik dairesinde birleştirerek, insanî bir devlet kurmak görüşü de kendine mahsus şartlara sahiptir. ( 1920 )
  • Bu milleti bugün idam sehpası karşısında bulunduran işlerin ve hareketlerin kaynağı hayalidir, hissiyattır. Uzaklara gitmeye hacet yok. Bu milletin umumî seferberliğinin hangi hakikate dayandığını bir defa düşününüz. Bunun hakikî hesaba dayandığını bir defa düşününüz. Bunun tek sebebi hissiyattır! Umumî Harbe ne ile girdik? Vaktinden evvel Umumî Harbe, bu milleti sevkeden nedir? Hangi hakikattir? Histir! Daha ilerisine gidelim, mazimize dönelim; küçük bir tarihi vak’a: Sadrazam Kara Mustafa Paşa bu milleti Viyana kapılarına sevkederken bütün Kuzey Almanya’yı zapt ve fethederek dünya çapında bir Osmanı İmparatorluğu yapmak hulyasına düşmüştü. Fakat, zavallı babamız düşünmüyordu ki bütün bu zafer emelleri peşinde dolaşırken, bu teşebbüsler torunlara, babadan miras kalmış yerlerini kaybettirmek için zemin hazırlıyordu.
  • Fakat efendiler! Bu topluluğun büyük bir imparatorluk, maddî bir imparatorluk halinde bir noktadan sevk ve idaresini düşünmek istiyorsak bu bir hayaldir! İlme, mantığa, fenne aykırı bir şeydir! Dikkat ediniz ve bir tarihî hakikat, bir fennî ve ilmî hakikat olarak daima hatırda tutunuz ki bir siyasî cismin hududunu geçemeyeceği bir güç sonlanması vardır! Nasıl ki bir insanın normal teşekkülü için birtakım mâkul ve tabiî hatlar vardır. Eğer bu hatlar tabiilikten uzaklaşırsa, eğer insanın teşekkülünde bu hatların tecavüz edilmesi söz konusu olursa o zaman karşınızda ya hiç gelişmemiş bir cüce veyahut dev gibi birşey görürsünüz! İnsan teşekkülü için böyle olduğu gibi insanlardan meydana gelen topluluklarda da bu kaide aynen mevcut ve geçerlidir.
  • Birkaç asır evvelki vaziyetimize gözlerinizi çeviriniz: Afrikalar, Suriyeler, Iraklar, Makedonyalar, Bulgaristan, Sırbistan ve diğerleri… Bütün bu ülkeleri gözönüne alınız. Bütün bu ortam, bu geniş daire içerisinde iklimi çeşitli ve orada oturan milletlerin tabiatları çeşitli, herşey çeşitli olduktan sonra bunların hepsini bir imparatorluk altında bulundurmak ve yaşatmak mümkün müydü?
