Author: Ömer Can Şirikçi

 

AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 23 Nisan * Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmi bayramlarından biridir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından dünya çocuklarına armağan edilmiştir.

Bu bayram, TBMM’nin açılışının birinci yılında kutlanmaya başlanan 23 Nisan Millî Bayramı ve 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla, önce 1 Kasım olarak kabul edilen, sonra 1935’te 23 Nisan Millî Bayramı’yla birleştirilen Hâkimiyet-i Milliye Bayramı ile Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin 1927’de ilan ettiği ve ilki Atatürk’ün himayesinde düzenlenen 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın kendiliğinden birleşmesiyle oluştu.

1980 darbesi döneminde Milli Güvenlik Konseyi, bu bayrama resmî olarak “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adını verdi. Hakimiyet-i Milliye Bayramı (önceleri 1 Kasım, sonra 23 Nisan), saltanatın kaldırılışının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM’nin açılışının egemenliği padişahtan alıp halka vermesini kutlamak amacını taşırken, Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşımaktaydı.

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, UNESCO’nun 1979’u Çocuk Yılı olarak duyurmasının ardından, TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği’ni başlatarak, bayramı uluslararası düzeye taşımıştır. Günümüzde bayrama birçok ülkeden çocuklar katılmakta, çeşitli gösteriler hazırlanmakta, okullarda törenler ve çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Ayrıca 1933’te Atatürk’le başlayan çocukları makama kabul etme geleneği günümüzde çocukların kısa süreliğine devlet kurumlarının başındaki memurların yerine geçmesi şeklinde devam etmektedir.

Anayasamızın Egemenlik başlıklı 6. maddesi aynen şöyle demektedir: “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”

Toplumda hiçbir kimse, hiçbir zümre, hiçbir sınıf ya da gurup, doğrudan üstün emretme gücüne sahip olamaz. Toplumda üstün emretme gücünün tek kaynağı ve tek sahibi milletin kendisidir.

Önemli olan, Ulusal Egemenlik fikrinin genç nesillerce, ruhunda ve anlamında gönülden benimsenmesi ve onu yaşatmasıdır.

Atatürk’e göre, toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin manasıyla milli egemenliğin kurulmuş olmasına bağlıdır. Bundan dolayı hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası milli egemenliktir. Milli egemenlik beraberinde demokrasi kavramını da getirir.

Atatürk, “Türküm” diyen her insanın vatan toprakları üstünde ayrıcalıksız ve kaynaşmış bir Türk ulusunu temsil ettiğini özellikle vurgulamıştır. “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Ulusun Olacaktır” ilkesi doğrultusunda hiç bir güç, hiç bir iç ve dış kuvvet bu hakkı ulusun elinden alamaz.

Ulusumuz, en kutsal varlığı olan bağımsızlığını koruması en büyük hayati ihtiyacıdır. Bağımsızlığın da en önemli ve ilk temel taşı ekonomik bağımsızlıktır. Ekonomik bağımsızlığımız her geçen yıl daha da zayıflamakta ve yurt dışı borçlarımız artması da içinde bulunduğumuz tehlikenin başka bir boyutunu içermektedir.

Türkiye’de, egemenlik hakkını milletin adına kullanan kuruluşa Türkiye Büyük Millet Meclisi denir. 23 Nisan 1923 de kutlanmaya başlanan bu milli bayramımızda TBMM’nin ilk kuruluş yıldönümünde başlamıştır. Bu kuruluş yüce kudretin tecelli yeridir, milletimizin biricik ve hakiki temsilcisidir. Meclis yalnızca milletimizin emrine itaat etmekle yükümlüdür. Ancak Meclis, milletten emanet aldığı egemenliği millet iradesine aykırı şekilde kullanabilir.

Atatürk bu büyük tehlikeyi şöyle haber veriyor bize, “Ey Milletim, egemenliğini geçici de olsa tevdi edeceğin meclislere bile gereğinden fazla güvenme. Çünkü meclisler de doğru yoldan sapabilir, despotluk yapabilir. Üstelik bu, şahsî despotluktan daha tehlikeli olabilir. Öyle kararları olabilir ki meclislerin, milletin hayatına giderilmesi imkânsız zararlar verebilir. Millet her olasılığa karşı egemenliğini korumaya mecburdur.

Kendilerine milletimizin kaderi emanet edilmiş insanlar, Meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet bilmeliler ki kendilerini iktidara ve yetkili makamlara getiren irade ve egemenliğin sahibi, Türk milletidir. İktidar mevkiine saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir. Milletin kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakiki ve sağlanabilir çıkarları yolunda kullanmakla yükümlüdürler.”

Saygılarla,

Ömer Can Şirikçi

omercan.sirikci@ataturk.org.au

https://youtu.be/oiwnRa8h498

AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 20 Nisan * T.C. İkinci Anayasa (Teşkilatı Esasiye Kanunu) TBMM Kabulü

T.C. İkinci Anayasa (Teşkilatı Esasiye Kanunu) TBMM Kabulü
20 NİSAN 1924 Anayasası

20 Ocak 1921 tarihli Anayasa (Teşkilatı Esasiye Kanunu) olağanüstü devrin, olağanüstü şartları içinde çıkarılmış dinamik bir dönemin anayasası idi. Daha sonra, şartlar değişmiş, Cumhuriyet ilan olunmuş, Türk devrimi aksiyon evresinden yeniden düzenleme, reformlar evresine yönelmişti. Yeni Türkiye’nin yeni bir Anayasaya ihtiyacı vardı. TBMM’nde çalışmalar ve müzakereler sonunda, 20 Nisan 1924’te 105 maddeden oluşan yeni Anayasa kabul edildi.

20 Nisan 1924’te kabul edilen yeni devletin ikinci Anayasası, Milli Mücadelenin kazanılmasından ve Cumhuriyetin ilanından sonra, demokrasi ilkesine değer veren bir anayasa olarak düzenlendi.

1924 Anayasası, dayandığı ilkeler bakımından, 1789 Fransız İhtilali’nden itibaren gelişen ferdiyetçi ve hürriyetçi hukuki ve siyasi ideolojiyi temsil etmekte ve aynı zamanda siyasi fikir akımlarının tarihi gelişmesinden de faydalanmaktadır. Bu Anayasa hazırlanırken, 1921 tarihli Anayasanın dayandığı temel esaslardan esinlenilmiştir. Milli egemenlik, tek meclis ve kuvvetler birliği ve meclisin üstünlüğü prensipleri, 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndan alınmış ve geliştirilmiştir.

