ABD güdümlü Panislamizm
ABD güdümlü Panislamizm / Cengiz ÖZAKINCI
Graham Fuller, Samuel Huntington, Paul Henze, Morton Abramovvitz, vb. gibi CIA uzmanları bu amaçla Türkiye’ye doluşup doğrudan Türk basınına demeçler vererek Türkiye’nin bir an önce ulusçu bilimgüder Atatürkçü çizgiyi tümüyle terk edip dingüder İslamcı bir yönetime geçerek İslam ülkelerinin başına geçmesini öğütlüyor; Amerikan arpalıklarından beslenen çok sayıda köşeyazarı ve televizyon yayıncısı (ABD’nin kendilerine taktığı adla: Kamu Diplomatları) da ABD çıkarları doğrultusunda İslamcılarla ağız birliği ederek, Türkiye’yi bilimgüder (laik) yönetimden uzaklaştırmak için laikliğe veryansın ediyorlardı. Dağılacak SSCB’den ayrılacak Türk kökenli Müslüman toplumlar, yeraltı ve yerüstü varsıllıkları bakımından göz kamaştırıcı kaynakların bulunduğu geniş topraklar üzerinde yaşıyorlardı. 1989’da, yakın gelecekte Sovyet güdümünden çıkacakları anlaşılan Rusya’daki Müslüman-Türk toplumları, Urallar’dan Atlantik’e Büyük Avrupa tasarımında Rusya’yla anlaşacak bir Avrupa Birliği’nin güdümüne değil, ABD’nin güdümüne girmeliydiler ve bu yönde en küçük bir gecikme Avrupa Birliği’nin ve Rusya’nın işine yarayacağından, ABD’nin yitirilecek tek anı dahi yoktu. Doğu Avrupa’daki eski Sovyet uyduları Gorbaçov’un 1989’da Avrupa Birliği’ne sunduğu “Ortak Avrupa Evi” tasarısı uyarınca nasıl Avrupa Birliği’nin güdümüne gireceklerse, Asya’daki Sovyet uydusu Müslüman Türkler de Sovyetler dağılınca Türkiye aracılığıyla Amerika’nın sömürü alanına girmeliydiler. Gelgelelim, Türkiye’yi bilimgüder (laik) çizgiden tümüyle kopartıp bütünüyle dingüder İslamcı bir devlete dönüştürmedikçe ne Ortadoğu’daki Arap-İslam ülkelerinin ne de Asya’daki Türk-İslam ülkelerinin başına geçirmek olanaklıydı. [1] Türkiye’nin, Atatürkçü-usçu-ulusçu-bilimgüder bir devlet kimliğini elinden bırakmaksızın da dağılan Sovyetlerden ayrılan Türk toplumlarına yol göstericilik yapması olanaklıydı; ancak bu seçenek ABD’nin işine gelmeyen bir durumdu; çünkü bilimgüder (laik), usçu, ulusçu, ulusal bağımsızlıkçı Atatürkçü çizgi, uluslararası sömürüye karşıt bir öz taşıdığından, uluslararası sömürücülüğün başını çeken ABD, Rusya’dan ayrılacak Türklerin bu çizgide birleşmesine de, diğer İslam ülkelerinin bu çizgiyi benimsemesine de kökten karşıydı ve bu yüzden, Türkiye’yi de ulusal bağımsızlıkçı yönü olmayan dingüder bir çizgiye çekip, tüm Müslümanları ve Türkleri kendi sömürü çıkarları doğrultusunda gütmek istiyordu.