  • Tabiata, akla ve tabiat kanununa aykırı olduğundan dolayı neticenin ne olduğunu görüyorsunuz! ( 1921 )
  • ( I. Dünya savaşı ) Türkiye, Umumî Harbe girmeye mecburdu, ve mevcut dünya dengesine göre bu giriş şekli de olandan ve görülenden başka türlü olamazdı. Belki harbe giriş zamanı, belki kuvvetlerin kullanılma tarzları, hulâsa bir sürü teferruat tenkit olunabilir. Fakat esasa diyecek yoktur. Türkiye harbe girerdi ve böyle girerdi. ( 1922 )
  • ( Siz Napolyon’a benziyorsunuz diyen Gen. Tawsand’a cevap: ) Napolyon arkasına bir sürü muhtelif milliyetteki insanı toplayarak mecera aramaya çıktı. Ve bunun içindir ki yarı yolda kaldı. Ben bir anadan bir babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanını kurtarmak davası yolundayım. Ve muvaffak olacağım. ( 1922 )
  • Napolyon taç ve şeref peşinde koşan bir maceracıdır. Bismark ise tacidara hizmet eden bir insandır. Bunlarla şahsımın mukayese edilmesini kabul etmem. ( 1923 )
  • Tarihte şanlar, şöhretler kazanmış pek çok insanlar millî noktadan fazilete sahip değildir. Mesalâ hakikaten askerî kudret sahibi olan, Moskova’ya kadar giden, yangınlar harabeler üstünden Fransız ordusunu sürükleyip eriten Napolyon’u düşününüz. Onun hareketleri Fransız milletinin hakikî ve millî menfaatlerine değil, kendi cihangirane emellerini tatmin içindi. Bunu tatmin için Fransa’nın milyonlarca seçkin evlâdını eritti ve nihayet hepinizin bildiğiniz âkıbete uğradı. Bizim Osmanlı tarihindeki en büyük ve şanlı görülen hareketleri de aynı noktadan tetkik, aynı mahiyette mukayese etmek mümkündür. ( 1923 )
  • Her safhası vatan için, çocuklarımızın torunları için şerefli olaylarla dolu büyük bir kahramanlık destanı yaratan Anadolu muharebelerinin heyecan veren ayrıntılarını tarihe bırakıyorum. Millet; milletin ruh sanatı, müziği, edebiyatı ve bütün güzel sanatları ve güzel olan kutsal kavganın ilahi şarkılarını sonsuz bir vatan aşkının büyük heyecanı ile daima söylemelidir. ( 1923 )
  • Tarihi yapan akıl, mantık, muhakeme değil, belki bunlardan çok duygulardır. ( 1923 )
  • Herhangi bir tarihi elinize aldığınız zaman onun gerçeğe uygun olup olmadığına güven duymak için dayandığı kaynak ve belgeleri araştırılır. Bizim şimdiye kadar doğru bir milli tarihe malik olmayışımızın sebebi tarihlerimizin, hakiki okuyucuların belgelere dayanmaktan ziyade ya birtakım meddahların veya birtakım kendini beğenmişlerin hakikat ve mantıktan uzak sözlerinden başka kaynak bulunamamak bedbahtlığıdır. ( 1924 )
  • Tarih; bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiç bir zaman inkar edemez. ( 1927 )
  • Mondros Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin müttefikleriyle beraber sürüklendiği acı mağlûbiyetin yüz kızartacak bir neticesidir. O antlaşma hükümleridir ki, Türk topraklarını, yabancıların işgaline sundu. O antlaşmada, kabul edilen şeylerdir ki Serves Antlaşması hükümlerinin de kolaylıkla kabul ettirilebileceği fikrini yabancılara mümkün ve mâkul gösterdi. ( 1927 )
  • Türk milletinin her kişisi, aralarında birtakım farklar olmakla beraber genel olarak birbirine benzer. Bazı yapılış farklarını ise normal karşılamak lazımdır. Çünkü… başka başka iklimlerin etkisi altında başka başka cinsten yerlilerle binlerce sene yaşamış, kaynaşmış bu kadar eski ve bu kadar büyük bir insan toplumunun bugünkü çocuklarının tamamı tamamına birbirine benzemeleri mümkün müdür? Her zaman her yerde küçük bir aile çocuklarının bile tamamen birbirlerine benzemeleri görülmüş birşey değildir. Türk milletini yalnız bir bölgede, iklimi aynı dar bir sahada meydana gelmiş zannetmek doğru değildir. Türk kavmi… çok büyük bir sahada vücut bulmuş ailelerin birleşerek Sop ( klan ) ve Sop’ların birleşerek Boy( kabile ) ve Boy’ların birleşerek Öz ( aşiret ) ve Öz’lerin birleşerek siyasi bir topluluk olan El ( şehir ) ve en nihayet El’lerin bir merkezde