1924 Anayasası, egemenliğin yalnızca millete ait olduğu ve ancak TBMM tarafından kullanılacağı esasına uygun olarak hazırlanmıştır. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması, ona bir diğer ilahi veya beşeri otorite ve makamın ortak olamayacağını kabul etmek demektir. Bu ilkeyle egemenliğin milli niteliği 1924 Anayasasında daha belirli bir şekilde ortaya çıkmıştır. Kayıtsız ve şartsız millet egemenliği düşüncesinden hareket eden Anayasanın siyasal sistemi, böylece devlet içinde Büyük Millet Meclisi tarafından temsil olunan; tek kuvvet, tek meclis ilkesine dayanmaktadır. 1924 Anayasası meclis hükümeti ile parlamenter hükümet sistemi arasında bir köprü görevi görmüştür. 1924 Anayasası, 1921 Anayasasından daha yumuşak bir kuvvetler ayrımına yer vermiştir. Milli egemenlik ve meclisin üstünlüğü sistemini geliştirmiş, Anayasa alanını daha geniş ve yaygın bir şekilde düzenlemiş, kamu özgürlüklerine geniş yer vermiştir.

Şafak Pavey Konferansı – Demokrasi ve Türkiye’nin Geleceği – MELBOURNE 24 Nisan, SYDNEY 27-28 Nisan 2018

Şafak Pavey’in 27 Nisan Cuma akşamı Lidcombe Community Centre’da düzenlenen ‘Demokrasi ve Türkiye’nin Geleceği’ adlı konferansında sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyacağız.

Saygı ve sevgiyle…

Sydney Organizasyon Komitesi


Safak Pavey is a Turkish diplomat known for her international work on human rights, humanitarian aid and for becoming the 1st ever disabled female member of the Turkish Parliament.

Pavey’s life has been nothing short of extraordinary.

At age 19, she moved to Switzerland in 1994 to commence her studies in Art and Film. Two years later, Pavey encountered a train accident in Zurich that would change her life forever. She was accompanying a friend who was terminally ill, carrying him in her arms up the stairs and into the coach, when suddenly the train began to move, its doors still open. In an attempt to protect her friend, she fell under the train and lost her arm and leg. Pavey recounts this day clearly: “There was a lasting, very loud noise while the train and its many wagons left the station. I managed to save my head with only some injury. My left arm was lying a bit further away, separated from me. My left leg was torn apart.” Whilst an experience would most likely dishearten many, instead it reshaped Pavey’s future and further motivated her to pursue her education and career.

In 1997 Pavey moved to London and studied international relations at the University of Westminster. Completing her post-graduate studies at the London School of Economics, she specialised in ‘nationalism, ethnicity and minority rights’. Since then, Pavey has worked vigorously in being the voice for minorities and continues to fight against injustices.
accompanying a friend who was terminally ill, carrying him in her arms up the stairs and into the

Below is a brief history of the actions and achievements of Safak Pavey thus far:

  • Served in the Office of the United Nations High Commissioner for Refugees 2003 – 2010.
  • Worked at the UN Headquarters and on humanitarian missions in the Middle East, Southwest
    Asia and Central Europe.
  • Undertook assignments in countries such as Algeria, Egypt, Iran,
    Lebanon, Syria, Yemen and Hungary.
  • Dealt with different displacement situations, holding various positions
    from being a consultant on child rights, education and gender programs to serving as the regional spokesperson and managing global strategic communications.
  • Worked as a peace solutions activist in a number of conflict areas including Afghanistan.
  • Founded the United Nations interagency support group for the Convention on the Rights of Persons with Disabilities (‘UN IASG for CRPD’) and was appointed Secretary to the CRPD Secretariat at the Office of the UN High Commissioner for Human Rights in 2010.

In 2011, Pavey returned to Turkey and was elected Deputy of the Istanbul Province for the Republican People’s Party (the party founded by Ataturk), becoming the 1st disabled female member of the Turkish Parliament. Pavey was a member and Vice-Chair of the:

  • Turkey-EU-Accession Committee.
  • NATO Parliamentary Assembly.
  • EU-Turkey Joint Parliamentary Committee.
  • Euro-Med Parliamentary Assembly for the Mediterranean Union.
  • Euro-Med Sub-Committee on Energy, Water and Environment.

Safak has also had roles as Vice-Chair and Member of the Turkish Parliamentary Friendship Groups in Australia, New Zealand, Norway and South Korea. She served as an MP from 2011-2017 and currently holds senior advisory roles with international organisations and philanthropic projects as an expert on international migration, inclusive design, diversity and social cohesion policies, women’s participation in peacebuilding processes, civilian security and diplomacy with a focus for longlasting solutions. She is also a member of European Council on Foreign Relations and Women Political Leaders Global Forum.

Further Achievements:

  • 2011 – Named one of the 10 Outstanding Young Persons of the World by Junior Chamber International.
  • 2012 – Recipient of the ‘International Women of Courage Award’. The International Women of Courage Award is presented annually by the United States. The award recognises women around the world ‘who have shown exceptional courage and leadership in advocating for women’s rights and empowerment, often at great personal risk’, recognising her work in defending rights and freedoms of women, children, refugees, persons with disabilities and minorities in Turkey and globally.
  • 2014 – Awarded ‘Secularist of the Year Award’ by British National Secular Society, recognising her work in defending secularism, human rights and the rights of women and minorities in Turkey.
  • 2015 – World Economic Forum, Young Global Leader.
  • 2016 – Munich Security Conference, Munich Young Leader.

The contribution Safak Pavey has made to better the world should not go unnoticed. While there have been significant setbacks, it seems that there is very little that has tempered Pavey’s fierce passion and undeniable strength to fight for a better tomorrow.

Pavey’s story is one that has been heard and recognised on an international scale and in April 2018, Australians will have the privilege of hearing it first-hand. With the invitation of Australian-Turkish communities CHP Representation, Safak Pavey will be visiting Melbourne and Sydney from 20-30 April 2018. Her visit is in the spirit of ‘civilian diplomacy’ to support the civic initiatives by ‘our community/organisations including Move the House – A Tree for Gallipoli, while sharing and fostering Australian/Turkish friendship around the commemorations during ANZAC week.

Pavey will have exchanges on democracy experiences, secularism, political participation of women, international migration, social and ecological good municipal practices with Australian policymakers, practitioners and civil society members.