Suudi Arabistan’daki Amerikan şirketi ARAMCO, 1989 yılı sonunda ABD’nin buyruğuyla Rusya’daki Türk toplumlarını Arap yazısını benimsemeye ve dinsel devletler kurmaya yönlendiren çalışmalar başlatmış, en büyük yatırımcısı bir Yahudi ailesi olan bu Amerikan-Arap şirketi yayınlarında Rusya’daki Türkleri “Türk” olarak değil “homo İslamicus” olarak adlandırmayı uygun bulmuştu. [2]
Komünizm’e karşı olduğu gibi ulusçuluğu da kendi sömürüsüne engel olarak gören Amerika, Ortadoğu’daki ve yeryüzündeki tüm Müslümanları din birliği çatısı altında örgütleyip gütmekten başka bir şey düşünmüyordu. Nasıl geçmişte Soğuk Savaş yılları boyunca Sovyetlere karşı din birliği çizgisini izlediyse, 1989’da Rusya’nın önerisiyle Urallardan Atlantiğe dek yayılmaya yeltenen Avrupa Birliği’ne karşı da yine Dünya İslam Birliği çizgisini izleyecekti:
Siz Urallardan Atlantiğe Ortak Avrupa Evi kuracaksınız öyle mi? Ben Adriyatik’ten Çin Seddi’ne dek bir Türk-İslam Birliği örgütleyeyim de görün!..
İşte ABD’nin Avrupa Birliği-Rusya yakınlaşmasından doğan Urallardan Atlantiğe Ortak Avrupa Evi tasarımına karşı oynayacağı koz buydu. Bu doğrultuda Türkiye’de bilim-güder ulusçu (laik) yönetimi koruyan ve din devleti kurulmasına yönelik eylemleri önleyen yasalar bir an önce kaldırılmalı, bunun için de kamuoyunu laikliği korumak doğrultusunda uyarabilecek ve böylelikle ABD tasarısının gerçekleşmesini geciktirebilecek tüm ağızlar kapanmalı, korkutulmak, susturulmalıydı. Bölgede görev yapmış eski CIA yöneticileri işte böyle bir ortamda Türkiye’ye üşüşüp Türk basınına demeçler vererek;
- Türkiye’nin bir an önce Atatürkçülükten tümüyle uzaklaşıp bir din devletine dönmesi gerektiğini,
- Atatürk’ün Türkiye’yi yayılmacılıktan alıkoyan yurtta sulh cihanda sulh ilkesinin bir an önce bırakılması gerektiğini,
- Türkiye’nin laik yönetimi bırakıp bir din devletine dönüşerek Müslüman ülkelerin başına geçip onları kendi önderliği altında birleştirmesi gerektiğini, vs. duyurmaya başladılar.
1987’de ABD’nin isteğiyle Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusu yapan Amerika’nın stratejik işbirlikçisi Turgut Özal, 1989 yılında değişen dünya dengeleri Amerika’nın Türkiye’ye biçtiği rolleri de değiştirdiğinden, Türk Ceza Yasası’nın din devleti kurmaya yönelik eylemleri önleyen 163. maddesini kaldırmak üzere partisini eyleme geçiriyordu.
Bir yandan Avrupa Birliği’ne başvurup öte yandan Türkiye’yi din devletine dönüştürecek adımlar atmak, Sakallı Celal’in deyişiyle: “Doğu’ya giden bir geminin güvertesinde, Batı’ya doğru koşmak” biçiminde tanımlanabilirdi ancak.
Ha, bir de “Amerika Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasını destekliyor” yargısını bir kez daha gözden geçirmeyi gerektiren bir durum var. Önce şu haberi okuyalım:
Bush: Avrupa Birliği’ni 3’e Böldüm!