birleşmeleriyle büyük bir toplum meydana getirmişlerdir. Bu büyük Türk toplumunu oluşturan unsurların yapıları arasında fark büyük olmamakla beraber, kökenin genişliği, nüfusun çokluğu düşünülünce Türk kavimlerinin aralarındaki manevi bağlılığın gevşek olması ve çeşitli adlarla, çeşitli roller oynaması doğal görülür. Bu sebepledir ki tarih, olaylarını yazdığı kavimleri nerede, nasıl ve ne sıfatta tanıdıysa o şekilde yazmıştır. Böyle olmakla beraber, bugünkü Türk milletinin esası aynı kökün, aynı uzun ortak geçmişin tespit ettiği belirli tiptir. Türk tipi.. Türk milletini yapan insanların tarihleridir. ( 1929 )
  • İnsanların tarihten alabilecekleri önemli dikkat ve uyanış dersleri; bence devletlerin genellikle siyasi müesseselerinin kurulmalarında, bu müesseselerin esaslarını değiştirmede ve bunların dağılmalarında ve yok olmalarında etkili olmuş olan sebeplerin ve etkenlerin incelenmesinden çıkan sonuçlar olmalıdır. Meselâ Osmanlı İmparatorluğu’nun doğmasını gerektiren sebep ve âmillerin tetkikinden çıkan netice, mühim olduğu gibi, İmparatorluğun batması sebep ve âmillerinin tetkikinden çıkacak netice de o kadar mühimdir. Bu tetkiklerde, şüphesiz siyasi müesseseyi kuran milletlerin her görüş noktasından harsları derecesi mütalâa olunur; şahısların müspet veya menfi tesirleri nazarı dikkate alınır. ( 1930 )
  • Türkleri bütün dünyaya geri bir millet olarak tanıtan görüş bizim de içimize girmiştir. Dört yüz çadırlık bedevî bir kabileden bir imparatorluk ve millet tarihini başlatmak suretiyle imparatorluk zamanında Türklerin görüşü de bu merkezdeydi. Evvelâ millete, tarihini, asil bir millete mensup bulunduğunu, bütün medeniyetlerin anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunu öğretmeliyiz. ( 1930 )
  • Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapan sadık kalmazsa değişmeyen gerçek insanı şaşırtacak bir nitelik alır. ( 1931 )
  • Millet için ve milletçe yapılan işlerin hatırası her türlü hatıraların üstünde tutulmazsa, milli tarih kavramının kıymetini takdir etmek mümkün olamaz. ( 1931 )
  • Sonradan uydurma bir eser vücuda getirerek ertesi gün pişman olmaktansa, hiçbir eser vücuda getirmemek, beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir. ( 1931 )
  • Bizim Türk milletimiz eski ve şerefli bir millettir. Zaten Osta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır. Tâ uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddî olsun, dimağı olsun hiçbir sıkıcı hudut içinde durmaz yaradılışta olduğundan yüksek anayurdunun, dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler başlarını alarak dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar. Yılmaz atalarımızın bütün bu ilk saldırışlarıyla bugünün Türk Milleti olan bizler pek ziyade alâkadarız. Ancak en büyük alâkamız onların Çin büyük duvarını paralayarak o vakte kadar korunabilmiş Çin medeniyetinin tâ yüreğine sokulmalarına, yahut kuzey batıya doğru dönerek geniş İskandinavya sahasına girmelerine ait olmadığı gibi, tarihin Attilâ dediği büyük bir Türk kumandasında Orta Avrupa’ya akın etmesine veya kardeş milletlerin bu gibi istilâ hareketlerine de bağlanamaz. Biz tabii olarak ve başlıca o grupla alâkadarız ki tam batı istikametinde yakın doğuya doğru gelerek bugün Sümer medeniyeti, Hitit medeniyeti denilen medeniyetlerle Anadolu’nun başlıca tarihten önceki medeniyetlerini kurmuşlardır. Batı medeniyeti Asya kıtasındaki insan denizinin bu birbirini kovalayan dalgaları önünde büyük bir set kurdu ve ve bu set en sonra Bizans İmparatorluğu şeklinde meydana çıktı. Bu imparatorlukla atalarımız dövüşmeye başladılar. Zafer tam pençemize girerken bu sefer garptan gelen başka bir dalga – Haçlılar – Anadolu’ya saldırarak kat’i zaferimizi yani, büyük harb mükâfatı ve geniş imparatorluk sembolü olan İstanbul’u almamızı tam iki yüz sene – 1453 senesine kadar – geri bıraktı.