She will participate in various events including the dinner in Melbourne on ANZAC eve to discuss the “Role of Democracy and its Future” and meet a number of Australian-Turkish community groups in both Melbourne and Sydney.

This visit is intended to allow the wider Australian community to be enlightened by her abilities and ensure the friendship fostered by Ataturk and Bruce (8th Prime Minister of Australia), from the mutual sacrifices in Gallipoli continues now and into the future.

AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 19 Nisan * Türkiye Şeker Fabrikaları

Türkiye Şeker Fabrikaları Kuruluş ve Tarihçesi

Türkiye’de Şeker Fabrikaları kurulması amacıyla Osmanlı İmparatorluğu zamanında (1840-1899) ve ondan sonraki yıllarda bazı teşebbüsler olmuştur. Ancak bu teşebbüslerden hiçbirisi uygulama alanına konulamamış ve bir istek olmaktan ileri gidememiştir.

Şeker Fabrikaları kurma teşebbüslerinin gerçekleşebilmesi ancak, Büyük Önderimiz ATATÜRK’ün kurduğu Cumhuriyet döneminin sağladığı geniş imkanlar sayesinde olabilmiştir. Bu istikametteki ilk ciddi teşebbüs Uşak’lı Molla Ömeroğlu Nuri (Şeker) adında bir çiftçi tarafından başlatılmıştır.

Uşak’ta mahalli birçok müteşebbisin iştiraki ile 19.4.1923 tarihinde 600.000 TL sermaye ile kurulan “Uşak Terakki Ziraat T.A.Ş.” 6.11.1925 tarihinde ilk Şeker Fabrikası’nın temelini atmış ve fabrika 17.12.1926 tarihinde işletmeye açılmıştır.

Uşak’ta Şeker Fabrikası kurma çalışmaları devam ederken yine aynı yıllarda İstanbul’da da özel şahısların ve bazı milli bankaların iştiraki ile 14.6.1925 ‘de 500.000 TL sermayeli “İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları T.A.Ş.” kurulmuştur. 22 Aralık 1925 tarihinde Alpullu Şeker Fabrikasının temeli atılarak onbir ayda fabrikanın montajı bitirilmiş ve 26.11.1926 tarihinde fabrika işletmeye açılarak ilk Türk şekerini üretmiştir.

1933 yılına kadar ülkemizin şeker ihtiyacı bu iki fabrikanın üretimi ile kısmen karşılanmıştır. Bu iki fabrika ile pancar tarımında ve şeker fabrikası işletmesinde hayli tecrübeler edinilmiş olduğundan yeni şeker fabrikaları kurulması gerekli görülmüştür.

Milli bankalarımızdan bazılarının ortaklığı ile iki şirket teşekkül ettirilmiş ve bunlardan “Anadolu Şeker Fabrikaları T.A.Ş.” 5.12.1933 tarihinde Eskişehir Şeker Fabrikasını işletmeye açmıştır.

Diğer bir şirket olan “Turhal Şeker Fabrikası T.A.Ş.” de 19.10.1934 tarihinde Turhal Şeker Fabrikası’nı işletmeye açmıştır.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, tarımı dayanak alan bir kalkınma hamlesi ile işe başlanmış, devlet eliyle yaratılmaya çalışılan burjuvazi kanalıyla da tarımsal hammaddeye dayalı sanayi kurulması için çaba gösterilmiştir. 1929 yılına kadar bu politikaları esas alan Cumhuriyet, yaşanan 1929 dünya bunalımının etkisi ve özel sektörün bu yükü kaldıramayacağının anlaşılmasından sonra devletçiliği benimseyen politikaları merkezine alıp uygulamaya başlamıştır.

1929 yılına kadar uygulanan ekonomi-politikaların karşılığı olan 8 Nisan 1925 gün ve 601 sayılı “Şeker Fabrikalarına Bahşolunan İmtiyaz ve Muafiyet Hakkında Kanun”u çıkararak özel kesimi sanayi yatırımlarına yönlendirmeyi hedeflemiştir.

Bu yasayla özel kesime oldukça önemli olanaklar sağlanmıştır. Kanunla;

  • Birbirine komşu beş ilin sınırını aşmamak ve bölge gereksinimini karşılayacak şekerpancarının sürekli yetişmesine elverişli büyüklükte bir alanı kapsamak üzere, Ticaret bakanlığının saptayacağı bölgeler içinde, 25 yıl süreyle şeker fabrikaları kurma ve işletme hakkı veriliyordu.
  • Bu fabrikalar belirtilen süre içerisinde 1913 tarihli Teşviki Sanayi Kanununun sağladığı kolaylıklardan yararlandırılacaktı.
  • Üretilen şekerden 8 yıl süre ile istihlak vergisi alınmayacak, üretilen pancarın şeker fabrikalarına satılması koşuluyla, pancar ekim alanları arazi vergisinden bağışık tutulacaktı.
  • Fabrikalara kömür ve kireç sağlayan ocaklardan herhangi bir resim alınmayacak, fabrika kuracaklara hazine topraklarından bedelsiz olarak 1-5 ha’lık alan tahsis edilecek, fabrikalara gelen hammaddeler ya da üretilen ürünler kamu taşıtlarınca 1/3 oranında indirimli taşınacak, fabrikada çalışanlardan 10 yıl süreyle “temettü vergisi” alınmayacaktı.
  • Yalnız bu yasadan yararlanmak isteyen kişi ve kuruluşlar, şeker fabrikası kurabilecek ve işletebilecek sermayesi ve personeli olduğunu kanıtlamak zorunda olacaklardı.

Bu yasanın sağladığı olanaklar sonucunda öncelikle Uşak ve Alpullu fabrikalarının, ardından Eskişehir ve Turhal fabrikalarının temeli atılmış, ilk şeker 26 Kasım 1926 yılında Alpullu’da üretilmiştir.

Uşak Şeker Fabrikası: Sanayi ve Maadin Bankası, Çekoslovak Skoda Şirketi ve özel kişiler tarafından 600 bin lira sermaye ile oluşturulan” Uşak Terakki Ziraat Türk Anonim Şirketi”nce kurulmuştur. Yapımı Çekoslovak Skoda Şirketi tarafından üstlenen fabrikanın temeli 6 Kasım 1925 tarihinde atılmış,ilk üretim 17 Aralık 1926 gerçekleşmiştir. Uşak Şeker Fabrikası’nda dikkati çeken iki durum vardır. Birincisi fabrika ortaklarından birisi başka bir ülke şirketinin olması diğeri ise sektördeki deneyimsizlik nedeniyle kurak bir alana fabrikanın kurulmasıdır. Bu yanlış, sektörde kurak yere fabrikanın kurulmamasını pratikte gösterdiğinden yapılan yanlıştan doğru bulunmuştur.