26 Şubat 2003 Milliyet
ABD Başkanı Bush’la Devlet Bakanı Ali Babacan ve Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın Irak operasyonuna ilişkin yaptığı ve Türkiye’ye rencide eden ifadelerin yer aldığı görüşmelerde yaşanan diyaloglara ilişkin haberlerin hükümetçe yalanlanmaması dikkat çekti. Bush’un, Yakış ve abacan’ı kabulünde dile getirdiği ileri sürülen “Beyler, ABD topraklarında yapacağınız bir şey yok. Meclisinizden bu tezkereyi çıkartın” sözlerine hükümet sessiz kaldı. Cumhuriyet gazetesinin dün manşetten verdiği habere göre, Bush, Babacan ve Yakış’a BD’nin istediği desteği alamaması halinde Türkiye’nin Kuzey Irak’ta devre dışı kalacağını söyledi. Bush’un diğer ifadeleri şöyle: “Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz ve bunu dikkate alıyoruz. Türkiye’den destek göremezsek Kuzey Irak’taki gruplarla hareket ederiz. Birlikte hareket etmezsek IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü size sırtını döner. Bu aşamadan sonra bize gelmenizin bir yararı olmaz. Ermeni karar tasarılarının ABD eyaletlerindeki yerini biliyorsunuz. Bunlardan biri Temsilciler Meclisi’ne gelebilir. Hiçbir müttefik beni sizin kadar uğraştırmadı. Avrupa Birliği’ni 3’e böldüm! 21. yüzyılda Birleşmiş Milletler Örgütü gerekli mi, değil mi, ona bakıyorum. Arkadaşlarımız araştırıyor.”
Amerika’nın Avrupa Birliği politikasının onu bölmek dağıtmak, etkisizleştirmek, evcilleştirmek olduğu, doğrudan Amerikan Başkanı’nın bu sözleriyle apaçık ortaya çıkıyor. Amerika bir yandan Türkiye’yi Hilafef’e, İslam devletine sürüklerken, bir yandan da Avrupa Birliği’ne “Türkiye’yi alın!” diye baskı yapıyorsa, bunun tek amacı vardır: ABD’nin denetiminden kurtulma eğilimi beliren Avrupa Birliği’ni, içine sokacağı Türkiye ile zayıflatmak.
Zbignew Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası” kitabında şöyle der:
İngilizler daha büyük bir Avrupa’yı tercih ettiklerini açıkladılar; çünkü genişlemeyi Avrupa Birliğinin zayıflaması için bir araç olarak görüyorlardı. [3]
Avrupa Birliği’nin Amerika’ya göbekten bağlı bir Türkiye’yi de içine alarak genişlemesi, Avrupa Birliği’nin içine Amerika’ya göbekten bağlı ve karar alınırken oy’unu Amerika’nın istediği doğrultuda kullanacak olan Türkiye, vb. gibi ülkelerin bulunması, Avrupa Birliği’nin Amerika’dan bağımsız karar almasını önleyecek ve bu durum da birliğin zayıfla yol açacaktı.
Öyleyse bir öngörüde bulabiliriz: Türkiye Amerikan güdümünden çıkmadıkça Avrupa Birliği’ne üye olamaz. Türkiye Amerikan güdümünden çıkmaksızın Avrupa Birliği’ne üye olursa, Avrupa Birliği’nin kendisi Amerika’nın uydusu olmuş demektir.
Avrupa Birliği ülkelerinin Amerika’ya göbekten bağlı Türkiye’nin üyeliğine karşıt tutumları, gerçekte Avrupa’daki Amerikan karşıtlığının bir yansımasıdır.
Siyasal İslamcıların 1995’e dek Avrupa Birliği’ne karşı, 1995’ten sonra ise Avrupa Birliği’ne girmekten yana bir çizgi izlemeleri, bütünüyle uydusu oldukları Amerika’nın Avrupa Birliği politikalarındaki değişimlere bağlı, Amerika’nın güdümünde olmalarından kaynaklanan değişimlerdir. [4]
Dipçe:
[1] Bkz: K. Deniz Öğüt, İkibin’e Doğru dergisi, 13 Ocak 1991: “Türk Devleti Rahatsız: Dış Türklere Suudi Çengeli”
[2] Bkz: Aramco World, Ocak 1990’den aktaran, K. Deniz Öğüt, agd.
[3] Zbignew Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası”, İnkılap y., 2005, sf. 105.
[4] Mustafa Taşar, “Refah Partisi Gerçeği”, RP’nin GB ve AT Politikası başlıklı bölümden:
Cengiz ÖZAKINCI, “İblisin Kıblesi” kitabından sayfa: 271 ~ 275’den alınmıştır,