  • Biz Türkler her çağda şarkın kılıcının keskin ağzı idik. Lâkin gitgide birçok levanten ( Yakın Doğu’da yerleşmiş veya evlenerek soyu karışmış Avrupalı kimse – Türkçe Sözlük, TDK ) unsurlar biz galiplere karıştıklarından, Osmanlı İmparatorluğu denilen o milletler karması ortaya çıktı. Bu Osmanlı İmparatorluğu, memleketteki Türk unsurunu Avrupa içlerine karayel ( kuzey batı ) istikametinde iki büyük met dalgası halinde kullanmakla istifade etti. Kanunî Süleyman zamanında, aradaki bütün Balkanlarla ötekilerini zaptederek Viyana kapılarına dayandı. Türklerin bu istikamette ikinci dalgalanışı Dördüncü Mehmet zamanındadır ki o da aynı derece cengâverane ve zaferlidir. Osmanlı İmparatorluğu, biz kahraman Türkler yüzünden bir büyük devlet oldu ve dinimiz olan İslâmiyet üzerine büyük bir ruhanî teşkilât yapıldı. İşte bu devlet ile ruhanî teşkilât çok kuvvetli bir müessese halinde İstanbul’da birleştiler. Orada kahraman Türk, saray entrikalarına ve ruhanî teşkilâtın nüfuzuna mağlup oldu ki bu iki müessese tahakküm merkezlerinden tâ uzakları ve Avrupa, Anadolu ve Kuzey Afrika’daki mıntıkaları idare ediyorlardı. İşte birinci büyük tablomuz burada bitiyor. Bu tablo Türkler tarafından boyanmış ve süslenmiş iken bu cengâverler şimdi saray entrikalarından bunalarak arka atılmışlardı.
  • Tarih yürüdü. Bundan sonra Türk İmparatorluğu batı medeniyetine karşı kendisini Türk silahlarıyla değil daha ziyade garp devletlerini birbirine düşürmek suretiyle müdafaa etti ki bu devletlerin siyaseti de İstanbul’da ve Boğazlara talip olmak isteğiyle değişiyordu. Avrupalılar bize “Avrupa’nın hasta adamı” adını verdiler ve her tarafta birçok miras dâvacıları türedi. En sonra batı devletlerinin arasında büyük harb çıktı. Biz de, Orta Anadolu’da ticarî menfaatler arayan merkezî Avrupa devletlerinin yakın doğu ihtiraslarıyla bu harbe sürüklendik. ( 1932 ) ( Generall Sherrill, Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik )
  • ( Bir toplantı esnasında Türk Tarih Kurumu üyelerine söylenmiştir: ) Ben fani bir insanım, bir gün öleceğim, büyüklüğüne ve üstün kabiliyetlerine inandığım Türk Ulusu’nun gerçek tarihinin yazılmasını sağlığımda görmek istiyorum. Onun için bu toplantılarda kendimden geçiyor, herşeyi unutuyor, sizi yoruyorum. Beni affedin. ( 1933 )
  • Kültür işlerimiz üzerine, ulusça gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz. Bu işlerin başında da Türk Tarihi’ni, doğru temelleri üstüne kurmak; öz Türk Dili’ne, değeri olan genişliği vermek için candan çalışmakta olduğunu söylemeliyim. ( 1934 )
  • Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, bütün Türk çocukları kendileri için lazım olan atılım kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Türk çocukları bu tarihten bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir. ( 1935 )
  • Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. ( 1935 )

Geri Dön

Leave a Reply