Alpullu Şeker Fabrikası: 500 bin lira sermayeyle oluşturulan “İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları Türk AŞ. tarafından kurulmuştur. Türkiye’de ilk şeker üreten fabrikamızdır. Hisse dağılımı yüzde 68 T. İş Bankası T.C. Ziraat Bankası ve Trakya illerinin Özel İdareleri yüzde 10 ve Trakya köylülerinin dahil olduğu özel şahıslar ise yüzde 22 oranındadır. Fabrika, Almanya kökenli Maschinenfabrik Buckau R. Wolf Şirketi tarafından kurulmuştur. 22 Aralık 1925 yılında temeli atılmış 26 Kasım 1926 yılında işletmeye açılmıştır.

20 Aralık 1930’da Atatürk fabrikayı ziyaret etmiştir. Büyük kurtarıcı Cumhuriyetin ilk fabrikası kabul edilen Alpullu Şeker Fabrikası’nı zevk ve gururla gezdikten sonra Şeker sanayi hakkındaki düşüncelerini anı defterine şöyle yazmıştır:

“Alpullu Şeker Fabrikası’nı gezdim. Gördüğüm vaziyetten çok memnun kaldım. Müessesenin daha tevsii etmesini ve şimdiye kadar olduğundan fazla muvaffak olmasını dilerim. Memleketimizin her müsait mıntıkasında şeker fabrikalarının çoğalması ve bu suretle memleketin şeker ihtiyacının temini mühim hedeflerimiz arasında tanınmalıdır.”

Gazi Mustafa Kemal

Eskişehir Şeker Fabrikası: 1933 yılında Anadolu şeker fabrikaları T.A.Ş tarafından 3 milyon sermaye ile kurulmuştur. Sermaye dağılımı şöyle oluşmuştur. Yüzde 51’i T. İş Bankası, yüzde 24.5’i T.C. Ziraat Bankası,yüzde 24.5’i Sanayi ve Maadin Bankası koymuştur. Fabrikayı Alpullu Şeker Fabrikası’nı kuran,daha sonra Turhal Şeker Fabrikası’nı da kuracak olan Alman şirketi tarafından kurulmuştur. Fabrikanın temeli 1 Şubat 1933’te atılmış aynı yıl 5 Aralık 1933 yılında işletmeye açılmıştır.

Turhal Şeker Fabrikası: Daha önce Sivas’ta kurulması kararlaştırılmış olan fabrikanın, Uşak Şeker Fabrikası’ndaki kazanılan deney sonucunda Turhal’da kurulması kararlaştırıldı. Fabrikayı Türkiye İş Bankası ve Ziraat Bankası toplam 3 Milyon sermaye ve eşit hisseyle kurmuşlardır. Fabrikanın temeli 7 Ekim 1933 yılında atılmıştır.

Uşak fabrikası dört özel şirket tarafından kurulmuştu. Yanlış yer seçimi nedeniyle sürekli zarar ettiğinden, 11 Temmuz 1933 yılında Sümerbank’a devredildi.

1929 yılında yaşanan dünya bunalımına kadar 70 bin tona ulaşan şeker tüketimi bunalımla birlikte 50 bin tona kadar geriledi. Dünyanın içinde bulunduğu durum gereği dış satım olanağı da olmadığından tüketimdeki daralma mevcut şeker fabrikalarını sıkıntıya sokmuştur.

1929 dünya bunalımın şeker sektörüne yaptığı olumsuzluğu ortadan kaldırmak üzere “Şeker Rasyonalizasyon Komitesi” oluşturulmuş, araştırmalarını,

  1. Şeker fabrikalarının birleştirilmesi ve yeni şirketin tesisi ile bu koşullarının saptanması,
  2. Ülkenin her tarafında şekerin aynı fiyatla satılmasının sağlanması,
  3. Şeker üretiminin rasyonelleştirilmesi, üzerine yapmıştır.

Yapılan araştırmaların sonucunda şeker fabrikalarının birleştirilmesine karar verilmiş; 6 Temmuz 1935 yılında, Sümerbank, Türkiye İş bankası ve T.C. Ziraat Bankası tarafından eşit hisselerle 22 milyon TL sermayeli “Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi” kurulmuştur.

Tarımsal, teknik ve idari çalışmaların koordine edilmesi, sermaye kaynaklarının birleştirilmesi amacıyla ayrı şirketler halindeki dört şeker fabrikası, üç milli bankamızın eşit paylarla ortak oldukları tek bir şirket çatısı altında toplanmıştır. 22 milyon TL sermayeli TÜRKİYE ŞEKER FABRİKALARI A.Ş. olarak dört ayrı fabrika bu şirket tarafından devralınmıştır.

Şeker üretim faaliyetleri 1950 yılına kadar zaman zaman tevsi edilen dört şeker fabrikası ile yürütülmüştür . Her yıl artan şeker ihtiyacının tamamen yerli üretimle karşılanabilmesi için 1951 yılında hazırlanan ” Şeker Sanayii’nin Tevsi Programı” ile yeni şeker fabrikaları kurulması dönemine girilmiştir. Diğer taraftan da pancar ekicilerinin teşkilatlandırılması amacı ile tarım kesiminde toplumsal dayanışmanın bir örneği olan kooperatifleşme hareketi başlatılmıştır.

1951-1956 yıllarını kapsayan dönemde toplam onbir yeni şeker fabrikasıinşa edilerek , 1956 yılında fabrika sayısı onbeşe ulaşmıştır. 1962 yılında Ankara Şeker Fabrikası ve 1963 yılında da Kastamonu Şeker Fabrikası, sanayiimizin geliştirilen bir makina fabrikası ile iki atölyede %65’i imal edilerek işletmeye alınmışlardır. Ülkemizin nüfus artışına paralel olarak artan şeker ihtiyacını temin etmek amacıyla yeni şeker fabrikaları kurulması öngörülerek 1977’de Afyon, 1982’de Muş ve Ilgın , 1983’de Bor, 1984’de Ağrı ve 1985 yılında da Elbistan Şeker Fabrikalarının %95’e varan makina ve tesisleri mevcut beş makina fabrikasında imal edilerek işletmeye alınmışlardır.

Daha sonra sırasıyla 1989 yılında Erciş, Ereğli ve Çarşamba Şeker Fabrikaları, 1991 yılında Çorum, 1993 yılnda Kars, 1998 yılında Yozgat ve 2001 yılında ise Kırşehir Şeker Fabrikaları işletmeye açılmıştır.

Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi kurulduktan sonra önce şeker üretim ve tüketiminde 1939 yılında denge sağlandıktan sonra, Adapazarı, Amasya, Konya, Kütahya, Burdur, Kayseri, Susurluk, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Malatya, Ankara, Kastamonu, Afyon, Muş, Ilgın, Bor, Ağrı, Elbistan, Erciş, Ereğli, Çarşamba, Çorum, Kars, Kırşehir ve Yozgat Şeker fabrikaları olmak üzere toplam 30 fabrikayı işletmeye almıştır. Bu fabrikalardan Amasya, Kayseri ve Konya fabrikaları özelleştirildi. Fabrika sayısı şu anda 27’dir.

Rakamlarla türkiye Şeker Fabrikaları

  • Türkiye’deki 500 büyük firma içerisinde ilk 10’da
  • Çalışan sayısında 3.
  • Öz sermayede 5.
  • Üretimden satışlarda 6.
  • Satış hasılatında 7.
  • İhracatta 9.
  • Fabrika sayısı 27
  • Alkol fabrika sayısı 4 (Yıllık 57.6 milyon litre üretim kapasite)
  • Sahip olduğu makine fabrika sayısı 6(Toplam imalat kapasitesi 15 bin ton/yıldır.)
  • Sahip olduğu tohum işleme fabrikası sayısı 1(Yıllık işlenmiş tohum üretim kapasitesi 1200 tondur.)
  • Sahip olduğu tarımsal işletme sayısı 2 (Toplam arazi 2100 ha)
  • Sahip olduğu araştırma enstitüsü sayısı 1

Kaynak:

  1. www.turkseker.gov.tr
  2. Şeker Kanunu Tasarısı ve Gökhan Günaydın, T. Şeker Sektörü Analizi Sayfa:17’ den derlenmiştir.

AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 19 Nisan * Sanayi ve Maadin Bankası Kuruluşu

19 Nisan 1925 tarihli 633 sayılı kanunla, kurulan banka, 1 Mayıs 1925 tarihinde çalışmalarına başlamıştır. Sanayi ve Maadin Bankası, devletin sanayi ve maden üretiminin geliştirilmesinde ve doğrudan doğruya görev almasına olanak veren ilk kuruluş olmuştu. Kalkınma bankası tipinin ilk örmeklerinden olan bu bankanın kurulması ile devlet, Türk bankacılığında işletmecilik yönü ağır basan, bir banka türü oluşturmuş bulunuyordu.

Sanayi ve Maadin Bankası yeni gelişmeye başlayan sanayi teşebbüslerine kredi vermek ve bu teşebbüslere karşı düzenleyici rol oynamak gibi önemli görevleri bulunmaktaydı.

Bankanın 1926 yılının başında, sermayesi 6.147.137.-TL’dir. Sermayenin 2.000.000.-TL nakit, geri kalan kısmı taşınmaz mallardan oluşmaktadır. 1930 yılında sermayenin tamamı ödenmiş durumdaydı.1

Sanayi ve Maadin Bankası, Hereke, Feshane, Bakırköy Mensucat Fabrikalarını ve Tosya Çeltik Fabrikasını kontrolü altında tutmuştu. Ayrıca Bünyan ve Isparta iplik fabrikalarına, Maraş Çeltik Fabrikasına, Malatya ve Aksaray Değirmen ve Elektrik Şirketlerine, Kütahya Çini Fabrikasına ve Yalvaç Sanayi-Ticaret Şirketine ortak olmuştu.2

Bu banka faaliyetlerini daha çok kendi işletmelerinde yoğunlaştırdığı ve öz kaynakların sınırlı olması, yabancı kaynaklarda da önemli bir gelişme olmaması sonucu, kuruluş anında devraldığı işletmeler ve sermayesine katılan iştirakler dışında özel kuruluşlara sanayi kredisi sağlamakta bir etkinlik gösterememiştir.3

Sanayi ve Maadin Bankası 1932 yılında elinde bulunan fabrikaları Sanayi Ofisine devretmiş olup, sadece sanayi kredisi verme işlemleri yapabilmek içinde, 7 Temmuz 1932 tarih, 2064 sayılı kanunla kurulan Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası’na devredilmiştir. 1933 yılında Sümerbank’ın kurulmasıyla birlikte Sanayi Ofisi’nin elinde bulunan fabrikalar bu yeni kurulan fabrikaya devredilmiştir.

  1. A. Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Tarihi Semineri, “1900-1930 tarihleri arasında A.Ş. olarak Kurulan Bankalar,” s. 442.
  2. F. Ergin, a.g.e., s. 51.
  3. Ö. Akgüç, a.g.e.,s. 158.

Kaynak: Atatürk Döneminde Bankacılık Sistemine ve Gelişimine Genel Bir Bakış, Derya Bozoklu, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 55, Cilt: XIX, Mart 2003

25 APRIL 2018 ANZAC DAY – OBERON DAY TRIP & ANZAC DAY MARCH

AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 15 Nisan * Türk Tarihi Tetkik  Cemiyeti


Türk tarihini bilimin en yeni verilerine dayanarak yeniden incelemek ve Türkiye’nin dünya medeniyetine olan katkısını meydana çıkarmak amacıyla, Nisan 1931’de Atatürk’ün teşvikiyle Ankara’da Türk ocakları Merkez heyetine bağlı olarak kuruldu. Kurum tüzüğünün amaç maddesi şöyledir “Kurumun amacı Türk Tarihi ile Türkiye Tarihi’ni ve bunlarla ilgili konuları inceleme ve elde edilen sonuçları her türlü yolla yaymaktır”. Kurum belli başlı dünya bilim kurumlarına üyedir ve 220’den fazla akademi, üniversite ve bilim kuruluşuyla kitap ve dergi değişimi yapar. Atatürk, Türk Tarih Kurumunun daha çok bir akademi niteliği taşımasını, üye sayısının sınırlı tutulmasını istemiştir. Kurum 16 üye ile kuruldu. Daha sonra üye sayısı 41 ile sınırlandırıldı. Kurum üyeleri Eskiçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ adları altında üç uzmanlık koluna ayrılarak çalışmaktadır.

Türk Tarih Kurumu Atatürk’ün eseridir. Türk ulusunun büyüklüğüne ve üstün uygarlık yeteneklerine içten inanmış olan Atatürk, onu en uygar milletlerin düzeyine çıkarmak için önce tarihini bilmesi ve bunun içinde onu ilk kaynaklardan kendisinin araştırarak öğrenmesi gerektiğine inanıyordu. Atatürk’ün direktifleriyle, 16 üye tarafından, 15 Nisan 1931′ de “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” adı altında kurulan Kurum’un adı 3 Ekim 1935’te Türk Tarih Kurumu’na çevrildi.

AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 12 Nisan * Türk Tarih Kurumu Kuruluşu

“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” K. Atatürk

Atatürk, milletimizi ve dünyayı eski bir tarih anlayışından, yeni bir tarih görüşüne götürmek ve bu yolda araştırmalar yapmak için, 12 Nisan 1931’de Türk tarihi ile Türkiye tarihi konularında araştırmalar yapmak ve yayımlamakla yükümlü, tüzel kişiliği olan kamu kuruluşu, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ni (Türk Tarih Kurumu) kurmuştur.

Atatürk, Türk Tarih Tezi diye bir tez ortaya atılmıştır. Kültür alanında yeni bir tarih görüşünün ifadesi olan bu teze göre; Türk milletinin tarihi şimdiye kadar yazıldığı gibi yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türk’ün tarihi çok daha eskidir ve temasta bulunduğu milletlerin medeniyetleri üzerine etki etmiştir.

Osmanlı Devletinin ümmet tarihi anlayışından, Türk milletinin kendi tarihine kavuşması, millet tarihi anlayışını kabul etmesi zorunlu idi. Millet tarihi anlayışını gerekli kılan özel sebepler de vardı.

Bunlar :

  1. Türklerin sarı ırktan olduğuna dair dünyada yazılmış olan yanlış bilgiler.
  2. Türklerin sarı ırktan gösterilmesinin bir sonucu olarak medeni kabiliyet ve istidattan yoksun olduğu yolundaki hatalı görüş ve iddialar.
  3. Türk toprakları üzerinde yabancıların tarihi iddiaları.

Aleyhimizde kullanılan silah, hep gerçeğe aykırı şekilde yazılan, değiştirilen tarih idi. Tarihimizi gerçek yapısı ile ortaya koymak, Türklük ve ata yurdu hakkında gerçek tarihi bilgileri dünya kamuoyuna duyurmak, Türk Tarihi araştırmalarının amacı idi.

23 Nisan 1930’da Türk Ocakları VI. Kurultayımda, Türk Tarih Encümeni (1925’ten önce Tarih-i Osmani Encümeni) yerine Türk Tarihi Tetkik Heyeti adlı bir komisyonun kurulması kararlaştırıldı; komisyon 4 Haziran 1930’da çalışmaya başladı. 1931’de Türk Ocağı kapatılınca, bu komisyonun yerine tüzel kişiliği olan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti oluşturuldu (15 Nisan 1931).

Tüzüğünün 1. maddesine göre “Türkiye Cumhuriyeti Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin himayesinde ve Ankara’da çalışan ilmi bir cemiyet” olan kurumun amacı Türk tarihi ile Türkiye tarihini ve bunlarla ilgili konulan incelemek, elde edilen sonuçları da her türlü yoldan yaymaktı. Kurum Türkiye ve Türk tarihi iie ilgili ana kaynakları saptayacak ve inceleyecek, bu konularda telif ve çeviri bilimsel yapıtlarla dergiler yayımlayacaktı. Yeni buluş ve görüşlerin ortaya konması ve tartışılması için kongreler düzenlemek, kazı ve araştırmalar yoluyla yeni belgeler sağlamak da kurumun çalışma alanı içindeydi. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin adı 3 Ekim 1935’te Türk Tarih Kurumu olarak değiştirildi.

Türk Tarih Kurumu ilk tarih kongresini 1932’de topladı. Bunu her beş yılda bir toplanan kongreler izledi; bu kongrelerde çok sayıda özgün bildiriler sunuldu. Kurum 1935’ten sonra yoğun arkeolojik araştırmalar da yürüttü. Gerçekleştirilen 54 ayrı kazıyla Anadolu tarihinin erken dönemlerine ilişkin çok önemli bilgilere ulaşıldı. TTK yayıncılık alanında da 111 ayn dizi oluşturdu. 1983’e değin 400’ü aşkın kitap yayımladı. Kurum ayrıca üç ayda bir Belleteni, altı ayda bir de Belgeler adlı bilimsel araştırma ve bildiri dergileri çıkardı. Türk Tarih Kurumu Kitaplığı, Ankara’da Milli Kütüphane’den sonra en zengin kütüphane durumuna geldi.

1980’deki 12 Eylül Harekâtı’ndan sonra Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun oluşturulması (Ağustos 1983), TTK’nın da bu kuruma bağlanması kararlaştırıldı.

Kaynak: Türk Tarih Kurumu

AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 10 Nisan * Anayasadan “Türk Devleti’nin Dini, Dın-i İslamıdır” kuralı çıkarılması

Atatürk’ün önderliğinde, ulusal egemenlik temeline dayalı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin hedefi, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak olmuştur. Bu amaçla, kuruluşundan başlayarak ilk on yıl içinde gerçekleştirilen Cumhuriyet devrimleriyle başta Eğitim Birliği ve Medeni Kanun’un kabulü olmak üzere laik hukuk sisteminin de yol haritası belirlenmiştir.

Demokrasinin, çağdaşlığın, insan haklarının ve özellikle kadının insan haklarının güvencesi olan laiklik ilkesinin ilk adımı 1924 Anayasası’nda değişiklik yapılarak 10 Nisan 1928 atılmış, “Türk Devleti’nin Dini, Dın-i İslamıdır” kuralı çıkarılmıştır.

Atatürkçü düşünce sisteminde laiklik, yalnızca din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını öngören bir ilke değil, aynı zamanda dünya sorunlarına akılcı ve bilimsel bakış açısı getiren bir yaşam biçimidir.

5 Şubat 1937 tarihinde, 1924 Anayasasında yapılan değişiklikle yer verilen laiklik ilkesi, 1961 ve 1982 Anayasalarında da devletin değiştirilemez temel nitelikleri arasında yer almıştır.

TBMM tarafından kabul edilen ilk anayasa 20 Ocak 1921’de yürürlüğe girdi. 1921 Anayasası, değişen ve gelişen ihtiyaçları karşılamaya yetmeyince, anayasanın esas prensiplerine sadık kalmak şartıyla, 20 Nisan 1924 tarihinde, 491 sayılı kanunla ikinci bir anayasa kabul edildi. Bu anayasada “Devletin dini, İslam dinidir” maddesi 10 Nisan 1928’deki değişiklikle kaldırıldı ve laiklik ilkesi 1937’de anayasaya girdi.

Laiklik ilkesinin Anayasa’ya girmesi

Özdemir İnce’nin Hürriyet’te laiklik ilkesinin anayasaya girişini anlattığı ve 5 Şubat 2010’da yazdığı “Laiklik ilkesinin Anayasa’ya girmesi” başlıklı yazısından bir kısım şöyle:

1) İlk Osmanlı anayasası olan Kanunu Esasî 23 Aralık 1876’da, Islahat Fermanı’nda olduğu gibi bir Hattı Hümâyun ile ilan edildi.

Madde 11- Devleti Osmaniye’nin dini İslam dinidir.

Bununla birlikte, aynı maddede, halkın asayişine ve genel ahlaka aykırı olmamak koşuluyla bütün inanışlar serbesttir ve Devletin koruması altındadır, denilmektedir.

2) 1921 Anayasası olan Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda devletin diniyle ilgili bir madde bulunmamaktadır.

3) 29 Ekim 1923 tarihli, “Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun” ile din Anayasa’ya girmiştir.

Madde 2- Türkiye Devletinin dini, Dini İslam’dır, Resmi lisanı Türkçedir.

4) 1924 Anayasası’nda devletin dininin, İslam dini olduğu belirtilmiştir. Hilafetin Anayasa’dan önce kaldırılmış bulunmasına, Anayasa’nın kendisinin de laik olmasına karşın, koşullar böyle bir kuralın Anayasa’da yer almasını gerektirmiştir. Kuralın Anayasa’nın 2. maddesinden çıkartılması ancak 10 Nisan 1928’de yapılan Anayasa değişikliği ile olabilmiştir.

5) 5 Şubat 1937’de yapılan değişiklikle, 2. maddeye, Devletin temel nitelikleri olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin programında yer alan altı ok, “Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır” biçiminde girmiştir.

6) 1961 Anayasası Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve ‘Başlangıç’ta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

7) 1982 Anayasası Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Madde 4: Anayasa’nın 1’inci maddesindeki Devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

Madde 174: Anayasa’nın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.

AKM Belleten – Cumhuriyet Tarihinde Bugün 6 Nisan * Anadolu Ajansı’nın Kurulması

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatlarıyla, Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında “Anadolu’nun sesini dünyaya duyurmak” amacıyla 6 Nisan 1920 yılında kuruldu.

Kurtuluş mücadelesinin verildiği dönemde üstlendiği kritik görevle Cumhuriyet tarihi içinde özel bir yere sahip Anadolu Ajansı, Milli Mücadele’nin başladığı süreçte, bağımsızlık mücadelesini tek ve güçlü bir kanaldan hem yurda hem de dünyaya duyurmayı başarmanın haklı gururunu taşıyor.

Anadolu Ajansı’nın tarihi, Türk Basın Tarihi, Türk Edebiyatı Tarihi için de önem taşımaktadır. Türk basınının gelişmesine öncülük eden Yunus Nadi Abalıoğlu, Ruşen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı Atay gibi kalemler, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi Türk Edebiyatının önemli yazarları ve araştırmacıları ve daha niceleri, Anadolu Ajansının kuruluşundan itibaren kurumda görev aldılar, onun gelişmesi için uğraş verdiler.

Anadolu Ajansı, Türk dış politikasının, Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve günlük yaşamının da tanığıdır. O yüzden AA’nın haberleri ve fotoğrafları, bütün araştırmacılar için birinci elden kaynak niteliğini taşımaktadır.

AA’nın kuruluş serüveni

Anadolu Ajansının kuruluşu, “milli mücadelenin dönüm noktası” denilebilecek zor günlerine denk düşüyor. İşgal sonrası İstanbul’da kalınmayacağını gören bazı aydınlar, Milli Mücadele’ye katılmanın yollarını araştırıyor.

AA’nın kuruluş serüveni de tam bu süreçte, İstanbul’un işgaliyle bazı aydınların İstanbul’dan Anadolu’ya gelişleri aşamasında gerçekleşiyor. İstanbul’un 16 Mart 1920’de işgal edilmesinden 5 gün sonra yola çıkan Yunus Nadi (Abalıoğlu) ile Halide Edip’in (Adıvar) bulunduğu iki kafile, 31 Mart’ta Geyve’de buluşuyor. Akhisar İstasyonu’nda verilen mola sırasında iki aydın, “Ankara’ya gider gitmez bir ajans teşkilatı kurulmasını” görüşüyor.

Yunus Nadi ve Halide Edip, ajansın adı konuşulurken, “Türk”, “Ankara” ve “Anadolu” seçenekleri arasından “Anadolu Ajansı”nda birleşiyorlar.

Tarihi genelge

Halide Edip ve Yunus Nadi’nin de bulunduğu heyet, 1 Nisan’da Ankara’ya ulaşıyor. Yunus Nadi’nin ifadesiyle, “4 veya 5 Nisan akşamı” Mustafa Kemal Paşa’nın karargahı Ziraat Mektebi’nde yemekten sonra Anadolu Ajansının kurulmasından söz açılıyor. Bu konuşmanın ardından Anadolu Ajansının kuruluşu, 6 Nisan 1920’de gerçekleştiriliyor.

Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’nin ateşini tutuşturduğu bütün yurda gönderdiği tarihi genelgeyle Anadolu Ajansının kuruluşunu duyurmakla kalmıyor, girişilen mücadelenin iç ve dış kamuoyuna duyurulmasının önemine de işaret ediyor.

Mustafa Kemal Paşa imzalı Anadolu Ajansının kurulduğuna ilişkin genelge, günümüz Türkçesi ile şöyle:

“İslam’ın canevi olan Osmanlı Saltanatı merkezinin düşman işgaline geçmesi, bütün ülke ve ulusumuzun en büyük tehlikeyle karşılaşması sonucu olarak bütün Rumeli ve Anadolu’nun giriştiği ulusal ve kutsal savaşım sırasında, Müslüman kişilerin iç ve dış en doğru havadisle aydınlanmalarının zorunlu bir gereksinme olduğu önemle göz önüne alınmış, bunun sonucu, burada en yetkili kişilerden oluşan bir özel kurul yönetiminde, ‘Anadolu Ajansı’ adı altında bir kurum kurulmuştur. Anadolu Ajansının en hızlı araçlarla vereceği havadis ve bilgi, aslında Temsilciler Kurulumuzun belgeli ve asıl kaynaklarının sonucu olacağı için bu ajans bildirimlerinin oraca ve özellikle Müdafaa-i Hukuk örgütümüzce dahi seçilecek caddelere ve toplanılacak yerlere asılması, dağıtımı, dahası bucak ve köylere dek ulaştırılması yolunda olabildiğince çok yayınlanabilmesi için ivedili düzenlemeler yapılması, sonucundan da bilgi verilmesi önemle rica olunur.”

İlk büro

Halide Edip, Anadolu Ajansının ilk bürosu olarak da kullanılan, Milli Mücadele’nin ilk karargahı Ziraat Mektebinin, Ajans için ayrılan bölümünü şöyle tasvir etmiştir:

“Ankara’ya geldiğimin beşinci günü, büyük sofaya açılan dar ve uzun odalardan biri bana ayrıldı. Burası bir nevi büro haline sokulmuştu. Buranın eşyası, büyük bir yazıhane, dosya raflar, sandalye ile beraber iki masa, bir de eski yazı makinesinden ibaretti. Ben İngilizce gazetelerin siyasete kaçan kısımlarını tercüme eder, Mustafa Kemal Paşa’nın katibi Hayati Bey’in getirdiği telgraflar arasında, Anadolu Ajansı veya Hakimiyeti Milliye gazetesi için lazım olan parçaları keser, bundan başkada Mustafa Kemal Paşa’nın diğer muhaberatına ait yazıları hazırlardım.”

İlk bülten

Günün zor şartları altında kurulan Anadolu Ajansı, ilk haberlerini servis etmeye 12 Nisan 1920 tarihinde başlar. İlk bülten şu şekildedir:

“Devlet Merkezimizin düşman işgali altına geçmesi üzerine Anadolu ve Rumeli’nin Müdafaa-i Hukuk azim ve kararlılığı içinde yiğitçe harekete geçtiği şu sıralarda, din ve vatan kardeşlerimizin en doğru haber ve bilgiler alabilmelerini sağlamak için kurulan Anadolu Ajansı, bugünden itibaren göreve başlıyor. Bugün alınan haber ve bilgilerin oralarda da mümkün olduğu kadar fazla kimse tarafından okunup bilinmesi gereğini arz ve açıklamaya yer yoktur. Bu amaçla oralarda dahi özel örgütler meydana getirerek, her gün vereceğimiz bilgilerin telgrafhane kapılarında siyah levhalar üzerine yazılması ve yeterli araç olan yerlerde basılması, yayınlanması ve dağıtılması, nahiyelere ve hatta köylere kadar gönderilmesi hususlarının yerine getirilmesini hepinizin vatan ve millet sevgisinden ve yardımlarından rica ederiz. Bu başlangıçtan sonra, bugünkü son bilgiler aşağıdadır…”

İlk bültende, memleketin içinde bulunduğu durum ortaya konmuş, bu çerçevede Anadolu Ajansının kuruluş amacına yer verilmişti. Bültende, Anadolu Ajansı bültenlerinin dağıtımının taşıdığı önemden bahsedilmiş, yine ajans bültenlerinin dağıtımı için bir dağıtım ağı kurulması ve bunun düzenli şekilde işletilmesinin gerekliliği vurgulanmıştı. İlk bültende hem yurt içinden, hem yurt dışından haberlerin yer alması da dikkati çekiyor.

Kuruluşu resmi bildirgelerle tüm yurda duyurulmaya çalışılan Anadolu Ajansının bu tarihten sonra Anadolu’daki ulusal bağımsızlık mücadelesinin gerekçeleri, gelişme yönü ve diğer unsurları hakkında halkın en doğru iç ve dış haberlerle aydınlatılması yönünde haber vermesi amaçlanmış, bunda da başarılı olunmuştu.

Mustafa Kemal’in AA’ya gösterdiği ilgi

Mustafa Kemal, AA’nın yurt çapında etkinlik kazanması ve işleyişiyle de yakından ilgilendi, çünkü milli mücadelenin propagandasının büyük önem taşıdığına inanmıştı.

Mustafa Kemal, bu amaçla AA’nın kuruluşunu duyurmakla yetinmemiş, başta Ajans bültenlerinin ulaştırılması konusu olmak üzere çeşitli yazışmalar yapmış, uyarılarda bulunmuştu. Bekir Sami Bey’in komutanı olduğu 56’ncı Tümen Komutanlığına, 12 Nisan 1920’de çektiği telgrafta, İstanbul’daki durum hakkında alınacak güvenilir bilgilerin Anadolu Ajansına esas olmak üzere sürekli olarak bildirilmesini istemişti. Mustafa Kemal, 18 Nisan 1920’de Anadolu Telgraf Merkezine gönderdiği genelgede ise Anadolu Ajansı bültenlerinin bazı yerlere gönderilmediği yolunda şikayetler aldığını belirtmiş, bu hizmetin telgrafçılarca destekleneceği ve çabuklaştırılacağına şüphe duymadığını kaydetmişti.

Mustafa Kemal, genelgesinde, Anadolu Ajansı haberlerinin iletilmesinde doğabilecek kusurların “vatan suçu” oluşturabileceğine de dikkati çekmiştir.

Yayın ilkeleri

Anadolu Ajansı bültenleri hazırlanırken, bugün olduğu gibi geçmişte de yayın ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalınmıştır. Kurtuluş Savaşı süresince, milli birliği tehlikeye düşürecek kışkırtmalar ve yalanlara karşı milleti uyanık tutmak, ulusal mücadeleyi bağımsızlığa ulaştıracak karar ve hareketleri zamanında halka bildirmekle işe başlayan AA, halka doğru haber vermek yolunda çalışmalar yapmış, Büyük Millet Meclisi’nin aldığı kararları halka ileterek, halk-hükümet bütünleşmesinin sağlanmasına önemli katkı vermiştir.

Muhabir: Duygu Yener

Kaynak: https://aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/anadolu-ajansi-97-yasinda/790121